"Sanırım bana yalan söylediğin için senden ayrılmam gerekiyor," diye mırıldandım ayaklarımı sallayarak. Sonra da yüzümü buruşturdum. "Çok klişe."
İç çekti ve koltuğa bayılır gibi yayıldı. "Tanrım."
"Gerçekten gideceğimi mi sandın?"
Kafasını sallayınca yine yüzümü buruşturdum ve omzuna bir yumruk attım. "Hadi ama! Burası gerçek dünya. Hangi aptal zengin bir sevgiliyi bırakıp gider ki?"
Kaşlarını kaldırdı ve dudaklarını büzdü. Gerçekten ayrılacağımızı düşünmesine şaşırmıştım doğrusu. Adamın milyon dolarları var, bırakıp gidecek kadar salak değilim.
Şaka şaka.
Yani kısmen.
"Dinle Tyler," dedim derin bir nefes alarak. "Bunları kaldırabilirim."
"Sen güçlü bir kızsın," diye fısıldadı elini çeneme koyarak. Gözlerimi devirdim ve hafifçe sırıttım.
"Kadın."
Kıkırdadı. Onun bu duygusal haline bayılıyordum. Hani derler ya, erkekler ağlamaz diye. Yalan. Erkekler sadece aşırı duygusal oldukları anlarda ağlar. Ve bunları genelde yalnızken yaparlar. Çünkü toplum beyinlerine öyle bir işlemiş ki 'ağlamak zayıflıktır' diye. Bu yüzden sert görünmek için rol yaparlar. İçten içe ölürler ama. Tyler'ın bu huyunu çok seviyorum işte. Ağlamayı zayıflık olarak görmüyor. Onunla gurur duyuyorum. Kendinden ve duygularından utanmamasına bayılıyorum.
"Bana gerçekleri anlattığın için teşekkür ederim," dedim ellerimi yanaklarına koyarak. "Peki ama o tehditler kimdendi?"
Başını yana çevirdi ve avuç içimi öptü. "Baban."
"Babam hapiste."
"Adamları."
İç çektim. Babamın neden böyle davrandığını anlamıyordum. Aslında Tyler'ında neden böyle davrandığını anlamıyordum. Lanet olsun mükemmel zekam nereye kaybolmuştu böyle.
"Baban bir ay sonra hapisten çıkıyor."
Hızla ona döndüm. "Ne?"
Yüzünü buruşturdu. "Peşimizi bırakmayacak."
"Umurumda değil."
"Benimde."
Bunu duymak içimi rahatlatmıştı. Babamı sevmiyordum. Gerçi en son yıllaaar yıllar önce görmüştüm ama annemi gözünü kırpmadan öldürmesi ister istemez ondan nefret etmeme sebep olmuştu. Annem ya annem. Öz annem. Kendi karısını isteyerek öldürmüştü.
Manyak herif.
"Babam neden seni benden ayırmaya çalışıyor ki?" dedim kaşlarımı çatarak. "Olan olmuş. Hem biz suçsuzuz."
"Seni de Walker'lara kaptırmak istemiyordur," dedi kıkırdayarak. "Anlaşılan o ki annenin babamla oluşu ona çok fena koymuş."
Onun bu kadar rahat oluşu dikkatimi çekmişti. Hayır yani babası annesini aldatmıştı ve bundan bu kadar rahat bahsetmesi garipti. Dudaklarımı büzdüm ve bira şişemi sehpaya bıraktım. "Şimdi ne olacak?"
"Ne gibi?"
Elimi uzattım ve sarı perçemlerini yüzünden çektim. Ellerimi yanaklarına koydum ve doğrudan gözlerine bakmaya başladım. Hayatımda bu kadar koyu renk bir göz görmemiştim.
"Babamı diyorum."
Kaşlarını çattı ve elleriyle ellerimi tuttu. "Ondan korkuyor musun?"
Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. "Hayır."
"Güzel."
Uzandı ve dudaklarıma belli belirsiz bir öpücük kondurdu. Gözlerimi kapattım. Evet, ben güçlü bir kızdım. Güçlü.
Lanet olsun çevremdeki kimse normal değildi. Hatta ölü olmasına rağmen annemin bile suçu vardı. Hayır anlamıyorum gül gibi kocan varken sen niye gidip onu aldatıyorsun? Yok yok bu mümkün değil. Tüm bunların benim başıma gelmesi için birinin büyü falan yapması lazım. Bilirsiniz, vodoo gibi zamazingolar. Ya da Tanrı benden gerçekten ama gerçekten nefret ediyor olmalı.
Ama birde şu yönden düşünüyorum. Tüm bunlar başıma geldi ama Tyler'a sahibim. Bence tüm bunlar Tanrı'nın canının sıkılması ve kurban olarak beni seçmesiyle ilgili. Canı sıkılınca hayatımı mahvediyor, sonra da dünyanın en harika güzelliklerini bana bahşediyordu.
Aman Tanrım bu nasıl bir cümle oldu. Edebiyat öğretmenime göstermeliyim. Felsefi yönüm kabardı.
"Bu konudan sıkıldım," diye mırıldandım dudaklarına bakarak. "Bence daha değişik şeyler yapmalıyız."
"Aklıma bir şeyler gelmeye başladı bile," diye mırıldandı ve dudaklarıma uzandı.
"Hayır." Yüzünü ittirdim ve kendimi geri çektim. "Daha değişik bir şey."
