PERSONA

By KathyCalanthe

957K 47.5K 33.2K

KARANLIK VE AYDINLIK SERİSİ / KISIM I Feray Eldem, psikoloji okurken aynı zamanda Karaköy'de bir sanat galeri... More

PERSONA / Karanlık
KOD ADI: Akhilleus'un Öfkesi
KOD ADI: Katil Ressam
KOD ADI: Chiaroscuro
KOD ADI: Gece
KOD ADI: Truva Atı
KOD ADI: Kayıp Leonardo ve Mesih
KOD ADI: Gizemli Sanat'ın Üçlemesi
KOD ADI: 11:11
KOD ADI: Ambivalans
KOD ADI: Muhteşem Gatsby
KOD ADI: Maça Papazı ve Kupa Kızı
KOD ADI: Varolmayan Ülke
KOD ADI: Sırların Efendisi
KOD ADI: Lux Noctis
KOD ADI: Kadın Ruhu
KOD ADI: Kendini Doğrulayan Kehanet
KOD ADI: Cehenneme İniş
KOD ADI: Işığın Karanlıktan Ayrılması
PERSONA KİTAP OLUYOR!

KOD ADI: Aden Bahçesi

35.1K 2.7K 1.5K
By KathyCalanthe




Bölümü beğenmeyi ve yorum bırakmayı unutmayın, özellikle satır arası yorumlarınızı eksik etmezseniz beni çok mutlu edersiniz.
Seviliyorsunuz! 🖤



KOD ADI: ADEN BAHÇESİ

"Cennet ağacından bir elma düştü, kovulanlar bir daha dönemedi."




Tanrı, bir adam yarattı.

Onu çamur ile şekillendirerek var etti. Bedenine ruh üfledi. Ondan doğacak geleceğin kökenini hazırlarken yanına yoldaş olacak bir kadın da iliştirdi. Kehribar rengi saçlarında alevleri bulunduran bu kadın, tıpkı adam gibi topraktan yaratılmıştı. Aynı haklara benzer güçlere sahip olan bu çift başlangıç noktası olacak, üreyerek bizlere varoluş getireceklerdi. En azından plan buydu fakat hiçbir zaman gerçekleşemedi. Bütün dengeler altüst olmuştu zira içlerinden biri boyun eğmeyi kabul etmemişti.

Yaratılışta saklı kalan bir kadın vardı.

Tanrı'nın Âdem'le aynı anda ve eşitlikte yarattığı, tüm kutsal kitaplardan adını silerek cennetinden kovduğu, ölümsüzlüğü bahşettiği fakat sonsuza dek yalnız kalmasını sağlama aldığı biriydi o.

Âdem'in eşi ve Tanrı'ya başkaldıran kadın.

Destanın mihenk taşı, unutulması için şeytanlaştırılan insan.

Ataerkil düzene karşı çıkan ilk feminist, Lilith.

Bu, belki de tarihin ilk güç savaşıydı çünkü kadın kendinin farkındaydı. Lilith aynı topraktan ve aynı şartlarda yaratıldığı bir adam ile neden denk olmaması gerektiğine dair bir cevap bulamıyordu zira Âdem'in kendisini üstün gördüğü bütün durum ve koşullara rağmen Tanrı tarafından ortak var edilmişlerdi.

Efsanede yer alan bilgilere göre Âdem ve Lilith eşitlik konusunda tamamen zıt görüşlere sahiplerdi ama bu zıtlık sadece fikir ayrılıklarından kaynaklanmıyordu. Cinsel yaşantılarında da Âdem baskın bir tutum sergiliyordu. Birliktelikleri sırasında Lilith'in sırtı yere değiyor, altta olan, ezilen, toprağa yakın olan olarak ayrışıyordu. Âdem ise üstte olan olarak kontrol sahibi bir konumda duruyor, sırtını gökyüzüne çeviriyordu.

Günümüzde bile varlığını koruyan bu simgesel dağılım, başlı başına bir hakaret olarak görülür zira yeryüzü anaerkil, gökyüzü ise ataerkil olarak kabul edilir ve bu durum iki uç noktayı oluşturur. Toprağın doğurganlık ve üretkenliği çağrıştırdığı söylenir. Oysa toprak aynı zamanda ölümü, cehennemi, lanetlenmeyi, kötülük ve gizlilik gibi kavramları da betimler. Gökyüzü ise tanrısal olanı ve saflığı çağrıştırır. Gökyüzü güç demektir. Hükmetmek, emretmek anlamına gelir.

Yani hikâye der ki gökyüzü her daim toprağın üstündedir.

Toprak cehennem ise gökyüzü cennettir.

Kadın haramsa erkek sevaptır.

Lilith, bu düzene karşı gelir. Sadece cinsel birleşmelerinde değil, diğer her alanda da söz sahibi olma ve eşitlik talebini dile getirir ama Âdem bu isteğine karşı çıkar. Böylece Lilith, Tanrı'nın yasak adını anarak cennetten kaçar.

Gidişiyle yıkılan Âdem, Tanrı'ya yalvarır ve kadınını geri getirmesini ister. Lilith'i yuvasına dönmesi için ikna etmek üzere üç melek görevlendirilir fakat başarılı olamazlar. Lilith'in geri gelmeyeceğini anlayan Tanrı, bunun üzerine Havva'yı yaratır. Bu sefer kadını Âdem ile denk olacak şekilde topraktan şekillendirmez. Onun yerine Adem'in kaburgasını kullanır.  Havva bir parçasını ruhunda bulunduran adama boyun eğmeyi içgüdüsel olarak kabul eder çünkü ondan gelmiştir ve ona gidecektir. Bu uysallığı ve itaatkâr tavırlarıyla Havva kabul görür ve kutsanır. Baş kaldıran Lilith ise şeytanla eş tutularak tabulaştırılır.

Yıllar sonra bu psikolojide bir kavram haline gelmişti.

Psikanalist Hans Joachim Maaz, Lilith'in yadsınması ve tabulaştırılması üzerine ortaya çıkan bu duruma Lilith Kompleksi adını verir. Anne olmak istemiyor diye çocuğu reddeden Lilith'in, Tanrı tarafından cezalandırılma hikâyesi aktarım yollarıyla kadına yıllarca aşılanır. Kadın tarafından çoğunlukla bilinç dışı olarak da çocuğa aktarılır. Çocuk tarafından derinden hissedilen, reddedilme ve istenmeme durumu çocuğu hasta eder. Böylelikle de davranış bozuklukları ortaya çıkar. Kıyaslandığında bu durum mutlaka yadsınır çünkü kutsal ve doğru olan Havva'nın tam anlamıyla kendini adadığı anneliğidir.

Toplum kadınların çocuğuna kucak açan, mutlaka evlat sahibi olması gereken Havvalar olmasını ister bu yüzden kimse Lilith olma hakkını kendinde görmez. Ne de olsa Lilithler cinsel açıdan aktif olmayı dert edinmeyen, aynı zamanda bunun illa bir çocuk sahibi olmak adına yapılması gerekmediğini söyleyen toplum gözündeki potansiyel fahişelerdir.

Ataerkil düzenin içinde büyüyen erkekler, kadının mahrumiyetini kabul etmezler çünkü içten içe Lilithlerden korkarlar. Erkeklerin şiddet uygulamasının en büyük nedenidir bu. Aşağılık kompleksine kapılırlar zira bilirler, karşısındaki kadın eşsizdir. Havvalığını bir kenara bırakıp Lilith olursa ona karşılık verir. Bu yüzdendir ki erkekler Lilith'i her zaman zincirlemek zorunda hissederler. Bizden Havva gibi davranmamızı saf, masum, itaatkâr olmamızı fakat Lilith gibi görünerek seksiliğimizi ve dişiliğimizi kaybetmemizi isterler. Onlar için yatak odasında şeytan, hayatlarının diğer bölümlerinde birer melek olmalıyızdır.

İnsanların beni kategorize etmesinden bıkmıştım.

Sıfatlardan nefret ediyordum.

Her daim beni etiketlemeye çalışan toplum, öfkemi harlıyordu. Yaşlı teyzelerin bana bakarken neden hâlâ evlenmemiş olmamı sorgulaması, orta yaşlı adamların kıyafetlerime karışması, okuldaki hocalarımın bile geleceğimin nasıl sonuçlanacağını tahmin etmeye çalışmasından yılmıştım. Sürekli bir maske takıyordum. Çevremdeki insanların görmeleri gereken o kadın olmaya çalışıyordum. Aksi takdirde dışlanır, ötekileştirilirdim.

Toplum acımasızdı. Bu yaratılıştan gelen bir zalimlikti çünkü o zaman bile beklentiler vardı. İnsanlar had nedir bilmiyor, bir başkalarının hayatlarında söz sahibi olmayı kendilerine hak görüyorlardı. Hepimiz prangalara vuruluyor, dizginlenmeye çalışıyorduk yoksa nasıl yaşayabilirdik ki mercek altında?

Ben kendi zincirlerimi koparalı yıllar oluyordu.

Zihnine yenilerek intihar etmiş bir adamın kızı olarak baskı görmeye başladığım on yaşımdan beri, kimsenin üzerimde söz sahibi olmasına izin vermiyordum. Etrafımdaki insanların adıma konuşmalarını duymuyor, onları umursamıyordum çünkü bunu yapmazsam biliyordum ki dayanamazdım.

Babam bana asla boyun eğmemem, itaat nedir bilmemem gerektiğini söylerdi. Annem bunu yapmaya kalktığında diş gösterse de kendi kızının karısı gibi olmasını istemezdi. Bu da böyle bir çelişkiydi. Eh, ne de olsa o da bir erkekti.

Onun gidişiyle başlayan yalnızlığımı sahiplendiğimde kendi yolumu çizmeye karar vermiştim.

Minimal bir yaşamı kendime misyon edinerek az insan, az eşya, az düşünce, az yorum, az iletişim yollarıyla benliğime çokça huzur depolamıştım. Bunun sonucunda şu an var olduğum kadın haline gelmiştim.

