AY KUŞAĞI SERİSİ : T&M&I

By buseyaren95

806K 12K 2.5K

Helena Lincoln sabırlıydı, merhametliydi ve güvenilirdi ama... Asla cesur değildi. Ve tarihte cesaret olmadan... More

TEMPERSİTAR - PROLOG
TEMPERSİTAR - 1.BÖLÜM - ÇAĞRIYA İCABET ETMEK
TEMPERSİTAR - 2.BÖLÜM - EVRENİN VAROLUŞU
TEMPERSİTAR - 3.BÖLÜM - KALMAK İÇİN ÇOK GEÇ
TEMPERSİTAR - 4.BÖLÜM - AKADEMİYE HOŞGELDİN
TEMPERSİTAR - 5.BÖLÜM - HAYATIN GERİ KALANINA İLK ADIM
TEMPERSİTAR - 6.BÖLÜM - TEMPERSİTARLAR
TEMPERSİTAR - 7.BÖLÜM - YENİ BAŞLANGIÇ, YENİ ZORLUKLAR
TEMPERSİTAR - 8.BÖLÜM - YENİ HAYATIN İLK ALIŞVERİŞİ
TEMPERSİTAR - 9.BÖLÜM - İLK GÜN HEYECANI
TEMPERSİTAR - 10.BÖLÜM - YAKINLIK, UZAKLIK
TEMPERSİTAR - 11.BÖLÜM - KAZANIYOR GİBİ
TEMPERSİTAR - 12. BÖLÜM - BİR SIFIR
TEMPERSİTAR - 13. BÖLÜM - PHLOX DIVERICATA
TEMPERSİTAR - 14.BÖLÜM - BÜYÜK HABER
TEMPERSİTAR - 15. BÖLÜM - TATSIZ KEŞİF
TEMPERSİTAR - 16.BÖLÜM - HAYAL GECE KURULMAZ
TEMPERSİTAR - 17.BÖLÜM - CADI KAZANI
TEMPERSİTAR - 18.BÖLÜM - ALTIN KAFESTEKİ KUŞ
TEMPERSİTAR - 19.BÖLÜM - KIYAMET BORUSU
TEMPERSİTAR - 20.BÖLÜM - SONUN BAŞLANGICI
TEMPERSİTAR - 21. BÖLÜM - YEDİ BÜYÜK GÜNAH
TEMPERSİTAR - 22.BÖLÜM - CEHENNEM RESİTALİ
TEMPERSİTAR - 23. BÖLÜM - EPİLOG
METALLUM - PROLOG
METALLUM - 1.BÖLÜM - GEÇMİŞİN HAYALETLERİ
METALLUM - 2. BÖLÜM - YÜZLEŞME
METALLUM - 3.BÖLÜM - EN KARANLIK GECE
METALLUM - 4.BÖLÜM - ÖLÜM ÖPÜCÜĞÜ
METALLUM - 5.BÖLÜM - GEÇMİŞİN İZLERİ
METALLUM - 6.BÖLÜM - KOCA BİR BOŞLUK
METALLUM - 7.BÖLÜM - TEHLİKE ÇANLARI
METALLUM - 8.BÖLÜM - DÜNYANIN SONU
METALLUM - 9.BÖLÜM - BAŞARISIZ
METALLUM - 10.BÖLÜM - UZUN YOL
METALLUM - 11. BÖLÜM - DÜŞMAN UYKUSU
METALLUM - 12. BÖLÜM - YOL ARKADAŞI
METALLUM - 13.BÖLÜM - PARAMPARÇA
METALLUM - 14.BÖLÜM - KASIRGA
METALLUM - 15.BÖLÜM - GECEDEN GELEN
METALLUM - 16.BÖLÜM - DERİN DÖNÜŞÜM
METALLUM - 17.BÖLÜM - EŞSİZ KEFİŞ
METALLUM - 18.BÖLÜM - ÖLÜMCÜL KUMAR
METALLUM - 19.BÖLÜM - EPİLOG I
METALLUM - 20.BÖLÜM - EPİLOG II
IGNISER - PROLOG
IGNISER - 1.BÖLÜM - KARA KURDUN ALAMETİ
IGNISER - 2.BÖLÜM - DURU KARGAŞA
IGNISER - 4.BÖLÜM - GENÇLİK ATEŞİ
IGNISER - 5.BÖLÜM - MUTLULUK GÖZYAŞI

IGNISER - 3.BÖLÜM - HUZURUN RENGİ

78 16 42
By buseyaren95

🔮



Dakikalar saatleri kovalarken, yapabildiğim tek şey başımı iki elimin arasında tutmaktı. Ne kadar süredir hiçbir işe yaramadan burada böylece oturuyordum bilmiyordum ama kaçıyordum, yine.

Konseyde sebep olduğum rezaletten beri Kurtan'ın karşısına çıkamıyordum. Çözümü kaçmakta ve onun uyanmadığı günlerde olduğu gibi yerleşkenin arkasında kalan tepeden gökyüzüne bakmakta bulmuştum. Düşüncelerim o kadar yoğundu ki bir süre sonra bunu da yapamaz hale geldim. Kafamı koparsa mıydım acaba?

Nezka konseyi terk eder etmez Kurtan kendini toparlamış ve profesyonel bir biçimde idareyi eline almıştı.

Yaptığı ilk şey, Köprüye yarın öğlen çıkacağını söylemek olmuştu. Bunu bütün halka ve ona bağlı diğer yerleşkelere de duyurmalarını istemişti. Bir diğer yaptığı şey ise, Kralım sözcüğünü kaldırmak oldu. Ona Kan demelerini istiyordu.

Şaşkın bakışları umursamadan konuşmayı sürdürmüş, hainlerin karar vermek için bir buçuk günü olduğunu söylemişti. Yarın akşam, köprü sonrası hainler sürgün ya da kan yemininde karar kılacak ve kararlarına göre muamele göreceklerdi. Nezka'nın şaşkınlığını üzerinden atamayan ben ve birkaç kişi daha dağılmış bir ifadeyle onu dinlerken Raska oldukça sakindi ve söylediği her şeyi bir bir zihnine kazıyordu. Kurtan konseyin bittiğini duyurduğunda herkes bizi "Katanım, Kanım" olarak selamladı bu kez. Katanım kısmını özellikle Kanım ya da Kralımdan önce söylemeleri dikkatimi çekmişti. Bunu hep yapıyorlardı.

Tonlarca düşüncenin içerisinde bir kere daha boğulurken istemsizce sağıma soluma baktım. Bu kez annem dahi beni yalnız bırakmıştı. Yanımda ne ölü ne diri, kimse yoktu. Belki de üç haftadır ilk kez, gerçek anlamda yalnızdım. Annemin varlığı için ne kadar minnettar olduğumu anlatabileceğim kelimeler olmamasına rağmen, bugün yalnız olmak bana çok iyi geliyordu.

Ama çok uzun sürmedi.

Çimleri yavaş yavaş döven sert adımlar kalbimin teklemesine sebep oldu. Arkamı dönmeden, onun geldiğini bütün hücrelerimde hissettim. Bir territer olup yerin dibine girme isteği yine bütün vücudumu sarmıştı ama, değildim. Kaçacak yerim yoktu. Yutkunup beklemeye başladım.

Büyük cüssesini yanıma, çimlerin üzerine bıraktı. Bir bacağını uzatıp diğerini büktü ve büktüğü dizinin etrafına kollarını doladı.

Hiçbir şey söylemeden biraz etrafı inceledi. Beni nasıl bulduğunu düşünüyordum ki beni fazla merakta bırakmadı.

"Bütün askerler, burada olacağını biliyordu." Dedi karmakarışık bir sesle. Buna kızmış mıydı, üzülmüş müydü yoksa hoşuna mı gitmişti hiçbir fikrim yoktu.

"Saklanmak için güzel bir yer." Demekle yetindim. Kaçmak istediğimi zaten biliyordu. Hafifçe başını sallayıp bir şey demeden oturmayı sürdürdü. Buraya susmaya gelmediğini biliyordum ama bir türlü konuşmuyordu. Benim konuşmamı mı istiyordu? Özür dilememi bekliyor olabilirdi.

Ki bunda sonuna kadar haklıydı.

Elime yüzüme bulaştırmış, bir haini gizlice takip etme şansımızı çöpe atmıştım. Nezka denilen adam kim bilir hangi deliğe girmişti?

Özür dilemek için ağzımı açtığımda, bunu bekliyormuş gibi söze girdi.

"Benim hatam Helena, senin değil. Bunu göremiyor musun?" kaşlarım sonuna kadar çatılırken hafifçe açılmış ağzımı o kapatamadan kapattım. Şaşkınlıktan aşağı düşmüş çenemi yukarı kaldırmayı seviyordu nihayetinde. Ne söyleyeceğimi düşündüm ama kelimeleri bir araya getiremedim.

Nasıl her durumda beni aklayıp kendini suçlamayı başarabiliyordu? Captivuma giden ben miydim o muydu? O benden daha deli davranıyordu.

"Nezka, Wagner yerleşkesinden birkaç ay önce geldi ve çok kısa bir süre sonra Kaydu tarafından Konseye sokuldu." O nefeslenirken, ben kendimi geçmişin içerisinde buldum. Kulenin tepesinde, Klaer ve Fernando koca bir köyü yok ettikten sonra buluşmuş ve öldürülen elementerlerin Sapkınlardan olduğunu konuşmuştuk. Köyün adı Wagner'di ve yaşlı bir elementer Klaer'a oradan kaçan üst düzey sapkın bilim adamları olduğundan bahsetmişti. Nezka, belli ki onlardan biriydi. Geriye kaç tane kalmışlardı ve şimdi neredelerdi? Bir fikri öldürmek mümkün müydü ki? Ne kadar çabalarsak çabalayalım, bu amaç için uğraşan herkesi etkisiz hale getirmemiz mümkün müydü? Kurtan'ın keskin sesi, düşüncelerimi bir bıçak gibi sonlandırdı.

"Bilmem gerekiyordu. Konseydekilerin çoğu savaşta öldü, kaçtı ya da yaralandı. Nezka yaşlı olduğu için savaşa katılmayanlardan. Ondan şüphelenmem gerekirdi." Başımı iki yana salladım. Kendine sürekli bu kadar yüklenmeyi bırakmalıydı.

"Bunu nasıl bilebilirdin ki Kurtan? Kendine bu kadar yüklenmeyi bırakmalısın. Suçlu olan benim! Her durumda beni aklamayı bırak artık. Böyle bir bilgiyi sana özel olarak vermeliydim. Bunu düşünemedim." Kurtan geldiğinden beri bakışlarını ilk kez bana çevirdi. Gözlerinde gördüğüm tonlarca duygu kalbimin sıkışmasına sebep oldu. Hepsi arasında en baskın olanı kızgınlıktı. Ama çok iyi biliyordum ki, bana değil kendine kızıyordu.

O yüzden yanıma daha önce gelmemişti.

Ben ondan kaçarken, o da benden kaçıyordu. Kendini gerçekten suçluyordu.

Gerçeklik beni ele geçirdiğinde kocaman olmuş gözlerle baktım ona.

