Gece'nin Mavisi

Bởi Edasogutlu

739K 53.4K 14.9K

Selin Yılmaz üniversiteden mezun olduğunda, hayatında çok büyük bir değişiklik yaratacak haberi babasından öğ... Xem Thêm

BÖLÜM 1 - Dikkatsiz
Bölüm 2 - Buz Mavisi
Bölüm 3 - Düğün
Bölüm 4 - Yağmur
Bölüm 5 - Yunan Tanrısı
Bölüm 6 - Geceden Kaçamazsın
Bölüm 7 - Sır
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 8 - Kül
Bölüm 9 - 'O Kız' Olmak ya da Olmamak
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 10 - Kontrolü Kaybetme
Bölüm 11 - Yeniden Karanlık
Gelecek Bölümden
Bölüm 12 - Yalnız Hatıran Kaldı
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 13 - Bu Yıldızlı Gökler Ne Zaman Başladı Dönmeye?
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 14 - Teslim
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 15 - MAVİ
*Gelecek Bölümden*
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 17 - Hilal
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 18 - Yalanlar & Gerçek Sanılanlar
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 19 - Bir Vurgun Bu Sevda
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 20 - Bir Dakika
Bölüm 21 - Yeniden
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 22 - Arkadaşım, Dostum, Sevdiğim
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 23 - Beni Yak, Kendini Yak
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 24 - Mavi Gece
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 25 - En Sevdiklerin...
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 26 - Seyret Perişan Halimi
*Gelecek Bölümden*
Bölüm 27 - "İntikam, bebeğim.."
Bölüm 28 - Hayalet
Bölüm 29 - Mart'ın 17'si
Gelecek Bölümden..
Bölüm 30 - Sezon Finali
Gelecek Sezondan..
Bölüm 31 - Selin
Bölüm 32 - Son Perde | Part I
Gelecek Bölümden..
Bölüm 33 - Son Perde | Part II
Gelecek Bölümden
Bölüm 34 - Yüzleşme
BÖLÜM 35 - MASAL

Bölüm 16 - Bize Ait

15.5K 1.1K 302
Bởi Edasogutlu

"Ve benim, birdenbire
Yüzünü değil,
Gözünü değil,
Senin sesini göresim geldi."

-Nazım Hikmet

OCAK – 2016

Kristalleri parçalanmış kar yığınlarını soğuk mermerden silip atıyorum. İşlenmiş mermer ile karşı karşıya kaldığım zaman, bir süre tuttuğum nefesi serbest bırakıyorum ve nefesim soğuk hava ile birleşiyor.
"Buraya neden geldiğimi biliyorsun.."
Sesim boğuk çıkıyor. Sanki bana cevap verebilecekmiş gibi dikkatle nemli mermere bakıyorum. Çok uzaktan bir karga sesi duyuyum, içim sıkılıyor.
"Yaptıklarının hesabını sormaya geldim."
Ellerimi hızla saçlarımda gezdiriyorum.
"Evet. Sen yaptın. Başıma gelen her şeyin sorumlusu sensin."
Konuştukça daha çok sinirleniyorum. Elim cebime gidiyor, koyu yeşil renkteki oyuncak askeri çıkartıp mezarın üzerine özenli bir şekilde bırakıyorum.
"Bana aldığın son şey... Bana bıraktığın son şey bu.."
Mezar taşına kustuğum öfkeme olabildiğince engel olmaya çalışarak konuşmaya devam ediyorum.
"Ama sen bana sadece bu oyuncak askeri bırakmadın."
İçimi söküp atarcasına alıp verdiğim nefesi tekrarlıyorum.
"Sen, bana kendi hayatının tüm yükünü, belki de yapmaya kendin bile cesaret edemeyeceğin şeyleri bıraktın."
Elimi, toprağa dokunmak için uzatıyorum fakat sonra vazgeçiyorum.
"Omuzlarıma evlilik yükünü bıraktığından küçücüktüm be.. Neyin ne olduğundan haberim bile yoktu! Sonra ne oldu? Sen gittin. Beni kendim seçmediğim bir evliliğe mecbur ederek gittin, beni Ayşe'nin abisi değil de babası olarak bırakıp gittin.."
Dudaklarımı birbirine sertçe bastırıyorum, ellerimi ovuşturuyorum.
"Ama hesaba katmadığın çok şey oldu."
Gözlerimden yayılan ıslaklık, soğuk hava ile birleşince keskin bir hal alıyor.
"Aşık oldum."
Yüzüme öfkeli bir tebessüm yayılıyor. Hissettiğim acıyla birlikte gülümsüyorum.
"Gerçi o da beni senin gibi bırakıp gitti ama.."
Yavaşça yerimden doğruluyorum. İçimde giderek güçlenen öfke dalgası patlayış gösteriyor.
"Hepsi senin yüzünden!"
Sesim boş mezarlıkta yankılanıyor.
"Beni, kendi seçtiğin hayata mecbur ettin! Bana bunu sen yaptın baba!"
Avuçlarımı sertçe yüzüme bastırıyorum. Sakinleşmeye çalışıyorum.
Sonra mezarın üstündeki oyuncak askeri elime alıyorum ve kısa bir süre onu süzüyorum.
"Madem bana bıraktığın her şeyin ağırlığını taşımak zorundayım.."
Mezar taşına bakış atıyorum, gözlerimi babamın adı yazan mezar taşında gezdiriyorum.
"O zaman bunu istemiyorum."
Askeri yeniden mezarın üzerine bırakıp, tereddüt etmeden arkamı dönüp oradan ayrılıyorum.

TEMMUZ – 2015

Hipnoz olmuş gibi Mert'in bahçesindeki ağaca bakıyorum. Mert, defalarca okusa da bir anlam veremediği mektubu sonunda masaya bırakıyor.
"Aklım almıyor," diyor özetle.
Herhangi bir tepki vermek istiyorum ama elimden hiçbir şey gelmiyor.
Sonra gözü, dakikalarca elimde sıktığım fulara takılıyor.
"Ondan geriye sadece bu kalmış" diye cevaplıyorum meraklı bakışlarını.
"Cemil, tüm bu olanlar sana da saçma gelmiyor mu? Daha dün gece bu masada hep birlikte yemek yedik!"
Bakışlarımı başka tarafa çeviriyorum.
"Oradan buna bir anlam verebilmiş biri gibi mi duruyorum Mert?" diye bağırdığım zaman duraksıyor.
Sonra en az benim kadar öfkeli bir şekilde konuşmaya devam ediyor.
"Arasana o zaman oğlum! Hesap sor! Böyle yapıp gidemezsin de!"
"Telefonum parçalandı."