Ben bir Lilith'tim.

Kimsenin sözüne itaat etmeyen, kendi bildiğini okuyan, yalnız kalmaktan korkmayan, insanlar tarafından tabulaştırılan o kadındım.

Ve halimden memnumdum.

Bedenime yansıyan kırmızı ışığın altında beklemeye devam ederken, başımı dikleştirerek etrafıma baktım. Üzerimde dolaşan gözlerde gördüğüm şey, tebessüm etmeme neden oldu. Dakikalar sonra kavga edecek iki kadını izlemek üzere yerlerini almış olan topluluğun bakışlarında açlık vardı.

Yüzyıllar geçmişti fakat umut aynı yöndeydi. İnsanlar başkalarının acılarından keyiflenmeye devam ediyordu. Şimdi bulunduğum bu mekânın içindeki erkeklerin çoğu iki kadının savaşından duyacakları haz ile birkaç gün egolarının tatminliğinde keyif çatacaklardı. Kadınlar ise bu hale düşmedikleri ve düşmeyecekleri için kendilerini üstün göreceklerdi. Ben de kısa bir an için yüzümdeki maskeyi sıyırıp içimdeki canavarı onlarla tanıştıracaktım.

Türkiye'nin zengin ve ünlü simalarının yerlerine geçmesiyle tok bir erkek sesi mekânı ele geçirdi. Görüş alanımda bulunmayan bir adam, neşeyle şakıyarak gecenin başladığını anons ettiğinde büyük bir alkış koptu. Islık çalan ağızlardan dökülen nidalar zihnime kazınırken derin bir nefes aldım.

"Bahisler kapandığına göre sıra maçın başlamasında!" Bağırışıyla yeniden kopan alkış tufanının sonlanması saniyeler aldı. "Sol köşede bu yıl bir kez olsun yenilmeyen dövüşçü, İsimsiz."

Gözlerimi metrelerce ötemde duran kadına çevirdim. Doğruca bana bakıyor, benim gibi dik durmaya çalışıyordu. Esmer tenine geçirdiği beyaz şort ve dar üst ile bütün güzelliğini gözler önüne taşımıştı. Benliğini örttüğü çarşaf olmadığında bambaşka bir insan gibi görünüyordu. Ördüğü uzun saçlarını geriye attı ve yeşil gözlerindeki öfkeyle bana baktı. Nedensiz bir kin vardı bakışlarında. Bana duyduğu anlamsız nefret ile gerilen vücudunu aramızdaki mesafeye rağmen görebiliyordum. Birazdan kozlarımızı paylaşacak olmak ürkütücü bir hal almaya başlayabilirdi tabii ringe adımımı attığım an beni insan yapan bütün duygularımı bir kenara bırakacak olmasaydım.

Tanıtım sırası bana geldiğinde neşeli sesin desibeli arttı. "Sağ köşede ise boyun eğmek nedir bilmeyen dövüşçü, Lilith."

Birbirine çarpılan ellerin yarattığı ahenk ruhumda bir kıpırtı meydana getirdi. Adımı yakaran yabancıların heyecanı beni de kamçılıyordu. Mekânın içine konumlandırılmış ringe ilerlemeye başladığımda aynı orantıda adımlayan rakibim de bana eşlik etti. Tellerle çevrelenmiş gerçek bir kafesi anımsatan alana yaklaştığımda köşede duran adam ile buluşan gözlerim sayesinde nefesim kesildi. Kara gözlerindeki öfke yoğunluğu duruşumu zedelemeye çalışıyordu. Aklından geçenleri tahmin edebiliyordum. Aptallığıma şaşırıyor olmalıydı. Beni anlamasını beklemiyordum. Genelde bunu kimse yapamazdı çünkü beni anlamaları için gerçekliğimi görmeleri gerekirdi ve ben buna müsaade etmezdim.

Kollarını göğsüne dolamış, heybetli bedeniyle az ilerimde dikilen adamın bir nebze de olsa bana güvenmesini dileyerek tebessüm ettiğimde yüzündeki ifadede bir sarsılma gerçekleşti. Öfkesi bakiydi lâkin kendime duyduğum güveni takdir etmeden de duramıyordu.

Ona yanaştığımda bakışlarını yüzümden ayırmadan uzanarak bileklerimi kavradı ve parmaklarıma sardığım bandajın sıkılığını kontrol etti. Yüzümü tavaf eden gözleriyle iç çekip konuştuğunda dudaklarından sıyrılan sözleri zihnime not ettim.

"Rakibinin sol bacağında yara var. Yeni gibi duruyor, acısı tazedir."

Kaşlarımı çatarak doğruca ringin diğer tarafına baktığımda, kastettiği noktaya odaklandım. Lelah sol bacağındaki diz kapağının altını siyah bir bandaj ile sarmalamıştı. Hektor söylemese yaralı olduğunu anlamaz, denge bantlarıyla dövüşe çıktığını zannederdim.

"Oraya saldır. Bir noktadan sonra acı eşiği zayıflar ve pes eder."

Karşımdaki adamın tok sesiyle tekrar ona baktığımda endişesi midemin kasılmasına neden oldu. Kaygısı saf ve katıksız ilgiye karışan öfkesinin ardında saklanıyordu.

Başımı sallayarak onu anladığımı belirttiğimde hâlâ bileğime dolanmış olan elleriyle karşımda dikildi. Beni bırakmak istemiyor gibi bir hali vardı. Tavrına tezatlık oluşturan bir resmiyet ve soğuklukla konuştuğunda aniden geri çekildi. "Dikkatli ol."

Dudağımın kenarı yavaşça kıvrıldığında onu şaşırtan tebessümüme engel olamadım. Korku nedir bilmez bir adama benziyordu. Bana her zaman yıkılmaz bir dağı anımsatıyordu. Sanki hiçbir şey onu etkilemez, tufan kopsa onun tek bir dalını oynatamazdı. Eğer böyleyse neden şu an karşımda çaresizlik nedir anlamamı sağlayan bir ifadeyle duruyordu?

Bakışlarımı kaçırarak ringe çıktığımda, ağızlığımı takarak köşeme iliştim. Topuz haline getirdiğim saçlarımı sıkılaştırarak kâküllerimi savurduğumda, hafif bir tempoda zıplayarak ısınmaya çalıştım. Çıplak ayaklarım keçe kumaşın üzerinde aşınırken derin nefesler aldım.

Lelah karşıma geçtiğinde gözlerim bir kez daha üzerinde dolaştı.

Doğduğu yerde onun sesini, ismini, görüntüsünü almışlardı. Benliğini gölgelemek istemişler, ona konuşma hakkı vermemişlerdi. Toplumu onun Havva olmasını istemiş, bunun için çabalamış ve ona fikrini sormadan baskıya maruz bırakmıştı.

Tebessüm ettim.

Karşımda bütün dik başlılığı ve meydan okuyan bakışlarıyla dururken anlıyordum ki aslında o da bir Lilith idi.

Düzene ve zincirlere karşı koyan, bunun uğruna yuvasını terk ederek annesiyle kardeşi için savaşan bir kadındı. Ona saygı duymamam imkânsızdı. Lelah'ın bakışları yüzümdeki tebessüme kaydığında, alaycı bir tavır sergilediğimi düşünerek öfkelendi. Oysa öyle bir amacım yoktu. Yine de istediği sonuca varabilirdi çünkü ona olan saygım dövüşte yumuşak davranacak olmamı sağlamazdı.

Ringin ortasına yerleşen hakem uzun boylu, orta yaşlı bir adamdı. Ringin karşısında, ilk sırada oturan otel sahibine bakan hakeme ona eşlik ettim. Yuvarlak gözlüklerini karanlığa rağmen takan kişi, üzerine geçirdiği beyaz gömleğindeki düğmelerin yarısını açarak göğsünü göz önüne sermiş, siyaha çalan uzun saçlarını salarak yüzünü gölgelemeyi başarmıştı. Kalın purosunu dudaklarından çekip başını yavaşça salladığında, elinde duran uzun taşlı bastonu sıkıca kavradı. Maçın başlayabileceğini işaret vermesiyle hakem Lelah ile beni yanına çağırdı.

Siyah tişörtlü, orta yaşlı adamın işaret ettiği noktaya ilerlerken gözlerimi karşımdaki kadından ayırmadım. Yeşillerindeki öfkeyle yüzümü tavaf ediyordu. Oldukça agresif bir tavır içerisindeydi. Sanırım kendini maçtan önce bu şekilde motive ediyordu. Ben buna ihtiyaç duymuyordum çünkü kendimden emindim.

Babamın ölümünden sonra geçirmeye başladığım öfke nöbetleriyle ara verdiğim dövüş sporlarına geri dönmüştüm. Bana öğretmeye çalıştığı ninjutsu eğitimimi tamamlayamasam da kick boksta ustalaşmıştım. Sadece bedenimi değil, zihnimi de güçlendirmeyi ihmal etmemiştim çünkü babamın bana bıraktığı en büyük öğretilerden biri buydu. Her zaman derdi, içi boş ise en sağlam gözüken duvar bile yıkılırdı.

Stratejik davranmak ilkemdi. Her şeye politik yaklaşır, fevri davranmamak için elimden geleni yapardım.

Karşımdaki rakibime bakarak onu psikolojik olarak yıpratmak istedim ve alaycı tebessümümü genişleterek elimi ona doğru uzattım. Maç başlamadan önce selamlaşmamız gerektiğinden, kibarlığımı görmezden gelemedi. Parmakları elimi kavradığında, sıkıca sarmalamaya çalıştığı tenimi kasarak bunu yapmasını engelledim. Zümrüt gibi parlayan yeşillerine tutunarak, derinliklerinde sakladığı gerçekliği görmeye çalıştım. Korkusunu gölgelemeye, bunu öfkesini öne sürerek yapmaya çalışıyordu.