"Sen ciddisin." Diyebildim sadece. Kendimi kötü hissetmemem için falan değildi sözleri. Bütün suçu gerçekten kendinde görüyordu. Bu adamın derdi neydi?

Ona kızmak için ağzımı açtım ama çimlerden destek alan elimin üzerine elini koyarak beni susturdu. Bakışlarımı ellerimize çevirmemek için büyük bir çaba sarf ettim ve kara gözlerine bakmayı sürdürdüm.

"Yeterince tecrübeli değilim. Yeterince öngörülü ya da akıllı değilim. Hazırım sanmıştım." Gözlerimi sımsıkı kapatıp nefeslendim. Ona bağırıp çağırmakla kocaman sarılmak arasında gidip geliyordum. Büyük çoğunluğum bağırmaktan yanaydı, onu kendine getirmek istiyordum. Ama öyle kırgın görünüyordu ki, kıyamadım...

Elinin altından elimi çektim ve kollarımı koca bedeninin etrafına mümkün olduğunca sardım. Kollarımın altında kaskatı olan bedeni hafifçe gülümsememe sebep oldu. Kokusu yine tehlikeli bir hal almıştı. Ciğerlerimi onunla doldurup başımı koluna koydum ve gözlerimi kapattım.

"Bu topluluğun başına, senden daha iyi birinin geçtiğini ya da geçebileceğini sanmıyorum Kurtan. Kendine bunu niye yapıyorsun?" bedeni mümkünmüş gibi daha da kasıldığında başımı kaldırıp yüzüne baktım.

"Hazır hissetmeyebilirsin... Ama öngörülüsün. Ve belki hepimizden daha akıllısın. Tecrübeli değilsin ama iyisin, Kurtan. Şefkatlisin. Bu topluluğun yüzyıllardır yaşadığı onca şeyden sonra ihtiyacı olan tecrübe mi sence?" başımı iki yana salladım. "Şefkat. Anlayış. İyi biri... İhtiyaçları olan şeyler bunlar. İhtiyaçları olan şey sensin." Dizinin etrafına dolamış olduğu kollarını çözdü ve benim bedenimin etrafına sardı. Aramızda olmayan mesafeyi daha da azaltmak istediğinde, vücudumun hafifçe uzattığı bacağının üzerine çıktığını fark ederek donup kaldım. Kalbim dört nala koşmaya başladığında yutkunmaktan başka bir şey yapamadım. Boğazım ışık hızıyla kurudu, bedenim alev aldı.

Dağılmış bir biçimde öylece ona bakakaldım.

Onun da benden farkı yoktu.

Gözleri haftalar önce dudaklarına temas etmiş olan dudaklarımdaydı. Adem elması yukarı aşağı hareket ediyor, kolları altında yaprak gibi titreyen bedenimi tutan elleri ise git gide tutuşunu sertleştiriyordu. Bir süre dudaklarıma baktıktan sonra gözlerini kapatıp yutkundu.

İkimizin iyiliği için de, birkaç milim geriye çekilip bacağından indim. Ciğerlerim tekrar havayla buluştuğunda dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirerek kuruluktan kurtulmaya çalıştım. Neyse ki gözleri kapalıydı ve yaptığım şeyi göremiyordu.

Bu kadar heyecan, bir insanın kaldırabileceğinden fazlaydı. Bir gün bu sebepten kalp krizi geçirip ölmeyi gerçekten istemiyordum. Daha az heyecanlanmanın bir yolunu bulmalıydım!

"Bizim soyumuzda Katan, ne anlama geliyor biliyor musun?" konunun buraya gelmesi tekrar gerilmeme ve heyecanlanmama sebep oldu. Daha yeni sakinleşmiştim oysa.

Kapalı gözlerini açmış, benimkilere dikmişti çoktan. Başımı iki yana sallayıp dinlemeyi sürdürdüm.

"Kan, sözü geçen demek. Saygı duyulan. Yani aslında Kral... Kaydu'nun babasına kadar Kral'a Kan deniyormuş. Katan ise onun eşi. Anlamı ise, onu yöneten. Onun saygı duyduğu..." hafif bir gülümsemeyle yüzüme bakıyordu. Yavaşça kızaran yanaklarımda bakışları bir süre oyalandıktan sonra tekrar yeşil gözlerimle buluştu.

"Katan, Kan'ı hizada tutan, onun görevini düzgün bir biçimde yaptığından emin olandır. Katan'ın sözü, Kan'ınkinden üstündür. O yüzden konseydeki o büyük sandalye Katan'a aitken, Kan'ınki sıradan sandalyelerden biridir." Duyduklarım karşısında gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Bu topluluktan böyle bir şeyi hiç beklemezdim. Özellikle de Kaydu'nun onca zalimliğinden sonra. Aslında onları ya da geleneklerini hiç tanımıyordum.

Bu yüzden Katanım'ı hep, Kan'ım ya da Kral'ımdan önce söylüyor olmalılardı...

"Kadın kutsaldır. Merhametlidir. Erkeklerin hiçbir zaman hissedemediği duyguları hisseder, düşünemediği şeyleri düşünür. Katan; Kan'ın kalbi olur, vicdanı olur, aklı olur, merhameti olur..." şiir okur gibi çıkan sesi beni büyüsü altına almıştı çoktan. Hafifçe gözlerimin dolduğunu hissediyordum ancak şimdi ağlayamazdım. Ağlamam için bir sebep bile yoktu! Ben gerçek bir Katan değildim, bunları bu kadar ciddiye almamı gerektiren bir durum yoktu. Başım önüme düştü. Katan olmamak için çırpınıp duruyordum, şimdi neden gerçek bir Katan olmadığım düşüncesine üzülüyordum ki? Saçma sapan bir insandım.

Bedenini tamamen bana doğru çevirip bağdaş kurdu. Bir eli önüme düşmüş başımı kaldırmak için yine çenemle buluştu. Gözlerimiz tekrar buluştuğunda hafifçe dolmuş gözlerimin canını sıktığını görebiliyordum. Gülümsemeye çalıştım ancak yine kendi beynimin içinde boğuluyordum. Öylece suratına bakıyordum sadece.

"Eğer istediğin buysa, sana bir daha kimsenin Katan demediğinden emin olacağım. Seni kimse rahatsız edemeyecek. Ama..." nefeslenip dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi. Bütün odağım bir anda dudaklarına kaydığında yutkundum.

Hiç sırası değil.

Kurtan küçük, tatlı bir gülümseme gönderdi bana ve devam etti.

"Ama istesen de istemesen de benim Katanım sen olacaksın." Gözlerimden firar eden birkaç damla yanaklarıma yavaşça süzüldüğünde çenemdeki eli yanağıma gitti. Diğer elini de kaldırıp yüzümü iki avcunun arasına aldı. Az önce ışıldayan gözleri hüzünle kısılmıştı şimdi. Birçok kez beni açık bir kitap gibi okuyabilse de, bugün hareketlerime anlam veremiyordu. Eh, haklıydı. Ben de hareketlerime anlam veremiyordum.

Neden ağladığımı anlayamıyordum.

Bir şekilde, her şey çok fazla gelmeye başlamıştı.

Daha önce iki kez Tempersitar yerleşkesinin ortak alanında büyük bir çöküş yaşadığımı ve başıma gelen onca şeye uzun uzun ağladığımı biliyordum. Şimdi de öyle bir anın eşiğinde gibiydim. Dönüp dolaşıp taşıdığım yüklerin altında ezilecek miydim sürekli böyle? Neden hep omuzlarıma, ağırlığımın tonlarca katı biniyordu?

Bütün bunlara rağmen, ağlama sebebimin içten içe bu olmadığını biliyordum. Ağlıyordum, çünkü Kurtan'ın beni gözünde koyduğu yer ödümü koparıyordu. Beni Katanı olarak gördüğünü söylemesi, bana aklı, vicdanı ve kalbi olduğumu söylemesi...

Onu hayal kırıklığına uğratmaktan deli gibi korkuyordum.

Ben onun nasıl aklı olacaktım ki? Aklımın bir kısmını kaybetmiştim. Ruhumun da öyle. Karşımdaki adam bana ruhundan bir parça vermese, çoktan ölmüş olacaktım.

Nasıl onun vicdanı, merhameti olabilirdim? Vicdansızca birini öldürmüştüm.

Peki ya, nasıl kalbi olacaktım? Ya kalbini kırarsam?

Yaşlar gözlerimden hızla firar etmeye başladığında Kurtan'ın paniklediğini gördüm ama buna rağmen kendimi durduramadım. Bir hıçkırık dudaklarımın arasından firar etti. Kendimden öyle utanıyordum ki yok olmak istiyordum.

Kurtan'ın gözlerinin dolduğunu gördüğümde ise içimde bir şeyler koptu. Hıçkırarak ağlamaya başladım.

Elini yüzümden çekip başımın arkasına koydu ve kafamı göğsüne yasladı. Saçlarıma peş peşe öpücükler kondururken sürekli özür diliyordu.

"Özür dilerim..." O özür diledikçe daha çok ağlıyordum ama ağzımı açıp susmasını bile söyleyemiyordum. Beni ağlattığını düşünüp özür dileyip duruyordu. Oysa güçsüzlüğüm onun suçu değildi.

"Lütfen..." özürlerinin arasına sıkıştırdığı dilekleri kalbimi ısıtsa da göz yaşlarımı durdurmaya yetmedi.

Pegasus bile, bana müdahale etmedi.

Sanki ağlayıp her şeyi atmam gerektiğine inanıyormuş gibi...

Ne kadar süre kollarında ağladığımı bilmiyorum ama güneşin kaybolmaya başlamasıyla birlikte artık toparlanmam gerektiğini anlamıştım. Ağlamam sessiz iç çekişlere döndüğünde dahi Kurtan saçlarımı okşamayı ve küçük öpücükler kondurmayı bırakmadı. Kolları arasında başıma gelen her şey için hıçkırarak ağlamış, içimdeki tonlarca yükün bir kısmını akıtmıştım sanki. Biraz olsun hafiflemiş hissediyordum ve buna minnettardım. Yavaşça geri çekilip yüzüne bakmak istedim. Gözlerimin davul gibi şiştiğini, yüzümün kıpkırmızı olduğunu hayal edebiliyordum. Yine de yüzünü görüp ferahlamak istedim.

Onun da yüzünün ve gözlerinin kızarmış olduğunu görmek kaşlarımı çatmama sebep oldu. Onu da mı ağlatmıştım?

Kendime çektirdiklerim yetmiyor, bir de ona çektiriyordum.

Ortamın havasını biraz olsun dağıtabilmek adına boğazımı temizledim.

"Hala Katanın olmamı istediğine emin misin?" dedim gülerek. Böylesine güçsüz birinin, onun gibi güçlü birinin saygı duyacağı biri olmasına imkan olmamalıydı. Bir şekilde, bana saygı duyuyor oluşuna inanamıyordum.

Sahte bir sinirle başını yana yatırdı.

"Bunu hiçbir şeyin değiştiremeyeceğini biliyorsun." Tek kaşımı kaldırıp ona meydan okudum.

"Büyük laflar ediyorsun, Kral bozuntusu." Kurtan günümü aydınlatan bir kahkaha attı.

