Seni Bana Getirdi (Sevdim) [T...

By lSeneml

6.7M 341K 18.1K

Herkesin hayatta en az bir amacı vardır. Benim amacım iyi bir hemşire olabilmek... ve yöntemim gülümsemek... More

[1] Hiçbir şey beni bu hayalimden vazgeçiremeyecek!
[2] Ben denemek istiyorum!
[3] Onur Doğan...
Açıklama ^^
[4] Serum Vakası
[5] İki inatçı
[6] "Teşekkür ederim..."
[7] "O nasıl çocuk öyle ya?"
[8] Yurtta Bir Gün...
[9] Neden ben?
[10] "Benim için çabalamayın!"
[11] Yüzde Elli
[12] Hayali olan bir Onur...
[13] İzin ver...
[14] Bölüm 53 Kliniği
[15] Hasan.
[16] Söyle! Onur'a ne yaptın?
[17] Düşünceleri işgal eden bir Onur...
[18] Hay maşallah!
[19] Sesini seviyorum...
[20] Göğüs kafesini zorlayan bir kalp...
[21] Ben Onur'a aşık oldum...
[22] Kriz...
[23] Gülümseyen bir Onur...
[24] "Sevmedim!"
[25] Bu sefer çok kırdı...
[26] "Yeter ki Geç Olmasın..."
[27] Kan Alma Çabası...
[28] PES nelere kadirsin sen!
[29] Gördüğüm son şey Dilara olsun...
[30] Hayaller...
[31] Küçük Bir Destek
[32] "Senin için..."
[33] "Seni bana getirdi."
[34] Sevdiğiyle mesajlaşma...
[35] Hasan?!
[36] Onur'un ta kendisiydi...
[37] Seni neden bu kadar geriyor ki?...
[38] Kurt Avı...
[39] Aslanın Kolları...
[41] İhtiyaç Duyulan İlaç...
[42] Maç
[43] Ölüyor mu?...
[44] Sen bana geç kaldın, ben sana erken...
[45] Ağlama...
[46] Onur'la bir Gece
[47] Küçük Sürpriz
[48] Yoğun Bakım...
[49] Eski Bir Aşk...
[50] Geç Kalmak İstemiyorum
[51] Seni Seviyorum...
[52] "Sen hep benimlesin."
[53] Onur...
[54] Çünkü... mutluyum.
[55] Kesinlikle Farkındayım
[56] Suç mu?
[57] Aşık Onur
[58] Sinema
[59] Özel Sürpriz
[60] Son Gece
[FİNAL] Ayrılmak güzeldir... Kavuşulacaksa sonunda...
VEDA
Duyuru: Seni Bana Getirdi (Özel)
ÖZEL
1M'ye Özel!! ^^

[40] Bal Rengi Gözler...

108K 5.4K 247
By lSeneml

Ayyy! Altı bin kelime yazamıyoruuum! Millet nasıl yapıyor bunu arkadaş? Yok benden bölüm başına o kadar kelime çıkmıyor! Ama diğer bölümlerden daha uzun oldu en azından bu. :D Neyse hadi keyifli okumalar size. :D

Ayy birde 40.bölüme geldik resmen ha! Daha da devam ediyor mübarek. Sanırım yazdığım en uzun bölümlü hikaye bu olacak! :D Bir de finale bilmem şu kadar bölüm kaldı da diyemiyorum. Kestiremiyorum valla. :D


"Senin olman gereken yer burası kuzu. Aslanın kolları. Kurtların sofrası değil."

Bunu nasıl söyleyebilmiştim bilmiyorum ama olmuştu ışte. Vereceği cevabı beklerken kalp atışlarım maraton koşucularına taş çıkaracak cinstendi.

Dilara bedenini yavaşça benden çekti. Gözlerini gözlerime dikti. "Bu kuzu biraz aptal sanırım." dediğinde hafif bir tebessüm belirdi dudaklarında. Kaşımı merakla havaya kaldırdım. Ne demek istiyordu bu şimdi?

"Neden çoban köpeğiyle takılmıyor? Aslan da kurtta kuzuyu yer. Onu çoban köpeği korur."

Dediklerini kısaca düşündüm. "Ama aslan, çoban köpeğinden daha havalı duruyor. Hem çoban köpeği aslanın yanında halt etmiş." Çenesini göğsüme yasladı. "Aslanda da var sorun o zaman. Akşam yemeğini neden bu kadar önemsiyor?"