Hakem ikimizi ayırıp farklı köşelere gönderdiğinde, boynumu geriye atarak çatırdamasına neden oldum.

Kafes dövüşlerinde kullanılan bütün teknikler tamamen diğer spor dallarına ait olan tekniklerdi. İstediğin şekilde dövüşebilirdin. Kural ve acıma yoktu. Rakibin pes edene ya da bilinçsiz düşene kadar savaşırdın. On yedi maça çıkmış ve sadece bir kez yenilmiştim. Benim üç katım olan o adam yüzünden iki gece hastanede yatmış, arkadaşlarıma yalan atarak kaza geçirdiğimi söylemiştim.

On sekizinci maçımın şeref konuğu tam karşımdaydı.

Bacaklarımı omuz genişliğinde açarak gardımı almak üzere kollarımı kaldırdım. Sağ kolum vurmaya hazır bir konumda diğerinden biraz önde duruyordu. Sol kolumu yüzümü koruyacak kadar üste çıkartıp kalçamı hafifçe çevirdiğimde, parmak uçlarımda zıpladım. İşittiğim gong sesiyle maçın başladığını anladığımda rakibim haddinden fazla bir agresiflik ile üstüme atladı. Lelah ardı ardına yumruklarını savurmaya başladığında ilkinden kaçınarak eğildim. İkincisi ise kulağımı sıyırdı. Onu uzaklaştırmak isteyerek sağa doğru yönelip belimi hafifçe eğdim ve karın boşluğuna kroşemi geçirdim. Acı dolu bir nidayla mırıldanarak geri çekildiğinde, gözlerini gözlerimden ayırmadı.

Saf bir nefretle bana bakarken ikimiz de nefes nefeseydik.

Ani bir sıçramayla sağ tekmesini bana savurduğunda omzuma aldığım darbeyle sendeledim. Bedenime yayılan acı dalgasını umursamadım. Sağ yumruğunu çeneme geçireceği sırada kolumu kaldırarak parmaklarının hedefine ulaşmasını engelledim. Set haline getirdiğim kolum, yumruğunu engellediğinde vakit kaybetmeden vücudumu doksan derecelik bir açıyla döndürerek yumruk haline getirdiğim parmaklarımı çenesine indirdim. Eklemlerimdeki ağrı hissettiğim hazzı gölgeleyemedi. Rakibim geriye doğru savrulduğunda, gardımı kuşanarak etrafında adımladım.

İzleyicilerin bağırışları şiddetini artırıyor, kimisi ismimi yakararak bana destek oluyordu.

Lelah saniyeler içinde kendine gelip sersemliğinden kurtulduğunda, hafifçe zıplayarak bana yanaştı ve yumruklarını peşi sıra savurdu. Geriye çekilerek hamlelerinden sakındığımda hızla sıçrayıp kendi ekseninde döndü ve mide boşluğuma bir tekme savurarak beni ringin köşesine fırlattı.

Hissettiğim keskin acı algılarımı yıktığında geri planda duran öfkem ön safhalardaki yerini almaya başladı. Mideme saplanan azap nefesimi noktalamış, bedenimi kaskatı etmişti. Lelah üstüme atlayarak dizlerini karnıma geçirmek üzere kaldırdığında avuç içlerimle darbelerini engelledim. Tenime değen dizindeki şiddet parmaklarımı sızlattı. Avuç içlerime indirdiği darbeler bedenimin kontrolünü sekteye uğratıyordu. Yakınlığını fırsat bilerek başımı öne savurup burnuna kafa attığımda, dengesini sarstım. Açığını yakalayıp az önce bana yaptığı gibi karnına bir tekme savurdum ve onu ringin ortasına düşürdüm.

Rakibim yüzündeki acıyı saniyeler içinde yok edip hızla doğrulduğunda, ayaklanmasına müsaade etmeden Hektor'un bahsettiği bandajlı kısma tekmemi geçirerek sırt üstü uzanmasına neden oldum.

Şiddetli darbem bağırmasını sağladığında ilk raundun bittiğini işaret eden gong sesini işittim.

Alkışlar eşliğinde köşeme çekilerek demir parmaklıkların ardından bana bakan adamla gözlerimi buluşturduğumda, derin nefesler aldım ve sakin kalmaya çalıştım. Midemdeki ağrı hissettiğim adrenalin sayesinde sızısını hafifletirken Hektor'un uzattığı şişeyi aldım. Kapağını açarak sudan ufak bir yudum içtim. Bana bakan gözlerin sahibinin benden daha öfkeli ve gergin olduğunu fark etmek kaşlarımı çatmama neden oldu. Dik duruşunu bozmadan konuştuğunda işittiklerim karşısında afalladım.

"Lelah'ın antrenörü gizlice dövüşünüzü kaydediyor."

Omzumun ardından diğer tarafa bakarak gözlerini kaçıran adamı fark ettiğimde ağızlığımı çıkarıp önüme döndüm. İllegal dövüşlerin tek kuralı yaşanan her şeyin son derece gizli kalmasıydı. Bu yüzden telefonlar toplanır, kamera gibi cihazların içeriye sokulması söz konusu dahi olmazdı. Bizi kaydeden adamın yakalanması demek canının tehlikeye düşmesi demekti. Böylesine büyük bir riski niye almıştı?

"Lelah saldırgan ama kendini geri tutuyor." Kara gözlerine tutunduğumda dövüş sırasında fark ettiğim detayları ona aktardım. "Eğer bana zarar vermek için o kadar parayı kabul etmediyse başka bir nedeni olmalı." Mırıltılar halinde dudaklarımdan dökülen teorim ile içime bir sıkıntı yerleşiverdi. "Sence onu tutan ruh hastası bunca zahmete sırf nasıl dövüştüğümü görmek için mi girdi?"

Parmaklarımın arasında duran şişeyi aldı. Kararlı bir tınıyla emretti ve ben komutanını dinleyen bir asker gibi ona kulak verdim.

"Agresif davranıp kızı kışkırt. Saldırganlığına rağmen yine de kontrolünü kaybetmezse cevabımızı almış oluruz."

Mantıklıydı. Rakibimin sınırlarını zorlarsam düşüncemin doğruluğundan emin olabilirdim. Başımı hafifçe sallayıp geri çekildiğimde planını uygulamak üzere önüme döndüm ve ağızlığımı takarak içimdeki ateşi harlamaya çalıştım.

Lelah köşesinden ayrılıp karşıma dikildiğinde, işittiğim gong sesiyle vakit kaybetmeden sol ayağımı tabanını yerden ayırmadan eksen vazifesi görmesi için çevirdim. Sağ ayağımı yukarı kaldırırken dizimi karnımın orta seviyesine çektim. Vuruşumu mümkün olduğu kadar yükselterek tekmemi savurduğumda, Lelah boğazının birkaç santim altına aldığı darbeyle geriledi. Nefesinin kesilmesini fırsat bilerek aparkata başvurdum. Yumruk haline getirdiğim parmaklarımı sıkarak aşağıdan yukarıya doğru bir yol çizdim ve çenesinin altına vurdum. Gerileyerek kafesin demirliklerine çarptığında, şaşkın bakışlarını gözlerime iliştirdi. Benden beklemediği bir performansla karşılaşmış olmak onu şaşırtmış olmalıydı. Rakiplerimin genel algısı buydu. Benim gibi narin ve zarif görünen bir kadının böylesine vahşileşebileceğini düşünmeyerek peşin hükümlü davranıyorlardı. Bu da onları yenmemde bana yardımcı olan bir etken haline geliyordu.

Karşımdaki kadın saniyelik bir zaman diliminde sersemliğini bir kenara bıraktı. Damarına basmıştım, görebiliyordum. Yeşil gözlerinde bir tufan kopuyordu.

Şu an üstüne atlayıp işini bitirebilirdim fakat karşılık vermesini istiyor, şiddetini ölçmeyi diliyordum. Alev saçan bakışlarına tutunarak alaycı bir mizaç ile tebessüm ettiğimde bağırarak bana doğru koşmaya başladı. Bir anda üstüme atlayıp kollarını belime doladığında, bileğime ayağını geçirerek dengemi sarstı ve anlamadığım bir çeviklikle beni yerle bir etti. Sırtımın zeminle buluşması nefesimi keserken başımı çarpmam üzerine dünyam kararır gibi oldu. Yumduğumu fark etmediğim gözlerimi aralayarak kendime gelmeye çalıştım fakat başarılı olamadım çünkü çeneme inen yumruk ile savrulan başım bana zaman tanımadı.

Zihnimde bir uğuldama vardı.

Bakışlarım beni izleyen adamı buldu. Ellerini ardında birleştirmiş, bir yay gibi gerilmişti. Sanki benden bir işaret bekliyordu. Ona istediğini versem saniyesinde beni bu çukurdan çıkaracaktı. Oysa anlamalıydı, hissettiğim acı kendime duyduğum nefreti gölgeliyordu. Hissettiğim azap, bana hâlâ hayatta olduğumu düşündürtüyordu.

Beni izleyen adama bakarak tebessüm ettiğimde katran karası gözlerindeki öfke harlandı. Aniden bir yumruk darbesi daha yiyerek başım diğer tarafa savrulduğunda, dudaklarımdan bir kıkırtı kayıp gitti. Gülüşümü örten sesler kulaklarımda yankılandı. Kalabalıktan kopan bağırışların şiddeti artmıştı.

Lelah sert oynamaya başlamıştı. Bu işime gelirdi. Şimdi ona duyduğum sempatinin üstünü örtebilirdim.