"Kan bozuntusu." Diye düzeltti beni, yine. Kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Her gün lakabın değişiyor. Ayak uyduramıyorum ki!" Bir kere daha kahkaha attı ve beni tekrar göğsüne çekti. Üzerindeki yumuşak kumaşın her yerine kokusu sinmişti. Kollarını bana sımsıkı doladığında bir kısım yükümü daha bırakmış gibiydim.

"Kansın diye, bana her istediğinde sarılamazsın." Hayatta en çok zevk aldığım şeyin onunla didişmek olması normal miydi?

"Beni sınama." Gülerek söyledikleriyle hafifçe kafamı çekip yüzüne bakmak istedim ama izin vermedi. Beni öyle bir sıkıyordu ki hali hazırda kırılmayı dört gözle bekleyen kemiklerim bayram ediyordu. Onun da bedeninin acıdığını, acı dolu bir iki inlemesinden anlayabilmiştim. Buna rağmen beni sıkması delilikti.

Ben itiraz edemeden, o beni azarlamaya başladı.

"Daha çok yemek yiyeceksin. Benimle uyuyacaksın. Ve, antrenman yapacaksın." Dudakların dökülen beklenmedik birkaç emri yavaşça sindirdim önce. Her birine ayrı ayrı itiraz edecektim ama, antrenmanla başlamak istedim.

"Antrenman niyeymiş?" bu benim hiç yapamadığım bir şeydi ne de olsa. Hiçbir sporda iyi değildim, koşamazdım. Hiçbir hareketli aktiviteden anlamıyordum!

"Diğerlerini kabul ediyorsun yani?" dedi gülümseyerek. Ah bir kafamı bıraksa, yüzüne bakıp ona bakışlarımla hiçbir şeyi kabul etmediğimi anlatacaktım ama bırakmıyordu ki! Bedenimi mengene gibi kavramış, kendi bedenine bastırıyordu. Bir kere daha hafifçe inledi. Manyak adam, kendine acı çektire çektire beni neden böyle sıkı tutuyordu ki?

Kalbim ağzımda atarken onunla didişmek çok zordu.

Beni sımsıkı saran kollarını unutmaya, söyleyeceklerime odaklanmaya çalıştım.

"Onlara daha sonra itiraz edeceğim Kurtan. Önce antrenmana ediyorum." Dedim sahte bir sinirle. Kurtan çenesini başımın üzerine koydu ve bütün vücudumu kilitlediğinden emin oldu. Artık hiçbir şekilde hareket edemezdim.

"Savaş alanında kondisyon sorunu yaşadığını gördüm. Ne kadar güçlü olursan ol, kondisyonun olmazsa karşı koyamazsın." İstemsizce yine ona bakmak istedim, yine izin vermedi. Böyle konuşmak çok zordu!

"Sen Kaydu'yla ölümüne savaşırken beni mi izliyordun?" omuz silktiğini vücut hareketlerinden anlayabildim. Göğsüne yapışmış olan göğsümden hızla atan kalbini duyabiliyordum. Bu da, o da benimkini duyabiliyor demekti. Sakinleşmeye çalışırken ne cevap vereceğini merakla bekledim.

"Elimde değil." Dedi kısık bir sesle. Derin bir iç çekip debelenmeyi bıraktım. O istemediği sürece kurtulamayacağımı kabullenmiştim sonunda.

Konuyu değiştirmek için bir şeyler düşünmeye çalıştım. Kalbimi yavaşlatmak zorundaydım.

"Çıkacağın köprü nerede? Burada hiç köprü görmedim." Bütün bedeni kasılırken, saçlarımla oynayan eli duraksadı.

Pek hoşuma gitmeyecek bir şeyler duyacaktım belli ki. Bir süre cevap vermediğinde, bundan emin oldum. Beni en az kızdıracak şekilde kelimelerini seçmeye çalışıyor olmalıydı. Birkaç dakika sonra, gergin sesini duydum.

"Köprü, bir çeşit tören. Bir yer değil." Dedi önce. Sakinliğimi koruyarak bitirmesini bekledim.

"Yönetimin doğal varisi kan bağından, soydan gelir. Ancak bu koca bir halkı yönetmek için yeterli değildir. Hak etmelisin. Daha doğrusu, hak ettiğini kanıtlamalısın." Sinirleneceğim kısımlara yaklaştığımızı hissetmemle ben de onun gibi gerildim ve yutkundum. Biraz daha bekledi, sonra devam etti.

"Kan resmi olarak Kan olmadan önce, Köprü'yü geçmelidir. Halktan kim isterse ona meydan okuyabilir. Kan'ın tamamını yenmesi gerekir. Eğer herkesi yenerse, Kan olduğu resmileşir ve herkes ona saygı duyar. Eğer birine yenilirse, Kan o olur." O kadar hızlı bir biçimde göğsünden uzaklaştım ki buna ben bile şaşırdım. Boşluğundan yararlanmış olmalıydım yoksa o sıkı tutuştan kurtulamazdım.

Alev saçan gözlerle suratını inceledim.

Onu kırmadan ona bağırmanın bir yolu var mıydı? Sanmıyordum. Kendimi olabildiğince tutmaya çalışıyordum ancak gözüm dönmüştü bir kere.

"Ve sen, bunu yarın öğlen yapmaya karar verdin, öyle mi?" dedim dişlerimin arasından. Bana olan bakışlarında ilk kez böylesine bir tereddüt vardı. Bir an için, geri adım atacağını bile düşündüm. Sanki geri adım atacak, gidip tarihi değiştireyim diyecekti.

Bir şey demeden bana bakmayı sürdürdü.

"Dün gece ölüm uykundan gözlerini açtın ve yarın öğlen sana meydan okuyabilecek herkesle dövüşmeyi kabul ettin, öyle mi?" dedim bir kere daha. Bana bir cevap vermeliydi yoksa tıpkı beni mağarada az kalsın küle çevireceği gibi ben de onu yakıp yok edecektim!

O kadar sinirliydim ki, bu kadar sinirlenebileceğimi bilmiyordum bile. Gözüm dönmüştü. Bedenim titriyor, içimdeki elementlerin ikisi de vücudumdan taşıp çevreye karışmak istiyordu. Hava fırtınaya karışmak, ateş yakıp yıkmak istiyordu.

"Sen kafayı mı yedin?" sesim gittikçe yükseldiğinde ayağa kalktım. Oturarak yeterince sinirlenemiyordum. Ellerim her zaman olduğu gibi saçlarıma gitti. Kısa tutamları çekiştirmek daha zordu.

Kurtan saniyeler içerisinde ayaklanıp yanıma gelmişti bile.

Tereddütle ellerini ellerimin üzerine koydu ve parmaklarımı açmaya çalıştı. Parmaklarımın arasındaki saç tutamlarını oradan kurtarmaya çalışıyordu.

"Başka türlü beni kabul etmezler, Helena." Dedi kısık bir sesle. Daha da sinirlendim. Elini sertçe itekleyip bağırmayı sürdürdüm.

"Etmezlerse etmesinler! Bu senin canından önemli mi! Bütün vücudun sarılı, doğru düzgün yürüyemiyorsun, acı çekmeden bana sarılamıyorsun bile! Onlarla nasıl dövüşeceksin?" Kurtan bir bana, bir de onu kendimden uzaklaştıran ellerime baktı. Ellerim tekrar saçlarıma gittiğinde ise tereddüt etmeyi bırakıp ellerimi avuçlarına aldı. Beni sakinleştirmek için uğraşsa da pek başarılı olamıyordu. Bir kez daha, ellerimi elinden çektim.

Gözlerinin hafifçe karardığını gördüm ama umursamadım.

Ben sinirden deliriyordum, biraz da o sinirlenebilirdi.

"Bir kara kurt olduğumu unutuyorsun. Diğer Kanlara oranla çok daha az kişi meydan okuyacaktır." Başımı iki yana sallayıp alaylı bir şekilde güldüm. Beni çıldırtmak istiyor olmalıydı.

"Üç hafta ölü gibi yatmış bir kara kurt! İyileşememiş, gücünü toparlayamamış bir kara kurt. Kendini de, konumunu da onlara altın tepside sunuyorsun! Senin ölmeni isteyen bir sürü insan var burada! Seni kıyametin kendisi olarak gören, sen ölürsen her şey bitecek sanan ahmaklar var! Bunu bir fırsat bilecekler. Biri seni bu Köprü saçmalığında öldürse, onu kim yargılayacak?" avazım çıktığı kadar bağırdığımı, boğazım acıdığında fark edebilmiştim. Nasl bu kadar düşüncesiz davranabilirdi? Lanet köprüyü, birkaç hafta erteleyebilirdi! Tamamen iyileşirdi ve sonrasında kiminle ne yapacaksa yapardı!

"Kanlığımı alana kadar, hiçbir şey üzerinde karar alma yetkim yok. Ne ölülerimizi defnedebilirim, ne deneklerle ilgilenebilirim, ne de hainlerle!" sesini yükselttiğini fark eder etmez dudaklarını ısırıp arkasını döndü. Onunla mağaranın orada buluştuğumuzda vücudunu ele geçiren karanlık öfkenin bir benzeriyle sınanıyor gibiydi. O günün aksine, kendini bir nebze daha iyi kontrol edebiliyordu. Birkaç saniye delici bakışlarımı sırtında dolaştırıp konuşmaya devam etmesini bekledim.

Söylediği şeyleri anlasam da, umurumda değildi. O üç hafta ölü gibi yatarken harap olan bendim. Hergün başında ağlayan, uyanması için Primuslara yalvaran bendim! Ya ona yine bir şey olursa? Bu sefer nasıl kaldıracaktım?

"Bana bir şey olmayacak." Dedi yumuşak bir sesle. Bir kere daha, alayı bir gülücük döküldü dudağımdan. Başımı iki yana salladım.

"Bana bunun garantisini verebilir misin?" Benim sesim, onun yumuşaklığına öyle zıttı ki beni bile korkutuyordu. Artık bağırmasam da, buna ihtiyacım yoktu. Sinirimi bir aptal bile net bir biçimde anlayaiblirdi. Bana dönük olan sırtına bakmayı sürdürürken sabrım taşmak üzereydi. Bedenim hala titrerken bir ayağımı yere vurmaya başlamıştım.

"Verebilir misin?!" Kurtan cevap vermediğinde, saatimin pimine dokunduğum gibi oradan ayrıldım.

Bir şeyler yapmalıydım.

Bir yerleri parçalamalı, ya da birilerini pataklamalıydım! İşe Doha'dan başlamayı çok isterdim.

Çadırımdaki koltuklardan birine oturup yüzümü iki elimin arasına aldım. Düşünmem gerekiyordu. Bir çözüm yolu bulmalıydım.

Oturarak vakit kaybettiğimi düşünüp ayaklandım. Yüzümü soğuk suyla yıkadıktan sonra çadırdan çıkıp yürümeye başladım. Kimi nerede bulacağımı bile bilmiyordum, ne kadar da iyi bir Katandım değil mi?

Bildiğim yere, Farah'a gitmeye karar verdim. İşe oradan başlayabilirdim.

Çadırındaki aynı yerinde oturuyordu ama bu kez yalnız değildi. Yena da buradaydı ve, Karan da.