Dudaklarımı büzdüm. "Aslanın da bir kalbi var. Üzülür böyle dersen kuzu." Dediğim de başını sağa sola salladı. "Aslan, kaplana aşık olur. Şahsen bende kendimi kuzu olarak görmüyorum. Bence vahşi bir kaplanım ben!"

Bu sefer ben başımı olumsuz anlamda salladım. "Vahşi filan değilsin sen! Sakin, korunmak zorunda olan bir kuzusun." Yüzünü ekşitti. "Neden ezik bir karakter oluyorum ben!" Kırıştırdığı burnunu sıktım yavaşça. İsyan ederek sessizce bağırınca fısıldadım kulağına. "Çünkü sen çok masumsun. Kimseyi incitmiyorsun. Herkese mutluluk dağıtıyorsun. Sürekli gülümsüyorsun. Sadece orada olman bile ortamı canlandırıyor. Yani vahşi bir kaplan değilsin. Etrafa saldırmıyorsun. Uysal bir kuzusun."

Bir süre düşündükten sonra başıyla onayladı. Çenesi göğsüme daha çok batmıştı. Ve vücuduma tatlı bir elektrik yayılmıştı sanki. "O zaman aslanın bir an önce güçlenmesi lazım. Kuzuyu korumak için buna ihtiyacı var." Dediğinde utangaç bir gülümsemeyle gülüp yüzünü göğsüme gizledi. Bende çenemi başının üzerine koydum baskı uygulamadan.

"Aslan bunun için çok uğraşıyor. Kuzusuna yaraşır olmalı..."

Bir an duraksadı. Yüzünü göğsümden çekti. Meraklı ve emin gözlerini gözlerime dikti. "Yarın maça gitmeyelim. Burada izleyelim. Formamı giyer buraya gelirim. Gelirken meyve filanda alırım. Belki yumuşak abur cubur..." cevabımı bekliyordu.

"Stadyuma gidecektik?" dediğim de net bir hareketle reddetti. "İstemiyorum." Nedenini sordum merakla. Çünkü gitmeyi çok istediğini gayet iyi biliyordum.

Gözlerini kaçırdı. Ardından derin nefes aldı. Bir itiraf ki geliyordu?... gerçi geçen de böyle yapıp ardından çat diye tansiyonunu ölçelim demişti ve hevesimi kursağımda bırakmıştı. Ah, şu kız...

"Ihm... baş başa... sakin bir şekilde maçı izlemek daha iyi olur diye düşünüyorum." Hiim... demek baş başa... beni gitmekten bu sözcükle mi vazgeçirmeye çalışıyordu?

Tamam, kabul! Ben bu kelimeye tav olurum yani, hiç sorun değil!

"Öyle olsun bakalım." dediğim gibi ışıldamaya başladı gözleri. Allahım bu kız kalpten götürecekti beni sanırım!

Kapı hafifçe tıklatıldıgı gibi hızla uzaklaştık birbirimizden. Yatağa doğru panikle koşturduğum da, Dilara da masada yerini almıştı. Bu gizli aşık gibi davranmalarımız... ayrı bir çekici geliyordu bana.

Her zaman ses vermediğim için alışık olan beden içeriye süzüldü. Annem gelmişti. Dilara anneme yavaşça gülümseyip selam verdikten sonra odadan izin isteyerek ayrıldı. Annem ise çekingen davranışları ile yanıma gelip sandalyeye oturdu. Onun her hareketini büyük bir dikkatle izliyordum. Onu... özlemiştim.

Elindeki poseti arkasındaki koltuğa bıraktı. Ellerini de dizlerinin üzerine yerleştirdi. Bu son birkaç aydır iyice çökmüştü yüzü. "Nasılsın oğlum?" dediğinde gözlerim istemsizce doldu. Ona şu hastaneye yattığımdan beri çok sert davranmıştım. Ne kadar da aptaldım!

Titrek çıkan sesimle "Anne..." dediğim an onunda gözleri doldu. Yatakta doğrulup ellerine uzandım. İki elimle kavradım ellerini. Dudaklarıma götürüp öptüm defalarca. Annem yaptığıma şaşırmıştı. Sesi bile çıkmıyordu.

Bir süre sonra hıçkırığıyla beraber "Oğlum!" deyişini işittim. "Annem!" diyerek ona sıkıca sarıldım.

