Seeking For √

By cuyeoni

18.4K 1.4K 1.4K

"Aradıkların içinde gizlediğin şeylerdir." "Sen nerdesin?" Tüm hakları saklıdır! More

Giriş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15

Bölüm 16/Final

1.4K 85 263
By cuyeoni


Medya - Nell-Self injury / Bana bu hikayeyi yazmaya ilham olan fotoğraf.

(Sehun'un mektubundaki bazı cümleler, medyadaki şarkıdan esinlenilmiş ya da alıntılanmıştır.)

Bir insanı unutabilirsin. Bir insanın sana neler yaptığını da unutabilirsin; ama o insanın sana ne hissettirdiğini asla unutamazsın.

Freud

"Suho,

Seni ne zaman bulmuştum ki yitirdim? Sana ne zaman kalbimin tümünü vermiştim ki kalbimi bulamıyorum? Sana ne zaman bu kadar bağlandım ki yokluğunda boşluğa düştüm?

Bize ait anılar bölük pörçük üzerime hücum ederken ne kadar güçsüz olduğumu fark ettim. Evet, güçsüzüm. Eşyaların arasına pusu kurup yaklaşmamı bekleyen ve sonra, onları beklediğim halde, bir şekilde beni hazırlıksız yakalayıp yere seren anıların karşısında hiçbir şey yapamıyorum.

Aslında anıların sürekli etrafımda olması, iyi bir şey. Seni hep canlı tutuyorlar ama buna gerek yok. Seni hatırlamayacağım çünkü hatırlamak için unutmak gerekir ve ben seni unutmayacağım. Hiç unutmadım. Kollarımı bedenime sardığımda, hâlâ varlığını sol yanımda atan organın üzerinde hissediyorsam ve dudaklarım bilindik sıcaklıkla örtülüyorsa, seni nasıl unuturum?

Geçen gün beni ziyarete gelen bir adam, onu sevip sevemeyeceğimi sordu. Hayır, dedim. Ben tüm sevgimi bir insan uğruna tükettim ve artık kimseye kırıntı dahi veremem. Üzgünce baktı, gözlerime. Yufka yürekli bir insan olmama rağmen kalbim sızlamadı. Çünkü benim bir kalbim yok. Onu sana vermiştim, hatırlasana.

Suho, buradan çıkmak istiyorum. Her taraf bembeyaz ve beyaz önlüklü insanlar sürekli yanıma gelip anlamını bilmediğim kelimeleri fısıldayıp gidiyorlar. Çoğu zaman yazdığım şeylere el koyuyorlar ve ben hep baştan yazıyorum.

İkimizi, sevgilim. Seni ve beni.

Neredeyse gün aşırı kalın bir defter bitiriyorum, bizi yazarken. Bazen gece eşlik ediyor bana. Odamın demir parmaklıklı penceresinden gökyüzüne bakarken ışıldayan yıldızlara gülümsüyorum. Senin parlaklığını görmüş olsalar utanıp saklanırlardı.

Sahi, Suho. Ne zaman geleceksin?

Ya da ben ne zaman geleceğim?

Beyaz önlüklü insanlara hep bunu soruyorum. Onlar ise başlarını iki yana sallayıp tek kelime etmeden çıkıp gidiyorlar. Her gün yanıma gelip seni kesip atmamı söylüyorlar. Hem yaşamam gerektiğini söyleyip hem seni kesip atmamı söylüyorlar? Seni unutursam, ölürüm. Yaşamak bunun neresinde?

Her gün, senin ışıltını unutturamasınlar diye ağlıyorum ve düşüyorum, dizlerimin üstüne. Çünkü seni tanımayan biri olmayı hiç istemiyorum.

Her gün kendime işkence ediyorum. Belki, canım senin yüzünden yanarsa dönersin, diye umut ediyorum. Acı beni ayakta tutuyor. Acıya alışmak zor olduğu için mi unutmak istedin? Bu yüzden mi gittin? Ama ben, yanımda olmadığında bile seni hatırlayabileyim diye, zaman sıcaklığını almasın diye ağlıyorum.

Suho, sıcaklığını hâlâ hissediyorum. Neler hissettirdiğini hâlâ hatırlıyorum. Anılar ve hisler bu kadar canlı iken seni kesip atmak intihar değil de ne?! Bu duygularla başka birini sevmek cinayet değil de ne?!

