Multimedyada gördüğünüz çiçek akşam sefası arkadaşlar. Kendi evimde yetiştirdiğim çok sevdiğim bir çiçek. Normalde rengi sarıydı. Ben sitenin bahçesinden tohumlarını toplamıştım. Pembe diye diktim ama sarı açınca akşam kahvemi yaptım karşısına oturdum.
Dedim ki"hayatım ben seni pembe diye dikmiştim sarı açtın. Oysa ben senin pembe renkli olanını daha çok severim" bunu söyledim ertesi gün akşam böyle iki renk açtı ve sizlerle paylaşmak istedim. Konuşmamın canlı şahidi oldu. Akşam sefası çiçeği her gün yeni açar. Çok çabuk büyür ve zamanı geçerken onlarca tohum bırakır. Kokusu muhteşem güzeldir. Böyle hafif iç ferahlatan. Mor pembe sarı ve ebruli renkleri vardır.
Hikayemizde çok işleyeceğim için naçizane sizlerle paylaşmak bilgi vermek istedim.
İçine çeken alıp götüren bir multimedyamız var. Bölüm tamamen #HanKer ama sinirlerinizi gerebilir. Ben bu bölümü yazarken duygudan duyguya sürüklendim. Umarım sizler de hissedersiniz. Evet arkadaşlar. Kahve multimedya ve #esaret 19. bölüm sizlerin. İyi okumalar efenim🐞💜☕️
Hande konağa geldiğinde çoktan akşam olmuştu. Atını seyise teslim edip konağa baktı. Işıkları yanıyordu ama onlar aldatıcı ışıklardı. İçerisi tıpkı mezar gibi karanlık ve ıssızdı! Ne kadar istemese de girmek zorundaydı. Merdivenleri çıkarken dün gece gelen mesaj aklına geldi. Kimdi ki? Bakmak hiç aklına gelmemişti. Terasa çıkar çıkmaz telefonunu açıp mesaja baktı.
Giray: O amazon kaçkını kocan olan ama benim kocan olduğuna inanmadığım adam ne yaparsa yapsın bu işin peşini bırakmayacağım.
Hande anlamayan gözlerle mesajı defalarca okudu. Şimdi bu ne demekti? Amazon kaçkını anladığı iki kelimeydi. Tam uymuştu doğruydu da diğerleri ne demekti? Etrafına bakıp kimsenin olmadığına iyice emin olduktan sonra hemen Giray'ı aradı. Bir kez çaldığı an duyduğu sesle hemen telefonu kapattı.
"Küçük hanımım. Yemek hazır!"
Hande hemen kalkıp salona inerken kafası karmakarışık olmuştu. Mesajı kafasında sarıp sarıp okuyor anlamaya çalışıyordu. Salonun kapısını dalgın bir ifadeyle açıp içeri girdi. Dışarının soğukluğuna zıt içerisi sıcacıktı ve o sıcaklığı görünce üşüdüğünü yeni hissetti. Herkese bakıp dalgın bir ifadeyle iyi akşamlar dedikten sonra o adamın karşısındaki sandalyeye oturdu ama o adam yoktu.
"Hoşgeldin kızım."
Altan'ın sesiyle başını kaldırıp aynı dalgın ifadeyle bakıp durgun sesiyle konuştu.
"Hoşbuldum. İyi akşamlar."
"İyi akşamlar. Nasılsın kızım?"
"İyiyim siz nasılsınız?"
"Ben de iyiyim teşekkür ederim."
Ne konuştuğunu bilmeden yaptığı konuşmayı dahi anlamıyordu. Kafası mesajda kalmıştı ve bir türlü kendine gelemiyordu. Kapının sertçe örtülmesini dahi duymadan öyle otururken Nesrin'in soran bakışlarını da görmüyordu. Sandalyenin sertçe çekilmesini ve karşısına oturan adamı dahi fark etmiyordu. Kaşık çatal seslerini duyunca kurulmuş gibi çorbasını içmeye başladı.