Kolumu kaldırarak sağdan yaklaşan darbeyi engellediğimde, doğrularak rakibimin karaciğerinin olduğu konuma ardı ardına yumruklarımı indirdim çünkü insan vücudundaki bedeni zayıflatan en hassas noktalardan biri karaciğerdi. Bu bilgiyle saldırdığımda Lelah acıyla bağırarak yana devrildi ve ben en az onun kadar çevik bir çabukluk ile üstüne çıktım. Az önce bana yaptığı gibi yumruğumu çenesine indirdiğimde vücutlarımızın arasındaki boşluktan bacağını kendine doğru çekti. Anlamadığım bir hızla omzuma bir tekme savurup beni geriye düşürdüğünde, havada kalan bacağına kollarımı doladım. Aynı şekilde kendini yana yatırarak bacağımı yakaladı. İkimiz de başlarımız ile birbirimizin bacaklarını sıkıştırdığımızda kilit pozisyonundaydık. Ondan önce davranarak bedenimi hafifçe yana yatırdım ve belimden kuvvet alarak çenesine sağlam bir tekme attım. Başı geriye savrulup ağızlığı fırlayarak yere düştü. Dişlerinden süzülen kanlar ve yüzüne yerleşen acıyla bacağımı saran kolları çözüldü.

Gong sesiyle bir küfür mırıldandım. İki dakika yeterli gelmemiş, onu pes ettirememiştim. Ayağa kalkarak kendine gelmeye çalışan kadına baktığımda dudağını patlattığımı gördüm. Çenemdeki sızıyla ağızlığımı çıkarıp köşeme çekildiğimde sırtıma saplanan acıyı umursamadım.

Parmakların arasından bana bakan adama yanaştığımda inme inmiş gibi duruyor olmasına endişelenerek ona yanaştım. Bakışlarını benden ayırmadan öylece bakmaya devam ettiğinde, konuşma ihtiyacı hissettim. "İyi misin?"

Dudaklarımdan dökülen sözlere eşlik eden kesik nefeslerim başımı döndürdü. Sorum ile tek kaşı havalandı. Birkaç adımda yanıma sızıp aramızdaki mesafeyi kapattı ve ben nedensizce parmaklıkların bizi ayırdığına şükrettim çünkü ilk defa gözüme bu kadar korkutucu geliyordu. Çenesini öyle bir güçle sıkıyordu ki her an kendine zarar verebilirdi. Boynunda atan damar gözle görülür bir ritme sahipti. Bakışlarındaki karanlık üzerime çöktü. "Bu soruyu benim sana sormam gerekmez mi?"

Sızlayan bedenim sorusunu cevaplar gibi acıyla kasıldığında, dudaklarımı birbirine bastırarak tepki vermemeye çalıştım.

"Güzel yüzünde morluklar var. Rakibin saniyeler önce az kalsın bilincini kaybetmene neden olacaktı ve ben bir korkuluk gibi burada dikilmekten sıkılmaya başlıyorum." Tok sesinde hayat bulan her kelime intihara meyilliydi. "Ayrıca şu antrenör bozuntusu biraz daha ceketinin cebine iliştirdiği kamerayla sizi çekmeye devam ederse bu gece burada bir değil, iki dövüş gerçekleşecek."

"Yüzümü güzel mi buluyorsun?"

Dudaklarımdan kayıp giden sorum ile afalladığında, tebessüm ettim. Onunla dalga geçtiğimi sanabilirdi fakat asıl amacım öfkesini sonlandırmaktı.

"Cidden söylediklerim arasından ilgini çeken tek kısım bu mu?"

Başımı aşağı yukarı sallayarak onu yanıtladığımda gözlerini devirdi.

"Kızın sana büyük bir zarar vermek adına tutulmadığı bariz." Ellerini demirliklere yaslayarak üzerime kapandığında yanında minicik kaldım. "Anlaşılan ona parayı veren manyağın tek derdi senin dövüşünü izlemek ki bunun nedenini deli gibi merak ediyorum."

Konuyu değiştirmesini umursayamadım çünkü doğru söylüyordu. En azından içinde bulunduğumuz durumdan çıkarabileceğimiz en mantıklı sonuç buydu.

"Maçı bitir."

Emir niteliğindeki sözleriyle duraksadım. Ona karşı çıkamayacak kadar sersemlemiştim.

"Antrenörü sıkıştırmak istiyorum." Sinsi bir tebessüm ile diğer tarafta kalan adama baktığında aklından geçen şeylerin kan ve acıyla süslendiğine emindim. "Onu konuşturabilirim."

Haklıydı.

Dövüşü noktalayabilirsem maçtan sonra gerçekleşecek kutlama sırasında onunla konuşabilir, Hektor'un aklındaki planı gerçekleştirmesine zemin hazırlayabilirdim. Ayrıca az önce yüzünü dağıttığım kadınla da görüşmek istiyordum. Bildiği şeyleri öğrenebilirsem bir sıfır öne geçebilirdik. Başımı sallayarak onu anladığımı belirttim. Gerileyip önüme döndüm ve ağızlığımı takarak durdum.

Lelah dudaklarındaki kanı silerek ağızlığını taktığında, oldukça öfkeli görünüyordu. Alınmaca yoktu, sonuçta o da az kalsın benim çenemi kırıyordu.

Karşıma dikildiğinde ikimiz de gardımızı aldık ve gong sesi duyuldu.

Lelah sabırsız bir tavırla sağ bacağını kaldırıp bir tekme savurduğunda, geriye çekilip elim ile ayağını ittirdim ve aynı hızla sol bacağımı ona savurdum. Benim gibi darbemi engelleyerek eğildiğinde, hızla karın boşluğuma yumruğunu geçirdi. Vücudumun bir puta dönüşmesine neden olan sızı nefesimi tutmamı sağladı. Hissettiğim acıyla dişlerimi sıktığımda emin oldum, kavgamız alevlenmeye başlıyordu. Tezahürat sesleri gittikçe artarken izleyiciler de bunun farkına varmış gibi ayaklandı. Lelah sol yumruğunu çeneme geçirerek gerilememe neden olduğunda, çevik bir hareket ile dengemi sağlayıp gelecek diğer yumruğu engelledim ve duruşu için büktüğü dizine sert bir tekme attım. Acıyla homurdanarak yeşillerini gözlerime kilitlediğinde, öfkem arşa tırmandı.

Öncü bir atak ile yumruklarımı karşımdaki kadına savurduğumda hepsinden ustalıkla kaçındı fakat tekrarladığım el hareketlerimden sonra bir tekme savuracağımı fark edemediği için gelecek hamlemi kestiremedi. Bunu fırsat bilerek ona yanaştım ve ellerimi omuzlarına iliştirip onu eğdikten sonra kaldırdığım sağ dizimi iki kere karnına geçirdim. Hissettiği acıyla bağırarak beni ittirdiğinde, dirseğini göğsüme geçirerek beni kendinden uzaklaştırdı.

Aramızdaki mesafenin verdiği fırsatla eğildim ve eksenimde dönerek uzattığım bacağımın yardımıyla ayağını kaydırdım. Yere düşmesiyle topuğumu karnına geçirecektim ki kendini yuvarlayarak uzaklaştı. Kalkmasına izin vermeden bir tekme daha savuracağım sırada bacağımı yakalayarak dengemi bozdu ve beni çekerek yere, yanına düşürdü. Üzerime atlayacağını fark ederek önce davrandım. Karnına geçirdiğim tekmeyle geriye savruldu ve bunu kullanarak, hızla ellerimden güç alıp doğruldum. Yine karşı karşıyaydık. Aynı anda kollarımızı kaldırıp gardımızı aldığımızda kalabalıktaki haykırışlar kulağımı tırmaladı. İzleyiciler kana açtı ve birimizin diğerinin işini bitirmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı.

Saldırıya geçerek karşımdaki kadına doğru bir atakta bulunduğumda eğilerek belimi kavradı ve beni kendiyle birlikte yerde yuvarladı. Sırtıma çıkarak kollarını boynuma doladığında, kesilen nefesim ile alarma geçtim. Gözlerim irileşmiş, ciğerlerimden bir çığlık yükselmişti. Soluğumun noktalanması kanımı kaynattı. O üstümdeyken hızla doğruldum. Bacaklarını belime dolayarak bana adeta yapıştığında, boynumdaki baskını artırdı. Görüş alanıma giren siyah lekeler bana bilincimin her an veda edebileceğini düşündürttü.

Bedenime dolanan kadından kurtulmalıydım.

Hem de hemen.

Gerileyerek üstümdeki kadını kafesin demirliklerine çarptım. Bedenine saplanan acıyla inlese de beni bırakmadı. Kendimi öne çekerek bu sefer daha sert bir şekilde sırtının kafese girmesine neden oldum. Bütün sesler boğuklaşmış, zihnimdeki şalter hissettiğim öfkeden dolayı atmıştı. Çarpmanın etkisiyle boynumdaki kollarından biri baskıyı yitirerek öne savruldu. Onu kavrayarak eğildim ve var gücümle üstümdeki bedeni savurarak yere çarptım. Bağırışı mekânda yankılanırken derin nefesler alarak ona doğru sendeledim.

Pes edeceğini düşünsem de beni haksız çıkararak doğrulmaya çalıştı. Ona vakit tanımadan yakasına yapışıp dizimi karnına ardından da çenesine geçirdim. Acıyla gerilediğinde peşini bırakmadım ve bu sefer yumruklarımı bedenine vurarak her darbemde şiddetimi artırdım. Bu saçmalığı sonlandırma isteğim beni çileden çıkarmıştı. Sersemleyen ifadesiyle bana baktığında, noktayı koyarak son bir tekme savurdum ve rakibimin kafesin demirliklerine çarparak yere yığılmasını izledim.

Lelah, yüz üstü düşmüş gözlerini yumarak acıyla inlemeye başlamıştı. Kalabalık ise adımı haykırıyor, bahsi kazananlar beni ilahlaştırıyordu. Hakem rakibimin yanına giderek saymaya başladığında, kesik soluklarım ile başımı dikleştirdim. Vücuduma saplanan acılar tebessüm etmeme neden oluyor, hastalıklı bir zafer sevinci benliğimi kuşatıyordu.

"Yedi, sekiz, dokuz."