Benim her şeye hissiz bir şekilde cevap verişim, onu daha da hararetlendiriyor.
"Al.. O zaman benden ara."
Telefonunu sertçe masaya koyuyor.
"Mektubu okumadın mı Mert? Tekrar oku istersen. Selin, gitti! Anlıyor musun? Her şeyi hiçe sayarak, gitti!"
"Mutlaka bir açıklaması vardır!"
"YOK!"
Sertçe masanın üzerindekileri savuruyorum. Mert çok üzerime geldiğini anlayınca, sakinleşiyor.
"Bu mektubu yazan benim Selin'im değil, olamaz!"
Kendi kendime öfkeyle söyleniyorum. Bahçesinde ileri geri adımlar atarak içimdeki acıyı sökmek istiyorum ama daha da kötü oluyorum.
"Onu hiç tanıyamamışım.." diyorum fısıltıyla.
Mert endişeyle beni izliyor.
"Benim Selin'im ne yapardı biliyor musun? Eğer benden ayrılmak isteseydi, boynundaki kolyeyi çıkarır, elime bırakırdı. Artık olamayacağını söylerdi. Bunu yaparken de gözlerini bile kırpmazdı, ağlamamak için.."
Konuşurken canımı acıtacak şekilde kasılan damarlarımı önemsemiyorum.
"O kolyeyi bana geri verirdi, ama ben anlardım.. Beni hala sevdiğini anlardım. İşte o zaman; gitmemesi için, onu geri kazanmak için her şeyi yapardım!"
Mert ayağa kalkıp, omzumu kavrıyor.
"Cemil.."
"Bırak Mert!"
Öyle desem de beni bırakmıyor.
"Ben onu hiç tanıyamamışım.."
Bir süre sessiz kalıp, nefes alabilmem için bana zaman veriyor.
"Her şeyin bir açıklaması vardır. Ara onu" diyor daha sonra.
Adımlarımı bahçe kapısına doğru çeviriyorum.
"Ben.. benim gitmem lazım."
"İyi düşün Cemil, acıyla saçma sapan bir şey yapma sakın."
Başımı özensizce sallıyorum. Sonra bahçesinden çıkıp karanlık yollarda yavaşça yürüyorum.
Olabildiğince oyalanarak eve gidiyorum. Kapıyı açıp kendimi eve attığımda, salonun ortasında kendi kendine gülümseyen Damla ile karşılaşıyorum. O da beni görünce şaşırıyor ve afallıyor.
Elinde Ayşe'nin telefonunu görünce kaşlarım çatılıyor.
"Ne yapıyorsun Damla?"
Sersemce gülümsüyor.
"Şey.. Ayşe, telefonunu evde unutmuş da ben açtım."
Evin kapısını arkamdan kapatıyorum.
"Kim aramış?"
Birkaç saniye duraksıyor.
"Yanlış numara ya.. Kapattı hemen.."
Başımı yavaşça sallıyorum. Ne Damla umrumda ne de yanlışlıkla Ayşe'yi arayan kişi..
Damla yanıma geliyor.
"Sen nasılsın Cemil? Kötü görünüyorsun."
Kötü olmak, şuan olabileceğim en iyi şey olabilirdi. Sorusuna yanıt vermiyorum.
"Herkes nerde?"
"Nino için kına gecesi yapıyorlar.. Ben de oraya gidecektim."
"Boşuna gitmiş olursun, evlenmeyeceğiz."
Damla şok olmuş halde bana bakıyor. Onun bakışlarını es geçerek odama giriyorum. Benim peşimden odama girdiği zaman da şaşkınlıkla ona bakıyorum.
"Ben.. siz evleneceksiniz sanıyordum.. ne oldu ki?"
"Bu seni çok mu ilgilendiriyor?"
Ona çıkıştığım zaman bozuluyor. Sessiz kaldığı zaman odamdan çıkacak sanıyorum ama onun yerine farklı bir konu açıyor.
"Selin'in sessiz sedasız gidişine mi bozuldun yoksa?"
Ona bakışımdan korkuyor.
"Gitmek istediğin yere gidebilirsin Damla."
Dudaklarını kemiriyor, birkaç saniye öylece kalıyor. Onun varlığını unutarak, Mert'in bana söylediklerini düşünüyorum.
Damla odamdan çıkmadan hemen önce onu durduruyorum.
"Damla!"
Arkasını dönüp bana bakıyor.
"Efendim?"
"Ayşe'nin telefonu.. Onu bana versene, benimkisi parçalandı. Bir arama yapmam lazım."
Bunu dediğim zaman anında ifadesi değişiyor. Bir an için telefonu bana vermeyecek sanıyorum. Sonra yavaşça bana doğru uzatıyor.
Telefon rehberinden Selin'in adını bulup duraksıyorum. Damla ısrarla odamdan çıkmıyor. Ben tam ona beni yalnız bırakmasını söyleyecekken,
"Selin'in Mehmet ile gitmesi de bayağı şaşırttı" diyor.
Telefonu tutan elim kaskatı kesiliyor, donakalıyorum.
"Ne?"
Sesim titriyor. Zaman ve mekan kavramını yitiriyorum sanki..
"Doğru, senin haberin yoktu.. Sen evden öyle hışımla çıkıp gidince, ardından Nino eve geldi. Tabii herkes Selin'in gidişine çok şaşırdı. Sonra da Mehmet, Nino'yu aradı yanımızdayken.. Selin, İstanbul'a onunla birlikte dönmüş."
Uzun bir süre hareketsizce durduğumda Damla yanıma geliyor.
"Cemil?"
Titreyen ellerim telefonu yeniden parçalamak ister gibi sıkıyor.
"Beni yalnız bırak Damla."
"Emin misin iyi görün-"
"BENİ YALNIZ BIRAK DEDİM SANA!"
Damla bu halimden çekiniyor ve hızla odamdan çıkıyor.
Acıyla, histerik bir kahkaha çıkıyor boğazımdan. Gözlerimin dolmasını engelleyemiyorum. Bakışlarım, yan yana dizili olan parfümlerime kayıyor. Daha önce Selin'in onları koklarken yakaladığım parfümleri hızla savuruyorum. Şişelerden biri duvarda patlıyor.
Hızımı alamayıp daha bugün topladığım eşyalarımı sağa sola savuruyorum öfkeyle. Odamdaki her şey yerle bir oluyor.
En sonunda, dağılmış odamı yansıtan aynanın karşısında buluyorum kendimi.
Aptallığıma, güçsüzlüğüme, beni ben yapan aşkıma lanet ediyorum ve yumruğumu acı verici bir şekilde yansımama geçiriyorum.