Babamın bana emaneti olan anneme ne kadar da hayırsız bir evlat olmuştum. Tek istediğim gözlerimi yumduğum zaman daha az acı çekmesiydi. Ama ben daha ölmeden onu acılara boğmuştum. Son olaylardan beri hep bunu düşünür olmuştum. Ama artık gelmeyecegine de inandırmaya başlamıştım kendimi. Fakat... buradaydı ışte. Ne yaparsa yapsın oğluna kırgın kalamamıştı.

"Özür dilerim anne..." Dediğim de "Ştt..." diyerek susturdu beni. "Evlatlar hata yapar. Anneleri onları affeder oğlum benim! Üzülme sen, kurban olduğum." dediğinde daha sıkı sarıldım ona. Buna o kadar ihtiyacım varmış ki... Ve ben bunu daha yeni anlıyordum...



Dilara

Gizemin yanına gelmiş volta atıp duruyordum. Gizem de gözlerini bana dikmiş bakıyordu. "Kızım başımı döndürdün! Otur hele! Sakin ol!" dediğinde bakışlarımı yerden ona çevirdim. "Nasıl sakin olabilirim? Acaba yine ters mi davranıyor kadıncağıza? Uf, çok telaşlıyım!"

Onur lütfen ters davranmamış ol... lütfen kadından gülümsemeni esirgeme... Ah, Onur...

Düşüncelerim arasında gelgitler yaşarken kliniğin kapısı tekrar açıldı. Gizemin yüzündeki ifadeyi görür görmez gözlerimi kapıya çevirdim. Berat buradaydı!

Fazla meraklı görünmemeye çalışarak bize yaklaşan Berata baktım. Gizemin tam önünde durup yavaşça boğazını temizledi. Ardından "Merhaba Gizem..." dediği gibi sonra anda "Ve Dilara!" diyerek ekleme de bulundu. Başımla onu selamlayıp gülümsedim.

Bunların da konuşacakları vardı. Ben nereye gidecektim şimdi?

İkisine bakıp yanlarından yavaşça ayrıldım. Belki de çay almak için aşağı inmeliydim. Evet, iyi bir fikirdi bu. Hem öğle aramızdı zaten, kimse de bir şey demezdi.

Klinikten çıkıp asansörü çağırdım. Kantin giriş katta hemen giriş kapısının solundaydı. Asansörün gelmesini beklerken ayaklarımı sallayarak tempo tuttum.

Tink! Sesiyle duran asansör boştu. Hemen içeri girip zemin katın düğmesine bastım. Birkaç saniye içinde zemin katta olmuştu. Oh çok şükür kimse ara katlarda durdurmamıştı!

Asansörün olduğu kısımdan çıkıp kantinler yöneldiğimde kapıdan girmeye çalışan kadın gözüme çarptı. Elinde bir sürü poset vardı ve taşımakta çok zorlanıyordu. Koşar adımlarla yaşlı kadının yanına gittim. "Yardım edeyim?" dediğim de minnetle gülümsedi.

"Teşekkür ederim yavrum benim." dediğinde bende tebessüm ettim. "Nereye gidiyordunuz?" diye sorduğum da "Çocuk tarafına." diyerek cevapladı beni. Yüreğim sızlamıştı. Minicik yavrular... kendilerinden büyük sorunlarla uğraşıyorlardı.

"Sen burada mi çalışıyorsun? Doktor musun?" diye sorduğunda düşüncelerimden uzaklaştım. "Yok teyze stajyer hemşireyim ben." dediğimde büyüdü gülüşü. "Pek güzel, pek guzel! Kolay gelsin yavrum. İşiniz de çok zor sizin."

"Olsun be teyze. Seviyorum ben."

Teyze bana tecrübeli bakışlarıyla anlamlı bir gülümsemeyle bakınca şaşırdım. Acaba aklından ne geçiyordu?


Çocuk bölümüne geldigimizde içerideki çocuklar için hazırlanmış kocaman bir odaya girdik. İçerisi çocuklar oynasın diye dizayn edilmişti. Küçük bir plastik kaydırak, salıncak, masalar, boya kalemleri, yazı tahtaları, hikaye kitapları, yumuşak küçük armut koltuklar... şahane bir yerdi. Resmen hayran kalmıştım! Ne de güzel akıl etmişlerdi burayı! 

