YENİ PATRONUM

By sarviyan

12.6M 411K 63.8K

TÜM KİTAP + İKİNCİ KİTAP YAYINDA! More

YP / BÖLÜM / 1
YP / BÖLÜM / 2
YP / BÖLÜM / 3
YP / BÖLÜM / 4
YP / BÖLÜM / 5
YP / BÖLÜM / 6
YP / BÖLÜM / 7
YP / BÖLÜM / 8
YP / BÖLÜM / 9
YP / BÖLÜM / 10
YP / BÖLÜM / 11
YP / BÖLÜM / 12
YP / BÖLÜM / 13
YP / BÖLÜM / 14
YP / BÖLÜM / 15
YP / BÖLÜM / 16
YP / BÖLÜM / 17
YP / BÖLÜM / 18
YP / BÖLÜM / 19
YP / BÖLÜM / 20
YP / BÖLÜM / 21
YP / BÖLÜM / 22
YP / BÖLÜM / 23
YP / BÖLÜM / 24
YP / BÖLÜM / 25
YP / BÖLÜM / 26
YP / BÖLÜM / 27
YP / BÖLÜM / 28
YP / BÖLÜM / 29
YP / BÖLÜM / 30
YP / BÖLÜM / 31
YP / BÖLÜM / 32
YP / BÖLÜM / 33
YP / BÖLÜM / 34
YP / BÖLÜM / 35
YP / BÖLÜM / 36
YP / BÖLÜM / 37
YP / BÖLÜM / 38
YP / BÖLÜM / 39
YP / BÖLÜM / 40
YP / BÖLÜM / 41
YP / BÖLÜM / 42
YP / BÖLÜM / 43
YP / BÖLÜM / 44
YP / BÖLÜM / 45
YP / BÖLÜM / 46 (FİNALE 5 KALA...)
YP / BÖLÜM / 47 (FİNALE 4 KALA...)
YP / BÖLÜM / 48 (FİNALE 3 KALA...)
YP / BÖLÜM / 49 (FİNALE 2 KALA...)
YP 2

YP / BÖLÜM / 50 (FİNALE 1 KALA...)

196K 4.1K 1.1K
By sarviyan


"Üzgün olmak bunu yetmiyor biliyorsun değil mi? Bunca tehditin beni en başından beri beklediğini bile bile beni bu kadar pasif bıraktın olaya Aras."

Sinirle savurduğum cümleleri tek solukta bıraktım. Sinirden titreyen ellerim ve karnıma giren sancılar yer yer konuşmamı bölüyordu.

"Ayza. Sadece senin için sakladım. Sana ve bebeğimize zarar gelmesin diye. Ben çok mu istedim sanıyorsun bunları? En başından beri kendimden uzak tutmaya çalıştım seni. Defalarca evden kovmaya karar verdim, yer yer kararlarımı uyguladım ama olmadı. Her defasında aldığın minik bir darbe tekrar döndürdü beni sana. Şimdi karşıma geçip senin güvenliğini düşündüğüm için beni suçlayamazsın."

Kızgınlık ve üzgünlük arasında serbest bıraktığı cümleleri hem suçlu çocuk gibi hem de haklı ve olgun bir insanmış gibi söylemişti. Umutsuzca ve biraz da şefkat dolu bakışlarla elimi yüzüne götürdüm. Belime sarılarak şişen göbeğimi ve beni kendine çekti.

"En azından güvenliğim için söyleyebilirdin."

"Stres yapmandan, çocuğumuzun zarar görmesinden korktum.", dedi sarılarak. Boynuma sığınan nefesi ve bedenime sığınan vücudu savunmasız bir çocuk gibiydi. En hassas noktasıydım. Artık kabul ediyordum.

"Biz iyiyiz. Yarın babamıza cinsiyetimizin kız olduğunu da öğreteceğiz.", dedim burnumu burnuna değirip gülümseyerek.

"Göreceğiz.", dedi.

Mutluyduk. Mutluyuz. Mutlu olacağız. Biz geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman kipleriyle aynı kelimeyi çeşitli bedenlere bürüyebilirdik. İnanıyordum buna. Artık mutsuzluk yoktu. Kelebek ömrü mutluluklar, anlık gülümsemeler yoktu. Bebeğimiz kucağımızda ki yerini bulduğunda mutluluğumuz daim olacaktı.

"İşe gitmek istemiyorum bundan sonra.", dedi.

"Aslında senden bir şey isteyeceğim."

"İşe gelmek istiyorum deme bana.", dedi yüzüme yakın soluk veren yüzünü çekip kaşlarını çatarak.

"Sadece bu günlük, çok sıkıldım."

"Hayır. Az önce bana bunun için kızıyordun. Güvende değilsin. Olmaz!"

"Hadi ama.", dedim bedenime sarılan kollarını sıkıp süt dökmüş kedi gibi bakarak.

"Sen yanımdayken kimse bana zarar veremez. Bildiğim için bunu istiyorum.", dediğimde düşünmek için sağına soluna sert bakışlar atarak kafasını çeviren Aras'ın yüzünü yüzüme sabitlemeye çalıştım.

"Elimi bırakmayacaksın."

"Peki annecim. Arabalardan da kaçayım mı?", dedim gülümseyerek. Kızgın bakışlarına rağmen gülümsemesini saklayamadı.

Ayça'ya gideceğimizi bildirdikten sonra Sibel'in de elinden tutup evden çıktık. Arabanın arka kapısını açtığımda Sibel'in turuncu renkli bebek koltuğunun yanında mavi renkli bir bebek koltuğu daha vardı.

Tam Sibel'i kucağıma almış bebek koltuğuna yerleştirirken mavi bebek koltuğuyla karşılaştım ve Sibel'in kemerini çarçabuk takıp kafamı kaldırdım, arabaya binmek için kapının kulpuna elini götüren ve bana imalı bakışlarla sırıtan Aras'a bıkkın gözlerle baktım.