*

Ne elimde hissettiğim sızı, ne de bedenimi saran, kalbimi sıkıştırıp toza çeviren acı umrumda oluyor. Göz alıcı beyaz ışığa doğru gözlerimi açmadan hemen önce, onun adımı sayıkladığını işitiyorum.
Beni bir kez daha etkisi altına alan senfoniyi yavaşça kaybediyorum. Selin'in sesi, kulaklarımdan siliniyor.
"Oğlum?"
Gözlerimi kırpıştırıp nerde olduğumu anlamak için hafifçe yerimden doğruluyorum.
"Anne.."
Boğuk sesim odada yankı yapıyor.
"Ne oldu?" diyebiliyorum sadece.
"Her yeri birbirine katıp, bayılmışsın. Damla haber verdiğinde nasıl geldim bilmiyorum bile.. Ne oldu sana oğlum söyle?"
Parmaklarımı şakaklarıma bastırıyorum. Sanırım sinir krizi geçirdim.. Daha önce böyle bir şeyi hiç yaşamadım, ama yaşayan birini kollarımda taşımıştım.
Aklım yeniden ona kaydığında içim daralıyor.
Annem ona cevap vermediğim zaman kaşlarını çatıyor.
"Onun yüzünden, değil mi? O gitti diye?"
Selin'den üçüncü tekil şahıs olarak bahsetmesi beni rahatsız etmiyor. Etmesi gerekti, ama etmiyor. Çünkü adını bir başkasından duymaya hazır değilim.
Annem endişeyle konuşmaya devam ediyor.
"Ama gördün işte oğlum... Bize verdiği değeri gördün. Sana verdiği değeri gördün."
"Ben.."
Yutkunuyorum.
"Ben sadece onu sevdim, anne."
Annem saçlarımı okşuyor.
"Biliyorum..."
Gözlerim yanıyor.
"Ama o seni sevmiyormuş."
Her zerremle buna karşı gelmek istiyorum. İstiyorum, ama yapamıyorum.
"Şimdi kendi yoluna bakmanın zamanı geldi oğlum. Seni sevmeyen insanlar için kendini paralamak yerine, seni gerçekten seven insanlara şans vermen gerekiyor."
"Nino'ya aşık değilim. Onunla evlenmek istemiyorum."
Annem, elini dizlerime yerleştiriyor.
"Baban, bizi sana emanet etti. Çünkü senin ilerde ne kadar güçlü bir adam olacağını biliyordu. Hadi beni, kendi anneni boşver.. Ya Ayşe? Onun rahat yaşamasını istemiyor musun?"
Derin bir nefes alıyorum.
"Sizi her şeyden çok seviyorum ben. Ama benden bunu yapmamı isteme."
Annem hayal kırıklığına uğruyor.
"Nino seni çok seviyor. Senden çok bir şey istemiyorum. Sadece gerçekleri gör artık. Babanın güvendiği Cemil ol."
Böyle konuşunca canım sıkılıyor.
"Nino dışarıda senin uyanmanı bekliyor. Kına gecesi de dağıldı zaten.."
Şuan umrumda olan en son şey sanırım kına gecesinin mahvolması..
"Ben onu çağırayım da konuşun.."
Sessiz kalıyorum. Annem kapıya doğru ilerliyor. Dışarı çıkmadan hemen önce bana dönüp,
"Baban, sana güveniyordu" diyor yeniden. Dişlerimi sıkıyorum.
Annem dışarı çıkıyor.
Yerimden biraz daha doğrulup, bacaklarımı sedyeden sarkıtıyorum. Koluma bağlı olan serumu söküyorum. Elimdeki beyaz sargı bezine bakıyorum. Sanırım dikiş attılar..
Birkaç dakika içinde kapı yeniden açılıyor ve Nino, sakin bir şekilde odaya giriyor.
Herhangi bir şey demiyorum. O da demiyor.
Gelip yanıma oturuyor.
"Nasılsın?"
"Tükenmiş."
Sessizliğe geri dönüyoruz. Nino, elini bacağıma yerleştiriyor.
"Sana böyle olmasına şaşırdım demeyeceğim. Şaşırmadım. O kızın seni zaten benim kadar sevemeyeceğini biliyordum. Böyle olacağını da.."
Çenemi sıkıntıyla sıvazlıyorum.
"Bunları sana yaşattığı için ondan tekrar nefret ettim. Ama belki de, her şeyin böyle olması gerekti.. Anlıyor musun? Benim seni iyileştirebilmem için bir şans doğmuş oldu."
"Beni kimse iyileştiremez Nino.."
Sargılı olmayan elimi tutuyor. Şaşırıyorum.
"Ben yapabilirim."
Dikkatle ona bakıyorum.
"Neden bunu yapıyorsun kendine Nino? Seni sevmeyen birine olan bu ısrar niye? Bak gençsin, güzelsin de.. Başka birileri ile olabilirsin. Benimle ne diye uğraşıyorsun?"
Nino alt dudağını kemiriyor. Geçmişinden bir kapıyı araladığımı fark ediyorum.
"Ailem ölmeden önce.. Yani, gerçek ailem. Gürcistan'da bir arkadaşım vardı. Anton.. Onun da masmavi gözleri vardı, seninkiler gibi."
Dikkatle onu dinliyorum. Daha önce Nino hiç eski hayatını anlatmamıştı.
"Anton, bana her şey olmuştu. Onun yanından hiç ayrılmazdım, başıma ne gelse benim yardımıma koşardı.." derken hafifçe tebessüm ediyor.
Sonra yüzü düşüyor.
"Sonra ailem ölünce, eniştem beni Türkiye'ye getirme kararı aldı. Anton'u o günden beri hiç görmedim."
Nino'nun söyledikleri kafamı karıştırıyor.
"Yani, sırf bu Anton ile gözlerimiz aynı renkte diye mi bu ısrar? Aslında o senin çocukluk aşkındı.."
Nino olumsuz anlamda başını sallıyor.
"Anton bana aşık değildi ki... Beni hep bir kardeş olarak görmüş, bunu söylemişti."
Yine de söyledikleri anlamlı gelmiyor. Nino bu halimi anlayıp, olaya açıklık getiriyor.
"Ben, Anton'a aşıktım. Çünkü bana ailemin göstermediği kadar sevgi göstermişti. Beni ben olduğum için seviyordu. Türkiye'ye gelirken bile ardımdan en çok o ağlamıştır hatta.."
Derin bir nefes alıp, toparlanıyor.
"O beni sevmedi. Ben ondan ayrılıp hiç bilmediğim bu memlekete geldim. Başka birine abi dedim, bir başkasına anne dedim.. Yine de kimsesizdim. Beni anlayan tek kişiyi de ardımda bırakıp gelmiştim. Taa ki, ben ayağımı burkup nehir kenarında ağlarken, senin bana yardım edişine kadar."
Anımsamaya çalışıyorum.
"Sen, köyde yabancı olmama rağmen canım acıdığı zaman koşarak gelip bana yardım ettin.. Belki hatırlamıyorsun bile.."
"Hatırlıyorum."
"İşte, o gün sen benim elimden tutup bana yardım ettiğinde, o mavi gözlerinde kendi evimi gördüm. O zaman anladım, sana aşık olacağımı.. Ve seni benden kim almaya kalkarsa kalksın, onunla savaşacağımı.."
Nino'nun takıntılı sevgisi karşısında ne diyeceğimi bile bilmiyorum. Ama yine de beni etkilemeyi başarıyor.
"Seni bırakıp gidenleri unut. Ben seni çok mutlu edeceğim. Hatta sana aşkımdan bir parça da verip, yeniden sevmeyi öğreteceğim."
"Nino-"
"Kaybedecek hiçbir şeyin yok Cemil. O kız seni umursamadan burada bıraktı."
Sessiz kalıyorum.
Nino pes edercesine sedyeden kalkıyor.
"Nino.."
"Efendim?"
Dudağımı dişliyorum.
"Evlenelim."
Nino gülümsüyor. Sonra gelip bana sarılıyor. Gözlerimi sıkıca kapatıyorum.
Aynı heyecanla hazırlıklara döneceğinden bahsedip, odadan ayrılıyor.
Elimdeki sargıya boş boş bakıyorum.
Nino'ya kimsenin beni iyileştiremeyeceğini söylemem aklıma geliyor. Ona yalan söylediğimi biliyorum. İyileşebilirim. Beni yaralayan şeyler, aynı zamanda beni iyileştirebilir.
Diğer elimi cebime atıyorum.
Bana kalan tek şey olan fuları cebimden çıkarıp, elime sarıyorum. Bunu yaparken çenem ağrıyacak şekilde kasılıyor.
Deli bir cesaretle fuların sarılı olduğu elimi yavaşça kaldırıyorum. Fulara sinmiş kokusunu içime çekerken, ruhum parça parça zemine dökülüyor.