Hakem doğrularak maçın bittiğini işaret ettiğinde, kalabalığın sevinci katlanarak arttı. Ruhumu ele geçiren tatmin duygusu benliğimi rahatlatan bir maddeden farksızdı. Damağımda mayhoş bir tat bırakan haz, soluğumu güçlendirdi.

Gözlerimi rakibimden ayırdığımda omzumun ardından geriye baktım. Yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamıyordum. Beni izleyen bir çift katran karası göz ile buluştuğumda afalladım. Gözlerimi kısarak ona doğru döndüğümde, gördüğüm şeyin gerçekliğine inanamadım. Hektor parmaklıkların ardında dikilirken beni şaşırtan bir neşeyle tebessüm ediyordu. Az önceki öfkesi yerini farklı bir duyguya bırakmıştı. Gözlerinde gördüğüm şey, kalbimi tekletti.

Beni izleyen adamın bakışlarında bir hayranlık vardı.

Sanki benimle gurur duyuyordu.

Lelah yerinden doğrulamayarak sağlık ekipleri tarafından kafesten çıkarıldığında, hakem yanıma gelerek bileğimi kavradı. Kolumu kaldırarak kazandığımı resmen anons ettiğinde, üzerime yağan alkışları karşılayarak gülümsedim.

Bütün ıstırabım tam bu noktada sonlanıyor ve ben yaşadığım süreç boyunca tam olarak bu anlarda gerçekten hayatta olduğumu hissediyordum.

Kafesten çıktığımda Hektor yanıma gelerek, omuzlarıma siyah hırkamı bıraktı. Ter içinde kalan bedenimi örtüp bana baktığında gözlerine odaklandım.

"Umarım paranı Lelah'ya yatırmamışsındır."

Derin bir kuyuyu anımsatan gözlerinin ardında bir mum ışığının cılız aydınlığı vardı.

"Bütün servetimi uğruna feda edebilirim, Lilith." Bana yanaşarak bir şeyi anlamamı ister gibi kelimelerinin üstüne basa basa konuştu. "Kazansan da kaybetsen de."

Bana hitap ediş şekli kalbimi dağladı zira Lilith, gece demekti.

Boğazımda bir düğüm meydana geldi. Bilmeden bana gerçekliğim ile seslenmiş, yine içimdeki o küçük kıza dokunmuştu.

Başımı döndüren şey o muydu, yoksa aldığım darbeler mi emin olamadım fakat halimden memnundum çünkü sözlerindeki doğruluğu gözlerinden görebiliyordum. Hektor'un bakışları bir süre yüzümü tavaf etti. Ardından kaşlarını çatarak etrafı izledi. Kalabalık kutlama için servis edilen içkilerini yudumlamaya başladığında kaybedenler bir köşede ağlaşmak ile meşguldü. Mekânı terk eden ve gözden kaybolan kişiler ise Lelah ve antrenörüydü.

Kendi eksenimde döndüğümde bakışlarımla etrafı taradım. Sırtım Hektor'un bedenine çarptığında, hissettiğim acıyla dudaklarımı birbirine bastırarak sessiz kaldım. Canımın yandığını belli edersem içimi yiyen bir üslup ile söylenmeye başlardı.

"Lelah'ı tıbbı bakım için götürmüş olmalılar." İşittiklerim beni rahatlattı. "Onu bulsan iyi olur, ben de antrenörü ararım."

Başımı sallayarak son kez ona bakıp yanından ayrıldığımda, omuzlarımda duran hırkayı üzerime geçirdim. Kafesin yanında duran spor ayakkabılarımı aceleyle giydim. Mekânın içinde hızla adımladığımda bana değen gözler ve kulağıma erişen tebriklere tebessüm ederek karşılık verdim.

Arka tarafta kalan koridora ulaşıp, sağlık görevlilerinin bulunduğu alana yürümeye başladığımda kalbim gümbürdedi. Maçın heyecanına kendimi öylesine kaptırmıştım ki perdenin arkasında saklanan gerçeği unutmuştum. Lelah bana zarar vermek için tutulmamıştı. Kibirli davranmak istemezdim fakat onda o potansiyel yoktu. Eğer benim için bir tehdit oluşturmamak adına görevlendirildiyse bundan çıkarılacak tek mantıklı sonuç, onu kiralayan kişinin dövüşümü izlemek istemesiydi.

Dudağımı dişleyerek yürümeye devam ettim.

Bu arzuyla yola çıkan psikopat her kim ise direkt dövüşün olduğu yere gelmek istememişti. Aklıma değen gerçeklikle duraksadığımda düşüncelerime hayret ettim. Bunca zahmete girerek dövüşümü birinci elden izlemek istememesinin nedeni yüzünü göstermemek olabilirdi. Durum buysa varılacak sonuç, simasını tanıyabileceğimi düşünmesiydi.

Ne yani, bu oyunu kurgulayan hastalıklı zihin tanıdığım biri miydi?

Nefesimi kesen bu düşünce başımdaki ağrıyı şiddetlendirdi. Paranoyaklık ettiğime inanmak istiyordum. Belki de bunca zahmete girmesinin asıl nedeni kimliğini riske atmamaktı. Onu tanımasak bile yüzünü yine de göstermek istememiş olabilirdi ya da bu gece daha önemli bir planı vardı ve zamanını benim saldırganlığım ile harcamak istememişti.

İç geçirerek homurdandığımda yürümeye devam ettim. Olasılıklar fazlaydı ve hepsi de akla yatkın geliyordu. Bariz olan şeyin ardındaki gizem ise asıl odaklanılması gereken noktaydı. Ruh hastası manyak, neden benim dövüşümü görmek istemişti? Bunun altında nasıl bir art niyet vardı?

Mekâna girerken herkes aranıyordu. Lelah'ın antrenörü o kamerayı sokarak büyük bir riski göze almıştı. Bu yüzden başı belaya girebilirdi. Belki de adamı bununla tehdit edersek korkup bizimle işbirliği yapardı. Tabii bunun için önce onu bulmamız gerekirdi.

Sağımda kalan siyah perdeyi çekerek sağlık görevlilerin bulunduğu alana girdiğimde, bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Boş sedyelerin arasından bana doğru gelen hemşire gözlerime tutunduğunda konuştu.

"Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?" Tebessüm ettiğinde bakışlarını yüzümde dolaştırdı. "Çenene bakmamı ister misin?

Sözleriyle yüzümde morluklar olduğunu hatırladım. Başımı iki yana sallayarak teklifini reddettim. "Bu geceki diğer dövüşçü yani İsimsiz, nerede?"

"Ah, saniyeler önce gitti."

Verdiği cevap ile göğsüm sıkıştı. "Gitti mi?"

"Evet, aslında dinlenmesi gerekirdi ama takım elbiseli bir adam gelip onu aldı." Eliyle koridorun sonunu işaret etti. "Gideli çok olmadı, belki yetişirsin."

Yerimden fırladığımda perdenin ardından sıyrılıp, koridorun sonuna doğru koşmaya başladım. Acil durumlar için konumlandırılan çıkış kapısını fark etmek kendime öfkelenmeme neden olurken salaklığıma hayret ettim. Olasılıkları iyi değerlendirememiştik ki bu, benim sindirebileceğim bir aptallık değildi. Parmaklarımı kapının uzun demirine iliştirip ittirdim. Omzumdan yardım alarak kapıyı araladım. Kendimi aniden ara sokağa atarak soğuk havanın yanan tenimi kırbaçlamasını sağladığımda, hızla önümden geçip giden arabanın ardından bakakaldım. Siyah araç sağa dönerek gecenin içinde kayboldu ve ben yenilginin verdiği acımtırak tat ile kalakaldım. Ellerimi saçlarımın arasından geçirerek lanet okudum.

Lelah ellerimizin arasından kayıp gitmişti.

Az önceki galibiyetimin üstüne çöreklenen mağlubiyetim algılarımı köreltti. Elbette kaçıp gideceklerdi, bizimle sohbet etmek için partiye kalacak halleri yoktu.

Sinirle homurdanıp kendime sövdüm. Kötü haberi Hektor'a ulaştırmak üzere içeriye girerek hızlı adımlar ile koridorda ilerlemeye başladım ve üzerimden düşen büyük hırkayı çekiştirdim. Bu gecenin sonunda elde ettiğimiz tek şeyin, hiçbir şey olması kanıma dokunuyordu.

Dövüşün gerçekleştiği alana girerek gözlerimle etrafı taradığımda karşılaştığım manzarayla öfkem harlandı. Sanırım karşımdaki tablo yenilgimi ikiye katlıyordu.

Tek kaşım havalanırken yanağımın içini dişledim. Antrenörü bulması gereken adam, az ilerimde payetli elbiseleriyle disko topu gibi parlayan iki sarışın kadın ile konuşuyordu. Bunun bir nedeni var mıydı, yoksa ciddiyetsizin teki miydi? Sonuçta buraya eğlenmek için gelmemiştik. Bunun farkındaydı, değil mi?

Kadınların yüzlerindeki gülümsemeler sinirlerimi bozduğunda Hektor'un zorlama tebessümünü gördüm. Bakışlarımı üzerinde hissetmiş gibi aniden bana döndü ve ifadem onu keyiflendirmiş olmalıydı ki dudağının kenarını kıvırdı. Benden gözlerini ayırmadan bir şeyler söyleyerek kadınların yanından ayrıldığında, kollarımı göğsümde birleştirdim. Beyefendi tanımadığı insanlarla flört ederken ben bizi bu noktaya getiren manyağı bulmak için oradan oraya koşturuyordum.

Ellerini siyah pantolonun ceplerine iliştirerek karşıma dikildiğinde, ona dik dik baktım.

"Lelah gitti." Beklediğimden daha öfkeli çıkan sesim ile dişlerimi sıktığımda kendimi tutamayarak söylendim. "Antrenörü bulman gerekmez miydi?"