Karan'a gülümsemek istesem de, hiçbir güç dudaklarımı kvıramazdı. Onu büyüten kadınların tatlı sohbetini dinliyor olduğu düşüncesi içimi ısıtmaya yetmedi. Bana dönen şaşkın bakışlar eşliğinde (ki Farah sesi duymuş olmalıydı) çadırın ortasına ilerledim.

Yena ona, benim geldiğimi belirtmek ister gibi "Helena." Diye fısıldadı. Başımla Yena'ya selam verip Farah'a döndüm. Yine nerede olduğumu tam olarak biliyormuş gibi, dikildiğim noktaya bakıyordu.

"Kurtan'a bir şey olacak mı, Farah? Neyden bahsettiğimi çok iyi biliyor olmalısın." Dedim soğuk bir sesle. Belki buraya bunun için toplanmışlardı. Sonuçta onlar, Köprü ne demek biliyordu.

"Ona dokunmadan bunu bilemem." Dedi duygusuz bir sesle. Demek ki önceki görülerinde buna dair bir şey görmemişti. Bu iyi miydi, kötü müydü onu bile bilmiyordum.

"Öyleyse ona dokun. Ama bu kez bana bunu söylemenin bir yolunu bulsan iyi edersin. Eğer ona bir şey olacaksa, bunu bilmem gerek." Bana itiraz edeceğini düşünerek kendimi birkaç farklı argümana daha hazırladım ama o beni şaşırtarak kafasını sallamakla yetindi. Şaşkınlığımı belli etmek istemeden, gözlerimi kıstım.

"Ona güven." Yena'nın yorgun sesiyle başım hızla ona döndü. Gözlerimden yine alevler fışkırdığını hissedebiliyordum. Öyle ki, bana karşı genelde hep tepkisiz olan Yena, koltuğunda rahatsız bir biçimde kıpırdandı.

"Güvenmediğim o değil." Dedim sıktığım dişlerimin arasından. Kurtan'a elbette güveniyordum! Arkamı dönüp çadırdan çıktım ve nerede olduğunu bilmediğim, Raska'nın çadırını aramaya başladım.

Karşıma çıkan ilk askere yöneldiğimde askerin telaşla hazır ola geçmesine ve selam vermesine göz deviremedim bile. Sinirim ağır basıyordu.

"Raska'nın çadırı nerede?" diye sorduğumda asker hafifçe başını bana çevirdi.

"İzniniz olursa, sizi oraya götüreyim Katanım." Başımı yavaşça sallayıp elimi uzattım. Çevreye kaçamak bakışlar atıp kolunu koluma değdirdi ve kendimizi bir çadırın önünde bulduk. Tutmadığı elimi indirip çadıra baktım. Yerleşke büyüktü ve burayı ararken vakit kaybetmediğime seviniyordum. Etrafa göz gezdirip nerede olduğumuzu anlamaya çalıştım. Bir zamanlar Chris ile gençlere eğitim verdiğimiz yere yakın bir yerdeydik.

Asker bana tekrar selam verdi ve gözden kayboldu.

"Raska!" seslenmem biter bitmez Raska çadırın girişinde belirdi.

"Buyurun Katanım." Kahverengi gözlerindeki ifadesiz bakışları yine karşıya bir yere bakıyor, benimkilere değmiyordu. Bu kez bundan rahatsız olmadım. Alev saçan gözlerimi görmemesi iyi bir şeydi.

"Bu gece yarısına kadar, Kurtan'a meydan okumayı düşünen herkesin ismini öğrenmeni ve bana bildirmeni istiyorum. Bunu yapabilir misin?" Karşıyı didik didik eden gözleri hafifçe bana doğru döndü ama hemen sonra tekrar karşıyla buluştu. Hafifçe yutkunduğunu, adem elmasının hareketinden anlayabildim.

"Katanım..." dedi ancak ifademden ve ses tonumdan itiraz kabul etmeyeceğimi anlamış gibiydi. Söylemek istediği şeyi nasıl söyleyeceğini birkaç saniye düşünüp tekrar yutkundu.

"Köprü'de meydan okuyacak olanlar, kendilerini açık etmezler. Meydan okuma öncesi başlarına bir iş gelmesinden korkarlar. Kan'ımız böyle bir şeyi asla yapmayacak olsa da, geçmişte Kanlar ve Krallar Köprü öncesi kendilerine rakip olacağını bildikleri isimleri öldürtürlerdi." Sinir ve hırs gözüme bir perde daha çektiğinde, yumruk olmuş ellerimi yavaşça açıp kapatmaya başladım. Bu lanet olasıca topluluk nasıl bir topluluktu böyle? Bu denli zalim yöneticilerle yola nasıl devam etmişlerdi? Sıkıntıyle iç çektim.

Bu engeli öngörememiştim.

Hızlı düşünmem, başka bir çözüm bulmam gerekiyordu.

"Katanım... Yönetim yüzyıllardır aynı ailede. Onları meydan okumada devirebilen olmadı." İstemeden öyle ters bir bakış attım ki ona, söyleyeceği başka şeyler varsa da susmayı tercih etti ve düz bakışlarını karşıya sabitleyip öylece dikilmeye başladı.

Kurtan'ın ne kadar güçlü olduğunu elbette biliyordum.

Ancak yenilmez ya da ölümsüz değildi. Haftalardır komaya girmiş gibi yatıyordu ve daha dün uyanmıştı! Bu bir tek benim mi umurumdaydı?! Canı acımadan bana sarılamıyor, yorulmadan uzun süre ayakta kalamıyordu. Ona meydan okuyacak kim bilir kaç kişiyle nasıl savaşacaktı?

Düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum.

Ondan öyle çok nefret ediyordum ki Dagora nefretimle yarışırdı! Tam bir aptaldı. Yenilirse ve yönetime geçen kişi deneylere devam ederse ne olacaktı? Kurtarmak için o kadar çabaladığımız masum insanlara ne olacaktı?

Biliyordum ki o da deneyleri bir an önce bitirebilmek için acele ediyordu. Yine de sinirden çıldırmama engel olmuyordu bunu bilmek... Derin bir nefes alıp aklıma gelen ilk fikri dile döktüm.

"Öyleyse, bana bir Metallum bulman gerek Raska. Zihin kontrolü yapabilen bir Metallum..." Raska bugünkü isteklerim tarafından dehşete düşmüş gibiydi. Yüzünde kol gezen endişeyi umursamadım. Diğer dediğimi yapamıyorsa, bunu yapacaktı. Bir şey söylemek için ağzını açtığında karşısına doğru bir adım atıp gözlerimi gözlerine diktim. Ne kadar ciddi olduğumu görmesini istiyordum.

"Babamı getirmemi istemiyorsan, bana zihin kontrolü yapabilen bir Metallum bul. Güvenilir biri olsun." Arkamı dönmüştüm ki, duraksadım ve tekrar gözlerimizi birleştirdim.

"Getiremem sanma."

***

Üzerimdeki aptal elbiseyi çekiştirirken söylenmeyi ihmal etmiyordum. Aslında giymeyeceğime dair yeminler etmiştim ama... Kıyamamıştım işte. Dün ettiğimiz kavgadan beri Kurtan ile karşı karşıya gelmemek için her şeyi yapmış, kendime yeni bir saklanma yeri bile bulmuştum. Ne de olsa saklanmak benim uzmanlık alanımdı. Akademideyken ormanın içindeki kulede, buradayken ise o huzurlu tepede saklanıp binlerce sorunumu yine binlerce kez düşünerek kendime işkence etmeyi seviyordum. Ancak orası Kurtan tarafından keşfedilmişti, ben de çözümü yeni bir yerde saklanmakta bulmuştum. Pegasus yaralıyken hayatta kalabilmek adına balık yakalamaya çalıştığım o nehrin kenarına gidiyor, bir zamanlar aşağı düştüğüm şelaleye bakarak huzur buluyordum. Orayı Kurtan'ın ya da bir başkasının keşfetmesine imkan yoktu.

Bütün akşam ondan kaçıp nehrin kenarında saklandıktan sonra, neredeyse sabaha karşı çadırıma dönmüş ve yatağın üzerinde bir kutu bulmuştum.

Kutunun içerisinde beyaz tüllere altın ipliklerin ve küçük değerli taşların eşlik ettiği, sırtı ve göğsü beklediğimden daha derin bir dekolteye sahip, yunan tanrıçalarının kıyafetlerini andıran bir elbise vardı. Kurtan'ın altın iplikli üniformasına olan benzerliği ilk bakışta dikkatimi çekmişti. Üzerinde hiçbir not bulunmamasına rağmen bu kutunun ondan geldiğini biliyordum. Ve asla giymeyeceğime dair yeminler etmiştim.

Şimdi ise elbisenin orasını burasını çekiştiriyor ve rahatsız ve bir miktar açık olmasına rağmen ne kadar güzel olduğunu düşünüyordum. Kurtan elbiseyi seçerken, dekoltesinin fazla açık olduğunu kestirememiş olmalıydı. Aksi takdirde bu elbiseyi asla çadırıma bırakmazdı.

Bir zamanlar belime ulaşan turuncu kızıl saçlarım, elbiseyle muhteşem bir tezat oluşturmuştu. Yeşil gözlerim sinirle parlıyor, elbisenin hırçınlığına meydan okuyordu. Yavaşça arkamı dönerek sırtıma baktım. İki topluluğa ait simge alt alta, omurgamın üzerinde sıralanmıştı ve elbise tarafından tamamen gözler önüne seriliyordu. Dövmelerimi ilk kez inceleme fırsatı buluyordum. Beklediğimden daha güzel görünüyorlardı. Elimi dövmelerden çekip tekrar kendime baktım.

Bu elbiseyi giymemin tek bir sebebi vardı o da Kurtan'ın dikkatini dağıtmamaktı. Neden giymediğimi düşünüp aklını bulandırmasını istemiyordum. Bütün odağını o saçma meydan okumalara vermeliydi.

Kendime bakmayı sürdürürken, haftalardır olmasından en çok korktuğum şey oldu.

Bir daha asla duymak istemediğim, midemi bulandıran ses çadırın içinde yankılandı.

"Tebrikler sevgili Helena." Aynadaki yansımamın gözleri sonuna kadar açılırken, kalbim şiddetli bir biçimde gümledi. Bir an için son kez attığını düşündüm. Tekrar attığını hissedemiyordum.

Midem saniyeler içerisinde ağzıma gelirken, beyaz tenim mümkünmüş gibi daha da beyazlaştı. Aynadaki irileşmiş gözlerim yavaş hareketlerle sesin kaynağıyla buluştu.

"Kaydu." Diyebildim güçlükle. Sesimin tedirginliği, acizliği ve kısıklığı beni çileden çıkardı. Bunu kaldıramazdım.

Her istediğinde benim yanımda bitemezdi. Bunun bir çözümü olmalıydı.

"Bir Azrail olduğunu benden saklamayı başarmışsın. Seni hafife almışım." Dedi gülerek. Onun yüzündeki gülümsemeyi silebilmek için çok çabalamıştık. Hala gülümseyebilmesi çok büyük bir haksızlıktı.

Bunu engellemenin bir yolunu bulmalıydım.

Kaydu'yu görmemek için her şeyi yapardım.

Derin bir nefes almamak için yumruklarımı sıktım. Bedenimi hafifçe hareket ettirerek ona tamamen döndüm. Ondan korktuğumu düşünmesini istemiyordum. Ondan korktuğumu bilmesini istemiyordum.

Tıpkı onun gibi alaylı bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma.

"Sadece beni mi hafife aldın?" dedim tek kaşımı kaldırarak. Bir ölü olduğuna göre, oğlunu da hafife aldığını çoktan fark etmiş olmalıydı.

Midemin bulantısını artıran bir kahkaha attı. Hala gülebiliyor olmasına lanetler yağdırmaya başladım.

"Doğru. Sizi diyeyim bari. Gerçi, bir yandan da gözümde çok büyüttüğümü düşünüyorum. Ne de olsa, kardeşini hala bulamadın, değil mi Helena?" kaşlarım sonuna kadar çatılırken ellerim iki yanımda yumruk oldu. Bir ölü olmasaydı ve onu ben öldürebilseydim keşke diye düşünmeden edemedim.

"Kardeşimin kim olduğunu nereden biliyorsun?" diye bağırdım sinirle. Bir kahkaha daha attı ancak gözleri kısa bir an çadırın girişine döndü ve sonra gözden kayboldu.

Kurtan, çadırın girişinden bana seslendi.

"Gelebilir miyim?" Kaydu onun geldiğini anladığı için mi gitmişti yoksa herhangi biri geliyor mu sanmıştı? Hızla aynaya dönüp nasıl göründüğüme baktım.

Üzerimden elementer ordusu geçmiş gibi görünüyordum.

Gözlerimi kapatıp birkaç saniye nefeslendim ve toparlanmaya çalıştım.

"Tabii." Dedim soğuk bir sesle. Kurtan'ın gözleri benimkilerle buluşur buluşmaz kara gözleri mümkünmüş gibi daha da koyulaştı. Dipsiz bir kuyuya dönüşmüşlerdi adeta. Ona sinirli olduğumu unutmamak için içimden peş peşe tekrarlamaya başladım. Onu bu şekilde, üstünde beyaz, altın iplik işlemeli bir gömlekle ve altında bedenini saran bir pantolonla gördüğümde bunu yapmak çok kolay değildi ne yazık ki. Bakışlarımı kaçırmamak için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kaldım. Oldukça uyumlu giyinmiş olmalıydık.

"Hayal ettiğimden daha güzel... Bu elbiseyi seçmemeliydim." boğuklaşmış sesi tenimin ısınmasına sebep oldu. Gözlerinde ve sesinde... tehlikeli bir parıltı vardı. Adem elması hızla aşağı yukarı hareket etti. Ortama çöken sıcak hava dalgasını dağıtabilmek için tek kaşımı kaldırdım. Pişman olacağına emindim zaten.

"Beni mi hayal ediyorsun?" dedim onu biraz olsun utandırabilmek için ama düşündüğüm gibi olmadı. Başını aşağı yukarı sallayarak bana doğru yürümeye başladı.

"Mümkün olan her an." Dedi aynı boğuk sesle. Onu utandırmak isterken, bedeni alev alan ben oldum. Kan olanca hızıyla yüzüme hücum eder etmez arkamı döndüm ancak arkamda da ayna vardı! Yüzümü saklayamamanın verdiği utanç, daha da panik olmama sebep oldu.

Acilen beni sinirlendirdiği şeyleri hatırlamam, tekrar ona öfke dolmam gerekiyordu.

Hızla sinirimi bozan şeylere odaklandım.

Aynadan yüzünü sert bir ifadeyle taramaya çalışıyordum ama bana bakmıyordu. Bakışları sırtımdaki dövmelerde geziniyordu.

"Kesinlikle bu elbiseyi seçmemeliydim. Böyle düşünmemiştim." Dedi çatık kaşlarıyla birlikte. Gülmemek için dudağımı ısırmak zorunda kaldım. Eh, kendi hatasının bedelini kendi ödemeliydi. Bakışlarını sırtımdan çekmeden yanıma geldi.

Sıcak eli elime uzanıp beni yavaşça kendine doğru çevirdi.

Gözleri yüzümü hiç acele etmeden taradı ve boştaki eli bir tutam saçımı kulağımın gerisine attı.

"Kiminle konuşuyordun?" bir an için, kiminle konuşuyordum diye düşündüm. Bu adam benim ayarlarımla oynuyordu. Birçok şeyi unutmama, odağımı kaybetmeme sebep oluyordu.

Kiminle konuştuğum aklıma gelir gelmez ise bedenim kaskatı kesildi. Kurtan bendeki değişimi saniye saniye izlerken kaşları çatıldı.

"Bir sorun mu var?" ona hala bir Azrail olduğumu söylememiştim. Artık zamanı gelmişti ancak dikkati dağılmasın diye elbiseyi giymeyi bile kabul etmişken, ona ölü babasıyla konuştuğumu söyleyemezdim.

Köprü saçmalığı biter bitmez ona durumu anlatacaktım.

"Şu lanet köprüyü geçtiğinde konuşmamız lazım. Bilmen gereken önemli bir şey var ve o zaman söyleyeceğim." Dedim kararlı bir sesle. Gözleri benimkileri şüpheyle taradıktan sonra başını aşağı yukarı salladı. Bir sorun olduğunun farkındaydı ancak üstelemedi.

"İyi olduğun sürece, sorun yok." Dedi eli omzuma doğru tırmanırken. Kolumda geçtiği her yere izini bırakan sıcak eline doğru başımı eğdim. İyi miydim? Hiç sanmıyordum.

Başımı sallayıp onu onayladım.

"Öyleyse... Gidelim mi?" bana kolunu uzatıp hafif bir gülümsemeyle yüzüme baktı. Böyle güzel gülümserken, aldığı aptalca kararlar aklımdan uçup gidiyordu. Biraz sonra kaç kişiyle savaşacağı bile belli değildi. Ne iğrenç bir gelenekti bu? Tek bir kişiye onlarca kişi meydan okursa, elbet kaybederdi o kişi!

Raska'nın ya da kimin ne dediği umurumda değildi.

Kurtan'ın sağlığını da konumunu da riske atamazdım.

Uzattığı koluna girdim ve beni çadırın çıkışına yönlendirmesine izin verdim. Belli ki, yürüyecektik.

Çadırdan çıkar çıkmaz, öğle vaktinin geldiğini bildiren parlak güneşle buluştu gözlerim. Elimi gözüme siper ederek önümdeki açıklığa baktım. Daha önce hiç görmediğim kadar kalabalık görünüyordu. Hepsinde bir telaş vardı ve oradan oraya koşturuyorlardı. Bu geleneği ne kadar ciddiye aldıklarını görmek canımı daha da sıkmaya başladı. Bundan rahatsız olan sadece ben miydim?

Kurtan boştaki elini, kolundaki elime bastırarak bana güven vermeye çalıştı. Öyle sakindi ki, acaba hile falan mı yapacak diye düşünmeden edemedim. Yapmayacağını çok iyi bilmeme rağmen, rahatlığına başka bir açıklama bulamıyordum.

Endişelenme Kurtan. Ben, senin yerine hile yapacağım.

Gözlerine kilitlenmiş olan yeşil gözlerimle ona güven vermeye çalıştım. O benden ona güvenmemi ister gibi bakıyordu, ben de onun bana güvenmesini ister gibi... Onu korumak için ne gerekiyorsa yapacaktım.

Başımı hafifçe sallayıp, mesajı aldığımı bildirmek istedim ona. Yüzüne güneşten daha parlak bir gülümseme yayıldı ve sonra göz ucuyla açıklıktaki kalabalığa bakıp bizi başka bir yere götürdü. Saniyeler sonra, az öncekinden çok daha büyük bir meydanın ortasına gelmiştik.

Etrafımız tıpkı eski zamanların arenalarını andıran, yuvarlak bir düzenle çevriliydi. Ortadaki arenayı gören oturma yerleri arenanın merkezinden uzaklaşarak yukarı doğru yükseliyordu. Üzerimdeki elbiseyle tam da buraya ait gibiydim. Burası yerleşkenin neresiydi?

Sağıma soluma bakarak çadırlara dair bir şeyler görmeye çalıştım ama etrafımızda suların durgun bir biçimde beklediği dar kanallardan başka hiçbir şey yoktu. Uzakta olmalıydık.

Kurtan etrafı izlememe izin verdikten sonra beni nazikçe ilerletmeye başladı. Arenanın merkezine oldukça yakın olan ve üzerinde gölgelik olan bir yere doğru beni yönlendirdi ve tıpkı konseydeki sandalye benzeri büyük bir sandalyeye oturttu. Birkaç metre ötemde, onlarca kişiyle savaşacağını bilmek midemi ağzıma getiriyordu. Kaşlarım çoktan çatılmıştı bile.

Eli, ben ne yaptığını fark edemeden alnıma gitti. Hafifçe okşayarak çatık kaşlarımı düzeltmeye çalıştı.

"Sinirli bir civcive benziyorsun." Dedi gülerek. Şok olmuş bir ifadeyle suratına bakmaya başladım. Benim nerem civcive benziyordu?

"Başına güneş mi geçti?" kaşlarım daha da çatıldığında gülüşü kahkahaya dönüştü. Gülüşüne takılı kalmakla kafasını kırmak arasında gidip geliyordum. Etrafta belirmeye başlayan birileri olduğunu fark etmemle birlikte hayran bakışlarımı ondan uzaklaştırdım.

"Bu kadar neşeli olabilmene anlam veremiyorum." Dedim kısık bir sesle. Başını sağ omzuna doğru yatırdı.

"Topluluğumdayım, Kaydu'yu yenmeyi başardım ve Katan'ım gözümün önünden ayrılmıyor. Hayatta isteyebileceğim başka hiçbir şey yok." Kalbimin sesi kulaklarımı doldurduğunda, tepkisiz bir biçimde yüzüne bakmaktan başka yapabildiğim hiçbir şey yoktu. Güpegündüz canıma kast ediyordu. Bir cevap vermediğimde hafifçe gülümsedi.

"Bir de kıyamet denilen şeyi durdurmayı isteyebilirim sanırım." Başımı iki yana salladım. Beni öldürecekti. Bu adam, benim kalbime kesinlikle iyi gelmiyordu. Heyecandan kuruyan dudaklarımı ıslatmak istedim ancak doğru bir zaman değildi.

"Benim hayattan istediğim tek şey ise şu lanet köprüyü sağsalim geçebilmen. Keşke bunun dışındaki binlerce derdimden birine odaklanabilseydim ama hayatta her şey istediğimiz gibi olmuyor." Huysuzluğumun onu bir gram etkilememesi, aksine sürekli gülümseyip kalbime zarar laflar etmesi ona kızgın kalmamı o kadar zorlaştırıyordu ki kendimi kollarına atıp sımsıkı sarılmamak için çok zor tutuyordum. Koca arenada, insanların gözü önünde ona sarılamazdım.

Kurtan yavaşça başını salladı.

"Bana güven." Dedi kendinden emin bir biçimde. İç çektim ama cevap vermedim. Ona elbette güveniyordum. Konunun bu olmadığını kimse anlamıyor gibiydi. Kurtan kısa bir süre daha gözlerimle oyalandı ve sonra arkasını dönüp arenanın ortasına doğru ilerlemeye başladı.

Ben de hızla Raska'yı aramaya başladım. Onu göremediğim her an bedenim gerilirken ellerimi elbisenin eteklerine geçirmiştim çoktan. Etraf gittikçe daha da kalabalıklaşırken endişem tırmanmayı sürdürdü. Çatık kaşlarımla arayışımı sürdürüyordum ki çok geçmeden Raska görüş alanıma girdi. Yanında, Palu'yu andıran ancak Kurtan yaşlarında biri vardı. Bunun, beklediğim kişi olmasını umuyordum.

Raska ile göz göze geldiğimizde adımlarını hızla benim olduğum yere doğru çevirdi. Çok geçmeden üniforması ile resmi bir selam verip yanıma yerleşti.

"Katanım, Riva'yı takdim edeyim. Güvenilir bir Metallum ve zihin kontrolü yapabiliyor." Bakışlarım Raska'dan adının Riva olduğunu öğrendiğim adama kaydı. Kıvırcık sarı saçları ve renkli gözleri onu olduğundan genç gösteriyor olabilirdi. Klasik bir Sapkın gibi görünmüyordu.

Bu topluluğa yeni bir isim bulmalıydık...

Üzerinde herhangi bir üniforma yoktu ve Raska'nın gösterdiği abartı saygıyı göstermiyordu. Gözlerimi hafifçe kısıp Pegasus'la birlikte bu adama karşı ne hissettiğimizi çözmeye çalıştım. Raska güvenilir diyorsa, öyle olmalıydı. Herhangi bir olumsuzluk hissetmiyordum, dikkatimi dağıtan tek şey Raska'nın ters bakışlarıydı. Riva'yı gözleriyle yiyor, neden hala resmi bir selam vermediğini merak ediyordu belli ki. Raska'ya hafifçe gülümsedim.

"Böylesi daha iyi Raska." dedim sorun olmadığını göstermek için. Hafifçe iç çekerek Riva'ya odaklandım.

"Ne için burada olduğunu biliyor musun?" Raska ile detaylı bir plan yapmıştık ve planı çoktan Riva'ya aktardığını umuyordum. Riva beni başıyla onayladı. Gözleri merakla üzerimde dolaşıyordu ki bu kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Bir sorun olup olmadığını sormak istediğim sırada yakıcı bakışlar görüş alanıma girdi. Kurtan'ın alev almış bakışları benim ve Riva'nın üzerinde dolaştı. Odaklanması gereken onlarca dövüş varken neden buraya baktığını merak ettim ve ona ters bir bakış gönderdim. Bir şey demeden önüne döndüğünde dikkatimi tekrar karşımdaki ikiliye verebilir haldeydim.

Ters bir şey söyleyip yardımından mahrum kalmak istemediğim için dilimi ısırıp ona uyaran bakışlar atmakla yetindim. Gözlerini üzerimden çekti ve kalabalığa bir bakış attı.

"Ne kadar yakın olursam, o kadar garanti olacak." dedi kısık bir sesle. Nefeslenip kısa saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"İşe yaraması için ne gerekiyorsa  o yapılacak. Nerede durman gerektiğini söyle. Görünmediğinden emin olacağım." Başını yavaşça eğip Kurtan'ın olduğu yere doğru dikkat çekmeyen bir bakış attı. Onun bakışlarını takip ederken gözlerim bizi dikkatle izleyen Doha ile kesişti. Ona baktığımı görür görmez başını çevirdi. Olmamız gerekenden daha dikkatli olmamız gerektiğini de bu şekilde doğrulamış oldum. Riva'nın zihin kontrolü yapabilen bir Metallum olduğunu çok kişi biliyor olamazdı. Bu, bize avantaj sağlıyordu.

"Arena'nın içerisinde olmalıyım." başıyla Kurtan'ın olduğu açıklığı işaret etti. Hafifçe yutkunmadan edemedim. Ben, Arena'ya en yakın oturma yerlerinde oturuyordum. Benim yanımda kalsa olmuyor muydu? Neler düşündüğümü anlamış gibi konuşmaya devam etti.

"Araya biri girerse, yaptığımız şey ortaya çıkar." Savaş alanında, Aron'un acıyı kendi üzerine alması gözlerimin önünde bir ışık gibi çaktı. Aron'un aklıma gelmesiyle kalbimde oluşan sızıyı görmezden gelmeye çalıştım. Yavaşça kafamı sallayarak onu onayladım. Ne gerekiyorsa onu yapacaktım. Kararlı gözlerimi Raska'ya diktim.

"Bahsettiğin giyinme odasında Riva'yı görünmez yapabiliriz." Raska başıyla beni onayladı. Bunları çoktan planlamıştık.

"Ne zaman isterseniz, Katanım." Kurtan açılış için söylemesi gerekenleri söylediğinde ortadan kaybolabilirdik. Şimdi gidersem, dikkatini daha da çekecektim. Yeterince dikkatini çekmiştim ve bakışlarının hedefi olmuştum. Tekrar ona baktığımda, hala beni ve Riva'yı izliyordu. Derdi neydi bunun? Onu bakışlarımla uyarmak için elimden geleni yaptım ancak mesajı almış gibi durmuyordu.

"Zihin kontrolü yapabilen bir Metallum olduğunu bilen çok kişi var mı?" Metallumlar akademide aşırı derece gizlilik yanlısıydı ve onların bir bekçileri olduğunu babamın kendini ölüm pahasına zorlamasıyla öğrenebilmiştim. Konuşmalarını engelleyen bir sochru bile çağırılmıştı. Burada da durum aynı mıydı bilmiyordum ama genel olarak gizliliğe önem verdiğini ve çok kişiye bu durumdan bahsetmediğini ummak istiyordum. Aksi takdirde şu an onu yanımızda görenler şüphelenebilirdi. Riva bakışlarını Arenadan çekip bana yarım bir gülümsemeyle baktı.

"Beni burada tanımazlar." dedi eğlenir gibi. Bakışlarım Raska'ya döndü. Şüpheci bakışlarımın kendisine döndüğünü fark eden Raska hafifçe yutkundu. Gözlerini kaçırıyor oluşu gözümden kaçmadı. Sebebini çözmek ister gibi tedirgin yüzünü inceledim.

"Yerleşkede zihin kontrolü yapabilen bir Metallum yok Katanım... Siz benden acilen birini bulmamı isteyince-" Tedirginliğinin sebebi bu olmalıydı. Bedenim hafifçe rahatlarken ona gülümseyip konuşmasını yarıda kestim.

"Açıklama yapmana gerek yok. Sana yeterince mahcup oldum. Güvenilir olması benim için yeterli. Üstelik, tanınmaması işimize gelecek." Raska başını sallayıp önüne eğdi. Riva ise beni incelemeyi sürdürdü. Bir şeyleri merak ediyor ve çözmeye çalışıyor gibiydi. Onunla daha fazla bakışmamak adına Arena'ya çevirdim yeşillerimi.

Koca alan çoktan dolmuş gibiydi. Ve şimdi Köprü denilen şeyin neden burada yapıldığını daha iyi anlıyordum. Burada binden çok daha fazla insan vardı. Bu da, diğer yerleşkelerin de izlemeye geldiğini gösteriyordu. Onlardan da meydan okuyan çıkacak mıydı?

Bugünü kazasız belasız atlatabilmek için Primus'lara yalvarmaya devam ettim.

Kalbim o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki yine göğüs kafesimi zorluyordu. Bir anda bedenimi saran panik boğazımdan yukarı tırmanmaya başladı. Kulaklarım hafifçe uğuldarken Raska'nın dikkatlice bana doğru eğildiğini gördüm.

"Katanım... Oturmak ister misiniz?" başımı iki yana salladım. Toparlanmam gerekiyordu. Planım vardı, hazırlıklıydım. İstemsizce, planın bir parçasını devreye sokmuş gibiydim ki bu aslında iyiydi. Yüzümün hali gören herkes, bugün gerçekten iyi olmadığımı düşünürdü. Derin bir nefes alıp ona gülümsedim ve tekrar Kurtan'a odaklandım. Bakışlarını neredeyse tamamen dolmuş Arena'da gezdirdikten sonra eli gömleğinin düğmelerine gitti. Düğmeleri açmaya başlamasıyla yanaklarıma kanın hücum etmesi bir oldu. Onu ne kadar çok insanın izlediğini düşünmemeye ve heyecandan ya da sinirden ölmemeye çalıştım. Alt tarafı üstünü çıkarıyordu! Sakinleşmem gerekiyordu.

Yavaş hareketleri, bana ve sinirlerime işkence etmeyi sürdürdü. Düğmelerini açarken gösterdiği yavaşlığa zıt bir biçimde gömleği tek hamlede üstünden çıkardıktan sonra bana doğru yürümeye başladı. Sakin olmak falan buraya kadardı. Artık bayılmalıydım.

Birkaç saniyelik yürüyüş sonrası bana küçük bir gülümseme gönderip gömleğini uzattı. Yutkunarak elinden aldım ve bakışlarımla ona dikkatli olmasını söylemeye çalıştım. Gömleği bırakıp Riva'ya saniyelik bir bakış attı ve arkasını döndü. Bakışlarımı sırtındaki Igniser dövmesinde hayranlıkla gezdirmeden edemedim. Geniş ve kaslı sırtının tam ortasında, omurgasının üzerinde teniyle zıtlık oluşturmayan bir üçgen ve onun sağından geçen dikey bir çizgiden oluşuyordu.

"Sizler için yapmak istediğim çok şey var. Ama öncesinde bildiğiniz gibi, köprüyü geçmek zorundayım." hafifçe gülümseyip Arena'yı gözleriyle hızla taradı. Kendi etrafında yavaşça dönerken, sesinin gürlüğü karşısında şaşkına dönmüştüm. Elinde ses yükseltici bitkilerden biri yoktu. Sesinin koca Arenaya ulaşabilmesi adeta bir mucize gibiydi.

"Burada sadece kan bağım yüzünden olmadığımı, burayı ve sizi hak ettiğimi göstermeye geldim."

Yüzündeki gülümseme yavaşça silindi ve yerini ciddi, ölümcül bir ifadeye bıraktı.

"Öyleyse, Köprü başlasın. İlk kim  meydan okumak ister?" Kollarını hafifçe kaldırmış, etrafında dönerek rakiplerini Arenaya davet ediyordu. Kendine güveni nefesimi kesse de sinirim olduğu yerde duruyordu. Onunla hala küstüm ve kolay kolay barışmayacaktım. Yine de karşımdaki manzaradan etkilenmemek çok zordu.

Tıpkı Kurtan gibi Arena'yı süzüp ilk rakibin kim olacağını görmeye çalıştım. Arka sıralardan yapılı bir erkek ayağa kalktı ve saygılı bir biçimde yere kadar eğildi. Kurtan da ona kısa bir baş selamı verdi ve elini uzatarak Arena'ya davet etti. Esmer adam orta yaşlı gibi görünüyordu. Yine de yapılı vücudu kolay lokma olmadığını kanıtlamaya çalışıyor gibiydi. Adam acele etmeden yuvarlak yapının merdivenlerini yavaşça indi ve birkaç metre ötemde, Kurtan'ın yanında durdu.