"Hadi ama. Cidden cinsiyeti kız olursa ne yapacaksın?"

"Kızım da mavi rengini sevebilir."

"Of Aras. Neden bu kadar ısrarcısın. Bir gün daha bekleyemedin mi?"

"O çocuk oğlan doğacak diyorsam Ayza oğlan doğacak.", dedi inatçı bir sesle arabaya binerken.

Arabanın kapısını açıp arabaya yerleşirken sadece göz devirmekle yetindim.

Bu bebek doğduktan sonra başımda iki tane değil üç tane çocuk olacaktı. İnatçı keçiler grubuyla bir evin içinde hapis kalacaktım.

Arabayı sürmeye başladığında kafamı geriye yasladım ve olacakları düşünmeye başladım.

"Bir bebeğimiz olacak. Cihat ortalıklta yok. Sibel desen git gide büyüyebilen bir sorumluluk. Sen desen çocuk gibisin. Ayça desen içtiğim süte dahi güvenmiyorum. Ben ne yapacağım Aras. Bunca derdin içine büyük bir sorumluluk daha getirip onun mutsuzluğunun vebalini de ben mi çekeceğim. Ya bende ailem gibi çocuğumu bırakmak zorunda kalırsam. Sibel ateşlendiğinde canımdan can gidiyor, bu bebek daha iki günlükken nasıl bakabileceğim. Yapabilir miyim? Bilmiyorum."

Her ne kadar kısık sesle kendi kendime söyleniyormuş gibi yapsam da beni duyduğunu ve dinlediğini biliyordum. Hatta belki de kulak kesilmişti, öyle ki arkada çalan kornayla yeşil ışığın yandığını yeni görmüş hareket etmişti.

Fren de ki elini çekip dizlerimin üzerine yerleştirdiğim elimi tuttu ve gözlerini bana çevirdi. Belki de gördüğüm ilk günden beri ilk kez böyle bir duygu yaşıyordu gözleri. Hatta gözleri bile alışık değil di ki nasıl tepki vereceğini bilmiyordu.

Umuttu göz bebeklerinde ki saklı duygu...

"Her şey güzel olacak. Emin olabilirsin."

Şaşkınlığımı gizlemeye çalışsam da becerememiş üstüne bir de umuduna umut eklemiştim.

Dünyanın en büyük hatasıydı bir insana umut vermek. Hatta söz vermekten beterdi. Öyle bir beter duyguydu ki umut, gerçekleşmediğinde kırdığı tek şey kalp olmuyor. Hem kalbi, hem insanları, hem hayalleri hem de gerçekleri yıkabiliyordu. Hayatı ortadan tutup ikiye ayırmayı çok iyi biliyordu.

Keskin bir bıçak misali dokundurduğu her yerde kalıcı izler bırakıyordu.

Zaten bana göre hayat, kalıcı izler için tasarlanmış bir deneme tahtasıydı. Tıpkı ilk okuldayken çivileri rast gele bir tahtanın üzerine çakıp şekil yaptıktan sonra işimiz bittiğinde çivileri çıkartıp geride kalan derin deliklere bakmak gibi.

Hep tehlikesinden mi bahsedeceğiz bir umudun?

Peki o tahta ya bir canlı olsaydı? Tıpkı biz insanlar gibi canlı olsaydı ve umut besleyebilseydi?

İşte bir umut ve bir gerçek yan yana geldiğinde delikleri mitoz bölünmeyle doldurabilir, tekrar vücudumuzun bir parçası haline getirebiliriz.

Anlayacağınız umut şans oyunudur. %50 sizin yanınızdadır %50 sizin karşınızdadır. Oyunu kurallara göre oynamak riski daima azaltır. Bende oyunu kurallarına göre oynayıp anne olacağım.

"Geldik."

Elime başıma koymuş sıvazlarken arabanın durması ve Aras'ın seslenmesiyle kendime geldim.

"Sibel uyumuş."

Arkamı döndüğümde koltuğunda kafası yan bükülmüş ve hafif terden dolayı kıvırcık inatçı saçları alnında bazı bölgelere yapışmış, dudağı büzülmüştü.

Arabadan inip önden dolaştıktan sonra kapıyı açtı ve elimden tutup kalkmama yardımcı oldu. Bir elim belimde bir elim karnımda klasik hamile pozu verirken Aras'ın yaptıklarını izliyordum.

Sibel'i usulca kucağına aldı ve kafasını boyun girintisine yaslayıp arabanın kumandasıyla arabayı kilitledi.

"Bakıyorum da babalık da usta oldun. Eğitim almana gerek kalmadı."

"Henüz yeni bebekle bir deneme yapmadım.", dedi telaşla şirkete doğru yol alırken.

Aras'ın koluna girip diğer elimi hafif şişen göbeğime yerleştirdim. Bir elinde kızı bir elinde eşi öyle bir havalı giriş yaptı ki Aras, Brad Pitt bile evlatlık çocuk alırken bu pozları vermiyordu.

"Sakin ol şampiyon.", diye fısıldadım hafif kulağına eğilip gülümsediğimi çaktırmayarak.

"Bu poz bana züppe diyenlere gelsin.", dedi ve ona döndüğüm yüzüme dönüp burnumun üstüne öpücük kondurdu.

Hadi yukarı çıkalım dediğinde önce bir an durdum. Gördüğüm manzarayla şok mu olmuştum yoksa başka bir şey mi bilmiyorum ama sanırım kalbimin sesini dinleyip Aras'ı yollayacaktım.

"Canım sen çık yukarı. Sibel'i beşiğine yatır. Yanına bebek telsizini koy ben geliyorum.", dedim iyice yanına sokularak ve yanağına bir öpücük kondurdum.

