Seeking For √

By cuyeoni

18.4K 1.4K 1.4K

"Aradıkların içinde gizlediğin şeylerdir." "Sen nerdesin?" Tüm hakları saklıdır! More

Giriş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16/Final

Bölüm 9

807 77 90
By cuyeoni

Medya - Z. Tao-Zhang Yixing ve Suho'ya yapışık bir adet Sehun :") / EXO-K Hurt

Belki bir şeylere sahipsin ama kendi varlığın yok.

Franz Kafka

"Ne demek istiyorsun?"

Hâlâ çenem onun omzundayken mırıldandım. "Diyorum ki asıl beni özgür bırakması gereken senken, seni özgür bırakan benim. Daha mutlu olacağın yerlere git."

Sağ kolunu boynuma dolayıp yanağıma yaslandı. "Seni özgür bırakamam ve özgür olmak da istemiyorum."

"Ama ben çok yoruldum."

"O zaman bekleyeceğim. Adım atmak yerine bana adım atmanı bekleyeceğim, Sehun."

Gülümsedim. "En azından bunu yaptığın için teşekkür ederim.

Gözlerimi açtığımda, birkaç santim ötemdeki gözlerin bana odaklandığını gördüm. Kris ile iki gece önce yapmış olduğumuz konuşmayı rüya olarak gördükten sonra onu bu kadar yakınımda görmek afallamama neden oldu. Gülümsedi.

"Günaydın." dedi Kris, kış güneşi penceremden içeri süzülüp onun sarı saçlarını aydınlattığında.

"Günaydın." Bana olan yakınlığından kurtulmak için doğruldum. "Neden yatağımdasın?"

Kollarını başının altına alıp yandan gülümsemesini sundu. "Sen benim yatağımdasın, Sehun."

"Ha?" Verdiğim bu akıllı tepki sonrasında, odaya göz atınca Kris'in haklı olduğunu gördüm. "Buraya nasıl geldim?" Sarhoş olduğumu da sanmıyordum.

"Eve geç geldin, zaten. O kadar yorgundun ki seni odana çıkarmak için yeltendiğimde, benimle uyumak istediğini söyledin."

Duyduklarım kalp krizi geçirmeme neden olmadan önce yataktan çıkmıştım. "Yok artık. Kâbus falan görmüş olmalıyım."

Saman yığınına dönmüş saçlarımı elimle yatıştırırken Kris'te yataktan çıkmış, benimle mutfağa gelmişti. "Bilinçaltın benimle olmak istiyor, kabul et."

Buzdolabından çıkardığı sütü, benim çıkarmış olduğum kâseye doldururken kaşlarımı çattım. "Rüyanda görürsün, Kris. Ayrıca o benim kâsem."

Kris, istifini bozmadan gevreği doldurup yemeye başladı. Göz devirip yeni bir kâse aldım ve karşısına oturdum.

"Bir şey soracağım, Kris."

Ağzındakini çiğnerken başını salladı.

"Luhan'ın tanımadığım bir arkadaşı var mıydı? Sana bahsettiği?"

Kris, gözlerini kaşığından ayırıp bana diktiğinde, bir süre yutkunamadım. "Son zamanlarda Luhan ile çok ilgilisin, Hun-ah."

"Kötü bir şey mi?"

"Hayır, aksine aşmaya başladığını düşünüyorum ve bu beni sevindiriyor. Unutmak yerine üstüne gitmen çok iyi. Belki bu sayede sen ve ben, yani biz..." Sonlara doğru sesi kısılıp fısıltıya dönmüştü. Cevap vermedim. Boğazını temizleyip tekrar konuşmaya başladığında, soruma yanıt alabilmiştim. "Emin değilim ama biliyorsun ki Luhan iyi kalpli biriydi. Nasıl bir arkadaştan bahsettiğini söylersen, hatırlayabilirim."

Kaşığın içinde yüzen gevreklerle bakışmaya devam ederken "Emin değilim. Belki de bir fahişe." diye mırıldandım.

Kris, kısa bir öksürük nöbeti ile sarsıldı. "Sanırım böyle birini biliyorum."

Kaşık gürültü ile kâseye düşünce birkaç süt damlası masaya yayıldı. Devam etmesi için ona bakıyordum. "Minseok ile bir gece o tarz bir yere gittiğinden bahsetmişti ama hastalık kapmaktan korktuğu ve o sıralar beni sevdiği için" Gözlerini kaçırıp devam etti. "odasına gelen kadınla muhabbet etmekten öte, bir şey yapmadığını söyledi. Kadının hayat hikâyesi onu çok etkilemiş. Arkadaş olduklarını söylediğini, hatırlıyorum."