"Teşekkür ederim yavrum benim! Allah ne muradın varsa versin. Allah seni sevdiklerine bağışlasın..." diye devam ederken her cümlesinin peşinden "Amin..." diyordum. Amin, inşallah hepimiz için...

Poşetlerde ne olduğu merak ettiğim için dayanamayarak sordum. Teyzenin gözleri doldu. "Torunumun... doğum günü. Lösemi hastası. Doktorlar pek umut olmadığını söylediler. Belki de... son..." ağlamaya başladığında hemen koşup ona sarıldım. Destek olmaya çalıştım.

"Burada onun doğum günü için küçük bir sürpriz hazırlamayı planladım. Bunlar da onlar işte..." diyerek boşalttı poşettekileri masaya. Bir sürü balon, doğum günü süsleri vardı. Tek başına yapamazdı...

Elimi omzuna koyup tebessüm ettim. "Teyze ben arkadaşlarıma haber vereyim. Yardım edelim sana." dediğim de ışıldadı kadının gözleri. "Gerçekten mi yavrum?" Dediğinde hevesle başımı salladım. "Hemen gelirim!" diyerek koşar adımlarla çıktım odadan. Asansör beklemekle vakit kaybedemezdim. Zaten blok değiştirmem de gerekecekti. İlk önce uzunca bir koridorda koşturdum. Ardından sağa dönüp iki kat çıktım. Birkaç dönemeç sonra kliniğe gelmiştim.

Klinik kapısından gireceğim sırada Onur'un annesiyle karşılaştık. Gözleri parlıyordu. Bende gülümsedim. Aferin Onur!

"Kolay gelsin kızım!" dediğinde "İyi günler efendim!" diyerek kliniğe girdim. Önce Gizemi aradı gözlerim. Ve hemen buldu. Sekreter masasında yüzündeki aptal sırıtışla oturuyordu.

Hemen yanına gidip elimle masaya vurdum. Aklı çıkmıştı. Damağını çekmeye başlayınca "Hadi kalk!" dedim ve gelmesini işaret ettim. Onur'un odasına yönelmeden önce hemen solumda olan hemşire odasına girdim.

İçeri girmemle beraber iki hemşire de bana baktı. Gönül Hemşireyi başımla selamlayıp sorumlu hemşireye döndüm.

"Sultan Hanım ben bir şey soracaktım."

"Buyur." derken eliyle devam etmemi işaret etti. Boğazımı temizleyip "Çocuk bölümdeki lösemili bir çocuğun doğum günü varmış. Süslemesi için yardım etmek istiyorum." dediğimde yüzündeki memnun bir ifadeyle gülümsedi.

"Tamam. İstediğiniz kadar orada kalabilirsiniz. Biz başımızın çaresine bakabiliriz değil mi Gönülcüğüm?" diye göz kırpıp sorduğunda gülerek onayladı onu Gönül hanım.

"Ihm... ben Onur'un da bizimle gelip gelemeyeceğini soracaktım." dediğim de afalladı ikisi de. Sultan Hemşire gözlerini kırpıştırıp omuzlarını hafifçe yukarı kaldırdı. "Tabi. Neden olmasın?" dediğinde sesine şaşkınlık hakimdi. Bense aldığım bu olumlu cevapla çok mutlu olmuş, teşekkür ederek odadan çıkmıştım.

Kapıda beni bekleyen Gizem başıyla neler olduğunu sordu. "Bir dakika ver bana." diyerek Onur'un odasına yöneldim. O da tabi ki de Berat'ı görme fırsatını kaçırmayarak takıldı peşime. Anlaşılan aralarındaki sorunu çözmüşlerdi.

Odanın önüne gelince hafifçe kapıya vurdum. İçeriden gelen sesle beraber açtım kapıyı. Berat koltuğa oturmuştu. Onur'un ise sırtı kapıya dönük, yüzü ise Berat'a dönüktü. Kapının açılması ise başını yavaşça kapıya çevirdi. Beni görünce ise tüm bedenini çevirdi.

Odada mutlulukla gözlerimi gezdirip şapkasını aradım. Komidinin oradaydı şapka. Hızla oraya yöneldim. İkisi de şaşkınca bana bakarken şapkayı kavradı ellerim. Soluğu da hemen karşısında aldım.