Gün intikam günüydü.

Gerçeği daha önceden intikamımı almıştım ama beni o ilk küçümsediği günden beri ona nefretimi koruyordum.

Aras kafasını onaylar mana da salladıktan sonra o beni küçük gören sarışın ve arkasında iki tane sekreter gezdiren kadının yanına gerile gerile yürüdüm.

Aras'dan hamile kalmak gurur vericiydi.

"Sen hala çaycılık yapıyordun değil mi?", dedim alaycı ama ciddi durmaya çalışarak.

Bir an ne diyeceğini şaşırıp kafasını diklese de sonradan hafif bir tırsma anı yaşadı.

"Evet bende bundan bahsediyordum.", dedim ağzımı memnun kaldığımı ifade edercesine bükerek.

"İki çay. Tavşan kanı olsun. Aras ince belli sever. Bana fincanda getir.", dedim ve arkamı döndüm.

Aklıma donk eden şeyle tekrar döndüm. Sibel uyumadan önce mama içmiş miydi?

"Ha bu arada bebelac mamalarından getir. 15-24 aylık.", dedim ve tekrar dönüp bana bakan ve sırıtan yüzlere samimi sırıtışımı sunarak devam ettim.

Mor mu olmuştu kırmızımı acaba?

Asansörün önüne geldiğimde derin bir soluk çektim. Evet evet hala korkuyordum. Tabi korkum Aras yanımda olmadığı anlar için geçerliydi, o yanımda olunca illa bir yolunu bulup bana asansörde olduğumuzu unutturuyordu.

"Yardıma ihtiyaç var mıydı?"

Duyduğum tanıdık sesle kafamı çevirdim.

"A siz!", dedim heyecanla.

O günkü güvenlik görevlisiydi bu. Yani Sibel'i benden aldığı için Aras'a hesap sormaya geldiğimde asansöre binmek için bin bir takla attığım zaman yanımda duran adamdan bahsediyorum. Ama siz zaten anlamışsınızdır.

"İsterseniz yine beraber çıkabiliriz?"

"Eğer çıkabiliriz kelimesini kullanmazsan Aras beraber gitmemize izin verir.", dedim gülümseyerek.

Memnuniyetle kafasını salladıktan sonra anladım ki onaylıyordu.

Asansörün dokunmatik tuşuna basıp asansörü çağırdıktan sonra kafasını bana çevirip sabırsızca asansörü beklemeye çalıştı. Sabırsız bekleyişine sabırsız bekleyişle karşılık verdim.

Asansör geldiğinde benden önce girip elini aynı bir garson edasıyla önünde birleştirdikten sonra gelmemi işaret etti.

Elini o kadar çok ustaca birleştirmişti ki önünde şahsen garsonken bile bunu yapmamıştım.

Usulca adımlarımı asansöre yerleştirdikten sonra sahte gülümsemeyle stresimi gizleyip çıkmak istediğimiz kata bastım ve derin bir soluk alıp asansörün en köşesine çekilip sırtımı duvara yasladım ve gözlerimi kapattım.

Hiç bir şey duymuyor gibiydim, kulaklarımda asansörün yukarıya çıkma uğultusundan başka hiç bir şey yoktu.

"Geldin."

Kulağıma hem kurtarıcı hem de tüyler ürpertici gibi gelen sesle gözlerimi açtım.

Köşedeydim. Aras karşımdaydı.

Bu sahne çok tanıdık geliyordu ama... Tabi ya. Yine aynı sinirle gelmiş ve yine asansör korkumun onun gözlerinde son bulmasını izlemiştim.

"Sibel'i yatırdın mı?", dedim usulca gülümseyerek.

Sokulduğum köşeden çıkıp yürümesine eşlik etmeye başladıktan sonra arkama dönüp asansörde ki görevliye göz kırparak teşekkür etmeyi unutmadım.

"Evet. Ama sorunumuz var. Hatta senin sorunun var. Sanırım bunamışsın. İlk kez mama içirtmeden yatırdın."

Ağzımın açılmasına fırsat vermeyen asansörün sesiyle kafalarımızı arkaya yöneltip o nefret ettiğim kadının elinde ki mamayı getirişini izledik.

"Az önce bir şey mi demiştin sevgilim?"

"Hiç havalar aşağı katta nasıl diye sormuştum.", dedi çaktırmayıp iki adımla beni geçerek.

Arkasından sadece umutsuz vaka olduğunu ifade eden bir gülüşle pekiştirdim unutkanlığını.

"Yarın ki kontrole gelecek misin?", dedim bürosuna giren Aras'ı takip ederek.

"İşlerim var seninle hastanede buluşuruz."

"Ne?", dedim koltuğuna oturmak üzere olan Aras'ın masasının karşısında kaşlarımı çatarak.

"Emre ve 25 koruma daha seninle olacak. Ayrıca dört araba."

Kollarımı birleştirerek triplendim ve kafamı sağa eğip öylece omuzumu salladım.

"Hadi ama. Şimdi oturdum. Acı biraz. Gelip öpeceğim ve barışacağız. Beni yorma da kucağıma gel otur.", dedi geriye yaslanıp koltuğunda sallanarak. Tam bir zampara patrona benziyordu.

Aras'ın önünde ki misafir koltuklarına oturup tribimi devam ettirdim ve yüzüne bakmadım.

"Patronumuz izin verirse yarın hastaneden sonra ailemin mezarına uğramak isterim."

"Kaç gibi mezarlıkta olursunuz."

"Bilmem. Saat on da randevum var. Maksimum bir saat sürer. En geç 11 de mezarlıkta oluruz."