SELİN

OCAK – 2016

"Selin? Selin?!"
Pelin ısrarla adımı tekrar ettiği zaman düşüncelerimden sıyrılıp kendime geliyorum.
"Hı?"
"Hangisi sence?"
Elindeki iki elbiseyi bana gösterirken yüzündeki heyecan siliniyor. Sonra elbiseleri kenara bırakıyor.
"Kırmızı olan!" diye paniklesem de, geç kalıyorum. Pelin çoktan karşımdaki kanepeye çöküyor. Bu sırada, Arzu elindeki koca bir kase patlamış mısır ile salona giriyor.
"Aa sen daha gitmedin mi?" diyor beni görünce.
"Gideceğim, daha erken."
Yanıma oturduğu zaman kasesinden birkaç patlamış mısır alıp ağzıma atıyorum.
"Pelin'in doğum gününde giyeceği elbiseye karar veriyoruz."
"Yarına daha çok var."
"Ben de dedim ama.."
Pelin alkış tutuyor.
"Evet, Selin Hanım bana çok yardımcı oldunuz, bir de söyleniyorsunuz!"
"Dalmışım Pelin.." dediğim zaman Pelin ve Arzu göz göze geliyor.
"Yapmayın!"
Toparlanıyorlar.
"Neyi yapmayalım?"
"Ben her daldığımda birbirinize bakıp, benim için üzülmeyin. Ben iyiyim."
Pelin yerinden kalkıp, diğer yanıma geçiyor.
"Senin için üzülmüyoruz. Aksine, sana imreniyoruz. Sen çok güçlü bir kadınsın!"
Acılı bir alayla gülümsüyorum.
"Yaa, ne demezsin."
"Tabii ki de öylesin! Baksana kendi işinin patronu oldun, kendi evine taşındın. Her ne kadar gözüm pek tutmasa da Mehmet ile takılıyorsun.." diyor Arzu.
"Nesi varmış Mehmet'in? Altı aydır hep Selin'in yanında oldu. Burada Selin'lerin şirketinden hisse aldı adam ya, sırf Selin'e yakın olmak için.. Hem yakışıklı da.."
"Orası öyle ama işte ne bileyim.. Yine de bir soğukluk var o adamda.."
Pelin ve Arzu konu dışına çıkıp Mehmet hakkında tartışırlarken aralarından kalkıyorum.
"Mehmet demişken... Gitmem gereken bir yemek var. Bu gece, artık sevgili olabileceğimizi ona söyleyeceğim."
"Ne?"
"Nihayet!"
Pelin'in salonundaki aynadan kendi yansımama bakıp üzerime çeki düzen veriyorum.
"Selin, bunu iyice düşündün mü?" diye soruyor Arzu.
"Düşünecek altı ayım vardı Arzu. Bence geç bile kaldım. Sadece.. bana eskileri hatırlatıyor diye cesaret edemiyordum. Ama her şey eskide kaldı. Geçmişte olan hiçbir şey beni ilgilendirmiyor, unuttum.."
İkisi de endişeyle bana bakıyor.
"Selin.." diyor Pelin.
"Efendim?"
"Ağlıyorsun."
Gözlerimi hızla kırpıştırıyorum. Elim yüzüme gidiyor ve hızla arkamı dönüyorum.
Panikle yüzümdeki ıslaklıkları savuşturuyorum.
"Geç kalacağım.. Kızlar sonra görüşürüz."
Çantamı alıyorum, üzerime bir şeyler geçirip Pelin'in evinden ayrılıyorum.
Arabaya bindiğim zaman nefesimi tuttuğumu fark ediyorum.
Arabanın dikiz aynasından kendime bakıyorum. Gözlerimdeki hafif kızarıklık dışında normal görünüyorum.
Kaşlarımı çatıyorum. Meydan okurcasına saçlarımı geriye doğru atıyorum.
Ona inat, yaşanmış her şeye inat mutlu olacağım. En azından bunu deneyeceğim.
Arabayı çalıştırıp, Mehmet'in yeni evine doğru sürüyorum.