Seni çok sevdim. Yine gelseydim, dünyaya, yine seni sevmek için Tanrı'ya yalvarırdım ama bir şeyi mutlaka eklerdim. Seni, benden önce asla almasın!

Sanırım, bana verdikleri ilaçların etkisi ile güçlü bir uyku bastırdı. Uyumak istemesem bile uyumak zorundayım. Hayat, büyük bir zorunluluk değil mi, zaten? Doğmak zorundaydık, tıpkı ölmek zorunda olduğumuz gibi.

Ah, bu gece gökyüzü, lambalarını söndürmüş. Güneş olup gelmeye ne dersin?

Sehun.

***

Kumral saçlı adam, gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıvayıp içeri girdiğinde, 2010 numaralı kapının çaprazında konuşan genç bir doktor ve genç bir polis dönüp ona baktılar. Esmer olan polis memuru onu gördüğünde, gülümsemişti. Beyaz tenli olan doktor, kurmal saçlı adama doğru ilerledi. Ortada buluştuklarında birbirlerine özlemle sarılıp yıllara meydan okumak ister gibi bir süre öylece kaldılar. Polis olan, onları izlerken ani bir kararla ilerledi ve kollarını ikisine doladı.

Hastane koridorlarında gezen doktor ve hemşireler bu manzara karşısında kıkırdayıp çok beklemeden işlerine dönüyorlardı. İlk geri çekilen polis olmuştu. Siyah saçlarını düzeltip resmi şapkasını kafasına geçirdi ve doktor olanı kendine çekti. Doktor, ona gülümsedikten sonra beyaz önlüğünü düzeltip kumral gencin elinden tuttu ve birlikte, özel odasına ilerlediler.

Doktor, bir şey içip içmediklerini sorduktan sonra gülmekten kısılan gözlerini kumral olana çevirdi. "Uzun zaman oldu, hyung. Bugün tahliye olacağını bilmiyordum."

"Ben de bilmiyordum." Polis, söze karışmıştı. "Haber vermelerini söylemiştim ama-"

"Kimseye haber vermek istemeyen benim." Kumral genç, onların sözünü kesti. "Defterleri okuyup bitirdikten sonra kendime gelmem için biraz yalnız kalmam lazımdı. Bu yüzden, yanınıza ancak bugün geldim."

"Ne demek bugün geldim? Yoksa-"

Kumral saçlı adam ufak bir kıkırtı bırakıp "Çıkalı üç gün oldu." dedi.

"Hyung, çok kötüsün!" Doktor, yapmacık bir öfke ile diğerine kalem fırlatırken polis olan konuya girme ihtiyacı hissetmişti.

Boğazını temizleyip "İki sene daha yatman gerekmiyor muydu? Seni nasıl saldılar?" diye sormuştu.

"Son duruşmada, avukat iddia ettiğimiz ama bir türlü ispat edemediğimiz Hwang'ın pisliklerini ortaya seren delilleri sundu. Hâkim, dosyayı inceledikten ve tekrar keşif yaptıktan sonra haksız tahrik ve meşru müdafaa hallerinden indirim yapınca cezam azalmış oldu. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldım."

"Bunlardan neden haberim yok?"

"Dedim ya, Minho, ben istemedim. Üç yıldır, yeterince benimle uğraştınız zaten." Kumral adam, polise içten bir gülümseme gönderip bakışlarını doktora odakladı.

"O... nasıl?"

Doktor, dudaklarına iğreti duran gülümsemeye tutunup konuşmaya başlasa da, sonlara doğru iğreti gülüş uçup gitmişti. "İyi... değil. İçeri girdiğin ilk zamanlar, sürekli intihara teşebbüs ediyordu. Zamanla bunu aşsa da, hâlâ bazı şeylere inanmak istemiyor ve kafasında kurduğu şeyleri yaşadığını zannediyor."

"Bana getirdiğiniz defterler, onun düşündükleri mi, Jinki?"

Doktor, derin bir nefes almıştı. "Sen de biliyorsun ki, Sehun ailesini kaybettikten sonra ruhsal olarak çöktü ki on beş yaşında olan her çocuk, bu tür kayıptan etkilenecektir. Ama onu asıl yaralayan şey, tek dayanağı olan abisinin kendi üzerinde şiddet uygulamasıydı."