"Adını falan biliyor musun? Ya da onunla görüştün mü?"

Başını iki yana salladı. "Luhan oldukça kıskançtı, Sehun. Bu yüzden hiç tanışmadım. Adını da hatırlamıyorum."

Başımı sallayıp gevreğe geri döndüm. Beynimin içinde ihtimaller yüzerken telefonumu çıkarıp Suho'ya mesaj attım.

"Bu arada, birazdan çıkarım. Akşama geç dönerim. Bir şey istiyor musun?" Mesajı gönderip mutfaktan çıkan Kris'in ardandan seslendim. "Pizza!"

Oda kapısını kapatmadan yanıtladı, beni. "Bol peynirli! Tamamdır!"

***

"Atıştırmalık bir şeyler getireyim mi?" Salonda oturan Suho'ya seslendim, cips paketlerini açarken.

"Neden olmasın."

Gülümseyip cipsleri tabaklara doldurdum. Bira kutusunu da koltuğumun altına alıp salona yöneldim.

Suho, ikili koltukta oturmuş, beni izliyordu. Yüzünde, hiç eksik olmayan büyüleyici gülümsemesi vardı.

Yanına oturduğumda "Demek Luhan, Yuri ile arkadaşmış, ha?" diye sordu. Başımı sallayıp onu onaylarken televizyonun kumandasını alıp rast gele bir kanal açtım.

Çıkan kanalda milli takımın maçı vardı. Hatırladığım şeyle Suho'ya döndüm. "Şu Çinli futbolcuya nasıl ulaşacağız?"

Suho, ağzına attığı cipsi büyük bir gürültü ile yiyordu. Elindeki bilgisayarı bana çevirdi. "Ulaşmamıza gerek kalmadı. Çünkü birkaç ay önce kalp krizi geçirerek ölmüş."

"Nasıl yani? Durduk yere mi?"

"Sanmıyorum. Bir yıl önce takımdan ayrılmış ki bu Yuri'nin öldürüldüğü aydan birkaç ay sonrasına denk geliyor. Takımdan ayrıldıktan dört ay sonra da Kore'ye gelmiş." İnternetteki haberi gösterip devam etti. "En sonunda ise kalp krizi ile ölmüş. İnanılır gibi değil."

"Ne düşünüyorsun peki?" Bira kutusunu kafama diktim.

"Büyük ihtimal Yuri'nin ölümünü araştırmak isterken öldürüldü."

Ağzımdaki birayı hızla püskürtürken genzime kaçan cips yüzünden nefesim kesilmişti. Mosmor olduğumu hissediyordum. Nefes borumda takılı kalan hava akciğerlerime inmek için çaba sarf ediyordu.

Suho, arkamdan bana sarıldı ve kollarını karın boşluğumda kenetleyip beni hızla yukarı çekti. Ağzımda ne varsa hepsini çıkarıp bitkin bir şekilde Suho'nun üzerine yığıldım.

"Ölüyordum." dedim kesik kesik nefes almaya çalışırken.

Suho'nun melodik kahkahası kulağımın yanında çınlarken bulunduğumuz konum kafama dank etmişti. Suho, koltukta oturuyordu ve ben onun kucağındaydım! Sırtımdaki varlığını hissederken yutkundum.

Karnımda kavuşturduğu kollarını daha da sıkarken sanki mümkünmüş gibi varlığını daha da yakından hissetmiştim. Kalbim at yarışlarındaki jokeyin hızı gibi süratle çarparken onun bu sesi duyduğuna emindim. Başımı, onun omzuna bıraktım. Yanağı yanağıma değmişti.

"Çok garip değil mi, Sehun? Profesyonel ve oldukça sağlıklı bir futbolcu birden bire kalp krizinden ölüyor."

Nefesi yanağıma çarparken asıl garip olan şeyin, biz olduğunu ona söylemek isterdim ama beynim mayışmıştı. Karda oynadıktan sonra kuvvetli yanan sobanın yanında mayışmak gibi huzur dolu bir mayışma.

"Ama sana daha garip olanını söyleyeyim. Zhang evli bir adam."

Sanırım uyuma işini sonraya ertelemeliydim. Gözlerimi açık tutmaya çalışarak "Kiminle?" diye sordum.

"Çinli model Zhang Victoria ile."

Dudaklarımdan uzun bir ıslık kaçtı. "Vay, o kadın çok güzel ve Zhang onu aldatmış mı?"

Kıkırdadı. "Aşk işte, kimde duracağını bilmiyor."

"Tıkandık mı? Yani kime gidebiliriz ki?"