"Tamam o zaman aile mezarlığınızda buluşuruz.", dedi ve elinde iki parmağıyla hala anlayamadığım şekilde havaya atıp tuttuğu kalemi bırakıp nefesini bıkkınlıkla dışarı vererek ikinci misafir koltuğunu dibime çekti ve oturup ellerimi tuttu.

"İşleri biliyorsun. Şu japonlar sorun çıkartıyorlar. Yarın buluşup toplantı yapmamız lazım."

Dudağımı büzüp omuzlarımı tekrar yukarıya onaylamaz anlamda salladıktan sonra elini yanağıma götürdü.

"Üstelik çocuğumuzun oğlan olduğunu duymamı istediğine sevindim."

"O kız olacak."

Usulca dudağıma yaklaşıp iki saniyelik kısa bir öpücüğünün ardından yüzümden fazla uzaklaşmadan sözcükleri tekrar soluğuyla dışarıya bıraktı.

Bir dakia. O beni öptüğünde ben hala heyecanlanıyor muydum?

"Sadece senin gözlerine sahip bir bebek istiyorum."

Esprisine gülümsedim.

"İkimizinde gözleri yeşil Aras. Lafı kıvırtıp da romantiklik yapma."

"Senin gibi bakan birini daha görmedim Ayza.", dedi gözlerini kısarak.

Tanrım. Hala yakışıklıydı, hala utandırabiliyor, hala gülümsetebiliyor, heycanlandırabiliyordu. Ben ne ara...? Artık bu soruyu sormayacağım. Aşkın reklam arası yoktu, veya yemek arasında aşık oldum yoktu. Aşkın sadece Aras'ı vardı. O da beni bulmuştu. Ne kadar şanssızdı. O kadar kız arasından benim gibi bir çenesize mi tutulmuştu.

"Aşkın Aras halisin.", dedim ve gülümsedim. Alnını alnıma dayadıktan sonra hala spora vakit ayırıp şişirdiği kollarıyla bir çırpıda beni kucağına aldı.

"Ne yapıyorsun?", dedim ani hareketinden irkilip korkarak.

"Tekme atıyor mu?", dedi kafasını yukarıya kaldırıp gözlerimle temas kurarak.

"Geceleri uyuyamıyorum. Sana çekmesinden korkuyorum.", dedim elimi karnıma koyup Aras'a bıkkın bir şekilde cümlemi telaffuz ederek.

Kafasını usulca göbeğime koyup dinlemeye başladı.

Belki ilk kez bebeğinin kalp atışlarını duymaya çalışmıyordu. Ama son olma ihtimali çok yüksekti. Beni mi soracaksınız? O tehlikeli günde, tehlikeli yerde ve saatte Aras'ın beni kaybolduğum karanlıktan kurtarmasını bekliyorum.

Tehlikeli saat mi dedim? 24 saatten az kalmıştı.

"Dikkatli olacağına söz verebilirsen seni bir kaç saatliğine yalnız bırakabilirim.", dedi kapı eşiğinde beni kendine çekerek.

Tanrım, bunlara bir son vermeliydi artık...

"Bebeğimizin cinsiyetini sana asla söylemeyeceğim.", dedim kaşlarımı sinirle çatıp dudaklarımı büzerek. Bir umut, belki kızdırırsam gelirdi ha? Ne dersiniz?

"Mızıkçılık yapmak yok Ayza. Mezarlıkta buluşacağız. Kimseye bir şey yapma.", dedi burnumu sıkarak.

Gülümsedikten sonra Emre'ye bakarak Aras'ın kollarından ayrıldım ve olabildiğince hızlı bir şekilde – ki bu yükle yavaş yürümek için anlaşma yapmıştık – arabaya yöneldim. Bu gün çocuğumuzun cinsiyetini öğrenecektim.

Aslında ne biliyor musunuz? Sağlıklı olduktan sonra benim için bir önemi yoktu ama erkek çocuğu olsa kesinlikle çıldırırdım. Düşünsenize... Aynı evin içinde iki tane Aras!

"Emre!", diye gürledi.

Arabanın kapısını açarken gürleyen Aras'a yöneldim ve olacakları seyretmek istedim. Sorun neydi?

"Asla ama asla! Ayza'yı yalnız bırakmayacaksın.", dedi işaret parmağını kaldırıp tehdit eder bir tonda söylerken parmağını bir aşağı bir yukarı sallayarak.

Endişeli hallerine gülümseyen tavrımı koyduktan sonra kapı da bize el sallamak için duran Sibel ve Ayça'yı gördükten sonra gülümseyerek arabaya bindim ve Emre'nin arabının ön tarafından kıvranarak şoför koltuğuna oturuşunu izledim.

"Emre! Asla ama asla. Ayza'yı yalnız bırakmayacaksın.", dedim işaret parmağımı kaldırıp sesimi gürleştirerek. Emre'nin gerildiğini hissetmiştim ve gergin bir sürücünün yanında oturmak, üstelik Aras'ın çocuğuna hamileyken... Yapacağınız en son şey olmalı. Bu yüzden esprilerinizle daima onu rahatlatmaya çalışın.

Gülümsedikten sonra arabayı çalıştırdı ve yavaşça ilerledi.

Kafamı cama yasladım.

"Sizce ne?"

"Ne ne?", dedim kafamı çevirip kaşlarımı çatarak.

"Cinsiyeti.", dedi bir anlığına gözlerini yoldan ayırıp bana dönüp gülümseyerek. Araba kullanıcılarının gözlerini bir an bile yoldan ayırmaması gerekitiğini yaşayarak ve bedellerini ağır ödeyerek anlamıştım.

"Aslında ilk sorduğunda anlamıştım."

"Ee?"

"Erkek."

"Peki neden sürekli Aras Bey'le inatlaştınız bu konuda?"