"Luhan?"

Kumral olan sorduğunda, Jinki onaylayıp devam etti. "Devamı var. Luhan, büyüye merak salmış ve uygulama yapmak için Sehun'un bedenini kullanmış. Bir yandan fiziksel acı diğer yandan ruhsal sıkıntılar derken iyice depresyona doğru çekilmiş."

Kumral olan geçmişe dalar gibi durgundu. Sağ elinin parmakları boynundaki kolyenin ucuyla oynuyordu. "Onunla ilk tanışmamızda, böyle olmuştu. Luhan'dan kaçıyordu."

"Biliyorum. Zaten tüm olayların başlangıcı da o."

"Nasıl yani?"

"Dinle hyung. Sehun, yaşadığı travmalar sonrasında amnezi hastalığına yakalanmış. Yani hafıza kaybı. Belli belirsiz anılar var ya da kişiler olsa da, tümünü hatırlayamıyor. Hatırladıklarının ise kaynağı hakkında bir fikri yok. Bu da onu, 'masallama'ya itmiş. Psikoloji dilinde konfobulasyon. Yani kendi anılarını kullanarak bambaşka öyküler yaratıyor. Sana en son ulaştırdığımız defter, anılarını kullanarak yarattığı ama aynı zamanda yaşadığını sandığı öyküsü."

Kumral genç duyduklarından ötürü büyüyen gözlerini kırpıştırırken sordu. "Yani, benim... öldüğümü mü düşünüyor?"

Jinki, başını salladı. "Maalesef hyung. Ölen kişi Hwang olmasına rağmen benzerliğinizden ötürü senin öldüğünü düşünüyor."

"Hapis yatanın ise Hwang olduğunu." diye ekledi, Minho.

"Bu nasıl olur, Jinki? B-ben anlamıyorum." Kumral olan umutsuzluk içinde konuştuğunda, Minho uzanıp diğerinin dizleri üzerindeki elini tuttu. "Küçük bir çocukken zor zamanlar geçirmiş. Öğrendiğimiz kadarıyla doğarken de, kordon bağının boynuna dolanması sonucu beynine hava gitmediğinden, hasar görmüş."

Minho, bilgisi olmayan bir konu hakkında ancak bu kadar konuşabildiği için geri kalanını, Jinki'nin tamamlaması için susmuştu. "Minho, haklı. Böyle bir olay yaşadığı ve Luhan nedeniyle büyük travmalar geçirdiği için psikolojik olarak hastalandı. Sadece amnezi ya da masallama değil, hyung. O zamanlardan beri belirli aralıklarla şizofreni atağı geçirdiği için şizofreni ardı çökkünlük yaşamakta-"

"Dur biraz." Kumral genç ayağa kalktı ve nefes alabilmek umudu ile açık pencereye ilerledi. "Anlamıyorum, Jinki. Biz birlikteyken bunların hiçbiri yoktu. O gayet sağlıklıydı."

"Çünkü yanında onu seven biri vardı. Sen onu seviyordun. Karanlığa düştüğünde, sana sığınıyordu ama sen, gittiğinde sığınacak hiçbir yeri kalmadı."

"Kris? Her ne kadar o herifi sevmesem de, Sehun'u sevdiğini iddia ediyordu."

Minho ve Jinki kaçamak bakışlarla birbirlerine baktıklarında diğeri "Ne?" diye sormuştu.

Jinki derin bir nefes aldı. "Hyung, Kris... öldü."

"Ne?! Neden?"

"Duyacakların için kendini hazırla, dostum." Minho, ayağa kalktı ve diğeri gibi açık pencereye ilerledi. "Luhan'ın ardından intihar etti."

"NE?!" Kumral olan, bugünkü ikinci şok haberiyle sarsıldı ve pervaza tutundu.

"Sehun... Luhan'ı öldürdü."

Kumral olan yere yığılır gibi olunca Minho onu yakaladı ve Jinki'nin yardımıyla tekli koltuğa oturttu. "İyi misin?"

"Nasıl iyi olabilirim? Bunlardan neden benim haberim YOK?!"

"Sakinleş hyung, sana söylemek bir şeyi değiştirmeyecekti. Belki de bunları duyduktan sonra kaçıp buraya gelecektin ve cezan artacaktı."

