Bölüm 2 / İlk Gün

101K 4.1K 364
                                    

Yeni okuluma tiksintiyle yüzümü buruşturarak baktım. Sarı duvarları yazılarla ve grafitilerle doluydu. Okul bahçesindeki ağaçlar o kadar bakımsızdı ki onlar için üzüldüm. Rastgele yerlere konulmuş banklardan kimisinin bacağı kırık, kimisinin oturma yerleri eksikti. Yutkundum ve ablamın beni bir an önce buradan kurtarması için dua ettim. Buna uzun süre katlanabileceğimi sanmıyordum.

Duyduğum iğrenç sigara kokusuyla nefesimi tuttum ve kaşlarımı çatarak yanıma baktım. Parmaklarının arasında tuttuğu minik sigarasıyla kısa boylu bir erkek çocuğu yanımdan geçip gitti. O kadar küçük görünüyordu ki en fazla lise bir olmalıydı.

“Hey!” diyerek ileri atıldım. Kendime şaşırmıştım. Normalde tanımadığım insanlarla konuşmazdım. Çocuk kahverengi gözlerini kısarak bana baktığında ne diyeceğimi bilemiyordum.

“Yasak değil mi?” diye sordum dudaklarımı yalayarak. Üzerime giydiğim açık pembe elbisem ortama hiç uygun değildi. Gördüğüm herkesin üzerinde ütülenmemiş eski tişörtler, kirli şortlar ve pantolonlar vardı. Eski okulumdaysa forma sistemi uygulanıyordu. İğrenç kırmızı kareli etekler ve beyaz gömleklerden giyiyorduk işte.

“Yasak,” dedi çocuk omuz silkerek. Beni kirpiklerinin arasından şöyle bir süzdü. “Buraya ait değilsin.”

“Ciğerlerine zararlı,” dedim panikle. Buraya ait değilsin derken ne kastetmişti? Evet, ortama uygun giyinmediğimi biliyordum ama ne yapabilirdim ki, asla bu çocuklar gibi giyinemezdim.

“Benim ciğerim,” dedi sinirle. Sigarasını dudaklarına götürdü ve içine çektiği dumanı yüzüme üfledi.

“İğrenç,” diyerek havayı elimle yelledim ve yüzümü buruşturdum.

“Ay çok özür dilerim,” diyen çocuk dudaklarını büzmüştü ancak hiçte üzgün görünmüyordu. “Pahalı parfümünün kokusu mu gitti yoksa?”

“Ben parfüm kullanmam,” dedim çarpık bir gülüşle. Biraz bozulsa da hemen kendini toparladı ve alaycı haline geri döndü.

“Evine dön küçük kız,” dedi ve umursamaz bir tavırla arkasını döndü. Kaşlarımı çattım ve elimi omzuna koyarak gitmesini engelledim.

“Senden büyük olduğumu düşünüyorum.”

“Bu okulda,” derken eliyle binayı işaret ediyordu. “Yaşına göre değil, tavırlarına göre muamele görürsün. Şimdi elini kırmadan omzumdan çeksen iyi olur.”

İster istemez elimi aceleyle çektim. Alaycı gülüşünü duyduğumda çoktan içimi bir korku kaplamıştı.

    Müdürümüz William Sparks oldukça sevimli bir adamdı. Gri saçları, masmavi sıcak gözleri ve yüzündeki onlarca kırışıklıkla bir müdürden çok sıradan bir adamı andırıyordu. Üstelik üzerine giydiği kot pantolon ve beyaz tişört fikrimi destekliyordu.

“Vay canına,” Gülerek elimi öptüğünde aslında o kadarda kibar biri olmadığını, bunu zoraki bir şekilde yaptığını biliyordum. Hangi kot pantolonlu adam gelip elinizi öperdi ki? “Okuluma ışık saçtınız, Bayan Summers.”

Kısa bir konuşmanın ardından elime tutuşturduğu kâğıtla kalıverdim. Şu Amerikan filmlerinde olduğu gibi yakışıklı bir çocuğun gelip programıma bakmasını, sonra beni tesadüfen (!) kendisinin de bulunduğu sınıfa götürmesini bekledim. Hatta ve hatta bununla da yetinmeyip proje arkadaşı bile olabilirdik ve Hollywood’a göre bu oldukça yüksek bir ihtimaldi.