Gülümsüyordu fakat az önce ki tedirginliğimi hissetmiş olacak ki gözlerini yoldan ayırmıyordu.

"Sadece onu kızdırmak hoşuma gidiyor."

"O kızmıyor. İnsanlar sadece zayıf noktalırına kızarlar.", dedi göz kırparak.

Anlamadım?

"Zaten onun zayıf noktası benim!", deyip kafamı camdan dışarıya çevirdim. Göz kırpmak ve Emre mi? Çok garip şeyler oluyor.

Yol boyunca sustuktan sonra arabadan yavaşça indim ve ayaklarımı toprakla buluşturdum.

Lacivert kazak üzerine giydiğim yeşil ceketi çekiştirdim. Anlayacağınız üzere havalar soğumuş, buz gibi olmuştu. Aras'ın da abartmasıyla tüy yumağı gibi evden çıkmıştım.

Emre şoför kapısını kapatmış ve arkadan gelen bir korumaya arabanın anahtarını vererek park etmesini söylemiş, sonra da beni takip etmişti.

İçimde ki huzursuzluğu bir türlü atamazken bu soğuk mevsimde beyaz bir kelebeğin gelip yeşil ceketimin kolunun üzerine konmasıyla bir an durdum ve işaret parmağımı kelebeğin önüne koyup parmaklarıma gelmesini izledim.

"Bu mevsim de mi?", diye mırıldandım. Emre'nin de seslenmesiyle bir anlık şoktan çıktım ve ellerimi hafif sallayarak kelebeğin elimden uçuşunu izledim.

Ya kozasından çıkmak için erken davranmıştı ya da haddinden fazla yaşamıştı. Bu soğuk havalar onun için zararlıydı ve daha çok acı çekecekti. Demek ki kelebeklerin ömrü bu yüzden kısaydı. Kendi biyolojileri için kendi hayatlarını düzenliyor ve kısa sürede kendilerini ölüme mahkum ediyorlardı.

Neyse. Dersimiz biyoloji değil...

"Ayza Hanım. Duyuyor musunuz? Tufan Bey yedi oldu arıyor. Geçmemiz lazım.", dediğinde Emre'ye dönüp aceleci tavırlarını anlamlandıramadıktan sonra önüme dönüp ceketimi daha da çok çekiştirerek ilerledim.

Hastaneye ilk adımımı attığımda anılar arasında gidip gelmemekle kararsız kaldım. Dikişlerimin atıldığı gün...

Dişlerimi korkumdan sonuna kadar sıkarken duyduğum sesle rahatladığım ve sonuna kadar güvendiğim o ses tınısı ve Aras...

"Hoşgeldin Ayza."

"Hoşbulduk Tufan Abi."

"Seni bekliyoruz.", dedi önümden çekilip eliyle gitmem gereken odayı gösterirken. Yavaşça ilerlerken odaya gideceğim koridor boyunca gördüğüm sayısız kamufle edilmiş korumalardan gına gelmiştim. Anladım erkek bekçileri başıma dikmek niyetindeydin Aras, ama kadın doğum bölümünde erkeklerin oranı daha fazla olmamalı... Ah şaşkın sevgilim!

Kapıya geldiğimde derin bir nefes çektikten sonra Tufan Abi'nin kapıyı açışıyla içeriye girdim ve üç hemşirenin güler yüzüyle karşılaştım.

Yavaşça Tufan Abi'nin gösterdiği yere doğru uzanırken hemşirelerin birbirleri arasında konuşmalarını veya Tufan Abi'nin beni telkin etmesini duymuyordum. Sadece karnımın içinde ki o minicik bebeğe odaklanmıştım. Nefes alıyor muydu? Kalp atışları başlamış mıydı? Acaba yeri dar mıydı? Acıkmış mıydı? Hemen doğmak istiyor muydu?

Karnımı yavaşça açıktıktan sonra Tufan Abi'nin karnımda gezdirdiği sıvı madde tenimi ürpertmiş, eline aldığı makinayla karnımın üzerinde elini gezdirerek gıdıklamıştı.

Karnımın üzerindeki sıvıyı peçeteyle sildikten sonra elimden tutup doğrulmama yardım etti.

"Ne bekliyorsun?", dedi gülümseyerek.

"Sağlıklı bir bebek."

"O tam olarak doğum anında belli olacak. Bunu sende en az benim kadar iyi biliyorsun. Ama görünür de bir şey yok. Üstelik ne sormak istediğimi gayet net anladığını düşünüyorum.", dedi göz kırparak.

"Erkek mi?"

"Asıl soru bu olmamalı.", dedi tekrar gülümseyip önünde ki aletleri toplarken. Beni heyecanlandırıyor, konuşurken yüzüme bakmıyordu.

"İyi değil mi? Kalp atışlarının dört aylık iken duyulması lazım. Duyulmuyor mu yoksa?", dedim korkuyla kafamı ona doğru yaklaştırıp aniden doğrularak.

"Hayır gayet sağlıklılar."

"Sağlıklılar?"

"Evet. İkizler gayet sağlıklı. Tabi henüz kavga etmeye başlamadılar. Altıncı aydan sonra şiddetli karın ağrıların olursa hemen yanımıza gelme. Çünkü bulundukları yer ikisine de dar gelecek ve kavga etmeye başlayacaklar."

Ağzım açık bir şekilde sadece olanları sindirmeye çalışırken Tufan Abi'nin yaptığı rahatlatıcı şakalarını dinlemiyordum. İkizler mi demişti o?

"Ama nasıl. Testte çıkmamıştı. Kontrollerde de görmemiştin."

"Sence kontrollerde görmemiş olma ihtimalim var mıydı?", dediğinde ağzımı kocaman açıp gözlerimi kıstım.

"Hain. Bizden önce ikisinin de cinsiyetini öğrenmek ve bizi de meraklandırmamak için yaptın."

