Ⅱ-19/ KAYBEDİLEN SAVAŞ

11.2K 851 159
                                    


⭐⭐⭐

Elimdeki kağıdı üstün körü inceledim. Her ne kadar komiser okumamı istese de zaten güçlükle anlattığım olayı bir de okumaya katlanamazdım. Öylesine göz gezdirdim komiser bir şey demesin diye. Sonra, daha önceden bana uzattığı kalemle imzaladım. Komisere uzattığımda hiçbir şey demeden aldı elimden. Zaten, zorunlu olmadığı anların dışında benimle tek kelime konuşmamıştı. İşime gelmişti tabiki de bu hal.

"Gidebilir miyim artık?" Kağıdı alır almaz, başını yine önündeki dosyalarını eğmişti. Çok bir şey istemiyordum, ne yapmamı söylese yeterdi ama illa sormam gerekmişti. Kafasını kaldırdı yavaşça. Sonra da eliyle kapıyı işaret etti. Yine konuşmayacağını düşünsem de "Gidebilirsin" diyerek şaşırttı beni. Bu sefer, sessiz kalan taraf ben oldum ve ağır ağır çıktım odadan. Haşim, koridorda oturmuş, beni bekliyordu.

Daha onun yanına varamadan başını kaldırıp, görmüştü beni. Hemen ayağa kalkarak yanıma geldi. "İyi misin?" Bu soruya artık verecek doğru bir cevabım yoktu. İyiyim zaten diyemezdim. Kötüyüm desem de sorular başlayacaktı. Bu yüzden bu soruyu es geçtim. "Çıkalım artık buradan. Zeliş'ten haber aldın değil mi?"

Haşim, bir süre yüzüme baktı. Aslında o da az çok biliyordu nasıl olduğumu. Soruyu bilerek es geçtiğimi anlayınca eliyle çenesini sıvazlayıp, bir süre düşündü. Sorumu bir kez daha tekrarlayacaktım ki cevap verdi. "Aradım, bekliyor bizi."

"İyi o zaman. Gidelim." Anında cevabımı vererek, önden yürümeye başlamıştım. Bir süre adım sesleri gelmedi ama yine de bir kaç adım sonra yanımdaydı. "Fena halde inatçısın bu aralar" diye söylendi. Yüzümde ufak bir tebessüm olduğunda gizlemek için başımı öne eğdim. Neyseki Haşim görmemişti gülümsediğimi. Gerçek anlam da kızmasa da kızardı yine de gülümsememe.

Böyle zor bir zamanda yüzümde oluşan ufak bir gülümsemeyi bile nimet sayıyordum. Kolay olmuyordu güzel şeyler. Elimizde iken kıymetini bilmediklerimiz, zor günlerde yoklukları ile vuruyordu bizi. Dört yıl boyunca yalnız kalmış olabilirdim ama yerim yurdum belliydi, yalan da olsa. Ne yapacağımı, ne yapmam gerektiğini biliyordum en azından. Sıkıcı da olsa da rutin de olsa düzgün bir hayatım vardı. O zamanlar sıkıntıdan patlayıp, halime ağlarken şimdi o günlerime acıyordum. Hazreti Ebû Bekr'in (radıyallahu anh) bir sözü vardı. "Şikayetçi olup ağladığım nice günler oldu. Zaman geldi ki ağladığım günlere ağladım."

Bu sözü kendi hayatımın o kadar yerine uyarlayabilirdim ki. İlk duyduğumda, geçmişteki saçma sapan hallerimi düşünmüştüm. Çok nadir ağlardım ama şimdi o günleri düşündükçe günah olduğunu bilmeden, kendimce olmasını istediğim halde olmayan şeyler için ağlamıştım. Gereksiz zengin kaprisleri bile diyebilirdik aslında. Bu sözü öğrendiğimde o günlerim için ağlamıştım bir de. O yıllarda yaptıklarımdan şuan aşırı derecede utanç duyuyordum ve o onlarda dedemin eski zamanlardan kalma, o masalsı ses tonunu işitiyordum kalbimde. "Utanma duygusu güzeldir."

Zamanı biraz daha ileri saracak olursak ki şu dört yıla gelmek istiyorum, o zamanlar da ailem benden uzaklaştığı için, bana katı kurallar koyduğu için ağlıyordum. Oysa onlar gerçek ailem bile değillerdi. O zamanlar bilmiyor olsam bile şikayetçi olmamalıydım. Aslında, dinde tam teslimiyet böyle oluyordu. Şikayetçi olmamak... Sabretmek... Ne olursa olsun şükredilecek çok şeyin olduğunu bilmek...

Ama insan olarak o kadar acizdik ki, bir yerden kendimizi tutsak, diğer taraftan patlak verebiliyorduk. Kulduk, hatasız değildik ama müslüman da isyan etmemeliydi.

"Dicle!" Haşim'in tam dibimden gelen yüksek sesi, beni korkuyla olduğum yerde sıçratırken, hızla ona döndüm. "Niye bağırıyorsun?" Yatışmayan kalbimdeki korku, ses tonuma da yansımıştı. Haşim, kızmakla kızmamak arasında bocalıyor gibiydi. "Kaç defa seslendim! Beynindeki seslerden dolayı beni duymuyorsun bile!"

MAVİ UMUTLAR(İslami Yaşantılar Serisi/2) *TAMAMLANDI*Where stories live. Discover now