Kendine gel kızım, burası Hollywood’un tuvaleti bile olamaz!

Uzun bekleyişlerime rağmen gelmeyen yakışıklı prensime içimden küfürlerimi sıralarken somurttum ve geometri sınıfına doğru yol aldım. Giderken ne yolda kayboldum, ne de yakışıklı bir çocukla çarpıştım. Hayır, elimdeki saçma kâğıtlar yere dökülmedi ve hayır ben kafamı sert bir gövdeye çarpmadım.

Neden bu kadar şanssızdım ki?

Yıpranmış kapıya şöyle bir baktım ve derin bir nefes alarak sınıfa girdim. Beklediğim gibi değildi. Kimse birbirine kâğıt atmıyor, en arka sırada yiyişmiyordu. Kimse güzel kızlara kur yapmıyor, onlara çıkma teklif etmiyordu. Hayal kırıklığım had safhadaydı.

Moralimin iyiden iyiye bozulduğunu düşünerek sınıfa tekrar göz attım. Koyu makyajı ve kabarık saçıyla en arkada oturan kızı hemen eledim. Onun önünde test çözen, onunda önünde kâğıda bir şeyler karalayan çocukları da eledim. Hiçbirisi bana uygun değildi. Başka bir kız arkadaşıyla fısıldaşıyor, en öndeki başka bir çocuk kâğıda uyuşturucu sarıyordu.

Aman Tanrım!

Bakışlarımı kaçırarak öğretmen masasına baktım. Uzun boylu sarışın bir kız kafasını masaya koymuş uyuyordu. Nasıl bir okula düşmüştüm ben böyle? Gözlerimi devirerek boş sıralardan birine geçtim ve umudumu kaybetmeden yakışıklı çocuğu beklemeye başladım. Evet, prensim gelecek, nazikçe sırasından kalkmamı isteyecek ve gözlerime bakıp gülümseyecekti. Bende ona mal mal bakacak, sonra salyalarım akarak gülümseyecek ve sırasına oturduğum için binlerce kez özür dileyecektim. Ben hayallerime dalmışken kafama vurulmasıyla irkildim ve bakışlarımı sıramın dibine çevirdim. Siyah tişörtü geçtim. Damarı belirgin boynu atladım ve düz bir çizgi halini almış dudaklara odaklandım. Dudaklar hareket ettiğindeyse bütün büyü bozuldu.

“Hemen sıramdan kalkmazsan seni oraya çivilerim, geri zekâlı.”

“Ne diyorsun sen be?” diyerek gözlerimi kırpıştırdım ve devasa dudaklardan zorlukla ayrılarak yüzüne baktım. Kahverenginin çok koyu bir tonu olan gözlerini ilk bakışta siyah sanmıştım. Dağınık sarı saçları ve baygın bakışları –davranışlarını saymıyorum bile- hayallerimdeki ‘prens’ten çok uzaktı. Hayal ettiğim şeylerle yaşadığım şeyin arasındaki farkı umursamadım ve buna da şükrederek hafifçe gülümsedim.

“Kalk.”

“Üzerinde adın yazmıyor.”

 “Adım yazsa bile nereden bileceksin?” Kollarını göğsünde kavuşturdu ve tek kaşını kaldırdı. “Şimdi siktir ol git sıramdan.”

Söylediği söze ve kaba tavrına gözlerimi büyüterek baktım. Hayatımda bana kimse böyle bir şey söylememişken bu pislik torbası gelip bana küfür ediyordu.

“Sıkıyorsa kaldır,” diyerek savunma mekanizmamı harekete geçirdim ve tüm gücümü kullanarak kıçımı sıraya adeta yapıştırdım. Hayır, hayal ettiğim okulun ilk günü bu olamazdı. Filmlerde böyle olmuyordu!

Sanırım yönetmenle kısa bir görüşme yapmam gerekecekti!

Yorumlarınızı esirgemeyin lütfen ^^ :D

Sarı BelaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin