MAVİ UMUTLAR(İslami Yaşantıla...

Von cikolataliBrowni

766K 46.8K 6.1K

Umutlar maviydi; gökyüzü gibi uçsuz, bucaksız... Ve gökyüzü, elimizi uzattığımızda dokunabileceğimiz bir yer... Mehr

GİRİŞ
Ⅰ-1/RÜYA
Ⅰ-2/SESLER
Ⅰ-3/ZEYNEP
Ⅰ-4/DEDE
Ⅰ-5/NEDEN?
Ⅰ-6/HOŞLANMAK
Ⅰ-7/DEĞİŞİM
Ⅰ-8/YARDIM
Ⅰ-9/SIRLAR
Ⅰ-10/SEVMEK
Ⅰ-11/İFFET
Ⅰ-12/KISKANÇLIK
SEZON FİNALİ "ŞEHADET"
FRAGMAN/1
YENİ SEZON "GİRİŞ"
Ⅱ-1/ve... ACI
ALINTI
Ⅱ-2/BEN... HAŞİM
HAKKIMDA 20 ŞEY (Meydan Okuma Etkinliği)
Ⅱ-4/NEFSLE MÜCADELE
Ⅱ-5/KIRIK KALPLER
Ⅱ-6/DONUK MAVİ
Ⅱ-7/SON OLSUN
Ⅱ-8/TEVAFUK ESERİ
Ⅱ-9/EVDEN KAÇIŞ
Ⅱ-10/GÜVEN... GÜVEN...
Ⅱ-11/BENZER HAYATLAR
Ⅱ-12/BENİM YANIMDA
Ⅱ-13/ŞAH ve VEZİR
Ⅱ-14/YENİ İNSANLAR
Ⅱ-15/KORKAN KUŞLAR
Ⅱ-16/KARMAKARIŞIK DUYGULAR
Ⅱ-17/ACI GERÇEKLER
Ⅱ-18/ÇOK YAKINDA
Ⅱ-19/ KAYBEDİLEN SAVAŞ

Ⅱ-3/KÖR ve HİSSİZ

14.6K 1K 150
Von cikolataliBrowni


◦ ◦ ◦ ◦ ◦

"Ama efendim..."

"Sana odamdan çık dedim!" Öfke, son bir haftadır bu adamın bedeninden ayrılmıyordu. Duygularının en önemli parçası olmuştu son zamanlarda. Kendini dizginleyemiyor, hoş bunu da istemiyordu. Sakinleşmek istemiyordu. O adamları eline geçirmeden önce sakinleşmeyi kesinlikle istemiyordu.

Ada'ya kimin ne yaptığını biliyordu. Haşim ve Fırat'tı Ada'yı vuran. Bundan kesinlikle emindi. Hele kızının hiç duymamış olmasına rağmen bu ismi tekrarlaması şüphelerini iyiden iyiye arttırmıştı. Kendilerine çok yanlış kişiyi düşman edinen bu kardeşlerin hiçbir şey umurlarında değildi. Onların öncelikli ve tek amacı Ada'yı vurmaktı. Sadece vurmak da değil, öldürmek, onu bu dünyadan silmekti.

İlk adımlarını atmışlardı. Ada, bir şekilde kurtulmuş olsa da diğer seferlerde neler olabileceğini tahmin edemiyordu. Ayrıca Ada, nereye kadar dayanabilecekti? Bu aralar çok sık gelmişlerdi hastaneye. Her seferinde bir korku atlatmak onu ve Emma'yı yoruyordu. Çalan telefonun ardından gelen her kötü haber, öncelikle Emma'yı mahvediyordu. Kendisi ise daha çok geriliyordu. Yine saklandıkları yerden çıktılar diye.

Bir şeyler yapmalıydı. Onların kesinlikle yakalanıp, hapse girmeleri gerekiyordu. Ancak o zaman rahat edebilirdi.

Masadaki telefon çalınca önce derin bir nefes aldı, sonra açtı telefonu. Sekreteri, Umut ve Rüzgar'ın geldiğinin haberini veriyordu. Sakin olmaya çalışıp, içeri göndermesini istedi sekreterinden. Bu aralar o kadınına da gereğinden fazla yüklenmişti. Gerçekten pimi çekilmiş bomba gibiydi bir haftadır.

Kapısı bir kez vurularak açıldı. Önde Umut, Rüzgar'la birlikte odaya girdiler. İkisi de gergindi. Üçü de aynı duyguları paylaşıyordu. Artık odada üç pimi çekilmiş adam vardı.

Herhangi bir izin almadan ikisi de oturdu. "Bir şeyler bulabildiniz mi?" Gereksiz sorularla kaybedecekleri vakitleri yoktu. Her geçen dakika aleyhlerine işliyordu.

"Hiçbir şey yok! Sanarsın karşımızdakiler profesyonel katil! Gidebilecekleri herkes soruşturuldu. Her yere adamlarımızı yerleştirdik. Onlarda şüpheli bir şey gözlemlemediler. Yer yarılıp içine girdiler sanki!"

Rüzgar'ı dinleyen iki adam da gerilmişti. Her şeye gücü yetecek paraları ve adamları olmasına rağmen, bir haftadır hiçbir şey bulamamışlardı. Karşılarındaki adamları her küçümsediklerinde, onlar daha güçlü bir şekilde karşılarına dikiliyordu. Durum, farklı boyutlar almaya başlamıştı artık.

"Umut, sen ne yaptın? Kamerada gözüken adam ne oldu?" Tek umutları, o kötü çekim yapan sokak kamerasında anlık gözüken siyahlar içindeki adamdı. O adam her kimse Ada'yı sokağın başına gelip bırakıyor, ardından gözden kayboluyordu. Sokağın diğer ucunda ise saatler sonra kalabalık bir topluluk çıkıyordu ve kimin kim olduğu ayırt edilmiyordu. Şehrin öyle virane bir sokağıydı ki, ne adamları adama benziyordu, ne kameraları kameraya. Alıştıkları lüks ortama fazlasıyla ters olan bu sokakta Ada'nın da ne işinin olduğu muammaydı.

"Hiçbir şey ayırt edilemiyor. Kamera zaten güçlükle çalışıyor. Ada'nın sokağa girdiğine dair görüntü de yok. Bir yerde çekim donmuş, öğle saatlerinde. Tekrar çekime başladığından yirmi dakika sonra da Ada, sokağın başına getiriliyor. Kamera bile bizim aleyhimize çalışmış resmen!"

Öfkeyle elini masaya vurdu Can. Ada'yı kimin vurduğuna emindiler ama polisler için görüntü şarttı. Elbette şüpheleri doğrultusunda o iki adamı araştırmaya başlamışlardı ama onlar inkar ettiğinde yalanlayacak bir delilleri yoktu. Bu yüzden de işi polise bırakmıyorlardı. Kendileri, bildikleri yönteme göre çözeceklerdi bu işi. Tabi başarabilirlerse!

"Elimizde ne delil var ne o ikili. Lan nasıl bir şey bu? Elimiz kolumuz bağlı gibi!" Rüzgar'ın aklından daha neler neler de geçiyordu ama hakaretlerini ve küfürlerini içinde tutmaya çabalıyordu. Saygılı bir insandı. Sadece Umut olsa yanında neyse de, yaşça büyük bir insanın, yanındaydı.

"Ada, halimizden şüpheleniyor. Arada bir bana bir şeyler sormak için ağzını açıyor ama sonra vazgeçiyor. Bir gün vazgeçmiyecek diye korkuyorum." Umut, olayın bir de bu yönünü düşünüyordu. Diğerlerinin tek amacı o ikiliyi bulmak olabilirdi ama birilerinin Ada'yı da düşünmesi gerekiyordu. Bu görev yine kendisine düşmüştü.

"Bu korkunu Ada'ya sakın belli etme. Bir de şuan onun gerçekleri öğrenmesiyle uğraşamam!" Can'ın da aklına ara sıra geliyordu bu düşünce ama geldiği gibi gerilere yolluyordu. Bu kadar sıkıntının içinde bir de Ada'nın her şeyi öğrenmesiyle uğraşamazdı. Öğrenmemesi gerekiyordu zaten, öğrenmesi gibi bir ihtimal olamazdı. En azından kendisi yaşadığı sürece...

"Aslında..." Umut, bir an kararsız kaldı cümlesini devam ettirmekten. Devam ederse zaten öfkeli olan adamları iyice patlama noktasına getireceği kesindi ama bu düşünce uzun zamandır kafasında dönüp duruyordu. O içinde bir kez daha karar verememenin sıkıntısını yaşarken Can devam etmesi için işaret verdi. Rüzgar ise tek kaşı havada Umut'u süzüyordu.