Dalgın hâli telefonunun çalmasıyla birden değişti. Hemen cebinden telefonunu çıkarıp arayan kişiyi görünce yüzünün rengi değişti. Giray arıyordu ve telefon sanki her zaman çaldığı gibi değil de daha farklı çalıyordu! Başını kaldırıp baktığında herkesin kendine baktığını gördü. O adam hariç! Aynı soğuk ifadesiyle çorbasını içiyordu. Telefonu reddedip hemen cebine koydu.
Koyduğu an tekrar çalan telefonu titreyen eliyle tekrar aldı ve ekranda aynı ismi görünce ne yapacağını şaşırdı. Telefonu reddedip tekrar cebine koydu. Bu kez de reddettiğine göre Giray müsait olmadığını anlardı ve aramazdı. Çorbasından bir kaşık alır almaz duyulan telefon sesiyle o adam da dahil herkes kendine bakmaya başladı. Tedirgin bir ifadeyle telefonunu alıp ekrana baktığında arayan kişiyi görünce rengi atarken reddedip hemen sessize aldı. Ortam iyice sessizleşmişti ve sebebi çalan telefondu. Bakışlarını kaçırıp telefonu tekrar cebine koydu ve koyduğu an duyulan titreşim sesi, sessiz ortama sesli bir şekilde yayılırken bu kez içinden Giray'a sayıştırmaya başladı.
Gerizekalı! Reddettiyse vardı bir sebebi! Ne iki bir arayıp sinir ediyordu! Korkak gözleri o adamla buluştuğunda yüzünün ilk kez yandığını hissetti. Gözlerini kaçırırken duyduğu ses ortamın sessizliğini bıçak gibi kesti.
"Neden açmıyorsun!? Önemli ki ardı ardına aranıyorsun! Madem açmayacaksın o zaman sessize al!"
Hande başını kaldırıp karşısındaki adamın ciddi yüzüne baktı. Onun tok sesi karşısında sesi kısık çıkıyordu.
"Aldım."
Titreyen telefonun sesi Hande'nin sinirlerini zıplatırken arka arkaya gelen mesaj titreşimleri de cabasıydı! Ellerinin titremesine sinir de eklenip artarken telefonu kapatmak için cebinden çıkardı. Beyinsiz Giray hâlâ arıyordu! Telefonun düğmesine basıp kapat butonunun çıkmasını beklerken o adamın konuşmasıyla başını kaldırdı.
"Yemek başındayız ve herkesi rahatsız ettiğinin farkında mısın!? Çık dışarı ve orada ne yapıyorsan yap!"
Hande ne söyleyeceğini şaşırıp masada diğer oturanlara baktı. Hayatında hiç kimse kendine bu şekilde davranmamıştı. Başkalarının yanında azarlanıp küçük düşürülmek... Üstelik istemeden olan bir durumdan dolayı. Herkesin korkak ama acıyan bakışlarıyla önce üzülürken sonrasında gerildiğini hissetti. O adamın bakışları aşağılayıcı bir şekilde vurmaya devam ederken, sinirlerinin tüm duygularını bastırarak yüzeye çıktığını hissetti. Korkak bakışların altındaki gerginliği karşısındaki adamın gözünden kaçmazken sinirli bir ifadeyle telefonunu sessizden çıkarıp sesli hale getirdi. Tek kaşını kaldırıp bakarken diğerleri nefes almadan ikisini izliyordu.
"Çıkmıyorum. Önemli ya da değil beni ilgilendirir."
Kerem bir an şaşırsa da masadakilere kısa bir bakış atıp arkasına yaslandı. Sinir bir gülümseme yerleştirdiği yüzüne zıt gözlerinde alaycı bir ifade vardı.