"Gel bakalım buraya." dediğim de kaşı şaşkınlıkla havalandı. Bereyi elimde genişletip kafasına geçirdim. Ardından çekmeceden bir maske aldım. Onu da tam takacaktım ki eliyle durdurdu beni. "Ne oluyor Dilara?"

Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu. "Seni kaçırıyorum!" Bu sefer gözleri pörtlemişti. "Ney?" diye sorduğunda kıkırdadım. "Şaka yapıyorum. Sadece birine yardım edeceğiz. Hadi kalk bakalım."

Onu hazırladıktan sonra Berat'a döndüm. "Sende geliyorsun! Kalk bakalım." dediğim de şaşkın bir tepkiyle "Huh?" dediğinde gülümsemeye devam ettim. "Beni burada zorlamaya devam edecek misiniz yoksa gelecek misiniz?" Onur ve Berat birbirine bakıp oturdukları yerden kalktılar. Kapıda bakınan Gizemi de görüş alanıma alıp "Hadi gidelim bakalım!" diyerek kapıya yöneldim.

Üçü peşime takıldığın da heyecandan yerimde duramıyordum. Kim bilir ne eğlenceli olacaktı! Hemen oraya gitmeliydik ama Onuru zorlamak istemiyordum. Hızlı yürüyerek nefes almada zorluk çekmesini hiç istemezdim!

Bakışlarımı arkamdaki üçlüye çevirdim. Gözlerim hemen hedefini bulmuştu. Onur şapkası ve maskesini taktığı için sadece gözleri ve çevresi görünüyordu. Ama onun o etkileyici gözleri nefesimi kesmeye yetiyor da artıyordu bile!

Onur ellerini pijama altının ceplerine sokmuş, acelesiz adımlarla salına salına geliyordu. Bakışlarını ise bir saniye olsun benden ayırmamıştı. Klinikten çıkıp geldiğim yöne doğru ilerlerken sordu. "Ne yardımı bu Dilara?" İçimde beliren hüzün ve mutluluk karması duyguyla buruk bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. "Çocuk onkoloji servisine gidip bir doğum günü için süslemeye yardım edeceğiz." 

Onur'un yüzü donuklaştı bir an. İçinde baş gösteren duyguları merak ediyordum. Acaba şu an nasıl hissediyordu, ne düşünüyordu? Adımlarımı durdurup onun yanıma gelmesini bekledim. Bir an bana çarpan bedeniyle aslında ruhen aramızda olmadığını anladım. Kendi iç dünyasından bir seyahatteydi. Tabi bana çarpar çarpmaz döndü aramıza. 

"Ah, özür dilerim!" Başımı yavaşça iki yana salladım. "Sorun değil." diye mırıldandıktan sonra yüzünü incelemeye başladım. Bakışları üzgündü. Yüzüne yerleştirmeye çalıştığı gülümsemenin zoraki olduğu belliydi. O da benim yüzümü inceledi ardından derin bir nefes çekti. "Kaç yaşında?" Bilmiyorum, dercesine salladım başımı. O da onayladı beni. Ardından yürümeye devam etti. 

Bu sefer ben arkalarında kalmıştım. Zaten Berat ve Gizem bizi beklememiş haldır haldır yürümeye devam etmişlerdi. Yavaş adımlarla onları takip eden Onur'a doğru hızlandırdım adımlarımı. Koluna hafifçe geçirdim omzumu. Dikkatini çekmem ve yüzünün bana doğru dönmesi için yetmişti bu hareketim. Gözlerime sorgularcasına bakınca konuşmaya başladım.

"Seni üzülesin diye oraya götürmüyorum. O ufaklığın mutlu olmasına bir katkımız olsun, onların gülümsemeleri bize bulaşsın diye gidiyoruz. Hem yaşlı bir teyzeye de yardımımız olacak." Onur'un yüzündeki ifade değişmese de başıyla onaylamıştı beni. Neyse, şimdilik bu da yeterliydi...


****


Onur elindeki yazıyı duvara asmaya çalışırken uzaktan onu izliyordum. Ah, evet şişirmeye çalıştığım balonu da es geçmeyelim. Bilmem kaçıncı balondu artık bu ve nefesim kesilmişti! Ama kendimi bir gram bile yorgun hissetmiyordum. Beraber bir şeyler yapmak çok eğlenceli geliyordu. Berat ve Gizem balon şişirme işini bir süre sonra bana devredip, şişmiş olan balonları duvarlara asıyorlardı. Yaşlı teyze ise masaları hazırlıyordu. Bir yandan da pastanın nereye konacağını filan ayarlamaya çalışıyordu. Herkesi yüzümdeki tebessümle izlerken Onur sesiyle ona döndüm.