"Ada'ya her şeyi anlatmalıyız bence." Nihayet söylemişti işte. Bunu söylediğine pişman ettireceklerini kesindi de daha fazlasını yapmamalarını umuyordu Umut. Yoksa gerçekten kötü olurdu. Zaten hayatında güzel olan hiçbir şey yoktu...

"Ne diyorsun sen lan? Ne demek her şeyi Ada'ya anlatmalıyız? Çocuk oyuncağı mı bu?"

İlk patlama, Rüzgar'dan gelmişti. Hiddetle, oturduğu yerden kalkıp, Umut'un üzerine doğru eğildi. "Hayatını ondan habersiz kararttığın gibi, bir de şimdi bilmesini sağlayarak iyice siyaha gömülmesini mi istiyorsun?"

Can, sessizdi. Sessizliği Umut'u haklı bulmasından değil, bir de kendisi patlarsa, bu odada savaş çıkacağına emin olduğu içindi. Ellerini sıkıp, yumruk yaparak kendini durdurmaya çalıştı.

"Suç benimmiş gibi niye konuşuyorsun? Ben mi yaptım ha? Ben mi istedim bunlar olsun? Ben mi Ada'nın hayatını kararttım? Asıl suçlular dururken, bana niye yüklüyorsun suçu?" Umut da ayağa kalkmıştı artık. İki adam karşı karşıya gelmiş, yumrukları sıkılmıştı. Bir duruma el atmasa, yumruklar konuşacaktı birazdan.

"Sana niye mi yüklüyorum suçu? Bilmiyorsun sanki neler yaptığını! Lan, her işin yanlış. Başta Ada'nın yanında bulunman bile yanlış! Hala neden beni suçluyorsun diyorsun! Kimi suçluyayım. Baban ve şurada oturan suçunu bilmiyor mu zannediyorsun? Onlar zaten, yaptıklarının farkında olarak sıkıntı çekiyorlar. Sen niye bu kadar rahatsın? Nasıl olabiliyorsun? Sen bu durumunla daha küstahsın!"

Can, Rüzgar'ın kendisine de laf dokundurmasıyla yerinde duramamıştı artık. Durmak istememişti daha doğrusu. O da öfkeyle fırladı yerinden. "Kesin sesinizi! Şu an çok mu önemli; kim suçlu, kim suçsuz? Derdimiz bu mu bizim? Boşa harcayacak zamanımız yok! Şunu aklınıza sokun! Kavganızı da burası dışında nerede yapıyorsanız yapın ama benim sınırlarım içinde bana yardım edeceksiniz. Ada'yı sevmiyorsanız, çıkıp gidebilirsiniz ya da. Şimdi!"

Umut ve Rüzgar öfkeli bakışlarını birbirlerinin üstlerinden çekmeseler de Can'ı dinlemişlerdi. Bir süre hiçbiri bir şey söylemeyip öylece durdular. Odadaki gerginlik an be an artıyordu. Bu gerginliği dağıtacak hiçbir güç de yoktu şuan.

Duruşunu ilk bozan Umut oldu. Yerine oturup, başını ellerinin arasına aldı. Rüzgar'a elbette hak veriyordu, tüm bunları o da düşünmüştü ama elinden başka türlüsü de gelmiyordu. Ne gelecekteki o sahneden kendini silebiliyor, ne de Ada'dan uzak durabiliyordu. Başta dinlemeliydi babasını aslında. "O kızdan uzak dur!" derken inatçılık yapmayıp, denileni yerine getirmeliydi ama artık tüm bunlar için geçti. Geç kalmıştı, şimdi cezasını çekmeliydi.

Rüzgar, az önce oturduğu sandalyeye bir tekme attı. Sandalye gürültüyle duvara çarparken ses tüm odada yankılandı. "Her şey ortaya çıkarsa kaç kişinin hayatını mahvedecek biliyor musun? İş sadece Ada'yla bitiyor mu? Emma var en başta Ada'dan sonra, diğer insanlar, diğer hayatlar... Kolay mı sanıyorsun sen tüm bunları? Neyi, hangi birine açıklayacaksın, hiç düşündün mü?"