"Demek öyle? Kendinden pek bir eminsin. Şaşırdım doğrusu. Yalnız şöyle bir durum var burada benim sözüm geçer! Bu benim kuralım ve bu masada oturan herkes-ki buna sen de dahil uymak zorundasın!"
Hande arkasına yaslanıp ellerini göğsüne bağlayınca ortam daha gerilmişti. Görmese de hissediyordu ama şu an umrunda dahi değildi!
"Bu masada oturanlar senin kurallarına uymaya devam etsinler. Senin ailen ve kabul etmek zorunda kalmışlar. Ben uymam. Çünkü ben bu aileden değilim. Senin de hiçbir şeyinim. Bu da benim kuralım ama sen uymak zorunda değilsin. Ben başkalarını zorla kurallarıma uyduracak kadar zorba değilim!"
Ortamda çıt çıkmayan öldürücü sessizliğin çanları çalmıştı. Kerem yüzünde öldürücü bir bakış sinirden simsiyah olmuş bir yüzle Hande'ye bakarken onun öfkeden kıpkırmızı olmuş gözleri ve ona uygun yüz ifadesine baktı. İkisi de sessiz bir savaşa girmiş gibi konuşmuyor gözleriyle savaşıyorlardı. Ta ki birinin konuşmasına kadar.
"Bu konakta yaşıyorsan-ki yaşıyorsun! Zorba de diktatör de ne dersen de! Kurallara uymak zorundasın! Uymuyorsan çekip gider mutfakta çalışanlarla birlikte yersin!"
Hande'nin öfkesi kızaran yüzünü simsiyah ederken korktuğu ifadesini en derinlere gömüp sinirle derin bir nefes aldı.
"Sana uygun kelime yok. Zorba ya da diktatör senin yanında hiç kalır. Gitmiyorum. Hadi zor kullan sen götür! Çekip giderim ama mutfağa değil evime ailemin yanına giderim! Mutfağın da konağın da senin olsun!"
Hande birden ayağa kalkınca Altan öfke dolu gözlerle Kerem'e baktı. Nevra ne konuşacağını bilemez bir ifadeyle bakarken Nesrin dili tutulmuş gibi ikisine bakıyordu. Şu an birisi müdahele etse ortalık darmaduman olurdu. Patlamaya hazır iki bombanın da pimi çekilmişti.
Kerem yüz ifadesini bozmadan bakıp alaylı bir ifadeyle belli belirsiz gülümsedi.
"Çok tatlısın biliyor musun? Bilmediğin o kadar belli ki. Şu an haline çok üzüldüm. Git bakalım neler olacak? Ailene, sana. Bana bir şey olmaz. Ortada kahrolası bir durum var ve sen gidersen küçük kıyamet kopar ama senin ve ailenin başına kopar! İnan bana bazı konularda elim kolum bağlı olmasa seni kendi ellerimle götürürüm. Hem de büyük bir zevkle!"
Hande ayakta öfkeden ateş saçan gözleriyle Kerem'e bakarken kalbinin yerinden koptuğunu hissetti. Lanet olası neler vardı ve hiçbirini bilmiyordu! Bu adam biliyordu ve her şeyi yapacak güçte olmasına rağmen yapamıyordu! Hiçbiri şu an önemli değildi. Önemli olan gururunun bu adam tarafından toz haline getirilip boşluğa savrulmasıydı. Öfkeyle nefes alıp yumruklarını sıkarken gözlerine hücum eden yaşları kopup giden kalbinin yerine gömdü. Çorba kâsesini alıp yere attı. Öfkesini kontrol edemeyip servislerini yere atarken bir yandan da kontrol edemediği sesiyle bağırıyordu.
"Buradan gideceğim! Hem de geldiğim gibi tek başıma! Senin gücün yetmiyor olabilir ama benim gücüm yetecek göreceksin! Beni götürme zevkini sana tattırmayacağım! Karşıma çıktığın güne lanet olsun! Bu lanet olası konağa ilk geldiğim güne lanet olsun!"
