Kusurlu

By gayeozdmr_

6M 351K 84.5K

Beklenmedik, trajik bir kaza... Kazadan sonra ruhunu teslim etmiş genç bir kız... Yitirilmiş umutlar... Topra... More

|1| İsimsiz
|2| Prenses
|3| İntihar
|4| Teklif
|5| Aslancık
|6| Haram
|7| Sır
|8| Şans
|9| Anı
|10| İmkansız
|11| Hayal
|12| Açlık
|13| Korku
|14| Güven
|15| Gerçek
|16| Aşk
|17| Sadece Arkadaş
|18| Özür
|19| İhtiyaç
|20| Anlaşma
|21| Chucky
|22| Şaka
|23| Koku
|24| Yardım
|26| Yabancı
|27| Rüya Yakalayıcı
|28| Biz
|29| İtiraf
|30| Söz
|31| Özgür
|32| Balonlar
|33| Dilek
|34| Cehennem
|35| Karanlık
|36| Resim
|37| Armağan
|38| Sürpriz
|39| Sır
|40| Ölüm Günü
|41| Keşkeler
|42| Af
|43| İddia
|44| Carpe Diem
|45| Davet
|46| Hata
bonus / Tuğba&Samet
|47| Kader
|48| Dehşet
|49| Fedakârlık
|50| Kırmızı Gül
|51| Kurt ile Ay
|52| Çaresizlik Tohumları
|53| Göğüs Kafesi
|54| Kahraman
|55| Yüzde Yirmi Beş
|56| Umut
Geri Dönüyoruz!
|57| Kum Saati
|58| Beyaz Balon
|59| Veda
|60| Kusurlu
Hoşça Kal

|25| Gökyüzü

97.8K 6.9K 1.3K
By gayeozdmr_

# Passenger - Setting Suns 

Multimedya: @kumralmatmazel'in Kusurlu için yapmış olduğu bir çalışma. Tekrar çok çok teşekkür ederim. Ba-yıl-dım! 

Bölüm ithafı: yagmursuraozpnr ♥

Keyifli okumalar! 

▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬

Şu anda içinde bulunduğum durumu izah edebileceğim tek bir kelime vardı: Tuhaf. Cidden... Çok tuhaf.

Annem, babam, Didem ve ben her zamanki gibi akşam yemeğimizi yiyorduk. Ama bu akşamki yemeğimiz şimdiye kadarki bütün yemeklerimizden apayrıydı. Yeni evimizdeydik. Yeni mutfağımızda... Ama bu durumu tuhaflaştıran şey Hazar'ında bizimle burada olmasıydı. Onunla aynı masadaydım. Babam ve Didem'in arasında, benimse tam karşımda oturuyordu. Annemin yaptığı çorbadan içiyor, ailemle sohbet ediyordu. Hazar gerçekten buradaydı. Bizimle.

Çoğu zaman ansızın içimi büyük bir korku ele geçiriyordu ve o korku ardımda bıraktığım her saniye daha da büyüyerek bütün ruhumu avuçluyordu. İki çift elin boğazıma yapıştığını, nefesim kesilinceye kadar boğazımı sıktığını hissediyordum. Korkunun ne demek olduğunu en iyi ben biliyordum çünkü hayatım boyunca hep korkmuştum. Kazadan önce kolay iletişim kuramadığım için kendimi yanlış ifade etmekten, okulda yalnız kalmaktan korkmuştum. Kazadan sonra ise insanlardan ve onların kötü düşüncelerinden korkar olmuştum. Ama şimdi... Kaybetmekten korkuyordum. İçimde alevlenen ve şu anda tutunduğum tek şey olan o küçücük umudu, o umudu alevlendiren karşımdaki çocuğu kaybetmekten ölesiye korkuyordum ve hissettiğim bu korku, şimdiye kadar hissettiklerimin içinde en can yakıcısı, en büyüğüydü.

Bazen başımı yastığıma koyduğum anda bütün bunların bir rüya olabileceğini düşünüyordum. Bir gün bu rüyadan uyanacak ve 17 Şubat gününe geri dönecektim. Ama o gün İsimsiz diye birinden mesaj almayacaktım. Kim olduğunu bilmediğim biri doğum günümü kutlamayacak, her şeyin yoluna gireceğini söylemeyecekti. Her şey aynı devam edecekti. Ben tamamen yitirdiğim umudumun eksikliğiyle gün boyu penceremin karşısında oturacak, insanları izleyecek ve kendimden nefret edecektim. Ve bütün bunların düşüncesi bile adeta kalbimi ezip geçiyordu. Saatlerce ağlama isteği uyandırıyordu.