Başını ellerinin arasından çekip Rüzgar'a baktı Umut. "Benim önceliğim Ada. Emma, için de zor olacak belki ama önceliğim Ada." Ada'nın ismini söylerken vurgulamıştı Umut. Önceliğin onda olduğunu anlamalıydı herkes. Belki Ada'yı çok sevdiği için böyle düşünüyordu ama ne olursa olsun kendi düşüncesiyle hareket edecekti. Önceliği Ada'ydı!

Konuşmanın dağıldığını farkeden Can, elini saçlarında gezdirdi. Bir hafta olmuştu, ellerinde hiçbir şey yoktu. Bu gidişle de hiç olamayacak gibiydi. "İkiniz de Ada'yı öyle çok düşünüyorsunuz ki, oturup adam akıllı düşünmek yerine, saçma bir öncelik kavgası yapıyorsunuz. Ada, sizin bu halinizi görseydi gözleri yaşarırdı, emin olun!" Kinayeli ses tonu ve bakışları ikisinin üzerinde gidip gelirken, Rüzgar, duvara fırlattığı sandalyeyi düzeltip oturdu. "Aileyle, bir kez de ben konuşmak istiyorum ya da hep birlikte yapalım bu işi. İşin içine tehdit ve şantaj girmeden bu iş çözülemeyecek."

İki adam, bir süre düşündükten sonra, başlarıyla onayladılar. "Ada, hastaneden çıksın, bir şeyleri bahane eder, gideriz. Henüz bize bir şeyler sormaya başlamamışken, ne kadar yol alırsak o kadar iyi." Rüzgar ve Umut kafalarını sallayarak karara uyacaklarını belirttiler. Tek sorun, birbirlerine daha ne kadar tahammül edebilecekleriydi. Bu yolculuk, sağ salim gelebilirse, kendileri için büyük bir zafer olurdu. "Tek sorun istemiyorum." Can, böyle söylese de, her şeye söz verip, buna veremeyeceklerine emindi.

"Ah baba ah! Gör bak, başımda ne işler var."

.....

Bir şeyler öğrenmek, insanın doğasında varolan bir kanundur. Doğduğumuz günden bu yana bir şeyler öğreniriz. Konuşmak, yürümek, yemek yemek, biraz daha zamanı ileriye aldığımızda okuma-yazma ve bununla birlikte nice bilgiler öğreniriz.

Bunlar gerekli, herkesin bilmesi lazım olan konulardır. Bu yüzden öğreniyoruz. Peki dini bilgiler? Bunlar da gerekli değil mi? O zaman ailem niye öğretmedi bu zamana kadar?

Bu gece de ayı seyrederken bunları düşünüyordum. Bir haftalık hastane sürecimde, gündüz Zeliş'in bana getirdiği kitapları okuyarak, geceleri ayı seyredip öğrendiklerimi düşünerek geçirmiştim. Arada ailemle ve arkadaşlarımla da vakit geçirmiştim. Arkadaşlarımın pek samimiyetliklerine güvenmesem de yine de yanımda bulunmuş olmalarından mutluydum. Sürekli kitap okuyarak zaman geçmiyordu sonuçta.

Bu gece hastanemdeki son gecemdi. Rüzgar'ı, o kaldığı son geceden sonra bir şekilde ikna edip, yanımda kalmasını engellemiştim. Gündüzleri fazlasıyla yoruluyordu. Gecelerini de benim yüzümden harcatamazdım ona.

Umut, kendi aleminde gibiydi. Ezgi konusunu bir daha açmamıştık. Ben onu düşündükçe sinirleniyordum. Hele Umut'un halini düşündükçe iyice patlama noktasına geliyor ve karşıma çıkmaması için dua ediyordum.

Evet,dua ediyordum. Dilim öyle kolay alışmıştı ki buna. Çok kolay bir ibadetti. Evet, dua etmek de bir ibadetmiş. Ben ibadetlerin, belirli hareketlerle yapıldığını düşünürdüm. Gerçi dua ederken de dilim hareket ediyor ama anlayın işte. Dua;her an her yerde yapılabiliyor. Herhangi bir zamanı veya yeri yok. Aklına geldiği an, istediğin bir şeyi dile getirmek bu. Kabul olup olmayacağını nasıl anlayacağımızı sormuştum Zeliş'e en son geldiğinde. "Sen merak etme. Sakın şüphe de etme. Senin için en doğrusunu Allahü teâlâ bilir. Sen dua etmeye devam et." demişti. Benim de dilim alışmıştı zaten. Fazla düşünmeden duamı ediyordum.