"Eh. Buna değdiler diyelim.", dedi ellerini beyaz doktor pantolonunun ceplerine geçirip sabırsızca gülümseyerek.

"Şaka yapıyorsun öyle değil mi?"

"Bir doktor sence bu konu da şaka yapabilir mi?", dedi tatlı ve sorgulayan bakışlarla.

Karnımı tutup tekrardan oturdum ve elimi alnıma götürüp sitem ettim.

"Yani birdi iki olacaklar öyle mi?"

"Kimler?"

"Kimler olacak? Aras'lar tabiki. İki tane minik Aras."

"Erkek olacağından nasıl bu kadar emin olabiliyorsun. Üstelik ikisinin de."

"İç güdü diyelim. Sahi cinsiyetleri ney?", dedim karnımı tutup yavaş hareketlerle sıvazlayarak.

"Eğer Aras'a bu konuyu söylemeyip onu çıldırtacaksan...", dedi uzatarak. Sonra devam etti.

"Kesinlikle söylerim."

Kafamı onaylar anlamda salladıktan sonra etrafta ki hemşirelere güvenmeyerek bana eğilmem gerektiğini söyledi ve fısıldadı.

"Ciddi olamazsın!"

"Evet."

"Ama ben bunların..."

"Hişt. Sessiz ol. Yerin kulağı vardır.", dedikten sonra kafasını olumsuzca sallayıp hızla kapıya yöneldi.

"Şimzi mezarlığa gidiyormuşsun sanırım. Dikkat et. Onlara iyi bak!", dedi gülümseyerek ve dışarıya çıkmam gerektiğini belirten ufak bir eğilme hareketi yaptı.

Yavaşça kalkıp koluma çantamı aldıktan sonra sabırsızca kapı pervazında bekleyip, ayak uçlarıyla bir yükselen ve bir eski halini alan Emre'ye baktım. Beni gördüğü anda yaşadağı ufak şoku ve heyecanı atlattıktan sonra yanına geldiğimde sabırsızlığını bana yöneltti.

"Ee? Neymiş?"

"Neden bu kadar merak ediyorsun?", dedim sitem edip sorgulayarak. Neden bu kadar merak ediyordu?

"Sadece merak.", dedi gülümseyerek. Masumdu. Neyden şüpheleniyordum ki daha? Ne yani yolun ortasında beni bayıltıp kaçıracak mıydı? Hah. Gülerdim buna.

"Ney değil. Neyler diyecektin?"

"Ne. İkizler mi?", dedi heyecanla ve şaşkınlıkla geçirdiği ufak şok nöbetini bana yönelterek.

Gülümseyerek kafamı salladım.

"Ee. Çatladım meraktan söyleyin artık!"

Ağzımı açtığım sıra da çalan telefon sesiyle duraksadım. Ne kadar çok nostalji yapıyordum bu gün. Ne kadar tanıdıktı tam bir şeyi söylemek isterken lafımın kesilmesi (!)

"Alo Aras Bey?"

"..."

"Anladım."

"..."

"Peki. Tamam. Hemen geliyoruz.", dedikten sonra telefonu hızla kapatıp ceketinin önünü ilikledi.

"Aras Bey yarım saat içerisinde mezarlıkta olurmuş Ayza Hanım. Buyurun.", diyerek kapıyı gösterdi. Yorgun bir şekilde kafamı salladıktan sonra dışarıya çıktım ve arabaya doğru Emre'yle beraber yöneldim.

Kapının kulpunda az önce ki kelebeğin varlığını görünce bir an duraksadım. Nereden tanıdık geliyordu bana bu kelebekler?

"Buyurun Ayza Hanım.", deyip kelebeği hiç görmeden elini kapının kulpuna götüren Emre'ye gülümsemele karşılık verip arabaya yerleştim.

Yaklaşık on beş dakikalık bir mesafe gittikten sonra büyük Asri Mezarlık tabelası yazan bir yere girdik.

"Aileniz buraya gömüldü değil mi?"

"Bilmiyorum ki.", dedim umutsuzca dışarıya bakarak.

"Nasıl bilmiyorsunuz?"

"Ailem öldükten sonra nasıl bir aileyle yetiştiğimi tahmin edemezsin."

Kafasını salladıktan sonra sağa sola bakınarak arabayı bir yere park etti. Korumalar neden yoktu?

"Korumalar nerede? Peşimizden geliyorlardı.", dediğimde telaşla arkasını döndü ve bakındı.

"Bir dakika müsadenizle ben bir konuşayım. Aras Bey'in onlara çok güzel bir fırça çekeceğini anlatayım.", dedi ve bir kaç metre öteme giderek konuşmaya başladı.

Yavaşça yürüyüp Emre'yle aramda ki mesafeyi açmayarak ilerdim ve mezarların üzerinde ki isimleri tek tek inceledim. Ne kadar çok doğan ve ölen vardı bu hayatta.

Biraz ilerledikten sonra kocaman yer kaplayan geniş bir mezarlığa gelince aile mezarlığı olduğunu anladım. Mezarlık yokuş bir alandaydı. Etrafımız çok sık ağaçlıklarla çevriliydi. Hava kapalı, sisli ve kasvetliydi. Belki de ruhumu karartan buydu.

Aile mezarlığından aşağısı yokuşu temsil edercesine iniyordu. Aşağısı pek fazla net gözükmüyordu. Hatta... Bir dakika. Ortalık neden aniden bu kadar sisleşmeye ve kapanmaya başladı. Emre? O nerede? Az önce iki adım ötemdeydi.

"Emre!", dedim korkak ama baskın bir ses tonuyla. Yutkundum ve ceketimi daha çok çekiştirerek ürkek bir adım attım.