"Dilara, olmuş mu?" 

Kapının hemen karşısındaki duvara aşmış olduğu "İyi ki doğdun Pelin! Seni seviyoruz!" yazısına sırıtarak baktım. Sağ elimi yumruk yapıp baş parmağımı kaldırdım. "On numara olmuş!" dediğim de o da gülümsedi. Bir şeylere yardım etmek, katkı da bulunmak onun da keyfini yerine getirmişti. 

Kapının açılması ile tüm gözler kapıya çevrildi. Annesinin elini tutan ağzında maske olan çocuk içeri girdi. "Neriman teyze ben geldim." diyen çocuğu kucakladı yaşlı kadın. "Hoşgeldin aslan parçası." Aslan lafını duyar duymaz gözlerim Onur'a çevrildi. Bakışlarımız karşılaşınca utanmıştım. Hemen eğdim başımı. Ama onun bana bakmaya devam ettiğini ensemde dikleşen tüylerden anlayabiliyordum. İzlendiğimi biliyordum!

"Arkadaşlarımıza haber verdim. Hepsi birazdan gelecekler." diyen ufak çocuğu dikkatle süzdüm. Zayıftı, başında üçgen haline getirilmiş ve hoş bir şekilde bağlanmış bir bandana vardi. Gözleri yeşilin sevimli tonlarındaydı. Teni hafif buğdaya kaçıyordu. Kolları güçsüz gibi görünse de elinde tuttuğu kocaman poşet bunun tersini söyler cinsteydi adeta. 

"Hediyemi de getirdim. Onu köşeye koyacağım. En son ben vereceğim." diyen çocukla merakım kabardı. Ne vardı ki onun içinde? 

Neriman teyze onu başıyla onaylayıp yanağını sıktı. "Öyle olsun bakalım." dediği esnada diğer kadının yanına ilerledi. Onlar konuşurken yavaş yavaş salon dolmaya başladı. Gelen her çocukla birlikte bir cümbüş ortamı oluşmaya başlamıştı. Ama öyle diğer çocuklar gibi koşuşturup oynamıyorlardı. Birbirlerine balon atıyorlar, oturdukları yerde konuşuyorlardı. Zaten hepsinin ailesi koşmamaları konusunda, kendilerini yormamaları konusunda onları uyarmışlardı. 

Son olarak doğum günü kızı da aramıza katılınca arkışlarla karşıladık onu. Onun için iyi ki doğdun şarkısı söylendi. Kız dolu dolu olmuş gözlerle herkese sarılmaya başladı. Giymiş olduğu beyaz gelinlik tarzı elbisesiyle oldukça tatlı olmuştu ufaklık. Sıra Onur'a gelince onun dikkatini çekmek için pijamasını çekelemeye başladı.


Onur


Berat yanıma gelmiş sohbet ederken pijamamın alt kısmını biri çekelemeye başladı. İkimizinde bakışları aşağı kaydığında küçük bir kız çocuğuyla göz göze geldik. Doğum günü kızı olduğunu fark ettiğim de istemsizce gülümsedim. "Abi?" diyen kıza "Efendim?" diyerek karşılık verdim.

Gözlerinden geçen merakla "Sende mi hastasın?" diye yavaşça sorduğunda dizlerimin üzerine eğildim. Başımla onu onaylayıp cevap verdim. "Evet, bende hastayım." Kız elini maskesimin üzerine koyup yanağıma dokundu. "Üzülüyor musun peki?" diye sorduğunda ise gözlerimi bir saniyeliğine etrafta gezdirdim. Dilara'yı görür görmez Dilara'yı işaret ettim. "Şu ablayı görüyorsun değil mi?" Kız başıyla onayladı beni.

"O geldiği andan beri ben hiç üzülmüyorum." dediğim de küçük kız şaşırmıştı. "Nasıl yani abi?" diye sorduğunda dudaklarım kıvrıldı. 

"O abla çok güzel değil mi?" diye sordum. Kız yine başıyla onayladı beni. "Evet, çok güzel! Hem saçları da var." Son cümlesiyle beraber başımı sağa sola salladım. "Saçlarının olup olmaması sorun değil." 