Kısa süre içinde arabam, Mehmet'in yeni taşındığı apartmanın bahçesine park edilmiş oluyor. Arabadan inmeden önce makyajımı tazeliyorum. Ocak ayında olmamıza rağmen, kar yağmıyor. Sadece soğuk hava yüzüme sertçe çarpıyor.
İkinci katın zilini çalıyorum ve otomatik kapı açılıyor.
Asansöre binmek yerine yavaşça merdivenlerden çıkıp ikinci kattaki dairesine ulaşıyorum.
Mehmet, ben daha oraya varmadan kapıda beni bekliyor.
Gülümseyerek yanına gidiyorum.
"Hoş geldin, çok güzel olmuşsun!"
Yanağıma öpücük konduruyor.
"Ama sen daha hazırlanmamışsın.."
"Şimdi hazırlanırım ben, gel içeri."
Dediğini yaparak eve giriyorum. Üzerimdeki kabanı alıyor, çantamı da kenara bırakıyorum.
"Ben gidip hazırlanayım, içecek bir şeyler ister misin?"
"Hayır, teşekkür ederim."
Mehmet odasına giriyor. Ben de balkon kapısının önündeki kanepeye oturuyorum.
Soğuk havaya rağmen açık duran balkon kapısından, balkon demirlerine takılıyor gözüm.
Aklıma, unutmak için büyük çaba sarf ettiğim o kötü gece geliyor. Hayattan pes edip, ellerimin balkon demirlerinden kayması.. belimde hissettiğim sert eller ve asfalt yerine balkon zeminine düşmem..
Mehmet o gece kapı kilidini kırıp, beni atlamaktan kurtarmasaydı belki de şimdi hiçbir şey düşünmeme gerek kalmazdı. Daha huzurlu olabilirdim. Kaybedecek neyim vardı ki? Boynumdan bir kere bile çıkarmaya cesaret edemediğim, taktıkça öfkemi hatırladığım kolyeyi çıkartıp elime alıyorum.

Parmak uçlarım batmaya başladığında, nefesim ciğerime fazla geldiğinde, kirpiklerim ıslanıp ağırlaşmaya başladığında adını düşünüyorum.
Derime batmaya başlasa da, elimde kolyemi sıkıyorum. Balkonun açık kapısından yüzüme çarpan rahatlatıcı rüzgara odaklanıyorum.
Yapmamam gerek.
Onsuz geçirdiğim ayların tekrarına düşüp, kendime bir kez daha yenilmemem gerek. Eğer aynı karanlığa düşüp yeniden yolumu kaybedersem, yanımdakilerin güvenini de kaybederim.
Toparlandın Selin, diyorum içimden. Toparlandın. İyisin. Ondan nefret ediyorsun.
Omuzlarımı saran sıcaklık hissi ile kendime geliyorum. Kolyeyi tutan elimi daha çok sıkıyorum. Mehmet, getirdiği ince battaniyeyi omuzlarıma sarıyor ve karşımdaki yerine oturuyor.
"Daldın yine..."
Omuz silkiyorum.
"Yorgunum sadece."
Mehmet gülümsüyor.
"Çok yordum değil mi seni?"
Ben de rahat bir duruşa geçiyorum.
"Ne olacak canım, sen de benim taşınmama yardım etmiştin."
Gözlerimi Mehmet'in yeni evinde gezdiriyorum.
"Güzel oldu ama ya. Manzarası çok güzel bu evin."
"Şuan benim manzaram kadar güzel değil."
Mahçup bir şekilde saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıyorum. Gamzelerimin belirginleştiğini de biliyorum, onları gizlemek gibi bir niyetim de yok nasılsa...
"Yemeğe gitmek istediğine emin misin? Yorgunsan buraya da bir şeyler söyleyebiliriz.." diyor.
"Evin içinde çok sıkıldım, hem çok güzel bir restorantta yer ayırttım. Ve boşuna mı hazırlandık?"
Hevesimi kırmak isteyen en son kişi olduğunu biliyorum. Gömleğinin kollarını düzeltiyor.
Arkadaşlarımın istediği gibi yaşıyorum işte.. Hayatıma devam ediyorum.
Beni intihardan döndüren kollara tutunuyorum. 6 aydır her daim yanımda olan Mehmet ile zaman geçirirken, hayat daha katlanılabilir oluveriyor.
"Köye gittiğimde Ayşe ne zaman onları ziyarete gideceğini sordu?"
Ayşe.. Ah Ayşe. Benim masum sırdaşım..
"Öyle bir niyetim yok" diyorum ciddi bir şekilde.
Giderken adımlarını bile ezberleyemediğim adam gelince aklıma, kendimi kapatıyorum. Onu düşünemem. Bir bakışını bile anımsarsam eğer, gücümü yeniden kaybederim.
Mehmet ortamın kasvetlendiğindi anlıyor. Ayağa kalktığı zaman, boşta olan elimi tutuyor.
Bu sırada kapı çalıyor. Şaşkınca birbirimize bakıyoruz.
"Hadi bakalım, bu senin ilk kapı zilin." diyorum eğlenerek. Mehmet de gülümsüyor ama taşınalı iki gün olduğu evine kim geldi merak ediyor.
O kapıya doğru giderken, bordo renkli elbisemi düzeltiyorum.
Elbisemin dar kesimi dizlerime kadar uzanıyor. Bacaklarımı tırnak izleri ve yaralar ile mahvettiğimden beri mini hiçbir şey giyemiyorum. En azından yaralarımın tamamen iyileşmesini beklemem gerek.
Mehmet kapıyı açtığı sırada, tiz bir sesle kulağım çınlıyor.
"SÜRPRİZ!"
Kulağım sesi tanıyor, midemde acı bir his oluşuyor. Elim ayağım titremeye başlıyor.
"Nino?"
Panikle etrafıma bakınıyorum. Onlar salona gelmeden buradan kaçıp kurtulmanın bir yolunu aramaya çalışıyorum. Pencereyi gözüme kestirdiğim sırada Nino ve Mehmet içeri giriyor.
Aylar sonra ilk kez göz göze geliyoruz. Önce ikimiz de hareketsizce duruyoruz.
"Sen de mi buradaydın?"
Dilim tutuluyor. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Ama Nino için değil.. Ya Nino beraberinde mavilikleri de getirdiyse?
"Cemil yok mu?" diyor Mehmet, pek de memnun olmayan sesle.
İsmini duyduğum zaman kalp atışlarım sanki duyuyor. O ismi uzun zamandır kimse söylememişti.
"Aşağıda arabayı park ediyor. Gelir şimdi."
Kenarda duran çantamı elime alıyorum.
"Mehmet benim gitmem lazım, çok önemli bir işim vardı onu unuttum!"
Mehmet şoka uğruyor.
"Ne? Hani yemeğe gidecektik Selin.."
Panikle konuşuyorum.
"İşimi yeni hatırladım diyorum Mehmet! Gelme üstüme!"
Nino sessizce beni izliyor. Gözüm çok kısa da olsa yüzüğüne takılıyor.
Şaşkın Mehmet ve Nino'yu ardımda bırakıp daireden çıkıyorum. Hızla asansör düğmesine basıyorum. Asansör yukarı çıkarken karnımda yanma hissi yukarı doğru çıkıyor.
Sonra vazgeçip koşar adım merdivenlerden inmeye başlıyorum. Topuklu ayakkabım yüksek sesle boş apartmanda yankılanıyor. Dalgalandırdığım saçlarımı geriye atıyorum.
Belki de panikle terlemekten koyu göz makyajım aktı bilmiyorum. İki katı inip apartmanın kapısından çıkacağım sırada vücudum bir bedene çarpıyor.
Gözlerimi kapatıyorum.