Hande başını yerden kaldırıp yüzünü kapatan saçlarını çekti. Herkese delirmiş gibi bakarken Nesrin'in sessizce ağladığını Nevra'nın aynen onun gibi olduğunu Altan'ın kıpkırmızı olmuş yüzüne baktı. Bir adım geri gitti. Nefes nefese zorla konuşmasına devam etti.
"Benim burada ne işim var! Ne ağlıyorsunuz ha!? Bana kimse ağlamasın! Asıl ağlanacak sizlersiniz! Hiçbir şeyden haberim yokken yaptığınız o anlaşma umarım ayağınıza dolaşır!"
Hande birden dönüp öfkesini kontrol altında tutmaya çalışan o adama baktı. Çenesini sıkıyordu ve yumruk yaptığı ellerini zor tuttuğu belli oluyordu. Yüzünde beliren korkunç ifadeyle yüzündeki saçlarını çekip bağırmaya başladı.
"Kerem Karahan! Herkese hükmedebilirsin ama bana asla! Ben buraya geldim ama senden bir farkım yok! Beni suçlayamazsın! Buna hakkın yok! Sözlerinle beni aşağıladığını sanıyorsun ama inan bana sen yerin dibindesin!"
Masaya vurulan yumruk, Nesrin'in çığlığı, devrilen bardak ve arkasına duyulan gür ses...
"Kes sesini yeter! Geldin madem sesini çıkarmadan otur! Burada kendi evin gibi ahkam kesip ortalığı dağıtamazsın! Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın! Acizliğin iki tabağı kırmandan belli oluyor! Gücün yetiyorsa defol git! Eğer sen olmasaydın bunlar olmazdı! Keşke kurtulmasaydın! Ben kimseyi aşağılamam sen zaten aşağılardasın! Bulunduğun yere göre sana muamele ediyorum!"
Hande duyduğu sözlerden sonra kendini kaybettiğini hissedip tek eliyle yakasını tuttu. Gözüne çarpan bardağını alıp duvara fırlattıktan sonra kapıya gidip son kez o adama baktı. Kafası iyice karışmıştı. Ne kurtulması? Bu manyak ne söylüyordu?
"Acizim haklısın! O yüzden bir de bardak kırdım! Sen git aynaya bak aciz kim gör! Senin aşağı sandığın yer çok yüksek Kerem Karahan! Senin oraya yani bana ulaşmaya gücün yetmez! Son sözüm iğrenç bir varlıksın!"
Hande kapıyı şiddetle çarpıp dışarı çıktı. Kapıda karşılaştığı Fatma'ya boş bir bakış atıp hızla merdivenleri çıkıp terasa geldi. Sağa sola gidiyor kendine hakim olamıyordu. Masanın yanından geçerken birden durup masanın ucundan tuttu ve yere savurdu. Sandalyeleri alıp fırlatıyor bir yandan acı dolu sesiyle bağırıyordu. Şemsiyeye gözü takılınca yanına gidip tuttu. Onun hızla yere düşmesini izledi. Şemsiyenin yere düşmesiyle çıkan sesi öfkesinden duymuyordu. Olmuyordu ne yapsa içindeki öfke dinmiyordu! Fal taşı gibi açılmış gözleriyle etrafına baktı. Yerdeki sandalyelerin yanına gelip hepsine tekme atmaya başladı. Öfkesini alacak bir şey kalmayınca terasın ucuna gelip baktı. Nefes nefese karanlık boşluğa bakarken korkulukları tutup sarsmaya başladı.
"Allah'ım gör beni! Bana yardım et! Sen her şeyden büyüksün! Beni bu hale getirenlere ceza verme istemiyorum! Yeter ki beni bu esaretten kurtar! Bana yardım et! Elimden tut! Zalimlerin zulmünü kaldıran sen değil misin!? Bu esareti de üzerimden kaldır!"