Annem ve babam konusuna gelirsek... Onlar, henüz bir şey bilmiyordu. Zeliş, kitapları buraya gizlice getirmişti. Tüm gün annemin ve babamın zaten işleri oluyordu. Onlar yokken okuyordum, akşama doğru da hemşireyi odama çağırıp onları kaldırttırıyordum. Benim yataktan tek başıma kalkma iznim yoktu.

Annemle babama söylemek istemiyordum. Şimdilik, Zeliş'le aramızdaki bir sırdı. Ailemle yüzleşmeye hazır değildim. Elbet, bir gün öğreneceklerdi; ben o zaman da hazır olmayacaktım ama şimdi karşılarına çıkıp bunu söylemek daha zor geliyordu bana. Ben söylemeden öğrenmeleri daha kolay bir şeymiş gibi gözüküyordu. Öyle ya da böyle; öğrendiklerinde büyük bir savaş verecektim. Fazlasıyla yaralanacaktım. Elimde silahım da yoktu. Onlarsa beni her türlü yaralayacaklardı. Yeri geldiğinde diliyle, yeri geldiğinde... Ah, devamını düşünmek dahi istemiyordum.

Tüm bu köyü şeyleri geri bırakıp, kendimi abdestin nasıl alınacağını düşünmeye zorladım. Önce besmele, niyet, sonra eller, ağız ve burun. Bunlar farz değildi. Farz; yapılması kesin emir olan şeylere deniyordu. Neyse... Sonra yüz, kollar, baş, kulak, boyun ve en son ayaklar. Sırada bir hata yapıp yapmadığımı kontrol edemiyordum şuan ama sanırım doğru olmuştu. Zeliş'e de saymıştım zaten. Onun onayını almıştım ama yine de tereddüt ediyordum. Ya hata yaparsam...

Abdest yine kolaydı. İş, namaza gelince orası çok karışıyordu işte. Zeliş, ezberlemem için öncelikle en kısa sureleri seçmişti. Ezberlemem gerçekten kolay olmuştu. Zeliş, her zaman bu kadar kolay olmayacağını söyledi gerçi. Eve geçince asıl yazılışıyla, arapça olarak öğrenecekmişim. Dedem öğretmişti küçükken. Tek temennim, okudukça onları da hatırlayıp ilimin kolaylaşmasıydı. Gerçekten, bir şeylere sil baştan başlamak çok zordu.

Namaz hareketlerini öğrenmiştim. Bunun için Zeliş bana çocuklar için olan bir kitabı getirmişti. Yeğeni bu kitaptan öğreniyormuş. Zeliş'in yeğeninden bahsetmesi onun da bir ailesi olduğunu getirmişti aklıma. Bir kaç soru sormuştum ama o beni geçiştirmişti. Öğrenmem gereken çok şey varmış. Var olduğunu ben de biliyordum ama farklı bir şeylerden konuşmak da iyi gelmişti. Arkadaşlarımın yanıma gelmesi bu yüzden de iyi gelmişti bana. Onlarla olan ortak dilimiz konuşmuştu birlikte geçirdiğimiz saatlerde. Zevkli olmuştu ama sanırım zevk alan şey nefsimdi. Bunu şuan farkediyordum.

Ah, tabiki de islama düşman olan nefsim ben bir şeyler öğrenirken mutlu olmayacaktı ya.

Neyse, namaz diyordum ben. Sıralarını evet ezberlemiştim artık ama o hareketleri yaptığımızda okuyacağımız şeyleri karıştırıyordum. Her hareketimizde farklı şeyler vardı. Bunları ezberlemek gerçekten zordu. Zeliş'e bundan yakındığımda, birlikte kılacağımızı söylemişti. Benim duyabileceğim kadar sesini yükseltip bana yardımcı olacakmış. "Her gün beş kere kılacağız zaten, en geç bir haftaya aklına tamamen yerleşir" demişti. "Her gün beş kere mi?" diye gözlerimi büyülterek şaşkınlığımı ifade ettiğimde gülmüştü. "Evet beş tane. Hele bir tanesi için tatlı uykunu bölmek zorundasın." demişti. Nefsim inlerken, ben kendimi toparlamıştım. Ne olursa olsun, bir kafir gibi ölüp, öyle şiddetli acılar çekmemek için elimden geleni yapacaktım. Bir müslüman bayan gibi ölüp, güzel şeylere kavuşacaktım. Deli miydim ben, göz göre göre kendimi ateşlerde yakacaktım?