# Sezen Aksu – İki Gözüm #

Onun olduğunu biliyorum. Sırf ciğerlerime dolmasın diye nefesimi tutarak ölmeyi yeğleyeceğim kokusunu duyuyorum. Bir hareketlilik olmuyor. Vücudum taş kesiliyor, elim ayağım buz gibi oluyor.
O anda ölmek istiyorum. Yanarak ölmek. Çünkü şuan da farklı bir şey hissettiğimi söyleyemem.
Gözlerimi ürkekçe açıyorum ve ustura misali keskin bakışları ile karşılaşıyorum.
Aylardır dokunmadığım yanaklarında belirginleşen kirli sakalını ve aylardır öpmediğim dudaklarının hemen üzerindeki bıyıklarını fark ettiğim zaman nefesimi tutuyorum. Kalbim delicesine atıyor.
Alev gibi yakıcı bakışlarını benden ayırmıyor. En az benim kadar şaşkın olduğunu görebiliyorum.
Ne tek bir kelime çıkıyor dudaklarımızdan ne de nefesinin bana çarpmasına müsaade ediyor.
Gözlerindeki yok olmuşluğu, hüznü gördüğüm zaman boğazım düğümleniyor. Bana bir yabancı gibi bakması yüzlerce hançerin kalbime saplanmasına eşdeğer bir hal alıyor.
Tuttuğu nefesini titrek bir şekilde bırakıyor. Tenime çarpan nefesi, dokunduğu yerleri yakıp geçiyor.
Şaşkın ve dolu dolu olan bakışları, sertleşiyor. Bakışları hemen yukardan bedenimde geziniyor, sonra yeniden gözlerime bakıyor.
Onun benim Cemil'im olmadığını hatırlamam dakikalarımı alıyor. Şuan başkasına ait bir adama bakıyorum. Bir başkasının teninde gezen nefesi üzerimde..
Titreyen bacaklarımı, nasıl hareket ettirdiğimi bilmediğim bir şekilde oynatarak yanından sersemce geçip dışarı çıkıyorum.
Arkama bir saniye bile olsa dönüp bakmıyorum. Bilinçsiz bir şekilde ilerlemeye devam ediyorum. O an için arabam nerde onu bile bilmiyorum.
Çıplak kollarıma çarpan soğuk yüzünden daha çok titriyorum. Onun geldiğini öğrenmemle, kendimi olduğum gibi dışarı attığım için üzerime bir şey giymeyi unutuyorum.
Elimi alnıma götürüyorum. Her şey fazla karmaşık ve kalabalık geliyor.
Sonra pes edip, buz gibi olan apartman duvarına sırtımı yaslıyorum. Olduğum yere çöküp, biriken gözyaşlarımın deli gibi akmasına müsaade ediyorum.
Ağlamam şiddetlenince vücudum da sarsılmaya başlıyor. Hıçkırıklarımı bastırmak için dudağımı ısırıyorum ama başarılı olamıyorum.

CEMİL

Ellerimi hemen önümde birleştirip, kendimi zorla bıraktığım apartman merdivenlerinde oturmaya devam ediyorum.
Vakti geldiği zaman onunla yüzleşme cesaretini topladığımı sanıyordum. Ne kadar yanıldığımı anlamam, onun gece gözleri ile karşılaşmamla bir oldu.
Elimi enseme koyarak, iç çekiyorum.
Gözümün önünden gitmeyen görüntüsünü silmeye çalışıyorum. Görmeyeli daha da zayıflamış, saçlarını biraz daha kısaltmış.. Ve gözleri.. Gözleri eski hayat dolu bakışlarını kaybetmiş.
Bırakıp giden o değil miydi?
Elim cebime gidiyor. Bana ondan hatıra kalan ikinci bir şeyi de elimde döndürürken, duraksıyorum.
Evini hiç kimse girmeyecek diye kural koyup tamamen boşalttığımda, yatağının altındaki pakedi bulmamla, hayatım yeniden diğer yöne sürükleniyor.
Fakat idareli kullanmam gerektiğini bildiğim için sadece çok kötü durumlarda onun esiri oluyorum. Şimdi olduğu gibi..
Pakedin içinde kalan son üç haptan bir tanesini dilime bırakıyorum. Saçlarımı karıştırıp, acının gitmesini bekliyorum.
Ciğerlerime hemen tanıdık gelen kokusunun etkisinden kurtulmak için bir müddet bekliyorum. Sonra yüzümü ovuşturup yerimden doğruluyorum.
Evin kapısını hafifçe tıklatıyorum ve kapıyı Nino açıyor.
"Nerde kaldın Cemil?"
Cevap vermeden içeri giriyorum. Bende bir terslik olduğunu anlıyor.
Önümdeki holü takip edip salona girdiğim zaman Mehmet ayağa kalkıyor.
"Hoş geldin," diyor sakince. Sesindeki hayal kırıklığı ve zorakiliği fark etmem çok zor olmuyor.
Elimi uzatıp, sertçe elini sıkıyorum.
Sonra, bulunmaktan bile rahatsız olduğum evine bakış atıp, balkon kapısının önündeki kanepeye oturuyorum.
Nino evin her yerini geziyor ve evi ne kadar beğendiği ile ilgili bir şeyler söylüyor.
Bedenimin rahatladığını hissedince hapın tesir etmeye başladığını anlıyorum.
Mehmet çay yapmak için mutfağa girince arkasından dik dik ona bakıyorum. Kıyafetine bakılırsa, bugün özel olan bir şeyi böldük..
Nino, abisi mutfağa girince yanıma geliyor.
"Cemil.. Abimin her şeyi bilmesini istemiyorum. Lütfen, bu gece benimle uyu."
Elim sakallarımda geziniyor.
Ona en azından bunu borçlu olduğumu düşünüyorum.
"Tamam."
Nino rahat bir ifadeyle gülümsüyor. Bu sırada Mehmet aramıza dönüyor.
"Ee hangi rüzgar attı sizi buraya?"