"Bu bir bahane değil, Jinki."

"Senin bahanen de bir bahane değildi." Minho, büyük gözlerini kısarak kumral olana sertçe baktı.

Diğeri, yokluğunda olanları sindirmeye çalışıyordu. Sevdiği, katil mi olmuştu? Buna karşı çıktığından falan değildi elbet. Emindi ki Sehun ne yapmış olursa olsun, onu sevmeye devam edecekti. Hem kendisi de bir katilken onu yargılamak kendine düşmüyordu. "Sehun'u görmek istiyorum." dedi yalvarır gibi.

"Göreceksin ama detayları anlatmama izin ver." Kumral olan, onay verince Jinki devam etti. "Sen içeri girdikten sonra, Luhan tekrar Sehun'u bulmuş. Bunları çok sonra Kris bize haber verdiği zaman öğrendik. Sehun, yaşadığı bunalım neticesinde bize hiçbir şey anlatmadı. Bir gün, Luhan tekrar Sehun'u dövmeye kalkınca Kris araya girmiş ama öfkeden gözü dönen Luhan, Kris'i itip yaralanmasına neden olduktan sonra Sehun'un üzerine yürümüş. Boğuşma neticesinde, Sehun Luhan'ın üstüne çıkıp Luhan'ın kendisini dövmek için kullandığı kemer ile onu boğmaya başlamış. Kris, bize haber verdiğinde, her şey için çok geçti. Sehun, delirmiş gibiydi. Kris, neden bunu yaptığını bilmesem de, Sehun'un suçunu üstlendi. Bunun için Minho'yu ikna etmek zor olmuştu ama oldu."

Jinki, Minho'ya bakıp göz kırptı. "Kris ise içeri girdikten altı ay sonra intihar etti." Minho, son bilgiyi verip sırtını duvara yasladı.

Kumral genç, gözü kapalı dinlemişti. Konuşma bittiğinde, gözlerini açmadan sordu. "Bu yüzden mi, bana yolladığınız son defterde, Sehun Luhan için pişmandı ve Kris, onun yanındaydı?"

"Sehun'un yarattığı öyküde, Kris onu korumak isteyen biri. Luhan'ın darbelerinden çoğu kez onu kurtaran Kris olmuş çünkü. Ayrıca Luhan'a karşı büyük bir pişmanlık beslemesi ve onu başka birinin öldürdüğünü düşünmesi ise ailesinden geriye kalan ve en sevdiği kişinin kendisine bunu yapması ve kendisinin Luhan'ı öldürmesi. Tamamen beynin savunma mekanizması ile ilgili."

Kumral olan başını ellerinin arasına aldı. "Diğer sonlar hep daha iyiydi. Mutlu olduğumuz, birlikte olduğumuz sonlardı. Bu... neden böyle? Yoksa gerçekten benden vaz mı geçti?"

Jinki, onun omzunu sıvazladı. "Hayır, aksine bir arayışın içinde olduğu için böyle yazdı. Luhan'ın katilini ararken bunun kendisi olduğunu hissettiği için huzursuzdu. Birinin ona yardım etmesi gerekiyordu ve bu sendin. Onun koruyucusu. Onun Suho'su."

Suho, başını kaldırıp Jinki'nin gözlerine baktı. "Senin yardımını alarak Luhan'ı bulabileceğini düşündü ama beyni yani kendisi onu bulamamak için engeller oluşturdu. Libor gibi Chanyeol gibi Tao ve Yixing gibi. Var olmayan inanlar uydurup onları öne sürdü. En sonunda ise Luhan'ın eski kız arkadaşı Yuri ile bağ kurup her şeyin nedeninin o olduğuna inandı. Yine de, hâlâ gerçekleri bilen vicdanı onu rahat bırakmadığından, kendisine yardım ettiği için minnet duyduğu Kris'i kullanarak kendine bir ihanet ortamı hazırladı."

Jinki, Suho'nun duyduklarını hazmetmesi için bekleyip devam etti. "Farkındaysan eğer, öykülediği kısımlar 2013 ve sonrası yani senin hapse girdiğinden sonraki zaman. Oysa Sehun, üç yıllık sürenin ilk altı ayı hariç, hep bu klinikteydi, hyung. O altı ay, Luhan ve diğer olayların olduğu zamandı."