Nefes nefese acıyla edilen duadan sonra gözlerine hücum eden yaşları serbest bıraktı. Dudaklarını bastırıp ağlarken içinde bulunduğu çaresiz durumuna yanıyordu. Duyduğu sözleri hak etmiyordu. Çalan telefonunun sesiyle kendine gelip hıçkırarak telefona baktı. Yine Giray arıyordu. Telefonu açıp acısına aldırmadan bağırmaya başladı.
"Ne var Allah'ın belası!? Reddediyorsam bir sebebi vardır değil mi!? Ne arıyorsun iki bir! Arama beni! Sana dedim, ben öldüm! Bırak peşimi!"
Hande telefonu kapatıp cebine koyacağı sırada arkasından duyduğu sesle gözleri sabit bir noktaya bakıp kaldı.
"Amin!"
Gözlerini baktığı yerden çekip başını kaldırdı. Bu adamın yanında aciz durmayacaktı! Başını dimdik kaldırıp telefonu cebine koydu. Koymuştu ama ağlamaktan bağırmaktan sesi kısık ve kesik çıkıyordu. Ağladığı o kadar belliydi ki.
"Çek git Kerem Karahan! Bana bulaşma! Ben çıkar yol bulup gidene kadar bana bulaşma! Göreceksin çekip gideceğim! Hiçbirinizin elinden bir şey gelmeyecek!"
Kerem ellerini cebine koyup sakin adımlarla Hande'nin yanına geldi. Yüzünde ifadeden eser yoktu.
"Sözüm bitmemişti. Amin biliyorsun kabul edilecek duaya denir. Zaten hiçbirimizin elinden bir şey gelmiyor. Sana bulaşmak gibi bir niyetim yok. Çok istiyorsan sen çek git. Tabii gidebiliyorsan."
Hande sinirli olmasına karşın karşısındaki adamın sakin ama sert konuşmasıyla ne diyeceğini bilemeyip nefes nefese bir süre baktı. Bu adam ne yapıyordu?
"Gideceğim ama şimdi değil. Birgün kalktığınızda ben burada olmayacağım. O zaman hepimiz rahat ederiz. En başta sen ve ben! Ben buraya ait değilim. Senden öyle muamele görmeye layık değilim! Ben sana ne yapıyorum!?"
Hande ağır ağır yanına yaklaşan adama gözlerini kırpmadan bakıyordu. Ne kadar da korkunçtu. Yanına iyice yaklaşınca nefesini tutup kaldı. Çiseleyen yağmur saçlarını okşarken bileğindeki acıyla dudaklarını bastırdı.
"Bir daha başkalarının yanında bana sesini yükseltme. Tek başına kozlarını paylaş. Sakın ama sakın ailemde olsa bana başkalarının yanında karşı çıkma cevap verme! Duydun mu!?"
Çakan şimşek arkasına gök gürültüsü ve Hande'nin acı çığlığı terasta yankılanırken yağmurla birlikte gözyaşları sicim gibi yanaklarından süzülüyordu. Elini çekmek için yaptığı hamle acısının artmasıyla durdu. Gözlerinden yaşlar akıyordu ama o adama aciz görünmeyecekti. Acısını unuttu konuşurken.
"Sen bu kadarsın! Gücün bir kadına yetiyor! Çok güçlüsün madem o gücünü benden kurtulmak için kullan! Bitir bu iğrenç durumu! İnan bana canımı yaktığını sanıyorsun ama babam öyle bir canımı yaktı ki. Beni dövsen yerlerde sürüsen yabancıların yanında bağırsan yine de canımı yakamazsın! Kerem Karahan! Benim canım gerçekleri duyduğum an cayır cayır yandı bitti. O yüzden sıktığın bileğimin acısını hissetmiyorum. Umarım ileride güzel bir evlilik yapar sevdiğin kızla evlenirsin ve ilk evladın kız olur. Bu söylediklerimi o kızını kucağına alınca anlarsın. Tek dileğin kızının canını başkaları yakmasın olur."