"Emre! Duymuyor musun beni? Bak bu bir oyunsa hiç hoş değil ona göre.", dedim kaşlarımı umutsuzca çatarak.

Korkmak, bütün duyguların babası gibiydi. Binbir çeşit korku vardı ama tek etkisi yüreğini büzüştürüp bir kenarıya atmaktı.

"Emre ne olursun ses ver.", dedim yalvararak.

En son kendimi kılpayı durdurabildiğim yerde iki santimetre ötemde kocaman bir ağacın olduğunu gördüm.

Hayır, hayır... Bu ağaç değildi. Kesinlikle ağaç değildi.

"İmdat!"

...

Kafam da hissettiğim ağırlıkla ellerimi çekiştirmeye çalıştım. Yavaş yavaş inlemeye başladığımda göz kapaklarımın üzerinde ki ağırlık bir bulutun içinde ki yağmuru boşaltmadan bir saniye önceki ağırlığa benziyordu.

"Aras..."

"Aras yok."

Gözlerimi öfkeyle yankılanan sesin sahibine çevirdiğimde ağırlaşan göz kapaklarım bütün yağmuru boş verip bir kenarıya bırakmış ve korkuyla kocaman açılmıştı.

Ellerim bağlıydı. Üzerimde ki yelek soğuğun vicdansız pençelerine aldırılmadan çıkartılmış sıkı sıkı ayaklarımı ve belimi bomboş – sanırım depo gibi bir yer – oda da bulunan tek sandalyeye sabitlemişlerdi. Karanlıkta gördüğüm loşluğun ve boşluğun tek sandalyesiydi.

"Hadi ama... Her kaçırılışımın ardında sen olmak zorunda değilsin."

"Hayatımı mahvettin."

"Eminim öyle yapmışımdır."

"Kardeşlerim ve annem öldü. Üvey babamız ise...", dedi tiksintiyle.

"Üvey baban ise e?", dedim umursamayarak. Şu anda tek amacım dikkatini dağıtıp kaçış yönünü planlamaktı. Bağlı olan ellerim mi? Onlar ufak tefek ayrıntılardı.

"Tefeciye olan borcumuzu onun böbrekleriyle ödedik.", dedi sinirle üzerime gelirken.

Ne? Dedemin organlarını alarak mı öldürmüşlerdi? Ciddi miydi?

"Siz...", dedim kekeleyerek.

Nasıl bir insanlıktı bu? Ah! Tamamen benim hatam. Taner ve insanlık kelimeleri birbirlerine zıt kavramlardı.

Elinde ki odunu yavaşça sürterek yanıma kadar yaklaştığında yüzünün bir kısmının boydan boya bıçak izleriyle çizilmiş, hatta daha kanlarının bile taze durduğu bir vaziyette gördüm.

"Ne olmuş sana böyle?", dedim gözlerimi kısıp küçümseyerek. Yine neye karışmıştı da bunları hak etmişti.

"Asıl soru senin bebeğine birazdan ne olacağı.", dedi ağzını alayla büküp gözlerini bedenimde gezdirirken.

Kaçırılmıştım değil mi?

"Bu kadar yeter!", diyen ses karanlıkta yankılanırken, ses tınısında ki tanıdıklık duygusu bir an ürkütmüştü beni.

Gelen ufak bir kıvılcımla beraber yaklaşık yirmi metre öteden beri yanan tavan ışıkları tek tek ve gürültülü bir şekilde ışıklarına kavuştuktan sonra kafamı henüz alışamadığım ışığa çevirip gözlerimi kıstım.

Otopark.

"Neresi burası? Üstelik...", diyerek kafamı girişe çevirdiğimde gözlerimin gördüğü şeye halisünasyon ismini vermek isterdim.

"Sen çık dışarı.", dedi Taner'e bağırarak.

Taner gözlerime bir müddet daha ters baktıktan sonra, ters bakışların karşılığı olarak aynı ters bakışlarımı sununca elinde ki sopayı yere fırlattı ve ağır ağır otoparkın az önce girişinde beliren Mert'in yanına gidip kulağına bir şeyler fısıldadı sonra ise gitti.

Mert kafasını hırsla onaylarcasına salladıktan sonra otomatik kapanan kapının şartelini indirdi.

Halisünasyona gelecek olursak...

Yerde ki belki de yüzlerce, yok yok hatta bir kaç bin tane bulunan küçük kavanozlara baktıktan sonra Mert'e döndüm.

"Bu kadar kelebeği bulmak zor olmadı mı?"

"Hepsi senin mutlulukların. Bu yaşına kadar yaşadığın mutluluklar. Bak hepsinin katili olacağım.", dedi.

Sinirliydi. Hırslıydı.

"Ney senin derdin benle?", dedim bulunduğum sandalyeye inat hafif eğilip gözlerimi kısarak.

"Seni sevdiğimi görmüyor musun ulan? Kaç yıldır gözlerinin önünde eriyorum, bitiyorum. Bu Aras'ın benden kaçınca sevdiğim insanı alışı?"

Sadece gözlerimi kısıp sinirle dinlemekle yetindim. Tepki verirsem fevri hareketleri benim sonum olabilirdi. Sinirlenmiş bir erkeğe pek fazla bulaşılmayacağını Aras bana öğretmişti, hem de fazlasıyla deneyimleyerek.

"Bak şimdi. Kelebekler yaklaşık beş dakika sonra kavanozun içinde çırpınmayı bırakıp kanatları içine kendini gömecek ve derin derin nefes almaya çalışacak.", dedi yanıma gelip dizlerinin üstüne çökerek. Elini şişen göbeğime koyup devam etti.

"Ondan sonra hepsi kendi renginin bir ton açık haline bürünecek.", dedi gülümseyerek.

Zevk alıyordu!