"Aynen ama dikkatim dağıldı." Başıyla gerisinde kalan kadınları işaret etti. "Paralarını sana yatırmışlar. Tebriklerini iletmemi söylediler."

Dikkatim dağıldı mı demişti o?

Histerik bir tebessümle ona yanaşarak gözlerinin içine baktım. Dilimin kemiği kırıldı ve engel olamadığım bir sinir harbi gün yüzüne çıktı. "Bence sen burada kal, dikkatini dağıtmaya devam et çünkü yardım etmekten başka her şeyi yapıyorsun. Bu olaya ciddiyetle yaklaşmadığın sürece de yanıma yanaşma."

Ardımı dönüp gideceğim sırada alaycı tebessümünün genişlemesiyle kalakaldım.

"O kadınlar ile konuşuyordum çünkü daha öncesinde Lelah'ın antrenörünün yanındaydılar." Sözleriyle beni afallattığında, yanıma yanaşarak kişisel alanımı yerle bir etti. Gözlerindeki ışıltı duyduğu keyfin nişanesiydi. "Sana sarışınlar ilgimi çekmiyor dememiş miydim?"

Sorusuyla yutkunamadım. Beni dinlediğini hatırlayarak bakışlarımı kaçırdığımda kendime kızmakla meşguldüm.

Tok sesini işittiğimde gözlerimi tekrar ona çevirdim.

"Dikkatimi dağıtan şey, edindiğim bilgi oldu. Pembelinin söylediğine göre Lelah'ın antrenörü bir parti düzenliyormuş."

"Güzel, adamın partisine gidip onu kıstırabiliriz ama yine de Lelah'ı kaybettik." Dudağımı dişleyerek başımı iki yana salladım. "Ondan daha fazlasını öğrenebilirdik."

Cebinden telefonunu çıkararak ekranı bana çevirdiğinde, gür sesiyle konuştu. "O zaman Lelah'ın çantasına takip cihazı yerleştirmem iyi olmuş."

Ekranda yanıp sönen kırmızı noktaya bakarak gülümsediğimde kendime engel olamamıştım. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatarak başımı kaldırdım ve siyah diyebileceğim kadar koyu olan gözlere tutundum.

"Gerçekten insanı sinir eden bir yapın var," dediğimde başını dikleştirerek bakışlarını kaçırdı. Saklamaya çalışsa da tebessümünün genişlediğini görmüştüm. "Teşekkür ederim."

Gözlerimi devirerek gülümsememi gizledim ve ona ardımı dönüp ilerledim. Hızlı davranıp otelden çıktığımızda maçtan önce Hektor bütün eşyalarımızı arabaya yüklediği için şanslıydık. Şortumun ve sporcu sutyenimin açıkta bıraktığı tenim üşümeme neden olduğunda kalın hırkaya sıkıca sarıldım. Lüks aracı getiren valeye Hektor para verirken ben çoktan arabaya binmiş ve klimayı sonuna kadar açmıştım. Vücudumu ısıtmaya çalışarak hırkanın kollarını avuç içime çektikten sonra arkama yaslandım.

Hektor saniyelerin ardından yanımdaki yerini aldı ve çatılan kaşlarıyla bakışlarını yüzümde dolaştırdı. İç ışığı açarak ortamı aydınlığa kavuşturdu. Boş bir ifadeyle ona bakmaya devam ediyordum ki beklemediğim bir anda parmaklarını yanağıma iliştirdi. Sıcak dokunuşu, aralık duran dudaklarımda bir soluğun can vermesine neden oldu.

Hafifçe dokunuyor, sanki kırılmamdan korkuyordu. Bakışlarını renk değiştirmeye başlayan yaralarımda dolaştırdığını anladığımda sertçe yutkundum.

"Buz tutsak iyi olur."

Emir niteliğindeki sözlerini bu denli etkili kılan şey, ses tonuydu. Öfkelendiğini belli ediyor, gördüğü manzaradan hoşnut olmadığını dile getiriyordu. Bakışlarını yakalayarak konuştum. "İyiyim ben. Canım acımıyor."

Tek kelime etmeden gözlerimin içine bakmaya devam ettiğinde, yüzünün yarısını aydınlatan sarı ışığın ifadesindeki güzelliği harmanladığını gördüm. Temasını sonlandırmıyor, sadece bana bakıyordu.

Yakınlığı içimi titretti. Kokusu ciğerlerimi dolduruyor, algılarımı yerle bir ediyordu. Eğer biraz daha bu şekilde dursaydı kendimi kaptırabilirdim fakat o bunu fark etmiş gibi aniden geri çekildiğinde boşluğa düştüm. Benden esirgenen sıcaklığıyla sırtımdan bir ürperti geçti. Bakışlarımı kaçırarak bu garip atmosferi sonlandırmaya çalıştım.

"Takip cihazına göre Lelah nerede?"

Arabayı çalıştırıp telefonunun ekranına baktı. "Taksim."

Hızla yola koyuldu. Emniyet kemerimi takarak dudağımı kemirdim. Gözlerimi dışarıda dolaştırıyor, üzerimde yarattığı gereksiz etkiden sıyrılmaya çalışıyordum. Dolmabahçe Caddesi'ne doğru sola döndüğünde, beni yoran sessizliği noktalamaya çalışarak konuştum.

"Hemşire, Lelah'ın takım elbiseli bir adam ile mekândan ayrıldığını söyledi. Sanırım yemekteki adamdan bahsediyordu."

"Kâzım Abay," dedi bütün dikkatimi ona vermeme neden olarak. "Adamı gözüm tutmayınca araştırdım. Kiralık biri. Para söz konusu olunca her şeyi yapan tiplerden. Lelah'ı korumak için tutulmuş olmalı."

Kaşlarımı çattım. Ne yani, bütün bu olanları planlayan ruh hastası üzerime saldığı rakibime para vermek ile kalmamış bir de onu koruması için bir adam mı kiralamıştı?

"Peki antrenör?"

"Asıl tuhaf olan o." Başparmağını direksiyona vurarak bir süre sessiz kaldı. Nişantaşı istikametine doğru sağa döndükten sonra gözlerimizi buluşturdu. "Adam eski dövüşçülerden. Varlıklı biri. Sözde iki yıl önce elini ayağını bu işlerden çekmiş ama ne hikmetse bu maç için emekliliğini bir kenara bırakmış." Tek kaşını kaldırdı. "Yersen tabii."

Öğrendiklerinin altında saklanan sırları net bir şekilde görebiliyordu. Haklıydı, söyledikleri saçmalıktan ibaretti.

İşaret ve başparmaklarımın yardımıyla altdudağımı çekiştirmeye başladığımda düşüncelerime daldım. Lelah para ile tutulmuş bir dövüşçüydü. Bana rakip olmasının nedeni de o ruh hastasının nasıl dövüştüğümü görmek istemesiydi. Zaten en başından bu maçı talep eden oydu. İşini şansa bırakmamış, ortamı kendi elleriyle hazırlamıştı. En azından bizim bulabildiğimiz tek mantıklı yanıt buydu. Detayları zihnimdeki listede maddeledim. Eski bir dövüşçüyü antrenör olarak yanına vermişlerdi ve bu adamın tek vasfı kavgamızı kameraya almaktı. Koruma olacak takım elbiseli adam ise maç esnasında gözüme çarpmamıştı. Belki de bir köşeye sinmiş ve olanları izlemişti.

Peki onun bu denklemdeki yeri neydi?

Lelah'ı benden korumak için tutulmuş olamazdı ne de olsa kızı öldürecek halim yoktu. Bakışlarımı yanımdaki adama çevirdim. Boğazım aklıma düşen ihtimal ile düğümlendi. Belki de Lelah'ı benden değil, Hektor'dan korumak istemişti. Kabul etmek istemesem de inkâr edemezdim. Yanımdaki adam, tehlikeli biriydi.

Aniden bakışlarımızı buluşturduğunda göz kontağımızı yitirmedim.

Onun hakkında bildiklerim hayra alamet şeyler değildi. Bir başkası benim yerimde olsa bırak onunla ortaklık kurmayı, yan yana bile bulunmazdı. Aslında mantıklı olan ve yapılması gereken buydu fakat açıklayamadığım bir şey vardı. Aynı aracın içinde bulunduğum adam, bu katran karası gözlerin sahibi bana yabancı gelmiyordu. Öyle olduğunu biliyordum ama bende uyandırdığı hissiyat böyle değildi. İçimde bir nokta vardı. Daha önce tatmadığım bir güven duygusunun düğmesi o noktaydı. Bu zamana kadar bir tek kişinin eli değmişti o düğmeye. Yabancı, unuttuğum şeyleri anımsamak istememe neden olurken mantığımı kullanamıyordum. Bunun sonucunda varacağım yeri kestiremesem de umursamadım. Şu an için yapmam gereken onun yanında kalmaktı. Aksi takdirde hiçbir şey elde edemezdim.

"Bakışlarındaki korkunun kaynağı ne?"

Sen ve senden gelecek her şey.

"Belirsizlik." İç geçirerek konuştuğumda yalan söylemiyordum. "Belirsizlik, beni delirtir."

Bakışlarımı kaçırdım ve yolu izlemeye başladım. Tek kelime etmeden arabayı meydanda boş bulduğu bir yere park etti. Merakla doğrulup telefonuna baktım. Birkaç dakikalık yürüme mesafesinde olduğumuzu anlamamı sağlayan kırmızı noktaya varabilecek oluşumuz beni heyecanlandırıyordu.

Arabanın kapısını araladığım sırada Hektor'un sesini işittim. "Böyle üşümeyecek misin?"

Sorusuyla ilk ona ardından üstümdekilere baktım. Bacaklarımı açıkta bırakan şortum işimi zorlaştıracaktı lâkin katlanamayacağım bir şey değildi. Üzerimdeki kalın hırka uzunluğuyla beni sarmalıyordu.

"İyiyim ben." Tebessüm ettim. "Kış kızıyım, unuttun mu?"