"Peki, mekânlar?"

"Birlikte yaşadığınız ev, Sehun'un öykülediği kulübe ve havuza ilham oldu. Ya da tüm o Latince cümleler, senin evinde bulunan tablolardan alıntı. Mortem Bar yıllar önce yıkıldığı halde, onu kullanmış olmasının tek nedeni, Hwang'ın konuşmaları olabilir. Yani, yaşadığı ya da duyduğu her şeyi başkalaştırıp yaşamış gibi öne sürdü."

Minho, şimdi hatırlamış gibi araya karışıp "Beni kendi mesleğimle yani polis olarak yazmış ama seni niye ruhlarla konuşan biri olarak yazmış?" diye sordu.

"Çok basit." dedi, Jinki. "Burada kaldığı müddetçe onunla ben ilgilendim ve ona daima 'Ruhunu görmek istiyorum.' dedim. Bu yüzden beni bu şekilde öyküledi."

Suho, daha fazla duymanın gereksiz olduğunu düşünüp ayağa kalktı. "Onu göreceğim."

Jinki, başı ile onaylarken eklemişti. "Aşk, onu iyileştirir mi, bilmem ama sen ona iyi geleceksin."

Suho, gülümsemeye çalışıp kapıya doğru ilerlediğinde, aklına gelmiş gibi duraksadı. "Jinki, Sehun bazı şeyleri hatırlıyor ama."

"Seninle ilgili olan mı?"

Suho usulca başını sallayınca Jinki içten bir gülümseme sundu, abisine. "Sana dair hiçbir şeyi unutmamak için ant içmiş gibi. Gün gelip kendini unutsa bile, seni asla unutmayacak. Senin ona hissettirdiğin şeyler, onu şu an hayatta tutuyor."

"Bir şey daha. Defterin sonundaki mektupta Sehun'a onu sevdiğini söyleyen biri olduğu yazılı. Kim o?"

Jinki, Suho'nun hâlâ kıskanç olduğunu görüp kıkırdadı. "Kimse değil. Büyük ihtimal yeniden öyküleyeceği anılarından bir kısımdır."

Suho, anladım dercesine başını sallayıp Sehun'un yattığı odaya ilerledi. 2010 numaralı oda.

***

Beyaz kapıyı usulca açtı. Öyle ki her açılışta gıcırdamayı es geçmeyen kirişler, bu sefer utanıp ses çıkarmamak için kaçışmışlardı.

Suho, onu nasıl bulmak istediğini bilmiyordu. Tek isteği onu görmek ve kollarının arasına alıp huzur veren kokusunu hissetmekti. Hwang yani abisini öldürüp hapse girdiğinde, Sehun'u son bir kez olsun görememişti. O lanet olayların yaşandığı günün bir gece öncesinde, artık on dokuz olmuş Sehun'a onunla evlenip evlenemeyeceğini sormuştu. Sonuçta kendisi yirmi yedi yaşındaydı ve Sehun daha genç birini isteyebilirdi. Ama küçük olan gözlerinden yaşlar süzülürken büyüğün boynuna atlamış, ona 'evet' dedikten sonra tavanı cam kaplı odalarında, yıldızların doruklarına ulaşmış ve bir bütün olmuşlardı.

Bu olayın sabahı, Suho abisinin gürültüsü ile uyanmış ve uykusu ağır olan sevgilisini öptükten sonra bahçeye inmişti. Hwang, bağırışlar eşliğinde Mortem Bar'ı ona bırakması gerektiğini söylerken Suho bunu yapmayacağını, babası öldükten sonra barı, uluslar arası arenada söz sahibi haline getirmek için çok çabaladığından bahsetmişti. Hwang, delirmiş gibi elindeki silahla üzerine atladığında, patlayan silah sesi Sehun'u uyandırmış ve kendisini dibe çeken görüntüye şahit olmuştu.

İkiz kardeşlerden biri suyun içinde can çekişirken diğeri ise onu boğuyor, dibe batırıyordu. Sehun, put gibi kalakaldığı yerden hareket edip de bahçeye indiğinde, silah sesinden dolayı polisler çoktan gelmişler ve ikizlerden birini tutuklamışlardı. Sehun, ölen kişinin Suho olduğunu düşünüyordu çünkü Aqua kolye, suyun üzerinde asılı kalmış cansız bedenin göğsünün ortasında duruyordu.