Başımı belli belirsiz iki yana sallayarak aklımı ele geçiren kötü düşüncelerden kendimi arındırdım ve başımı hafifçe kaldırıp yeşillerimi Hazar'ın güzel yüzüne yönelttim. Yüzü iki gün öncesine oranla bugün daha iyiydi. Sağ gözünün altındaki morluk azalmış, sol yanağının üzerindeki kesik çizgisi ise tamamen yok olmuştu. Ama dudağı hala patlak ve şişti. Açık kahverengindeki dalgalı saçlarının birkaç tutamı alnına düşmüştü. Mavi gözlerini çevreleyen kısa kirpikleri, burnunun üstüne hafifçe serpilmiş çilleri ve yüzünün çeşitli yerlerindeki benleriyle yüzündeki yaralara rağmen mükemmel gözüküyordu. Bilmiyorum... Belki de onu bu kadar mükemmel gören benim gözlerimdi. Hiç şüphesiz ki Hazar benim gözümde kusursuzdu. Her şeyiyle...

Hazar'ı izlemeye devam ederken mavileri ansızın yeşillerimle buluştu ve tam o anda kendimi okyanusun içine çekiliyormuş gibi hissettim. Beni içine çeken o okyanus, Hazar'ın gözleriydi. Bedenimi saran dalgalar ise kollarıydı sanki.

"Senin kardeşin var mı?"

Didem'in Hazar'a yönelttiği soruyla Hazar gözlerini yavaşça benimkilerden ayırdı ve kardeşime baktı. Dudaklarında buruk bir gülümse peydahlandığında başını belli belirsiz salladı ve "Evet," diye yanıt verdi. Ona bakmayı sürdürdüm.

"Gerçekten mi? Kaç yaşında?"

"Birkaç gün sonra 11 yaşında olacaktı."

Didem'in kaşlarını çatışını gördüm. Kafası karışmış görünüyordu. "Nasıl yani?" diye sordu Didem. "O ne demek oluyor? Anlamadım..."

"Didem Hazar ağabeyini bu kadar sıkma kızım."

"Onu sıkmıyorum ben! Değil mi Hazar abi?"

Hazar gülümseyip Didem'e göz kırptı ve "Evet," diye fısıldadı. Bunun ardından Didem anneme dönüp "Duydun mu anne?" diye sordu ve Hazar'a kocaman bir şekilde gülümsedi. Az önceki muhabbet aklından silinmiş olacak ki Hazar'ın kardeşi ile ilgili başka bir şey sormayıp yemeğini yemeye devam etti.

Didem kendini bütünüyle yemek yemeye adadığı için masada bir sessizlik meydana geldi. Duyulan tek ses arada sırada çorba tabağına çarpan kaşıkların sesleriydi. Bir süre sonra annem yanımdaki sandalyeden yavaşça ayaklandığında Hazar'ın boş çorba tabağını aldı. "Sucuklu makarna yiyorsun değil mi Hazar?" diye sordu. Hazar henüz herhangi bir yanıt vermeden devam etti. "Daha fazlasını yapmak isterdim ama bu karışıklıkta ancak bu kadarını yapabildim."

"Sucuklu makarnaya bayılırım."

"Gerçekten mi? O zaman bol bol koyayım sana."

Annem gülümseyerek masadan çıktığında mutfak tezgâhına doğru ilerledi. Henüz dolaplara yerleştirmediği için tezgâhın üzerinde karışık bir vaziyette duran tabaklardan bir tanesini aldı ve ocağın üzerindeki tencereden kaşık kaşık sucuklu makarnayı Hazar'ın tabağına doldurdu. Birkaç saniye sonra makarna dolu tabağı Hazar'ın önüne bıraktığında "Afiyet olsun," dedi. Hazar anneme gülümseyerek karşılık verdikten sonra, Hazar'ın hemen ardından babama ve bana da makarna dolu tabaklarımızı uzattı annem. Sonra tam Didem'in boşalan tabağına uzanmıştı ki Didem başını iki yana sallayarak "Ben doydum," diye mırıldandı. Hemen ardından da oturduğu yerde heyecanla kıpırdanıp babama doğru döndü ve "Yeni odama gidebilir miyim?" diye sordu. "Henüz bebeklerimi yerleştirmeyi bitirmedim."

"Bebeklerini daha sonra da yerleştirebilirsin. Önce yemeğini ye."

"Ama doydum. Gerçekten!"