Cevap vermeyip durumdan hoşnut olmadığını belli eden bir ifadeyle bana bakmaya devam ettiğinde, daha fazla vakit kaybetmek istemeyerek arabadan indim. Ardından kapıyı kapatıp bakışlarımı etrafta dolaştırdım. Saatin gece yarısına ulaşmasına rağmen aralık ayında varlığını koruyan kalabalık insan popülasyonuyla karşılaştım. Taksim'e gelmeyeli yıllar olmuştu, bu yüzden ne yöne gitmem gerektiği konusunda emin olamıyordum.

Hektor sorunuma bir çözüm niyeti göstererek yanıma geldiğinde, telefonuna baktığını fark ettim. Yanımda duran adamın elindeki cihazı görmek isteyerek parmak uçlarımda yükseldiğimde anlayabildiğim tek şey, kırmızı noktanın hâlâ yanıp söndüğüydü.

Hektor başıyla ileriyi işaret etti. "Buradan," diyerek kısa ve net bir komut verdiğinde hızla ilerledi.

Bacak uzunluğu sebebiyle attığı adımlara yetişmek için adeta tempolu bir koşu sergiledim. Bunu fark ederek geride kalmamam adına bir anda duraksayıp eliyle bileğimi kavradı. Derin nefesler alarak temposuna ayak uydurmaya çalışıyordum ki bakışlarım bileğimde sarılı olan parmaklarına kaydı.

Varlığının bana hem güç vermesi hem de beni zayıf kılması mantıklı mıydı?

Hiç sanmıyordum.

Köşede kalan mavili dondurma ve meyve suyu yazan standın önünden geçerek sağa döndüğümüzde dar bir sokağa girdik. Tarihi yapısıyla solumuzda kalan binaya göz attım ve orasının bir mağaza olduğunu gördüm. Hektor adımlarını yavaşlatarak telefonuna baktığında, doğru yerde olup olmadığımızı anlamaya çalışıyor gibiydi. Balık evi yazılı tabelanın altında beklerken gözüme çarpan detay ile kolunu dürttüm. Çin restoranı ve balıkçının tam arasında kalan küçük kapı aralıktı ve üzerinde motel tabelası asılıydı. Hektor bana bakarak tebessüm ettiğinde, dikkatli oluşumdan memnun kalmış gibiydi.

Beni çekiştirerek motele yönelttiğinde, yine emirler yağdırmaya başladı. "Oda numarasını öğrenmeye çalışacağım. Sen ağzını açma." Kara gözleri etrafı yokladı. "Burası bana pek tekin bir yer gibi gelmedi."

"Gelse şaşardım zaten," diye mırıldandığımda çatık kaşlarla baktı bana. Derin bir nefes alarak konuştum. "Genel olarak sürekli tetiktesin. Her an tehlikedeymişim gibi hissetmeme neden oluyorsun."

"Öylesin zaten." Hektor bakışlarını yüzümde gezdirdi. "İkimiz de tehlikedeyiz, Feray. Bunu anlayıp ona göre dikkatli hareket etmen lazım. Gözümün üstünde olamadığı zamanlarda aklım sende kalmamalı."

Kara gözlerindeki kararlılık omuzlarımı düşürmemi sağladı.

"Gözünün benim üstümde olmasına gerek yok." Ona yük olmak istemiyordum. Biz saçma bir oyun için bir araya gelmek zorunda kalan iki yabancıdan ibarettik. Beni sorumluluğu haline getirmesine ihtiyacım yoktu. "Ben başımın çaresine bakabilirim."

İç geçirerek öfkeyle soludu.

"Biliyorum, Lilith." İmalı hitabıyla alaycı bir tebessüm etti. "Bu gece karanlık tarafınla tanıştım, bu yüzden başının çaresine bakabileceğinin farkındayım." Aniden tekrar ciddileşti. "Ama bilmediğin şeyler var. Hâlâ durumumuzun ciddiyetini kavrayamadın. Bizi bir araya getiren manyağın hayatını nasıl etkileyebileceğini bilmiyorsun. Bu yüzden kendini bu kadar ilahlaştırıp başıma bir şey gelmez diyerek işini olasılıklara bırakma." Bana yanaşarak üzerime eğildiğinde, alanımı işgal eden kokusuyla sırtımdan bir ürperti geçti. "Şimdi müsaaden olursa bu saçma diyaloğu sonlandırıp Lelah'ı bulmak istiyorum."

Bileğimdeki elini çekerek yanımdan geçip gittiğinde, sinirle dişlerimi sıktım. Beni gıcık etmesinden duyduğum öfkeyle derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştığımda, ardıma dönerek otele doğru adımladım. Onun söylediklerini ciddiye almamalıydım. Kendisini benden üstün görmesine müsaade edersem belki egosu tatmin hissiyatıyla dolar ve gözünü üstümden çekerdi. Hayır, aksi takdirde biraz daha bana kırılgan, narin bir cam parçası muamelesi yaparsa canını yakacaktım. Beni tanımıyordu bile fakat her ne hikmetse içgüdüsel olarak üzerime kalkan gibi çökmesi gerektiğini düşünüyordu.

İçine adımladığım motelde bakışlarımı dolaştırırken yüzümü ekşitmeden edemedim. Ağır bir kokuyla karşılanmak elbette ifademi sarsmıştı. Sarıya boyanmış duvarların önüne yerleştirilmiş mor koltukların bir kısımları yırtıktı. Ayağımın altındaki eski, uzun halı kir içindeydi. Koridorun sonunda kalan merdivenlerin önünde küçük bir resepsiyon bölümü vardı. Genç bir adam arkasına yaslanmış, gözlerini kapatmış uyukluyordu. Kareli, mavi gömleğinin ilk iki düğmesi yanlış bağlanmıştı. Kahverengi saçları dağılmıştı ve oturduğu masanın üstü abur cubur paketleriyle doluydu.

Hektor tezgâhın üstünde duran zile elini geçirip tiz bir sesin mekânı inletmesine neden olduğunda, uyuklayan adam yerinden sıçrayarak doğruldu. Az kalsın sandalyesinden düşecekti ki son anda dengesini buldu. Sersemlemiş bir ifadeyle Hektor'a döndüğünde ela gözleri yanımdaki adam ile benim aramda gidip geldi.

"Hoş geldiniz," dedi mağrur sesiyle. Üstünü düzelterek gözlerini ovuşturduktan sonra mırıldandı. "Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Lelah Talaya isimli misafirinizin oda numarasını öğrenmek istiyorum."

Hektor'un alt metninde kalan tehditkâr tınısını idrak etmem saniyelerimi bile almamıştı fakat aynı şeyi muhatap olduğu adam için söyleyemezdim. Görevli esneyerek başını geriye atıp umarsız bir tavır ile mırıldandığında, şansını zorladığını fark ettim. "Söyleyemem, yasak."

Hektor'un bakışlarına yerleşen acımasızlık aşina olmadığım ve asla olmak istemeyeceğim bir yıkıma sahipti. Aniden parmaklarını adamın yağlı saçlarına geçirip kavradığı tutamlar ile görevlinin kafasını masaya çarptığında, çıkan ses yerimden sıçramama neden oldu. Aralanan dudaklarımdan bir nida kayıp gittiğinde acıyla bağıran adam benim sesimi örseledi.

Hektor net ve bıkkın bir tavır ile isteğini tekrarladı. "Oda numarası, hemen."

Görevli kalkmaya çalışıp bir şeyler gevelediğinde, uykusunun açıldığına emin oldum. Yüzümü ekşiterek arkamı dönüp bu görseli zihnimden atmaya çalıştığımda karşılaştığım bakışlar ile buz kestim.

Karşı binadan çıkan kadın siyah çarşaf ile örtülmüştü. Açıkta kalan koyu yeşil gözleriyle onu tanımamam imkânsızdı. Hissettiğim heyecan ve şaşkınlık bedenimin alev alev yanmasına neden oldu. Beni fark etmesiyle donakalan Lelah, ne yapacağını bilemez gibi yüzüme bakarken kolunda asılı duran çantasına sıkıca sarıldı.

"Hektor," dedim kendime gelmeye çalışarak. Ardından adeta fısıldadığımı idrak edip daha yüksek bir sesle konuştum. "Hektor."

İşaretimi alan tek kişi arkamda duran adam değildi. Lelah, onu fark etmesi ve içine düştüğü dehşetten çıkmasıyla hızla koşmaya başladı. Bir küfür savurup kendimi otelden dışarıya attım ve peşinden gittim. Yanan baldırlarım işimi zorlaştırsa da az ilerimdeki kadına yetişmeyi başarabilmiştim.

Lelah ardına dönüp baktığında onu takip ettiğimi gördü ve hızını artırdı.

Saniyeler içinde sağa döndü ve dar sokakların arasında kaybolmaya çalıştı. Az kalsın onu gözden kaçıracaktım ki son dakikada ona yetişerek ardından gitmeye devam ettim. Dünyadan soyutlanmış, sadece birkaç metre ilerimde koşan kadına odaklanmıştım.

"Lelah!" diye bağırdığımda beni duysa da durmadı. Ona zarar vermek niyetinde olmadığımı görmesini istedim. "Sadece konuşmak istiyorum."

Beni umursamadan koşmaya devam eden kadın, sola dönerek Tarlabaşı'na giden yokuştan inmeye başladığında ardımdan gelen adamın bize yetiştiğini fark ettim. Taksim ile Tarlabaşı'nı ayıran caddeden süratle geçen arabalar yolunu kestiğinde son dakikada Lelah durmak zorunda kaldı yoksa ezilecekti.

Şimdi birkaç adım gerisindeydim.

Lelah bunu fark ederek öne atılacağı sıra kolunu kavrayarak onu kendime çevirdim ve gözlerinin içine bakarak yalvarırcasına konuştum. "Lütfen, dur. Sana zarar vermeyeceğiz." Titrek bir soluk dudaklarımdan kayıp gitti. "Seninle konuşmam gerek."