Karnımdaki eller, gazı olan bir bebeğin rahatlaması için nasıl hareket ederse o şekilde hareket ediyordu. "Hayır, Yuri'nin eski mekânına bakacağız."

"Nasıl? Seul'de hatta Kore'de milyon tane mekân var."

"Sehun..." Küçük bir kahkaha tenimi ürpertirken vücudum koltuğa doğru hareketlenmişti. Bedenimin yarısında hissettiğim ağırlık nefesimi kesmişti. "... Mortem Bar'ın patronu sence alelade bir mekâna gider mi?"

Elleri yüzümü keşfe çıktığında, 22 yaşında değildim. İki yaşındaydım. "Gitmez mi?"

Burnuma ufacık bir öpücük kondurdu. "Gitmez ve ben nereye gitmiş olabileceğini tahmin ediyorum."

"Nereye?" Burnuma tekrar ufak bir öpücük kondurup üzerimden atladı ve sehpanın üzerindeki anahtarları aldı.

"Hazırlan Sehun, gidiyoruz."

***

Seul'ün hiç bilmediğim ara sokaklarında ilerlerken güneş batmıştı. Suho, yan koltukta oturup nereye gitmem gerektiği noktasında beni yönlendiriyordu. Artık arabanın gidemeyeceği sokağa geldiğimizde, arabayı park ettim ve yürümeye başladık.

Seul, kalabalık bir şehirdi ama bu sokak iki kat kalabalıktı. Kaybolmamak için Suho'nun elini tuttum. Ne var yani, tabiî ki de sadece kaybolmamak için! Bunun huzur bulmakla alakası yok! Her neyse, Suho nereye gideceğini biliyor gibiydi.

Birkaç dakika yürüdükten sonra dışı cafcaflı bir binanın önünde durmuştuk.

"Burası ülkenin en meşhur ve işlek mekânı, Sehun. Şu adamı görüyor musun?"

Gösterdiği yere baktığımda, esmer, pembe saçlı bir adamın keskin bakışlarla etrafı süzdüğünü gördüm. Oldukça tüylü gri bir kürk giymişti. Parmakları yüzüklerden görünmüyordu.

"O Z.Tao. Buranın sahibi."

"Nasıl bilgi alacağız?"

"Oraya gidip polis olduğunu ve güzel bir gece geçirmek için Yuri'yi istediğini söyle."

Kocaman bakışlarımı ona çevirdim. "Neden hep ben?! Ayrıca bu adam salak değil ya, Yuri'nin öldüğünü bilmeyen bir polisten şüphelenir."

Yanağımı sıkıp "Çünkü beni herkes tanıyor ama seni değil." dedi. "Ayrıca bunu ondan bilgi almak için yaptığını düşünecek. Klasik polis mantığı."

Somurtup dediğini yaptım ve Z.Tao denen adama doğru ilerlemeye başladım. Bu işin sonucu Luhan'ı açıklığa kavuşturacak ve pişmanlığımı silecekse, yapacaktım.

"Merhaba." dedim, rahat görünmeye çalışarak. "Komiser Wu Sehun." Kris'in soyadını kullanmak daha cazip gelmişti. "Güzel bir gece için burayı önerdiler."

Tao, komiser olduğumu duyunca hızla toparlandı ve oturduğu sandalyeden kalktı. İnanmıştı.

"Hoş geldin, komiser. Sahip olduğum tüm fırsatlar emrinde. Kimi istersin?"

Sırıtıp "Yuri." dedim.

Tao, ölü kızın ismini duyduğunda, anlık duraksadı. Sonra gözlerini kısıp bana baktı. "Gerçekten polis misin?"

Sanırım, sıçtım.

Çok bilmiş Suho(!) neredeydi?

Ne yapacağıma dair beynimin içinde çanlar çalarken aklıma gelen ilk fikri uyguladım. Tao'yu kolundan hızla çekip bedenime yasladım ve cebimdeki silahı ona doğrulttum. "Gerçek bir polis olup olmadığımı öğrenmek ister misin?"

Kocaman gözlerini kırpıştırıp ağzını açıp kapadı. "Bana zarar verme, lütfen. Bak arkadaşlarınıza da anlattım. Yuri'nin isteyeni çoktu, çok fazla. Hepsini reddediyordu ama içlerinden biri Yuri'ye kafayı takmıştı."

Sustuğunda, böbreğine dayadığım silahı daha çok bastırdım. Küçük bir çığlık attı. "Ah, dur! Tamam, devam ediyorum. Sonra bir gün o adam, korumasını gönderdi ve Yuri'yi satın aldı. Devamını haberlerden öğrendim. Lütfen, bildiğim bu kadar!"