Babam anneme kısa bir bakış attıktan sonra yeniden Didem'e döndü. "Pekâlâ," diye yanıtladı. "Gidebilirsin."

"Teşekkür ederim! Size afiyet olsun."

Didem Hazar'ın yanındaki sandalyeden indi ve koşar adımlarla eskisinden daha büyük olan yeni mutfağımızın içinde ilerledi. Tam kapıdan çıkmak üzereyken durdu ve "Hazar abi?" diye sesledi. Hazar ona doğru dönüp omzunun üzerinden kardeşime baktı. "Yemeğini bitirdiğinde odama gel olur mu? Sana bebeklerimi göstermek istiyorum."

"Tamam ufaklık. Gelirim."

"Çabuk ol!"

Didem gülerek pembeye boyanmış odasına gitmek için mutfaktan çıktı. Hazar yeniden önüne döndü ve o anda gözleri kısa bir anlığına gözlerimle buluştu. Bu kısacık an bile kalbimin amaçsızca atmasına neden oldu. Kalbimin bu denli anormalleşmesini göz ardı etmeye çalıştım. Bu sırada babamın elini nazikçe Hazar'ın omzuna koyduğunu gördüm. "Sanırım az önce Didem tatsız bir konuya değindi," dedi babam. "Çocuk işte nerede susması gerektiğini bilmiyor."

"Hayır... Hayır, sorun değil."

"Sen yine de kusura bakma delikanlı."

Hazar başını bir kez aşağı doğru sallayıp belli belirsiz bir şekilde gülümsedi.

Annem bu tatsız konuyu dağıtmak ister gibi "Ailenle mi yaşıyorsun Hazar?" diye sordu. Başımı öne eğip gözlerimi yumdum. Bu oldukça yanlış bir soruydu.

"Halamla yaşıyorum."

"Ya ailen?"

Hazar cevap vermeden önce hızlı bir şekilde "Anne?" diye seslendim ve hemen ardından da "Su alabilir miyim?" diye sordum. Annem su dolu bardağıma baktığında hiçbir şey söylemeden gözlerini devirerek başını iki yana salladı ve yeniden Hazar'a döndü. Hazar bana baktı. Gülümseyerek "Sorun değil bücür," diye fısıldadı. Ardından annemin sorusunu, ne kadar engel olmaya çalışsa da yine o aniden buruklaşan ses tonuyla yanıtladı. "Annemi, babamı ve kardeşimi altı sene önce bir kazada kaybettim. O günden beri halamla yaşıyorum."

Annem eliyle alnına vurdu. "Hay Allah! Dilimi eşek arısı soksun..." diye mırıldandı. Daha sonra sesli bir şekilde "Kusura bakma oğlum canını sıktım," diye ekledi. "Başın sağ olsun."

"Teşekkür ederim efendim."

"Ay..." dedi annem. Tatsız havayı dağıtmaya çalışıyordu. "Şu efendim'i de bir kenara bırak artık. Oya teyze diyebilirsin. Hatta direkt teyze bile diyebilirsin."

"Artık bende duymak istemiyorum," dedi babam.

"Tabii efendim. Yani şey... Siz nasıl isterseniz Ferhat... Amca?"

"Ha şöyle!"

Hazar gülümseyerek başını öne eğdi ve sağ eliyle ensesini kaşıdı. Onu izlerken istemsizce dudaklarımın kıvrıldıklarını hissettim. Yemeklerimize devam ederken o boğucu hava gittikçe dağıldı ve ben bu süre zarfı boyunca yemeğimi yemekten daha ziyade Hazar'ı izleyip durdum.

*

"Çok güzel, değil mi?"

Hazar'ın her seferinde tüylerimi diken diken eden yumuşacık sesini işittiğimde gözlerimi penceremin camından alıp ona yönelttim ve yüzüne baktım. Yüzünü en ince ayrıntısına kadar kazımıştım hafızama. Yüzündeki benlerin yerini gözüm kapalıyken bile söyleyebilirdim. Burnunun üzerindeki çilleri, mavi renkteki gözlerini... Her şeyini ezbere biliyordum. Çünkü artık ne zaman gözümü kapatsam onun yüzünü görüyordum. Ve bu beni nedensizce onu kaybetmenin korkuttuğu gibi korkutuyordu.

"Didem nihayet seni serbest bıraktı mı?" diye sordum.

"Kardeşin çok tatlı ve onunla vakit geçirmek oldukça eğlenceli," dedi Hazar.

"Bebekleri konuşturdunuz, değil mi? Tahmin edeyim... Seni kesin Ken yaptı."