Hande'nin dişlerinin arasından acıyla tok bir sesle konuşmasına Kerem hiç kıpırdamadan bakıyordu. Tokat yemiş gibi. Belki de şok olmuş gibi... Hande'nin bileğini tuttuğu eli gevşerken yüzünden akan yağmur damlalarını hissetmiyor gözlerini dahi kırpmıyordu.
Hande elini çekip, dayanılmaz acı çekerken bileğine baktı. Terasın loş ışığında kıpkırmızı olmuş morarmaya başlayan bileğini görünce, bir kaç damla yaş bileğine döküldü. Başını kaldırıp hâlâ aynı şekilde duran o adama baktı.
"Bende bir zamanlar bebektim. Büyüdüm ve duygu yoksunu bir adam yüzünden ne hale getirildim. Bu adamlardan biri de ne acı ki babam. Eğer annem ya da babam bu hale geleceğimi bileselerdi inan bana ben küçükken ölmemi isterlerdi. Anne değilim ama evladımın böyle bir acı yaşayacağını söyleseler asla çocuk yapmazdım. Yapmayacağım da. Allah'tan tek dileğim buradan çekip gitmek senden ve bu konaktan kurtulmak. Gerçek bir evlilik mi? Asla düşünmem!"
Hande karşısında hiç kıpırdamadan duran adama son kez bakıp yağan yağmurun altında ağır adımlarla hücresinin kapısını açtı. Son kez dönüp baktığında o adamın bıraktığı gibi kaldığını görüp içeri girdi. Saçlarındaki yağmur suları arkasında iz bırakırken doğruca duşa girdi. Sıcak suyu açıp kıyafetlerini çıkarmadan yere oturup başını öne eğdi. Kucağındaki ellerine bakarken bileğinin simsiyah olduğunu saniye saniye izliyordu.
Üniversiteyi ilk kazandığı gün aklına geldi. O zamanki sevinci, ilk kayıt olduğu gün. İlk gittiği gün. O zamanki Hande bunları yaşayacağını tahmin bir tarafa başkasının yaşadığını dahi bilmezdi. O zaman ki Hande okulunu bitirip o çok sevdiği mesleğini yapacak tarihine sahip çıkacaktı. O zamanki Hande'nin masmavi hayalleri vardı. Gökyüzü gibi sonsuz ulaşılmaz... Tek üzüntüsü hayal meyal hatırladığı annesinin arada bir hasta olup hastanede yattığıydı. O zaman babası bir annesinin bir kendinin yanında mekik dokur ve yüzünün asılmasına üzülmesine dahi müsaade etmezdi. Yüzü değiştiği an güldürecek bir şey bulurdu. Çünkü en kahraman baba kendinin babasıydı. Gözlerinden yaşlar akarken titrek sesi duşta yankı yapıyordu.
"Baba. Neden yaptın? Sen bunu yapacak baba değildin. Sen benim babamdın. Bana güçlü olmayı ayakta durmayı sen öğretmiştin. Şimdi kolum kanadım kırıldı sen kırdın. Sen kırdın! Sen kırdın! Lanet olsun neden yaptın!? Hepsi burada güçlü olmam için miydi!? Değilim artık güçlü değilim! Allah'ım bana yardım et!"
Sessiz ağlama gittikçe hıçkırığa oradan sinir krizine dönerken Hande bir yandan ağlıyor bir yandan bağırıyor bir yandan başını duvara vuruyordu. Çığlık çığlığa bağırıp isyan ederken gözleri çoktan karanlık boşluğa doğru gitmişti. Dipsiz karanlık ve boş. Tıpkı 23 yaşına 48 gün kala değişen hayatı gibi...
Twitter @lalessarhan
İnstagram LaleSarhan
Facebook Lale Sarhan