Ufaklık şaşırarak sordu. "Yani saçları olmayan kızlarda güzel olabilir mi?" Hiç düşünmeden cevapladım sorusunu. "Kesinlikle! Mesela sen çok çok güzel bir kızsın." Yanakları kızarmaya başlayan ufak kız utanmış sesiyle teşekkür etti. Sonra hemen devam etmem için "Ee?" dediğinde onu fazla bekletmedim. 

"Gözleri de güzel değil mi?" Pelin gözlerini kısarak ona baktı. Biraz inceledi Dilara'yı. "Evet, çok güzel." dediğinde ise ben devam ettim konuşmaya.

"İşte ufaklık! Ben ne zaman üzülecek gibi olsam, ne zaman umudumu kaybetsem bu ışıl ışıl gözler geliyor aklıma. Ve ne oluyor biliyor musun? Ben kendimi hiç olmadığım kadar güçlü hissediyorum. Kendime inanıyorum. Ve bunun tek nedeni şu bal rengi gözlerin bana olan bakışı. O öyle tatlı bakıyor ki yüreğim yerinden çıkacak gibi oluyor. Öyle anlamlı bakıyor ki sanki istersem her şeyi yapabilirmişim gibi hissediyorum. Ve öyle şahane hissettiriyor ki sanki dünyanın en şanslı insanı benmişim gibi. Hem de bu hastalığa rağmen. Yani üzülmememin tek nedeni bana bakan o bal rengi gözler..." 

Küçük Pelin sözümü hiç kesmeden dinlemişti ve sonunda gözleri kalabalığın arasında birini aramıştı. Hedefini bulunca ise durdu arayışı. Gözlerim hemen onun baktığı tarafa kaydı. Bu kutlamaya gelen ilk çocuktu. Yüzümde beliren tebessümle Pelin'e çevirdim bakışlarımı. Henüz altı yaşına yeni girmiş olmasına rağmen demek ki o küçücük kalbinde kocaman bir sevgi barındırıyordu. 

Onu o yöne doğru çevirip hafifçe ittirdim. "Hadi git onun yanına." dediğim de tedirgince bana baktı. Ben ise güven vermeye çalışarak gülümsedim. Derin bir nefes alarak ondan tarafa yürüdüğü an ensem de hissettiğim nefesle ürperdim. Gelen ses ile ise aniden kalbim ritmini şaşırdı. "Ne konuşuyordunuz siz?" 

Yerden doğrulup ayağa kalkıp Dilara'nın gözlerine diktim bakışlarımı. Ah şu gözler...

Omzumu silkip "Sadece doğum gününü kutladım." dediğim de Dilara inanmadığını belli eden bakışlarıyla süzdü beni. Tam bir şey demek için ağzını açıyordu ki yanımıza gelen ufaklıkla dikkati dağıldı. Bu sefer Dilara'yı dürtüyordu küçük kız. 

Dilara ona bakınca ise aşağı eğilmesini işaret etti. Kulağına doğru eğilip bir şeyler fısıldadığında Dilara'nın bakışları bana kaydı. Küçük kız konuşmaya devam ederken Dilara'nın dudakları memnuniyetle kıvrıldı. Allah aşkına ne diyordu bu kız Dilara'ya?


Facebook sayfamızı da takip edebilirsiniiiz! ^^

https://www.facebook.com/Senemin-Hayal-D%C3%BCnyas%C4%B1-718044151664176

(Senem'in hayal dünyası)



09.01.2016




Continue Reading

You'll Also Like

13K 1.5K 7
Ben Muazzez . 17.02.2018 tarihinde pencereye vuran kar tanelerini izlerken yaşadığım bu sefil hayata son verdim. Ölümün beni kucakladığını hissetti...
482K 29.7K 59
(FİNAL YAPILDI)"Bazı ilişkilere arkadaşlık az gelir, aşk çok fazla.." Bir kadın ve bir adam.. Onları çocukken buluşturan hayata beraber adım atmış...
445K 1.3K 3
Yarı zihinsel engele sahip ablasıyla sağlıklı bir iletişim tutturamayan Züleyha, 21. yüzyılda yaşam süren genç bir kızdır. Yaşadığı çevrenin sosyal v...
3.4M 124K 69
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...