Hazar gülümseyerek başını salladığında gözlerini benimkilerden ayırdı ve yere oturup bağdaş kurdu. Başını öne doğru uzatıp az önce benim yaptığım gibi gökyüzünü izlemeye başladı. Bir süre sonra bende güçlükle gözlerimi ondan alıp karanlık gökyüzünü aydınlatan yıldızlara çevirdim. "Hepsi birbirinden farksız gibi görünüyor ama aslında farklılar," diye fısıldadı Hazar. "Yaydıkları ışıklar aynı değil. Biri diğerinden daha fazla ya da daha az ışık yayıyor."

Hiçbir şey demedim. Hazar'ı konuşurken dinlemeyi seviyordum. Sesinin tüylerimi diken diken etmesi hoşuma gidiyordu. Sanki konuştukça büyüsüne kapılıyor gibiydim. Buna rağmen hiç susmamasını istiyordum.

"Sende öyleydin," dedi bir süre sonra. Başımı çevirip yüzüne baktım. Mavileri anında yeşillerimi bulduklarında doğrudan gözlerimin içine baktı. "Seni ilk kez gördüğüm gün diğerleri gibi olduğunu düşünmüştüm. Okulda yüzlerce kız vardı ve hepsi birbirinin kopyasıydı çünkü hepsinin tek amacı popülariteydi. Ama seni ikinci kez gördüğümde onlar gibi olmadığını anladım. Sen... Farklıydın ve gördüğüm herkesten daha fazla ışığın vardı. Öyle güzel, öyle masum ve saftın ki ışığına kapılmadan edemedim. Çünkü çok parlaktın. Hala daha öylesin."

Biri konuşur, siz de onun söylediklerini işitir ve aklınız sayesinde ne dediğini anlardınız. Ama Hazar konuşunca sadece onu işitmek ya da anlamakla kalmıyordum. Dudaklarından dökülen her kelimeyi hissediyordum. Söylediği her söz ta içime kadar işliyordu.

"Hala hatırlıyorum biliyor musun?"

"Neyi?"

"Seni gördüğüm ilk günü."

Hazar başını öne doğru eğip gülümsedi. Sol eliyle ensesini kaşıdı. Sanırım utandığı zaman bunu yapıyordu. Çünkü bugünde hem annemle konuşurken hem de yemek yediğimiz esnada başını öne eğmiş ve ensesini kaşımıştı. "Lisenin ilk günüydü. 19 Eylül 2011... Seni ilk kez o gün gördüm," dedi Hazar. Kalbim adeta bir matkap misali göğsümü delermişçesine atıyordu. "Geç kalmıştın. Herkes çoktan sınıflarına yerleşmiş, hatta kimileri yeni arkadaşlar bile edinmişti. İlk dersimiz kimyaydı. Bilirsin kimya ve ben... Birbirimize çok zıtız. Allah aşkına o dersten nefret ediyorum!"

Hazar'ın gülümsemesi genişlerken kalbim onun gülüşüyle tekledi. "Her neyse," diye mırıldandı. Yeniden ensesini kaşıdı. "Pencereden bakıyordum. Seni göreceğimi bilmiyordum ama oradaydın. Okulun kapısından öyle büyük bir telaşla girdin ki önce çantan düştü, sonra da sen."

"Hatırlıyorum," diye fısıldadım.

"Bilmiyorum... Komik değildi ama yüzümde aptalca bir gülümseme peydahlanmıştı. Ayağa kalkışını ve koşarak okula girişini izledim."

"Bana bunları neden anlatıyorsun Hazar?" diye sordum.

Ama o sorumu duymazdan geldi ve "Seni o gün bir daha hiç görmedim," diyerek devam etti. "Ertesi gün öğle arası okulun arka bahçesinde yalnızdın. Yemeğini orada yemeyi tercih etmiştin. Seni izliyordum; ama sen beni fark etmemiştin. Yanına küçük bir köpek yavrusu yaklaştı. Önce onu sevdin, sonra da yemeğini onunla paylaştın. Hayır... Yemeğinin tamamını ona verdin. O an farklı olduğunu anlamıştım. Kalbin... Kocamandı."

Gözlerimi Hazar'dan aldım. Başımı öne doğru eğip parmaklarımı sıkıca birbirlerine kenetledim. "Neden hiçbir şey yapmadın?" diye sordum. Sesim beklemediğim bir şekilde buruktu. Hazar'ın gözlerini üzerimde hissedebiliyordum ama ona bakmadım. "Arkadaşların... Benimle alay ettiler, benimle oynadılar, beni yüzlerce kez küçük düşürdüler. Hepsinde oradaydın. Ama hiçbir şey yapmadın. Neden?"