"Bebek nasıl. Ah! Özür dilerim. Bebekler diyecektim.", dedi elini göbeğimden çekip dizlerinin üzerine durduğu pozisyonundan vazgeçerek ve ayağa kalkıp ellerini ceplerine koyarak. Ukala duruşlarının beni korkutacağını sanıyordu. Sorun şuydu: Aras beni daima kurtarırdı.

"Emre mi? Cihat gibi Emre'yi de mi satın aldın?", dedim kısık sesimin verdiği ürkeklik, korku ve bu duygularımla çelişen kararlılıkla beraber.

"A! Canım. Bak haksızlık yapıyorsun. Cihat gibi demen hata oldu. Çünkü Cihat'ı satın alamadık.", dedi alaycı tonunu ikiye katlayıp bana arkasını dönerken.

"Nasıl yani?"

"Sadık bir köpekmiş. Bizim olsun isterdik ama Aras'a ihanet etmedi. Biz de ikizlerle tehdit etmek zorunda kaldık. "

Duyduğum köpek hakaretine mi sinirlenmeliydim yoksa Cihat'ı ikizleriyle tehdit ettiği için mi sinirlenmeliydim bilmiyorum ama öfkem öyle bir raddeye ulaşmıştı ki nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum.

"Ne oldu sinirlendin mi?", dedi eğilip burnunu burnuma yaslayıp oyun yaparak.

Geriledim ve atamadığım tokat yerine yüzüne tükürmeyi tercih ettim.

Tükürdüğüm yanağını öteki tarafa çevirerek elini götürdü ve temizledikten sonra yavaşça elini gözlerinin önüne getirip kaşlarını çattı. Bakışlarını bana çevirirken cebinden çıkarttığı mendili eline götürdü ve aynı alaycı bakışlarını tekrar takınarak gülmeye başladı.

"Sende yavaşça evcilleşeceksin Ayza Kılınç." , dedi ve sempatik yüzünü bir kenara bırakıp ani bir hareketle yüzüme ağır bir tokat indirdi.

Yüzümü sabır dilercesine yan tarafa yatırdıktan sonra etrafımda ki kelebeklerin yavaş yavaş kavanoz dibine çöküşünü izledim ve Mert'e döndüm.

"Ne yani. Tek amacın sana aşık değilim diye intikam almak mı?"

"Ha o mesele. Buraya seni ben getirtmedim. Ama eğer soruna cevap olacaksa söyleyeyim.", dedi ve sert bakışlarını pişmanlıkla eğdikten sonra bana acıyarak döndü.

"Senden intikam almak için sana zarar vermezdim."

"Az önce sevdiklerim demiştin...", dediğim de kafasını yukarıya kaldırarak akmaya çalışan göz yaşlarını içeriye çekti.

"Babamı öldürdü."

"Hadi ama Mert. O senin üvey babandı."

"Gerçek babamdı.", dedi sert bir ses tonuyla. Israrla yalanı kabullenmeye çalışıyordu.

"Mert!"

Kelebeklerin ölümünü tek tek izleyince aldığı zevk ve haz yavaşça üzüntüye dönüştü ve bana döndü.

"Artık çıkmam lazım biricik kurbanım."

"Nereye. Beni burada yalnız mı bırakacaksın."

Oturduğum sandalyede çırpınarak telaffuz ettiğim cümleler Mert tarafından umursanmıyordu.

"Seni çok sevdiğin bir insanla başbaşa bırakacağım."

"Gitme.", dememe rağmen umursamaz tavırları şarteli kaldırırken son buldu ve yavaşça kapıyı açıp ışıkları kapattı.

O gittikten sonra yarım saat mı beklemiştim yoksa bir saat mi bilmiyordum ama kapının tekrar aralanmasıyla heyecanlandım. Eminim Mert pişman olmuştu ve tekrar yanıma gelip ellerimi çözecekti ve tüm bu saçmalıklardan beni kurtaracaktı.

"Mert.", dedim heyecanla.

Ayakkabı tıkırtılarına rağmen gelmeyen cevaptan korktum ve ısrarla yineledim.

"Mert!"

Yaklaşan topuk tıkırtıları bana cevap vermeyince karanlığın sardığı ve beslediği korku bedenimi almış götürmüştü.

Yavaşça keskin ve soğuk bir şeyin göbeğimin üzerinde gezdiğini hissettim.

"Kimsin sen? Taner mi? Mert mi? Emre mi?"

"Şş. Sakin ol Ayza."

Gözlerimi sıkı sıkı kapattım ve o kutsal soruyu sormak için boğazımı temizlemekle temizlememek arasında gidip gelirken sonunda yutkundum.

"Ayça?"



SON....

FİNALE BİR KALA DA KALMASININ SEBEBİ, FİNALİN DİĞER KİTAP serilerinde OLMASI (ŞUAN YAYINDA)), OKUDUĞUNUZ, DEĞERLİ VAKTİNİZİ KİTABA AYIRDIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM...



Continue Reading

You'll Also Like

667K 12.7K 37
Kapak Tasarımı: Pen_Queen Tamamlandı. Buz kesen ellerini kollarımda gezinirken hissettim. O ellerin soğukluğu yanan bedenimi daha da ısıtıyordu. K...
FARKLI DOĞANLAR By synesia

Mystery / Thriller

2K 181 4
Karanlıktan Yıldızlara * Pop müzik ekşi ve blues acı Elmalar zulümün temsilcileri Mavi, yarım daire kanalları Lacivert, cumartesi Cumartesiyse mu...
154K 9.3K 48
Şimdi yapmazsam bir daha asla yapamayacağımı biliyordum. İçime titrek bir nefes çektim ve belki de ömrüm boyunca boynuma zehirli bir sarmaşık gibi do...
1.3M 54.7K 46
~TAMAMLANDI~ 0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kate...