Kendini suya atıp kolyeye tutunduğunda, dibe battığı bedenle birlikte ölmek istemişti.

O olaydan sonra Sehun, Jinki ile yaşamaya başlasa da, bir gece evden kaçmış ve gittiği yerde Luhan ile karşılaşmıştı. Sonrası ise anlatıldığı gibiydi. Jinki, durumu gittikçe kötüleşen Sehun'u babasından miras kalan kendi kliniğine yatırmıştı. Sanitatum* Özel Kliniği.

Sehun, burada kaldığı üç sene boyunca kendi hikâyesini daima farklı anlatmıştı. Değişmeyen tek şey, sevdiği ve ona koruyucusu olduğunu hissettirdiği için 'Suho' adını verdiği adamdı. Ona her hikâyede âşık oluyordu.

Suho içeri girdiğinde, tanıdık siyah saçların yerini alan beyaza dönük kül rengi saçları gördü. Değişen tek şeyin bu olmasını ummuştu. Diğerine doğru adımlar atarken Sehun'un mırıldanmalarını işitti.

"Aradıklarım içimde gizlediğim şeyler. Sen nerdesin? Suho, nerdesin? Nerdesin? Nerede? Gelmek zorundasın..." Sehun'un sesi, azalarak yok olduğunda, Suho olduğu yerde çakılı kalmış ve sağ elini sol yanına bastırmıştı.

Sehun'u bu halde görmek canını yakıyordu. İçine çektiği hava mı yoksa ateş mi, belli değildi? Şimdi düşünüyordu da, üç yıl boyunca onsuz nasıl yaşamıştı.

Sehun, arkasındaki hıçkırık seslerini işittiğinde, hızla ayağa kalktı. Uykusuzluktan çökmüş gözleri kocaman açılırken Suho, yağan gözleri ile ona bakmaktaydı.

"N-neden ağlıyorsunuz?" diye mırıldandı korkarak.

"Çünkü özledim." diye fısıldadı, Suho.

"Neden özlediğiniz kişinin yanına gitmiyorsunuz?"

"Çünkü beni hatırlamıyor."

Sehun, meraklı bir çocuk gibi başını yana eğdi. "Ben de bazen bazı şeyleri hatırlamıyorum ama sonra hatırlıyorum."

"O da beni hatırlayacak mı?" Suho, bir adım attı.

Sehun, sevimlice başını sallayıp "Evet." dedi.

"Beni hatırlaması için ne yapmalıyım?"

"Bir şey yapmanıza gerek yok ki. O sizi zaten hatırlar."

Suho, aradaki mesafeyi adımlarla kapatıp uzun boylu küçüğünün göğsüne başını yasladı. Sehun, temas ile titremiş, nefesini tutmuştu. "O zaman hatırla, Sehun. Beni hatırla."

Büyük olan ellerini kaldırıp diğerinin beline doladığında, onun ne kadar zayıfladığını fark etmişti. Vücutları tek beden haline gelirken Suho, başını kaldırıp diğerinin boynuna yerleştirdi. Antibiyotik ile karışık kendine has kokusunu içine çekerken yaşadığını hissediyordu. Dudakları hatırlatmaya yardımcı olmak için minik öpücükler bahşederken Sehun kaskatı kalmıştı.

Bu dokunuşları hatırlıyordu. İçeri girdiği ilk andan itibaren tanıdık bir hisle sarmalansa da, bunu kabul edememişti. "A-aqua kolye." diye mırıldandı.

Suho, bir adım geri çekilip gömleğini hızla çıkardı ve beyaz göğsü üzerinde parlayan kolyeyi ifşa etti. Sehun büyülenmiş gibi bembeyaz göğse ve onun üzerinde parıldayan kolyeye bakıyordu. Sağ elini kaldırıp parmak uçları ile kolyeye dokunduğunda, sol eli kendi kolyesini sarmıştı.

Gözleri yeni görüyormuş gibi tekrar Suho'yu bulduğunda, ağzından kaçan hıçkırık ile diğerinin kucağına atladı. "Suho, döndün! Bana geri döndün!"