"Üzgünüm... Onları engellemeye çalıştım ama durmadılar."

"Eğer gerçekten isteseydin durdurabilirdin."

"Bücür..." diye fısıldadı Hazar. "İnan bana gerçekten istedim. Keşke elimden daha fazlası gelseydi. Keşke seni koruyabilseydim. Ben... Özür dilerim."

Başımı iki yana salladım. Gözyaşlarıyla dolan gözlerimi ondan gizlemek için gökyüzünü izliyormuş gibi gözlerimi yukarıya doğru kaldırdım, bir kez olsun bile ona bakmadım. "Keşke," dedim. "Keşke şu anda olduğun gibi o zamanda yanımda olsaydın. Belki o zaman her gece başımı yastığıma koyduğumda ağlamak zorunda kalmaz, okula gitmekten korkmazdım."

"Yanında olmayı istiyordum."

"Öyleyse neden olmadın?"

"Çünkü ben ne zaman seni izlesem sen de en yakın arkadaşımı izliyordun!" dedi Hazar. Onunda sesi benimki gibi buruktu. "Sana baktığımı görmüyordun bile. Gördüğün tek kişi Burak'tı. En yakın arkadaşımı seviyordun. Senin gökyüzünde benim hiç yerim yoktu. Oysaki benim gökyüzüm sendin. Hala daha öylesin."

Benim gökyüzüm sendin...

Hazar'ın kelimeleri ruhuma işlerken ve beni sıkıca kucaklarken başımı belli belirsiz salladım. "Belki de sadece sevdiğimi sanıyordum," diye mırıldandım, gözlerimi gökyüzünden alıp yeniden onun mavilerine baktım.

Yüzünde anlam veremediğim bir ifade oluştu. Hafifçe aralanmış dudaklarıyla doğrudan gözlerimin içine bakarken "Ne dedin?" diye sordu.

"Bilmiyorum..." diye fısıldadım. "Bildiğim tek şey sevginin bu kadar basit bir şey olamayacağı. Ve benim Burak'a karşı hissettiklerim basitti. Sadece gözümde fazla büyütmüşüm."

"Yani şimdi sen... Onu sevmediğini mi söylüyorsun?"

"Evet," dedim. "Hiç kimseyi sevmiyorum. Hiç kimseyi sevmeyeceğim."

Hazar gülümsemesini bastırmaya çalıştı ama pek başarılı olamadı. Ensesini kaşırken gözlerini bir anlığına benimkilerden kaçırdı ve "Büyük konuşma bücür," diye fısıldadı. Onu duymazdan geldim.

Hazar mavilerini karanlık gökyüzüne yönelttiğinde bende yeşillerimi onun yüzüne çevirdim ve sol yanağının üzerindeki benlere baktım. Beş taneydiler. Kaşının üstünde ve alnında da benleri vardı. Aynı şekilde sağ yanağında birkaç tane daha... Yaşlılar çok benleri olan insanların çok yaşayacaklarını ve şanslı olduklarını söylerlerdi. Hiçbir zaman insanların bu tür uydurmalarına inanmamıştım ama şimdi inanmak istiyordum çünkü Hazar'ın hayata karşı benim gibi umutsuz değil de şanslı olmasını ve çok yaşamasını istiyordum. Ölü biri gibi değil de dolu dolu... Her saniyesinden zevk alarak yaşamasını...

▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬▬

Okuduğunuz için teşekkür ederim! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı dört gözle bekliyorum! En kısa zamanda yeniden görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın. Kocaman kocaman öpücükler! ♥  

Continue Reading

You'll Also Like

26.6K 2.3K 26
Genç kız karşısındaki oğlanın nasıl bir sorunu olduğunu bilmiyordu. Yaşına göre oldukça garip davranışları onu sinirlendiriyor, bir yandan da merak i...
5.1K 414 35
Salpan hikayeleri Kapak: insta -> @fc.kanbolatgorkem
26.2K 158 1
KİTAP, 1. KİTAPLA BAĞLANTILI OLDUĞU İÇİN YAYINDAN KALDIRILMIŞTIR. " Susuyorum Ali Asaf ağabey! Öyle bir susuyorum ki sessiz sessiz attığım çığlığı b...
126K 5.3K 51
Yere çakılmayı, dizlerine batan çakıl taşlarını, avuçlarını delen dikenleri. Hepsini ezberleyecek kadar düşmeyi öğrendim ben... İçini çeke çeke saatl...