Lelah, Arapça bir şeyler geveleyip geriye çekildiğinde kaçmadı ve aramıza belli bir mesafe koyarak bana baktı. Yeşil gözlerindeki korku, yüreğimi yakıyordu. Ürkek bir ceylan gibiydi. Kurtların ortasına düştüğünü zannediyor olmalıydı ki zarar göreceğine bu denli emindi. Oysa ciddiydim. Onun canını yakmayı istememiştim. Şimdi de istemiyordum. Ben onu görebiliyordum. Yaşamaya çalışan bir kadın oluşuna şahitlik ediyordum. Hayata karşı verdiği savaşı devam ettirebilmesi için elimden geleni yapardım, sadece bana onu kimin tuttuğunu söylemesi yeterdi.

Ellerimi teslim olur gibi kaldırdığımda Hektor az gerimde durdu. Ona bakarak daha fazla yaklaşmamasını işaret ettikten sonra tekrar önüme döndüm. Ne yapacağını bilemez gibi etrafa bakan kadına karşı sıcak bir tebessüm ettiğimde, istemsizce dikkatini bana vermek zorunda kaldı.

"Sorun yok," diyerek onu rahatlatmaya çalıştım. Güvenini kazanabilirsem bu durumdan kârlı çıkabilirdim. "Biz kötü insanlar değiliz." Sözlerim onu sorgulamaya itmiş olmalıydı ki kaşlarını çatarak bir bana bir ardımdaki adama baktı. "Dövüşte canını yaktığım için üzgünüm ama o sadece bir maçtı. Şu an gerçek hayattayız ve sana bir zarar vermeyeceğim." Başım ile bizi izleyen adamı işaret ettim. "Merak etme, o da vermeyecek."

Bir erkeğin varlığından rahatsız olduğunu bakışlarından sezebiliyordum. Hektor'u yok saymasını umarak bütün dikkatini bana vermesi için çabaladım.

"Senin gibi güçlü bir kadının, başka bir kadına yardım etmek isteyeceğine eminim." Gururunu okşayarak güvenini kazanmaya çalıştım. "Bu yüzden korkup kaçma. Sadece neden rakibim olman için sana para verildiğini öğrenmek istiyorum."

Onu anladığımı bilmesini istedim.

Güçlü biri olduğunun fark edildiğini görürse cesaretlenebilirdi.

Hâlâ sessizliğini koruyor olsa da kaçmaya yeltenmemesi umut vaat ediyordu. Bir anda en zor sorudan başladığımı fark ederek metodumu değiştirdim. Bana yavaşça açılmasını sağlamalıydım. "Yanındaki takım elbiseli adam, o nerede?"

"Gitti."

Küçük bir çocuğun ürkekliğini sesinde yaşatan kadına baktığımda kalbimin orta yerine bir acı saplandı. Gözlerini, gözlerimle buluşturduğunda birkaç saniye yüzümü inceledi. Zümrüt rengine boyanmış olan bakışlarında büyük bir korku vardı. Beni tartıp biçiyor, sanki bir yargıda bulunmak istiyordu. Saniyelerin ardından bir karara varmış gibi dilinin kilidini biraz da olsa kırdı.

"Bana verilen paranın yarısını alıp beni otelde bir başıma bıraktı."

Dudaklarından dökülen sözleri işittiğimde şaşkınlığımı yüzüme yansıtmadım. Başımı yavaşça sallayıp onu anladığımı belirttim. Hâlâ havada olan ellerimi indirdiğimde neler olduğunu öğrenmek adına tekrar konuştum lâkin cümlelerim bir cevaba gerek duymadan canımı yaktı.

"O adam, sana zarar verdi mi?"

Bu soruyu sormama beni teşvik eden etken kadının gözlerindeki korkuya eşlik eden rahatlama duygusuydu. Adamın gittiğini söylerken derin bir nefes almış, sanki büyük bir yükten kurtulmuş gibi omuzlarını dikleştirmişti. Gözlerinden bakışlarımı ayırmadım ve karşımdaki kadının konuşmasına gerek duymadan sorumun cevabını almış oldum.

Lelah'ın bakışlarındaki acı öfkelenmemi sağladı. Bu dünyaya, bu insanlara sinirliydim. İçine doğduğum yüzyıl, bir azap çukurundan beterdi. Shakespeare haklıydı, cehennem boştu. Bütün şeytanlar aramızdaydı. İnsan suretine bürünmüş iblisler, kanımızı değil ruhumuzu istiyordu.

"Bu şehri terk etmeliyim. Ortadan kaybolmalıyım. Şu an sizinle konuşmamalıyım ama gücüm kalmadı."

Bir damla yaş yeşil gözlerinden akıp gittiğinde, sesindeki yalvarışa iliştirilen kelimeler bir hançer olup kalbime saplandı.

"Sana gitmeni söylemiştim. Beni dinlemen gerekirdi."

Çatılan kaşlarım ile karşımdaki kadına bakarken göğsüme yerleşen sızı bir buz kadar soğuktu ve üşümeme neden oluyordu. Kalbimin yangınına tezatlık oluşturan akımın içinde kalakaldığımda çenem kilitlendi.

Kapı aralığından önümüze atılan notu gönderen kişi Lelah idi.

"Neden?" diye fısıldarken buldum kendimi. "Niye beni uyarmaya çalıştın?"

Yeşil gözlerindeki keder yoğunluğu algılarımı köreltiyordu. Karşımdaki kadın büyük bir ıstırabın içindeydi. Bunu bakışlarından anlayabiliyordum. Bir şey vardı. Parmağımı doğru noktaya koyamıyordum ama dilinin altında bir gerçek saklıydı.

Onu istiyordum.

Onu duymaya ihtiyacım vardı.

"Çünkü sen gitseydin, o istediğine ulaşamayacaktı."

Lelah'ın dudaklarından dökülen kelimeler beynimden vurulmuşum gibi sersemlememe neden olduğunda aceleyle konuştum. "Kim? Kimden bahsediyorsun?"

"Beni kız kardeşim ile tehdit etti." Derin bir nefes alıp başını dikleştirdiğinde, neden bana pişmanlıkla baktığını anlamadım. "Eğer bu gece seni oyalamasaydım onu öldürecekti."

Oyalamak mı?

Biri ona beni bu gece meşgul tutması için mi para vermişti?

"Bana isim ver." Bir adım atıp ona yaklaşmaya çalıştığımda hızla geriledi. Dişlerimi sıkarak kendime kızdım ve anında geriye çekilip mesafemizi korudum. Lelah bana bakarken yavaşça başını iki yana salladı. "Veremem. Sana söylersem kız kardeşimi kendi ellerimle öldürmüş olurum."

Hayır, bu doğru değildi. Onu koruyabilirdim. Ruh hastasının ona ulaşamamasını sağlayabilirdim. Bunu yapabilirdim, değil mi?

Lelah önce bana ardından Hektor'a baktı. Gözlerindeki hüzün ile tekrar bana döndüğünde karanlığın içinde parlayan yeşillerinde bir çatırtı meydana geldi. Sanki ruhu parçalara ayrılmış, ondan geriye kalanlar dışarıya yansımıştı.

"Özür dilerim."

Bir şey söylemek isteyerek dudaklarımı araladığımda karşımdaki kadının gözlerinden bir damla daha yaş aktı. Bir mırıltı halinde konuşarak kelime-i şehadet getirdiğinde sanki sükûnet dolu bir haykırışın eşiğindeydi. Aniden kendini geriye atarak son sürat ilerlemekte olan bir otobüsün bedenine çarpmasına neden oldu.

Acı dolu bir çığlık boğazımı yakarak beni terk etti.

Lelah'ın bedenini beraberinde sürükleyerek giden araç, saniyeler içinde asfaltı yakan bir fren sesiyle durdu.

Ona doğru koşmak istedim. Buz kesen bedenimi hareket ettirmeyi dileyerek bir adım attığımda vücudum kaygan bir sıvı gibi dağıldı. Ona yardım edebileceğimi zannederek tekrar öne atıldığımda, belime dolanan kollar sıkıca bedenimi kavrayarak beni kendine hapsetti.

Rüzgârda uçuşan peçesiyle aralanan yüzünü görebiliyordum.

Vücudu tuhaf bir açıyla bükülmüştü. Yüzünün yarısı kan içindeydi. Değerli bir taş gibi parlayan yeşil gözleriyse doğruca bana bakıyordu. Belki hayal görüyordum ama bir yandan da emindim.

Lelah'ın ifadesinde bir huzur vardı.

Sanki tebessüm ediyordu.

Hektor'un kollarına düşerek bütün gücümün bedenimden çekildiğini hissettiğimde, beni ayakta tutan tek şey oydu. Bir şeyler söylüyordu ama duyamıyordum. Umurumda olan tek şey, yine bir kadının ölmüş olmasıydı.

Havva, Lilith'e yenilmişti ve en acısı da onları karşı karşıya getiren haricinde bir kazanan yoktu.

Yasak meyvenin tadını damağımda hissettim.

Oysa bu, işlediğim ilk günah bile değildi.

B Ö L Ü M   S O N U

Seviliyorsunuz!

Continue Reading

You'll Also Like

24.3M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
10.9M 358K 70
Karanlığın Aç Çocukları Serisi, Akılbaz (1.kitap) ve Canbaz (2.kitap) olmak üzere burada yayımlanmaktadır. ____ Parmak uçlarım geniş omuzlarına doku...
9.9M 526K 42
Burası bir kar küresiydi, biz de içindeki figürler. Bizi tutup salladılar, ne olduğunu anlamadık, alt üst olduk...
TARUMAR By YAREN

Teen Fiction

1.1M 71.5K 46
Uyuşturucu bağımlısı olan bir kız, yatırıldığı psikiyatri merkezinde hayatını değiştirecek genç bir adamla tanışır. 12.04.2021/ Gerilim #1 07.05.2021...