Bir süre boş boş baktıktan sonra hınzırca sırıttı. "Anladım. Üstte olmak istiyorsun."
Yanaklarımı şişirdim. "Ha-yır."
Kaşlarını çattı. "Yoksa..."
"Lanet olsun şunu aklından çıkarır mısın!" Aklının yedi yirmi dört bu konulara çalışması hayret vericiydi.
Somurttu ve kafasını pençelerim arasından kurtararak sırtını koltuğa yasladı. "Ne yapmak istiyorsun?"
"Yemek yapalım."
"Saat gecenin on ikisi ve seni az önce bir Fransız restoranına götürdüm zaten."
Başımı iki yana salladım. "Senin restoranın."
Kaşlarını çattı. Bunu konuyu açmamdan hoşlanmışa benzemiyordu.
"Lüüüütfeeeeen."
"Çok çok çok fazla film izliyorsun."
Yavru köpek bakışı atmaya başladım. "Ne yapayım? Özeniyorum işte."
Bana öyle bakmaya devam edince iç çektim ve kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum. Benim adım Hailey Summers. Ve ben, istediğimi yaparım.
Küskün bir tavırla başımı diğer tarafa çevirdim. "Peki. Nasıl istersen."
Elini omzuma koydu. İç çektiğini duydum. "Tamam. Ama evde malzeme yok."
"Ben alıp gelirim!"
"Sen otur şuraya," dedi sert bir sesle. Ellerimi belime koydum. Bana kimse bağıramazdı.
"Bana bağırma," dedim kaşlarımı çatarak. Ofladı ve elleriyle yüzünü sıvazladı.
"Hailey bazen beni deli ediyorsun."
Omuz silktim ve ayağa kalktım. "Bende seninle geleceğim."
"O zaman üzerini değiştir."
Kendime şöyle bir baktığımda hâlâ siyah elbisemin üzerimde olduğunu gördüm. Buna şaşırmıştım çünkü Tyler'ın yanında giyinik olmaya alışkın değildim. Espri yaptım. Gülsenize.
Koşa koşa gittim odaya. Işık hızını sollayıp yaklaşık yarım dakikada giyindim ve koşa koşa kapıya gittim. Tyler üzerine bir deri ceket almıştı ve ceplerini karıştırıyordu.
"Anahtarı gördün mü?" diye sordu kaşlarını çatarak. Başımı iki yana salladım ve geçenlerde bana verdiği yedek anahtarı çıkarttım.
"Benimki burada."
Anahtarın kaybolması garipti ama açıkçası UMURUMDA DEĞİLDİ. Tyler kaybetmiş olmalıydı.
Evden çıktık, yürüye yürüye markete gittik.
"Sabah bana göstermediğin poşetin içinde ne vardı?" diye sordum bir araba alırken. Bildiğim kadarıyla yedi yirmi dört açık bir marketteydik.
"Fotoğraflar," dedi ellerini ceplerine sokarak. Kaşlarımı kaldırarak ona döndüm ve reyonda ilerlemeye başladım.
"Ne fotoğrafı?"
"Küçüklük resimlerimiz falan işte."
Hafifçe gülümsedim ve sos bölümünün önünde durdum. "Eve gidince bakalım."
Boyumun yetişemeyeceği kadar yukarda olan domates sosunu gösterdim. "Onu alsana."
Kolaylıkla minik kavanozu aldı ve alışveriş arabasına bıraktı. Sesimi çıkarmadım ve arabayı sürmeye devam ettim. Makarna reyonunun önüne geldiğimizde büyük bir dikkatle şekillerini incelemeye başladım. Hadi ama sizin de yaptığınızı biliyorum! Hangi insan makarna alırken şekline dikkat etmez ki?
Tekerlek şeklinde olanı sırıtarak aldım ve arabaya bıraktım. "Çok tatlıymış."
Tyler kolunu belime doladı ve diğer elini arabaya koydu. "Senin gibi," derken yanağımı öpüyordu. Kıkırdadım ve istemeyerek onu ittirdim.
"Yapma. Marketteyiz."
Bunu umursamadı ve beraber arabayı sürmeye başladık. Birkaç ıvır zıvır daha aldıktan sonra marketten çıktık. Kasiyer yaşlı bir teyze olduğu için rahatlamıştım.
Güle oynaya eve gittiğimizde saat biri geçiyordu. Tyler anahtarı kapıya beşinci denemesinde sokunca apartmanda gülme krizine girdik. Ancak asıl garip olan şey, kapı kilitli değildi. Tek bir defa çevirmesiyle tık diye açılan kapı ikimizi de susturmaya yetmişti. Tyler kaşlarını çattı ve omzunun üzerinden bana baktı.
"Sen burada kal." Sesi bir fısıltıdan farksızdı. Kaşlarımı çattım ve gerçekten bunu yapacağımı düşünmesine şaşırdım. Peşinden içeri girdim. Tyler ışığı açtığı zaman neden kapının kilitli olmadığını anlamıştım.
Salonun her yerine saçılmış fotoğraflara baktım. Hepsi yırtılmıştı. Parçalanmış, hatta buruşturulmuştu. Çok sevdiğimiz üçlü koltuğun üzerinde bir not vardı. Koşarak kâğıdı elime aldım ve kıstığım gözlerimle okudum.
BU BENİ DİNLEMEDİĞİN İÇİNDİ, KARDEŞİM.
Yorumlarınızı esirgemeyinn lütfennnn :D