SELİN

Elimdeki kalemi düzensiz bir ritim ve sinirle masaya vurmaya devam ediyorum. Dün gece gözüme uyku girmemesine rağmen vücudum uyuşmuyor bile.. Defalarca karşılaştığımız anı hatırlıyorum. Bir süre sonra inanılmaz derecede acı verici bir hale gelmeye başlasa da, beynim bana bu oyunu oynuyor.
Saatlerce soğukta ağlayıp kendimi eve attığımdan beri hiçbir şey yapmıyorum.
Ben tam bir şeyleri rayına sokmaya çalışırken tekrar hayatıma girmeye ne hakkı var? Bana bunu neden yapıyor?
Pelin'in aramasını cevapsız bırakıyorum. Arkadaşlarıma onun geldiği haberini veremeyecek kadar yorgun ve üzgün durumdayım. Üstelik, bugün Pelin'in doğum günü ve ben kendi dertlerimle onun gününü mahvetmek istemiyorum.
Odamın kapısı açılıyor ve ben korkarak kendime geliyorum.
Mehmet odaya girdiği zaman sırtımı dikleştiriyorum. Dikkatli ve ciddi bir ifadeyle karşımdaki sandalyeye oturuyor.
"Sana da günaydın Mehmet," diyorum sakince.
"Günaydın."
Hapşuruyorum.
"Dün gece kabanını bile almadan çıkıp gidince, üşüttün tabi."
Gülümsemeye çalışıyorum.
"Evet, biraz acele işlerim vardı.."
Mehmet tek kaşını kaldırıp imayla bana bakıyor. Onun neden geldiğini deli gibi merak ediyorum. Ama sormaya korkuyorum.
"Dün de işte Nino ve Cemil geldi.."
Ben sormadan konuyu açtığı için minnettar oluyorum.
"Neden gelmişler peki? Yani seni ziyaret falan mı?"
"Hayır," diyor Mehmet gömleğinin kollarını düzeltirken. "Temelli geliyorlar."
Elimdeki kalemi düşürüyorum.
"Ne?"
Mehmet beni süzüyor.
"Yani.." derken toparlanmaya çalışıyorum. "Neden temelli buraya gelme kararı almışlar?"
"Biliyorsun, bu şirketin yarı hissesi bende."
Yavaşça başımı sallıyorum.
"Aynı zamanda Nino ve Cemil'in de hissesi sayılıyor."
Korkuyla kalbim çarpmaya başlıyor.
"Nino ben olmayınca orada çok sıkılmış. Burada yaşamaya karar vermişler işte.."
"Cemil de bunu kabul etmiş mi?"
Sorumu oldukça sinirli şekilde sormam Mehmet'in bir kez daha dikkatini çekiyor.
"E karısı çok ısrar edince.."
Bunu söylemek yerine beni vursaydı, inanın daha az acı verici olurdu.
"Cemil zaten mesleğini bırakmış, burada çalışacakmış."
Hızla atan kalbim duruyor. Beynim zonkluyor. Bir bahane ile itiraz etmeye çalışacağım sırada, Mehmet;
"Bu senin için biraz zorlu olacak" diyor ve donakalıyorum.
"Ne demek bu?"
Mehmet zoraki bir tebessüm ile bakışlarını kaçırıyor.
"Ben salak değilim Selin. Senin neden düğün günü intihar etmeye kalkıştığını, dün gece onun adını duyunca kendini nasıl dışarı attığını ve şuanki yüz ifadeni görebiliyorum."
"Mehmet sen yanlı-"
"Ama artık onu sevmediğini de biliyorum. Bu yüzden umursamıyorum. Sana güveniyorum Selin. Sana aşığım."
Zorlukla yutkunuyorum.
"Yemeğe gitseydik.. Sana artık sevgili olmayı istediğimi söyleyecektim" diyorum sessizce.
Bakışları parlıyor. Yerinden kalkıp yanıma geliyor.
Sonra ben yerimden doğrulmadan diz çöküp elimden tutuyor.
"Senin de beni sevmeye başladığını biliyodum.."
Gözlerim doluyor.
"Ben artık.. sadece mutlu olmak istiyorum."
Kollarımı boynuna sarıyorum ve gözyaşlarım omzuna düşüyor.