Suho, kucağındaki uzun beden ile dengesini sağlayamayıp geriye doğru sendeledi ve hızla yatağa oturdu. Sehun, Suho hayatının son şansıymış gibi ona sarılırken ardından kurduğu cümle de bunu destekliyordu. "Bu defa da gidersen, ya beni de götür ya da gitme."

Suho, diğerinin saçlarını okşayıp onu bedenine hapsetmek ister gibi sarılırken hiç gitmediğini haykırmak istedi ama yapamazdı. Sehun'u yavaş yavaş iyileştirecekti. Onu, kendisini hapsettiği dehlizden çıkaracak, yapamazsa onunla o dehlizde kalacaktı.

"Seni aradım. Çok..."

"Beni gizleyen sen değil misin?"

"Öyle miyim?"

Suho, Sehun'un yüzünü avuçları arasına aldı. Önce kızarmış burnuna, sonra da iki gözüne öpücük kondurdu. Son durağı yıllardır hasret kaldığı dudaklar olmuştu. Öpüşleri, savaşır gibiydi. Yılların geçmişliğine inat, hastalığa inat ve adalete inat... Sevgi, bazı şeyleri çözmeye yetmiyordu, elbet ama katlanılır kılıyordu.

Sehun, iyileşir miydi ya da Suho, sabreder miydi, kimse bilemezdi. Görünen tek bir gerçek vardı; ruhlara kök salmış bir sevgi, çiçek açmadan duramazdı.

Suho, kendini geri çektiğinde, alnını diğerine yaslayıp sordu.

"Şu adam, hani sevdiğin adam, ona ne oldu Sehun?"

"Şu çocuk, hani sevdiğin çocuk, ona ne oldu Suho?"

"O kollarımın arasında, nefes alıyor Sehun."

"Onun kolları arasında nefes alacağım Suho."

***

"Durumu iyiye gidiyor, hyung. İlaçlarını sakın aksatmasın. Olağan dışı bir durumda bana haber ver." Jinki, son talimatları verip ikisine el salladı.

Suho, yan koltuğunda oturan adamın elini tutan parmaklarına sıkıca sarılıp gaza bastı ve yeni bir hayat kurmak için yola koyuldular. Sehun, burada pek çok anı bırakmıştı. Kimi gerçek, kimi öykü. Önemli değildi. Parmak uçlarında hissettiği sıcaklığın sahibi olduğu müddetçe, yeni bir son yazmaya ihtiyacı yoktu. Gülümseyip kenetli elleri kendine doğru çekti ve diğerinin her bir parmak ucunu tek tek öptü. Suho yola kenetli bakışlarını ayırmasa da, kocaman gülümsemişti.

Şehir merkezinden çıkarken yolun sağ yanındaki parkta oturan iki kişiyi gördü. "Dur, Suho. Şuna bak." dedi, parkı göstererek.

Suho, arabayı yol kenarına park ettikten sonra ayrılan ellerini tekrar buluşturdu ve her şeyin başladığı banka doğru ilerlediler. Hafif nemli banka oturduklarında, Suho, Sehun'u göğsüne doğru çekti ve parmaklarını sevdiği tutamlara daldırıp yakaladığı bir tutamı usulca öptü. Sehun, sinmiş olduğu göğse biraz daha sokuldu ve dinlemeyi en çok sevdiği ritmin üzerine bir öpücük kondurdu. Başını kaldırıp çenesini göğse yaslarken Suho'da başını eğmiş, diğerinin gözlerine dalmıştı.

Aslında ikisi de aynı anıya dalmıştı.

Myeon, göğsünde sessizce iç çeken çocuğun saçlarını okşamayı bırakıp onun yüzünü tuttu ve gözyaşlarını tek tek sildi. "Rahatladın mı?"

Sehun, usulca baş sallayıp etkisi altına girdiği gözlere daldı. Myeon, küçük bir çocuktan etkilediğini kendine itiraf edememiş olsa da, hisleri çoktan kabul etmiş, küçüğe çekilmişti.

"Neden ağladın?" diye sordu.

"B-ben, ailemi kaybettim ve abim bana i-iyi davranmıyor."

Myeon, çocuğun gözlerine tekrar yağmak için toplanan bulutları gördüğünde, dudaklarını akmak için bekleyen ilk damlaya bastırdı. Sehun, hissettiklerinin etkisi ile ağzı açık bakakalmışken Myeon, cebinden bir kutu çıkardı.