Bir kere daha resmi bir selam vererek eğildi ve ciddi bir ifadeyle yeri izlemeye koyuldu.

"Seyircileri daha fazla bekletmeyelim." Kurtan elini tek yumruk halinde havaya kaldırıp Arena'daki herkesin coşkuyla bağırmasına sebep oldu. Sesler gittikçe yükselirken, kalabalık Kanları için tezahürat yapmaya başlamıştı çoktan.

"Kanım! Kanım!..." Bu etkinliğin onlar için ne kadar önemli olduğu apaçık belli oluyordu. Çocuklar bile ailelerinin yanında yerlerini almış, önlerindeki töreni izliyordu. Kurtan bana hafifçe arkasını dönüp rakibinin etrafında dönmeye başlayınca Raska'nın koluna tutundum.

"Götür bizi Raska." Raska başını sertçe eğip Riva'nın kolunu tuttu ve saniyeler içerisinde kendimizi basık bir giyinme odasında bulduk. Oda şükürler olsun ki boştu ve bir süredir kullanılmamış gibi duruyordu. Arena'nın neresinde olduğumuzu bilmiyordum. Pencere yoktu ve alt katta bir yerlerde olduğumuzu düşündürüyordu.

"Birileri şüphelenmeden dönmemiz gerek. Döndüğümüzde planı tam olarak konuştuğumuz gibi uygulayacağız. Tüp yanında mı?" Raska cebinden koyu yeşil renkli sıvıyı çıkardığında başımı salladım. Tüpü geri yerine koydu. Riva'ya dönüp bakışlarımla hazır olup olmadığını anlamaya çalıştım.

"Hayati bir durum olmadıkça müdahale etme. Gözümün önünden sakın ayrılma ve asla ortaya çıkma. Bir şeylerin ters gittiğini hissedersen taşını kullan. Taşın var değil mi?" Sol elini kaldırıp yüzük parmağını saran oniks taşı yüzüğünü gösterdi.

"Benim tarafımdan sorun yok... Peki Katan, beni tüm o süre boyunca görünmez tutabileceğinden emin mi? Kellemi korumak istiyorum." yüzündeki ifadeyi silebilmek için ona ateş topu gönderme isteğimi yavaşça bastırıp kocaman gülümsedim. Bana Katanım değil de Katan demesi benim için bir sorun değildi. Ben olsaydım, ben de rastgele birini sahiplenmezdim. Niyeti beni ya da güçlerimi küçümsemek değildi, öyle düşünmek istiyordum. Sonuçta gerçekten de, büyük bir risk alıyordu. Bunu unutmamaya ve ona sinir olmamaya çalıştım.

"Bana bırak, Riva. Sen kendi işine odaklan." Başını yana eğip bana sessiz bir onay gönderdiğinde çenemi biraz daha kaldırıp duruşumu dikleştirdim.

"Öyleyse, hazırız." bakışlarımı ikisinin üzerinde sırayla gezdirdim ancak içimde kalmaması adına, söylemem gereken bir iki şey daha vardı.

"Eğer bana ihanet edersen, sonuçları ağır olur Riva." benden böyle bir cümleyi beklemediğini açıkça belirtir bir biçimde gözleri büyüdü ve sonra hafifçe gülümsedi. Reverans yapar gibi önümde eğildi. Kalktığında gülümsemesi aynı yerinde duruyordu.

"Hay hay. Kan yemini de ister misin?" gözlerimi kısıp mesajımı aldığından emin oldum. Kan yemini kulağa ne kadar cazip gelirse gelsin Raska'ya güvenmeyi seçtim ve  havaya odaklandım.

"Hedera Helix." hava, Riva'nın bedenini ikinci bir deri gibi sararak bulunduğu ortama karışmasını sağladı. Raska'nın Riva'yı göremediğini doğrular doğrulamaz Raska'nın  kolunu tuttum ve Riva'nın koluna temas ettim. Ondan yayılan soğukluğa aldırmadan Raska'yı başımla onayladım ve sandalyeme geri döndük. Riva anında taşını kullanıp Arena'nın bana yakın kısmında belirdi. Şu ana kadar, her şey yolundaydı.

Sadece, bütün gücümle onu görünmez tutmaya devam etmem gerekiyordu hepsi bu.

Elimi alnıma koyup role girebilmek için çabalamaya başladım. Bunu, birini görünmez tutmaya çalışırken yapmak çok zordu! Raska sahte bir telaşla arka taraftaki askerlere seslendi.

"Biri su getirsin!" Hızla yanıma gelip, benimle ilgilenmek ister gibi hafifçe eğildi. Elim ayağıma dolanmadan rol yapabilmek için gözlerimi kapatıp kendimi zorladım.

"İyiyim... Gözüm karardı bir an için. Biliyorsun, bugün biraz halsizim." Arkamızdaki askerlerin bizi duyduğuna emin olduktan sonra Raska cebindeki iksiri çıkardı.

"Bunu şimdi içmek ister misiniz Katanım?" İksiri de çaktırmadan herkesin gözüne soktuğumuza inandığımda, hafifçe başımı sallayıp elime aldım. İçerisinde saatlerce bir adamı görünmez tutmama yardımcı olabilecek bir güçlendirme iksiri vardı. Raska bunu bizzat Yena'dan almıştı. Tek seferde içip boş tüpü sandalyenin kenarına koydum. Bir yandan dikkatim sürekli Riva ve Kurtan'ın üzerindeydi. Odağımı kaybetmeden Riva'yı görünmez tuttuğuma emin olmaya çalışıyor, arka planda tüm gücümü ve enerjimi bu sochru için harcıyordum. Devamlı sochrular, elementeri gözle görülür bir biçimde tüketirdi ki bu da bugün çizmek istediğim imaja katkıda bulunacaktı.

Öyle ki, Doha'nın dikkati çoktan bizden uzaklaşmıştı. Gerçekten rahatsızlandığımı düşünüyor olmalıydı ve önündeki karşılaşmaya odaklanmış vaziyetteydi. Düşüncelerimi toparlayıp Kurtan'a ve orta yaşlı adama baktım. Halihazırda sadece birkaç kez birbirlerine hamle yapmışlardı ve Kurtan için her şey yolundaydı. Raska sahte endişesini sonlandırıp askerlerden birinin getirdiği suyu bana uzattı ve çekildi. Şimdi sıra, benden biraz uzaklaşıp askerlere bugün bana dikkat etmelerini söylemekteydi. Onlara pek iyi hissetmediğimi, az önce olduğu gibi iksir almak için gitmek isteyebileceğimi söyleyecekti. Böylece kısa süreli ortadan kaybolmamızı da anlamlandırmış olacaktık.

Suyu yavaş yavaş içerken çadırını terk etmek üzere olan Pegasus'a kaydı dikkatim. Buraya gelmek istiyordu ve, onu durduramazdım. Gelmek istemesinin temel sebebinin bana destek olmak olduğunu bildiğimden sakince beklemeyi sürdürdüm. Çok geçmeden Pegasus Arena'nın yanındaki boş araziye iniş yaptı. Onun bana yaklaşması ile sochruyu sürdürmek çok daha kolay hale geldi. İksir de etkisini göstermeye başlamıştı.

Alnımda biriken birkaç damla teri silip odaklanmayı sürdürdüm. Umarım Mart sonunda terlememi de hastalığıma bağlarlardı...

Kurtan'ın rakibi bir Aquasardı ve çevredeki kanalların sebebini şimdi daha iyi anlıyordum. Bütün elementerler için şartların eşitlenmesi adına, çevrede su olması gerekiyordu. Ki su, ateşin antisi olarak iş görüyordu ve bir İgniser'i kolaylıkla zor durumda bırakabilecek elementlerin başında geliyordu. Yine de Kurtan rakibine karşı çok rahattı. Atakları sakin bir biçimde savuşturuyordu ve bir kurda dönüşmemişti ki buna minnettardım. Halkı onu devirmek adına ona zarar vermek isteyebilirdi, ama onun halkından birinin boğazına dişlerini geçirmek istediğini sanmıyordum.

Bir su atağını daha sakince savuşturup yüksek sesle bir sochru çağırdı. Onu ilk kez böyle görüyordum. Daha önce sochrularla mücadele ettiğine hiç şahit olmamıştım. Ya bir kurtken görmüştüm, ya da kelimelere ihtiyaç duymadan her yeri ateşe boğduğunda...

"Manere per Circulum Ignis" İgniserler için etkisiz hale getirme sochrusu olduğunu, rakibinin bir ateş çemberi içerisine hareketsizce hapsolmasıyla fark ettim. Ona zarar vermeden etkisiz hale getirdi ve yanına doğru yürümeye başladı.

"3, 2...1." saymayı bitirdikten sonra izleyicilere dönüp hafifçe eğildi. Ne bir hakem vardı ne de başka bir moderatör. Herkes sadece izliyordu ve çılgınlar gibi bağırıyordu. Kurtan için havayı dolduran tezahüratlar git gide daha da yükseldi. Kulakları sağır edecek bir noktaya geldiğinde, kendimi onlara eşlik ederken buldum. Kurtan'ın gözleri kalabalığı şöyle bir taradıktan sonra benimkilere kilitlendi. Onu heyecanla alkışladığımı, adını bağırdığımı gördüğünde gözleri güneşten daha parlak bir ışık yaymaya başladı. Küs olmamız, onu en kritik anında desteklemeyeceğim anlamına gelmiyordu elbette. Başımı eğerek ona çok iyi gittiğini hissettirmek istedim. Yena'nın Köprü öncesi ona tonlarca iksir içirdiğinden emin olduğum için kendimi sessizce tebrik ettim. O inatçı keçiye kalsaydı, hiçbir şey yapmadan herkesin karşısına dikilirdi.

Kurtan bana güzel bir gülümseme gönderdikten sonra tekrar halkına döndü. Gözleri bir sonraki rakibi için alanı taramaya başlamıştı çoktan.

Kısa bir süre kimse çıkmayınca, kara kurda kimsenin meydan okumaya cesaret edemeyeceğini düşünerek umutlandım ancak umudumun boşa olduğunu anlamam çok sürmedi. Arka sıralardan tanıdık bir yüz ayaklandı. Kurtan'ın bakışları benim çaprazımda kalan Hazaka ile kesişir kesişmez buz kesti. Kaşları çatıldı, elleri iki yanında yumruk oldu. Hazaka, Köprü sonrası bağlılık yemini edecek ya da topluluktan sürülecek olan hainler arasındaydı. Kurtan'ın uyanmasını istememişti, bu sebeple bu kadar sinirlenmiş olmalıydı. Ancak Doha'ya bile böyle bir tepki vermemişti. Şaşkınca ikiliyi izlemeyi sürdürdüm. Siniri yerini tehditkar bir gülümsemeye bıraktığında kaşlarım daha da çatıldı.

Hazaka, Kurtan'a denk olamazdı. O yüzden endişelenmemiş sadece meraklanmıştım. Kurtan başını eğerek rakibinin meydan okumasını kabul etti ve beklemeye başladı.