Kolundaki tutuşumu sıkılaştırdım. "Adam kimdi? Adı ne?"

"B-bilmiyorum. Adam hep gizliydi. Sadece korumasının adını biliyorum. Bir dakika." Masaya doğru uzanmasına izin verdim. Kalın ve eski bir defteri çıkartıp sayfaları hızla çevirmeye başladı. "İ-işte burada. Chanyeol. Park Chanyeol."

Titreyen parmakları ile gösterdiği yere baktım ve sayfayı tek hamle ile yırttım. "Sağol, dostum."

Onu serbest bıraktığımda, titreyerek yere çöktü. Kâğıdı cebime sokuşturtup hızla Suho'nun yanına gittim. Elini tutup arabaya doğru koşmaya başladığımda, bana uymuştu.

"Sehun, silah mı taşıyorsun?"

Nefes nefese arabaya bindiğimizde, sormuştu.

"Hayır," dedim kahkaha atarken. "bu sadece bir el feneri." Suho elimdeki fenere bakıp kahkahalarla gülmeye başladı.

"Chanyeol denen adamı nasıl bulacağız?" diye sordum, ana caddeye ulaşmıştık.

"Şimdiye kadar elde ettiğimiz bilgileri tanıdığım bir polise postalayacağız. O Chanyeol'ün yerini bulacaktır."

"Suho, biz bu kadar bilgiye ulaşmışken polisler nasıl olur da ulaşamaz? Ölenleri, olanları aradaki bağı göremiyorlar mı?"

"Oculos habent et non videbunt, Sehun. Gözleri var ama göremiyorlar. Çünkü yanlış yerden bakıyorlar."

"Şu dediğin şeyi şu kâğıda yaz bakalım." dedim, gömleğimden çıkardığım kâğıdı uzatarak.

"Söylediklerimi mi kaydediyorsun?"

"Özlü söz gibiler. Hoşuma gidiyor, yaz sen."

Göz ucuyla ona baktığımda, gülümsüyordu. "Bunları kaydetmen çok hoş, Sehun-ah. Sana en sonda yardımcı olacaklar."

Kâğıdı geri uzattı.

Kâğıdı ondan geri alıp cebime sokarken daha önce fark etmediğim bir parlaklık dikkatimi çekmişti.

"Kolyen güzelmiş." dedim, su damlası şekline sahip türkuaz renkte parlayan kolyeye bakarken.

Sağ eli kolyeyi sararken en az kolye kadar parlak bakışlarını bana çevirdi. "Anımsatmadı mı?"

"Neyi?" dedim sol kaşımı kaldırarak.

Başını iki yana sallayıp gülümsedi. "Zamanı değil demek ki. Neyse, bu kolyenin ismi Aqua. Bir çeşit tılsım."

"Nasıl bir tılsım. Hem Aqua da ne demek?"

"Aqua, Latince 'su' demek. Bilirsin ki su, ölüleri kabul etmez, eğer en derinine gömülmemişse. Su, arınmak demek, temizlenmek. Aynı zamanda seni görünür yapar. Bu tılsım da, beni koruyor."

Söylediklerine odaklanıp kaza yapmaktan korkuyordum. Hızımı biraz daha düşürüp "Neden Latince?" diye sordum.

"Çünkü en güçlü büyülerin yazılı olduğu ve ruhlar âlemine geçiş kapısı olan büyü kitabı Latince yazılmış." Oldukça ciddiydi. Bunları anlatırken kaşları çatılmıştı.

Gülmemeye çalışarak "Böyle şeylere inanmıyorum." dedim.

Kızacağını düşünmüştüm ama gülümsedi. "Başına gelene kadar inanmıyor, insan."

"Senin başına geldi yani?"

Sorumu cevaplamamayı tercih etmişti. Başını koltuğa iyice yaslarken göz ucu ile ona baktım.

Yanımda oturan bu adam, öyle gizemli ki hyung, sonunda öleceğimi bilsem de kaçamıyorum.

Sanırım bölümler ilerledikçe kafalar karışıyor ki benim de yazarken kafam çok karışıyor. Hatta bir yerde mantık hatası yapmış gibi hissediyorum, bu yüzden tıkandım. Yine de hatalar varsa affola...

Continue Reading

You'll Also Like

186K 4K 4
Ailesinden sevgi görmemiş olan ve kendini kitap okumaya adayan bir genç kız. Popüler olup pek çok kişinin hayatını değiştiren Ömrüm kitabının onun da...
77.1K 15.6K 14
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
49.7K 4.4K 20
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
11.2K 355 11
yeni tanıyacaklar için 💓