"Ağlama küçüğüm. Bak sana ne vereceğim."

Bordo kadife kutuyu Sehun'un kucağına koyup açmasını bekledi. Bunu ona niye verdiğini bilmiyordu, sadece böyle yapmak istemişti.

"Çok güzel..." diye fısıldadı, Sehun, Aqua kolyenin güzelliğine bakarken.

"Öyle. Takmamı ister misin?"

Çocuk, onay verdiğinde Myeon, kolyeyi ona taktı ve sonra kendi boynundakini gösterdi. "Bende de aynısından var."

"Neden?"

"Çünkü seni hep görmek istiyorum. Sen de istemez misin?"

Sehun, kocaman gülümseyip başını salladığında Myeon mırıldanmıştı. "Gülüşünden öperim, çocuk."

Küçüğün elmacık kemikleri pembeye dönerken konuyu dağıtmak adına sordu. "Adın ne?"

"Myeon. Senin?"

"Sehun ama ismin sana yakışmamış. Başka bir şey koyalım."

Myeon, elini çenesinin altına koyup ruh hali sürekli değişen miniğe bakıp kıkırdadı. "Hadi koy."

Sehun, bir süre düşündükten sonra sevinç çığlığı atıp kendini alkışladı. "Buldum! Suho olsun. Koruyucu demek."

Suho, beğendiğine dair bir mırıltı çıkarıp kollarını diğerine doladı. "Demek Suho. Bu, senin koruyucun olduğum anlamına mı geliyor?"

Sehun, yüzünü gizleyip mırıldandı. "Evet."

Bir süre daha orada oturdular.

Kara bulutlar çekilip güneş doğduğunda, ikisi hâlâ birbirlerine sarılıyordu. Sehun'un bu cesareti nerden gelmişti ya da Suho, sapık gibi göründüğünü bilmesine rağmen bu çocuğu neden sahipleniyordu?

Cevabı çok basit.

Kader.

Sevgi.

Sehun, birçok öykülendirme yapmış, çok farklı sonlar yazmıştı, sevdiği adam ve kendi hakkında. Hepsinin sonu mutluydu, Sehun'a göre. Çünkü ölüm olsa bile, birlikte ölüyorlar; yaşayacaklarsa birlikte yaşıyorlardı.

Jinki, Suho'un ilk ve son mektubunu Sehun'a ilettiğinde, son öyküde buna da yer vermişti, Sehun. Suho, onun son hikayelerinde hep öldüğünü fark etmişti. Bu yüzden ilk cümlesi, 'Neden bizi karanlık ve yıldızsız bir göğün altında hapsediyorsun?' olmuştu.

Sehun'un klinikte yazdığı son öykünün adı ise, 'Seeking For' idi. Arayış.

Lâkin tüm bu sonların yanında, Tanrı'nın yazdığı son, şüphesiz en yaşanılır olanıydı.

***
*Latince, Şifa anlamına geliyor.

Ve bitti. İlk başladığım kurgu ile bunun arasında dağlar kadar fark var. Normalinde, Suho ve Sehun ölüyordu. Benim mutlu son anlayışıma göre, böyle bitecekti.
Ama psikolojiyi seven yanım radikal bir kararla bu şekilde bitirmek istedi.
Nasıl oldu emin değilim, iki ihtimal var.
Ya her şeyi mahvettim ya da toparladım.
Anlaşılmayan bir şey varsa, sorun ki onları son bölümde toparlayıp anlatabileyim.
Bu zamana kadar hikayemi okuyan ve bana destek veren herkese çok teşekkür ederim.
Umarım benim içime sindiği gibi sizin de içinize sinmiştir.
Hatalar varsa affola...

Continue Reading

You'll Also Like

31.8K 3.3K 16
Çikolataya alerjisi olan Lee Donghyuck, dolabında üstünde "Afiyet olsun! -@RealMark" yazan bir not ile bir sürü çikolata bulur. -Mark Lee & Lee Dongh...
189K 18K 26
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
1.1K 133 6
Bir incinme bir mektup arkadaşlığına sebep olur. Bir mektup arkadaşlığı ise tarih kitaplarına satır satır yazılacak olaylara. isagi yoichi & itoshi r...
7.7K 714 6
"Aşk acıtıyor Minho.." |~angst~|