.....

"Anne, çantam hazır zaten. Bırak şimdi onu." Çantamı açmak için uzanan annemi son anda durdurmuştum. Annem, birden yükselen ses tonumun farkında değil gibiydi. Benim de işime gelirdi. O çantada Zeliş'in bana getirdiği kitaplar vardı. Açıp içine baksa veya sesimden şüphe etmiş olsa çok kötü şeyler olurdu ve bu hastanede bir tartışma yapmak, hiç iyi bir şey olmazdı. Zaten, bir şeyler olsa, bir şeyler duysak diye etrafımızda dört dönen hemşireler vardı, onlara malzeme vermek demek, tüm cemiyete malzeme vermek demekti.

Hiçbirine güvenmiyordum, çünkü gerçekten her an bir açığımızı kolluyorlardı. Biri istisnaydı sadece. Oma güvenmiştim. Çünkü onun bizden haber yapmak gibi bir derdi yoktu. Değişik bir kızdı. Magazinle falan da hiç ilgilenmiyordu. Beni de tanımamıştı. Sonradan arkadaşlarından duymuştu ama o zaman da takmamıştı. Bu yüzden ona güvenmiş ve kitapları ona teslim edebilmiştim. Diğerleri olsa, çoktan herkes tarafından duyulmuştu okuduğum kitaplar. Bir sürü şey yazılıp çizilirdi. "Ünlü İş Adamı Can Güngör'ün kızı Ada Güngör, yobaz insanların hayatına mı merak saldı?" ve daha neler neler...

"Biz geldik!" Odayı neşeli bir ses kaplarken kapıya çevirdim başımı. Sesin sahibi Eylül'dü. Gülümsedim ona. Bu hastanede kaldığım süreçte nedense daha çok sevmiştim bu kızı. İlk defa bu kadar çok arkadaşlık duygusu hissetmiştim.

"Çekilsene kenara. Biz de girelim." Bunu söyleyen de Eylül'ün arkasından çıkıp öne geçmeye çalışan Burak'tı. Ona da gülümsedim. Sanırım, tüm takım toplanıp gelmişti.

Eylül, yanıma gelip benim gibi yatağa oturdu. "Nihayet buradan çıkıp aramıza dönüyorsun." Söyledikleri tuhaf duygular hissetmeme neden olurken dışarı belli etmemek adına gülümsemeye devam ettim. Çünkü anlamayacaklardı beni.

"Senin yokluğunda yalnız kalıyordum be Ada. Senin dönüşüne en çok ben mutluyum." Diğer tarafıma geçip oturan Burak, kolunu omzuma atıp, beni iyice kendisine çekmişti. Bir an da öfkelensem de sabit durmaya zorladım kendimi. Şuan yapacağım her farklı hareket anlamsız kalacaktı ve ben açıklayamayacaktım.

"Uzak dur sevgilimden." Rüzgar'ın odaya girdiği an Burak'ı uyarması kızları güldürürken Burak, anında yanımdan uzaklaşmıştı. Rüzgar'ın yüzü gülüyordu aslında ama sesinin tonunda farklı bir tını vardı sanki. Burak da bunu farketmiş olmalıydı.

Rüzgar, bana göz kırparken, Burak'ı da yanımdan çekip almıştı. Hareketine gülümsedim. Normalde sevmezdim ama bugün gözüme bir ayrı gözüküyordu halleri. Hastaneden çıktığım için mutluydum. Bu yüzden olmalıydı içimin kıpır kıpırlığı.

"Ada'nın hastaneden çıkması yetmiyor ki, Rüzgar'dan ayrılması lazım. Yoksa ben hep yalnız kalacağım." Burak sızlanıp dururken Rüzgar, omzuna bir yumruk attı. Bana göre fazla sertti ama Burak'ın sızlanarak omzunu ovalamasının yalandan olduğu belliydi.