*

Pelin pastasını kestikten hemen sonra Mehmet beni dansa kaldırıyor.
Kendimi olayların akışına bırakıp her şeyi unutmak istiyorum. Ama bunu yapamayacağımı biliyorum. Özellikle de o benim şirketime gelip benimle çalışacaksa..
Kendimi bir yere kapatıp, ölene kadar ağlamak istiyorum ama bunu yapmayacağım.
Buraya geldiyse eğer, karısını da yanına alarak geldi.
Ozan, doğum günü kızı Pelin'i dansa kaldırırken bize bir bakış atıp gülümsüyor.
Arzu'nun da çoktan kendine bir kavalye bulduğunu görünce içim rahat ediyor.
Bu sırada gözlerim tanıdık bir simaya takılıyor.
Damla, beni fark edince gülümseyerek yanıma geliyor.
"Selin! Uzun zaman oldu görüşmeyeli.."
Dans ettiğim Mehmet'ten ayrılıp onun samimiyetsiz selamına karşılık veriyorum.
"Mehmet, sana da merhaba!"
"Nasılsın Damla? Pek haber alamıyoruz senden.."
"Sizden sonra ben de köyde çok kalmadım biliyorsunuz.. Projemi tamamlayıp döndüm. Mezun da oldum, işte şimdi de iş arıyorum. Biraz fazla seçiciyim de.."
Zoraki bir şekilde gülümsüyorum.
Biri Damla'ya sesleniyor.
"Neyse, benim gitmem gerek. Sonra karşılaşırız nasıl olsa.."
"Umarım," diyorum sessizce.
Mehmet yeniden belimi tutup bizi dansa yönlendiriyor. Müziğe tekrar odaklanıyorum.
"Bugün güzel bir gün," diyor Mehmet kulağıma eğilerek. "Bana bir şans verdin. Çok mutlu olacağız."
"Sadece bunu istiyorum."
Biraz daha sarıyor beni. Çenemi omzuna koyuyorum. Tam da bu sırada, keskin bir maviye dönüşmüş gözlerle karşılaşıyorum.
Ciddiyetle bize bakıyor.
"Onun burada ne işi var?" diyorum endişeyle.
Mehmet hafifçe benden ayrılıyor ve baktığım yöne bakıyor.
"Söylemeyi unuttum.. Pelin'in doğum gününü ağzımdan kaçırınca, Nino gelmek için ısrar etti.."
O anda bahsi geçen Nino'yu da görüyorum. Tüm tadım kaçıyor. Mehmet Nino'ların yanına gidiyor. Ortalıkta kalakalmış gibi hissediyorum.
Pelin, halimi fark ediyor. Yanıma geliyor.
"Cemil buraya mı geldi Selin? Neden?"
Mantıklı düşünebilme yetimi yeniden kaybediyorum.
"Pelin, erkenden gitsem bana darılır mısın?"
"Hayır canım, git tabii ki.."
Ona sıkıca sarılıyorum.
Mehmet'e görünmeden arka kapıdan dışarı çıkıyorum. Bu kovalamacayı daha ne kadar sürdürebilirim, bilmiyorum. Tek isteğim onun sesini duymayı olabildiğince ertelemek. Çünkü güçlü kalıp kalmayacağımı bilmiyorum. Islak asfalta çıkıp yürümeye devam ediyorum.
"Yine mi kaçıyorsun?"
Sesini duyduğumda ayaklarım yere çivileniyor. Hayır, olamaz. Hayır şimdi değil.
Koşarak uzaklaşabilirim, peşimden geleceğini sanmıyorum. Ama böyle yaparsam salak bir çocuk gibi görünürüm. Benim güçlü olan olduğumu göstermem gerek.
Bu yüzden her ne kadar çekinsem de, arkamı dönüp gece mavisi gözlerine bakıyorum.
"Kaçmayı alışkanlık haline getirmişsin," diyor imalı imalı.
Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıyorum.
"Sen de peşimi bırakmıyorsun."
Sesim en az hava gibi soğuk çıkıyor. Yüzü düşüyor.
"Daha ne kadar kaçabileceğini merak ediyorum. Seni daha cesur sanırdım."
Alaylı bir şekilde gülümsüyorum.
"Kaçışım korkaklıktan değil... Tahammülsüzlükten."
Ellerini sakalında ve bıyıklarında gezdiriyor. O an için, onlara dokunmak gibi deli bir istek beliriyor içimde.
"Tarz değiştirmişsin.." diyorum, umursamazca.
Başını yavaşça sallıyor.
"Karın mı istedi sakal bıyık bırakmanı?"
"Olabilir."
Karnıma yumruk yemiş gibi oluyorum ama alaycı ifadem değişmiyor.
"Buraya neden geldin Cemil?"
"Nino istedi.. Ne oldu? Şehri mi sahipleneceksin? Yoksa artık sahip olduğun pek bir şeyin yok mu?"
Canımı yakmak istiyor.. Canımı daha ne kadar yakabilir ki?
"Mehmet'e sahibim."
Duraksama, karnına yumruk yeme sırası ona geliyor.
"Arkadaşlarım var. Güzel bir işim var, ailemle görüşürüyorum. Hayat daha iyi olamazdı."
Kaşlarını kaldırıp başını yavaşça sallıyor. Bu sırada yağmur başlıyor.
Cemil bir gökyüzüne bir de bana bakıyor. Yağmur beni hafifçe ıslatmaya başlıyor fakat oralı olmuyorum.

#Şebnem Ferah – Yağmurlar#

"Görüyorum ki artık yağmurdan da korkmuyorsun.."
Gözlerim hafifçe doluyor ama yağmurdan belli olduğunu sanmıyorum.
"Gökyüzü, bana verebileceği en büyük cezayı verdi zaten."
Burada ondan bahsettiğimi anladı mı, bilmiyorum. Öfkemi geri kazanıyorum. Ona doğru yaklaşıyorum.
"Buraya hangi amaçla geldiğin, kimle geldiğin umrumda değil. Ama ben aylardır gayet iyi bir hayat yaşıyorum."
Cemil de benim gibi geriliyor.
"Buraya eşimle geldim, ve onunla iyi bir hayat yaşamaya devam etmeyi planlıyorum."
Öfkem acıya dönüşüyor. Yağmur ikimizi de sırılsıklam ediyor. Kollarının arasına girmek, saatlerce onu öpmek ve artık ellerinin bana temas etmesini istiyorum.
Ama içimdeki başka bir benlik, beni engelliyor. Beynimde defalarca onun "Evet" dediği an tekrarlanıyor.
Elimi çantamın içine atıyorum.
"Bende ikimize de ait olduğunu düşündüğüm bir şey kaldı."
Gözlerine dik dik bakarken elini tutuyorum. İkimiz de irkiliyoruz, bunu görebiliyorum.
Sonra, gözlerimi ondan ayırmadan avcuna kolyeyi bırakıyorum. Elimi yeri çekmeden parmağım birkaç saniye onun alyansında duruyor.
"İkimize ait bir şeyi taşıyorsa, ve artık ikimiz birbirimize ait değilsek; bunun bende kalmasına gerek yok."
Sersemliyor.
"Bana kolyeyi geri veriyorsun.."
"Evet. Çünkü artık olmayacağını biliyorum."
Elindeki kolyeye kısa bir bakış attıktan sonra yeniden bana bakıyor. Neden bu kadar şaşırdığını bile bilmiyorum.
"Düşündüğüm, emek gösterdiğim, endişelendiğim birçok şey var Cemil."
Sertçe yutkunuyorum.
"Ve sen artık onlardan biri değilsin."
Birkaç adım geriye atıyorum. Dudakları hafifçe kıvrılıyor. Nerdeyse kolyeyi ona vermemden memnun olduğunu düşüneceğim. Dikkatle beni izliyor. İfadesinde başka şeyler yakalıyorum.
Son bir kez gözlerine bakıp, oradan ayrılıyorum.

Bölüm Sonu.

Bekleyiş sona erdi ve upuzuuuun bir bölümle geri döndük! Umarım beğenmişsinizdir. Oyları ve yorumlarınızı dört gözle bekliyorum.
Hikayenin yeni,enfes kapağını tasarlayan Nagi'm, @PeaceSoul3 ye buradan kocaman teşekkürler!
Yanımda olup, hikayeye sahip çıkan herkese de sevgiler..
Görüşmek üzere. 

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

5.1M 240K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
13.9M 616K 61
GENEL KURGU #1 Babasından başka hiç kimsesi olmayan bir genç kız... 28 Yaşında hapishanede mahkûm bir adam... Ya bir gün olur da genç kızın babası da...
GELECEK Bởi VeraHare

Tiểu Thuyết Chung

113K 5.6K 16
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
935K 55.8K 72
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...