"Ay deli misin sen? Böyle güzel çift bozulur mu?" Elini kapıya vuran Işıl, herkesi güldürmüştü. Rüzgar'a baktım. Gözlerini hafif kısmış, gülüyordu. Okuduğum aşk kitapları geldi aklıma. Sevdiğinin bir gülüşüne neler neler yazıyorlardı. Bu zamana kadar anlamsız bulmuştum ama şuan çok iyi anlıyordum. Öyle güzel gülüşü vardı ki bir sürü satıra ancak sığdırabilirdim. Rüzgar, dönüp bana baktı. Gözlerindeki ışıltılı tonun odağı olmak çok güzeldi. Kitap karakterlerini şimdi çok daha iyi anlıyordum. Gülüşü, bir bahar falan getirmemişti ama kalbimde ismi gibi savrulduğunu hissediyordum. Sıcaktı, üşütmüyordu. Yağmur öncesi rüzgar gibiydi. Tatlı tatlı esiyordu kalbimde.

"Emma, şunlara kızsana! Bak sen annesin, öyle her şeyi hoşgörüyle karşılamamalısın." Emre, konuşana kadar, annemin varlığını aklıma getirmemiştim. Kalbimdeki esintiyi fırtınasıyla bozan Emre'ye öfkeli bakışlar attım ama o yaptığı gıcıklığın eğlencesinde, gülüyordu kendi kendine.

Annem, hiçbir şey söylemeyip sadece anlayışlı bir gülümsemeyle baktı bize. Annem, benim yaptığım her şeyi bilirdi, şimdi bir bakışmaya mı laf edecekti?

İçim ürperdi bir an. Ne kadar kolay düşünmüştüm öyle yaptıklarımı. Bir an ağlama isteğiyle doldum. Dişlerimi sıkarak, kendimi engellemeye çalışsam da bir anda beynimde canlanan dedem işimi zorlaştırmıştı. "Cehennemin ateşi, ocaktaki ateşe benzemez. Oysa biz ona bile dayanamıyoruz. "

"Güzelim?" Kafamı Rüzgar'a çevirip gülümsemeye çalıştım ama daha çok dudaklarım titremişti. Rüzgar, ne olduğunu anlamaya çalışır gibi gözlerime bakarken dişlerimi daha çok sıktım. Hayır, şimdi ağlamamalıydım.

"Ada, ağlayacak gibisin. Ne oldu?" Merakı ve telaşı ses tonuna yansımıştı. Kendimi ondan biraz uzaklaştırdım. Aklımı dağıtmam lazımdı. Ya da şuan ki halimi anlatacak bir kaç kelime. Bir kaç kelimeyle anlatılmazdı halim ama daha fazlası şuan için uçuk bir istekti.

Yaptıklarımı düşünmemeye çalıştım ama ben bunun için çabalamıyormışum gibi daha fazla gözümün önüne geliyordu. Normalde düşünmediğim şeyler, şimdi teker teker gözümün önünden geçip, ağlama isteğimi arttırıyordu. Neler yapmıştım ben? Bu kadar kör kalıp, neler neler yapmıştım utanmadan, çekinmeden?

Sadece dudaklarım değil, kalbim de titriyordu artık. Bir dokunuş bile haramken, ben neler neler sığdırmıştım şu kadarcık hayatıma. Gördüğümü sandığım gözlerle bu zamana kadar kör bir şekilde dolaşmıştım ortaklıklarda. Zevk aldığımı söyleyip nefsimi coştururken, ruhumun çırpınışlarını gözardı etmişim hep. Kör ve hissiz dolaşmışım bilmeden şu zamana kadar. Görmeden hissetmeden atmışım adımlarımı. Bir kör gibi. Hatta onlardan beter.

◦ ◦ ◦ ◦ ◦

Sosyal Medya Hesapları/ instagram:

Şahsi hesabım: nefiseshnn

Allaha emanet olun.^^

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

389K 32.3K 34
-Beni istiyorsan O'dan iste . Beni seviyorsan seni sevmemi benden değil O'dan iste . Değişmek istiyorsan O'nun için değiş benim için değil .' Genç kı...
65.2K 6.3K 33
Herkesin deli olduğunu düşünen bir babaya sahibim. Fakat deliliğin ne kadar güzel olduğunu duymayacak bir sağırlıktaydılar. Hayalleri için çabalaya...
5.6K 1.1K 27
"Gelme!" Omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyorum. Acıyan gözlerimi yüksekliğini bilmediğim yerden aşağıya çevirdim. Çok yüksek burası. Soğuk rüzgar canım...
31.2K 1.4K 54
Çiftler - DefYal - YeşÇın - EzDen - NehPol Herşeye Rağmen Herkeze Rağmen İnadına Aşk ♥