Bense, merakıma yenik düştüm.

Hafifçe arkamı dönüp Raska ile göz göze geldim ve Raska anında yanımda bitti.

"Katanım." dedi bana doğru eğilerek. İç çekip kulağına doğru fısıldadım.

"Kurtan neye sinirlendi bu kadar?" Raska hafifçe geri çekilip bir bana, bir de sahaya baktı. Belli belirsiz bir biçimde dudağı yukarı kıvrılınca şaşırmadan edemedim.

"Hazaka'nın size saygısızlık ettiğinden haberdar Kanımız. Eminim, meydan okuduğuna pişman edecektir." Gözlerim şaşkınlıkla açılırken hızla önüme döndüm. Hazaka'yla tartıştığımı falan nereden öğrenmişti ki?

Raska aklımdan geçenleri okumuş gibi konuşmayı sürdürdü.

"Dün bütün gün, uyanmadığı süre boyunca size kimin nasıl davrandığını öğrenmek için halk ile görüştü." bedenimden zalim bir ürperti geçip kalbimin üzerinde durdu. Kalbimi pişmanlıkla yoğurmaya, acıdığından emin olmaya çalıştı.

Ondan koca bir gün nefret ettiğim için pişman mıydım? Olmamalıydım! Sonuçta ben haklıydım! Öyleyse neden bütün bu saçmalıkları bir kenara bırakıp ona sarılmak istiyordum ki?

Ah bu çocuk, benim bütün ayarlarımla oynuyordu.

Hiçbir şey söylemeden önüme dönüp, Kurtan'a diktim bakışlarımı. Net bir biçimde göremediğim ve Hazaka'yı süzmekte olan kara gözlerini, ilkbahar güneşinin aydınlattığı parlak siyah saçlarını izledim. Öyle yoğun duygular içerisindeydim ki, Riva'nın varlığını dahi unutmuştum. Endişeyle ona baktığımda ve hala görünmez olduğunu gördüğümde elimi kalbimin üstüne götürerek sakinleşmeye çalıştım.

Pegasus, benden daha büyük bir çabayla Riva'yı görünmez tutan taraftı. Bense sürekli dikkati dağılan bir çocuk gibi ona yük olup duruyordum. Toparlanıp bütün dikkatimi önüme, Hazaka, Kurtan ve Riva üçlüsüne verdim. Kurtan'ın muhteşem vücuduna falan değil...

Bir selamlaşma sonrası müsabaka başladı.

Hiçbir şey yapmadan birbirlerinin etrafında dönüyorlardı yine. Bu belli ki rakibi anlamaya yönelik bir davranıştı. Birkaç dakika geçtikten ve ben sıkılmaya başladıktan sonra Kurtan ani bir şekilde oluşturduğu ateş topunu hızla Hazaka'ya gönderdi. Hiç kimse bu kadar hızlı bir alev topunu nasıl oluşturduğunu anlayamadı bile. Hazaka daha topu doğru düzgün göremeden  alevlerin hedefi oldu. Acı bir feryat kopardığı sırada Kurtan doğruldu. Bir önceki rakibine çağırdığı sochrunun aynısını çağırarak onu bir ateş çemberine hapsetti ve feryat etmekten başka hiçbir şey yapamayan Hazaka'nın yanına birkaç saniyede ulaştı.

"3, 2...1." Süre dolar dolmaz Kurtan eliyle kenardan birilerine işaret gönderdi. O işarete kadar, orta yaşlı adamın orada tedavi gördüğünü fark etmemiştim bile. Orta yaşlı adamla ilgilenen ve daha önce görmediğim kadının yanında başka bir adam duruyordu. Adam hızla arenanın içerisine girdi ve Kurtan'ın uzaklaşmasıyla birlikte dinmiş olan ateşlerin içerisinden geçerek Hazaka'ya ulaştı.

Kimse ne olduğunu dahi anlamamıştı.

Birkaç dakika birbirlerinin etrafında dönmüşlerdi ve sonra... Kurtan'ı görememiştik bile.

Kalabalık, olan biteni ancak idrak ettiğini belli eder bir tezahürat kopardı. Sessiz arena bir anda kulak uğuldatan bir gürültüyle doldu. Ne zaman kalbime götürdüğümü bilmediğim elimi çekip alkış tufanına katıldım. Kurtan, git gide hızlanıyor muydu yoksa hep mi böyle hızlıydı?

Mağarada da hızı beni dehşete düşürmüştü. Parmaklıkların gerisinden yanıma ulaşması bir saniye sürmüştü. Ancak bir elementer rakibi saniyeler içerisinde görünmesi bile zor bir alev topuyla etkisiz hale getirmek... Bu başka bir seviyeydi. Hazaka'nın ateşe seslendiğini bile görememiştik!

Hiçbir şey söylemeyen Hazaka, sessizce şifacı ile birlikte ilerledi. Kurtan'ın gözleri yine bir zafer sonrası benimkilere kilitlenmişti. Onu alkışlayıp gülümsemeyi sürdürdüm ancak endişelenmeden edemedim. Kıyamet yaklaştıkça, güçlerinin artması gibi bir durum olabilir miydi?

Beni içine daldığım düşüncelerden kurtaran şey, duymayı en sevdiğim ses oldu.

"Bana meydan okumak hakkınız. Ancak Katanıma meydan okumak..." sert bakışlarını sırayla kalabalığın üzerinde gezdirip, hepsinin onu dinlediğinden emin olmak istiyor gibiydi.

"Yapacağınız son şey olabilir." Derin bir nefes aldığı zaman, nefes alma eylemini hatırladım. bir süredir temiz havayla buluşmamış olan ciğerlerimi yalvardıkları oksijenle buluşturdum. Ben bunları duymayı hak edecek ne yapıyordum? Kurtan'ın bana bu kadar saygı duymasını hak edecek ne yapıyordum? Benim göremediğim ne görüyordu bende ki, her bakışıyla ve sözüyle nefesimi kesmeyi başarıyordu? Gözlerim hafifçe dolarken ne yapacağımı bilemedim.

Utanmıştım. Yüzüm kızarıyordu ve gözlerim çoktan yaşların esiri olmuştu.

Koca arenanın bakışları benimle Kurtan arasında gidip gelirken yerin dibine girmek istedim. Onu ya da bu ünvanı hak etmiyordum. Bana bu kadar saygı duyması... Adeta canımı acıtıyordu.

Kafamı hafifçe eğip, elbisenin tüllerinin üzerinde duran ellerime baktım. Onun verdiği elbiseyi giyiyor, ona ait topluluktaki bir sandalyede oturuyor, tanımadığım bu insanların bana Katanım demesine izin veriyordum...

Hayat beni nereye getirmişti? Benim için ne planları vardı? Burada ne yapıyordum?

Nefesim yavaşça daralmaya başladığında sakinleşmeye çalıştım. Bunları düşünmenin zamanı değildi. Şu an umurumda olan tek şey, Kurtan'ın iyi olması olmalıydı. Riva'yı gizlemeye devam etmeli ve Kurtan'ın güvende olduğundan emin olmalıydım.

Boğazımdan geçemeyen havayı adeta zorlayarak ciğerlerime doldurdum. Başımı tekrar kaldırdığımda, Kurtan'ın gözleri hala bendeydi. Ona hafif bir gülümseme gönderip bakışlarımı kaçırdım.

"Sıradaki!" Gözlerini benden çekmediğini çok net bir biçimde hissedebiliyordum. Hala bana bakarken, rakiplerini beklemeye devam etti. Bakışları arkama, yükselip giden sıralara doğru kaydı. Kaşları hafifçe çatılırken arkamı dönüp bir sonraki rakibini görmek istedim ama beklemeyi sürdürdüm. Çok geçmeden, serin bir esinti yanımdan geçip gitti. Gözlerim kocaman olurken Mira'ya takılı kalmışlardı.

Kurtan'a meydan okumak da ne demekti? Bu toplulukta kimin amacı neydi, asla çözemiyordum. Haftalar önce sırf kanım ısınmadığı için onu değil Meza'yı Kurtan'ı temizlemesi için seçmiştim. Onu seçseydim ne olacaktı? Kurtan'a zarar mı verecekti? Bu topluluk beni yakında tamamen delirtecekti. Gergin bir biçimde, Kurtan'ın tepkisini beklemeye başladım.

Kaşlarını çatmayı bırakmış, tepkisiz bir biçimde Mira'yı izliyordu. Mira'nın ise belli ki hiç acelesi yoktu, süzülmekle meşguldü. Yavaş adımlarla Arenanın ortasına gelirken arkasında damlalardan oluşan serin bir esinti bırakmıştı. Arenadaki insanların sessizleştiğini, merakla önümüzdeki mazarayı izlediğini görebiliyordum.

Kurtan hafifçe gülümseyerek onu selamladı. Mira ise hayran hayran yüzüne baktı uzunca bir süre, sonrasında ise oldukça abartılı bir selamla yere kadar eğildi. Bedenini deri gibi tamamen saran ve dolgun kıvrımlarını belli eden kıyafeti o kadar eğilmesine nasıl izin verdi diye düşünmeden edemedim. Mira oldukça güzel ve çekici bir kadındı. Ve bunun ona olan nefretimle hiçbir alakası yoktu.

Bedenimi yakıp kavurmak isteyen hisse karşı koydum. Karşımda olacak şey bir dövüştü, dövüşü kıskanamazdım değil mi?

"Kanım." eğildiği yerden yine yavaşça doğrulup ışıl ışıl gülümsemeyi sürdürdü. Kurtan'a bakınca günü aydınlanıyormuş gibiydi ve ben o günü geceye çevirmek için yanıp tutuşuyordum. Oysa, yutkunmaktan başka yapabildiğim hiçbir şey yoktu.

"Raska?" çatallı bir sesle ona seslendikten sonra boğazımı temizledim. Raska anında yanımda belirdi, elinde çoktan bir bardak su vardı.

Bu kadar tahmin edilebilir miydim gerçekten? Hayattaki herkes beni apaçık okuyordu!

Suyu alıp önüme döndüğümde, birbirleri etrafında dönmeye başladıklarını gördüm. Mira bir Aquasardı ve eğer güçlü bir Aquasar ise, Kurtan'ı zorlayabilirdi. Nihayetinde ateşin en büyük düşmanlarından biriydi su.

Kurtan dönmeyi sürdürürken, ilk hamle Mira'dan geldi. Kanallardan su çekmesi zaman alacaktı ve Kurtan önceden hazırlıklı olacaktı. Ancak, Mira'nın Kurtan'ın iki yanında yükselttiği dalgalar bunun aksini kanıtlıyordu. Suyu nereden bulmuştu bu?

Kurtan kısa bir süre için şaşkınca baksa da çabuk toparlandı. Riva'nın bana dönen saniyelik bakışlarından ne demek istediğini anladım.

Gücünü kullanmamızın gerekebileceğini düşünüyordu.

Her zamankinden çok daha yoğun bir şekilde odaklanıp Mira'yı izlemeye başladım. Sert ya da tehlikeli bir hamle gelirse, Riva'yı uyarmam gerekecekti.

Kurtan kendini alevleri ile hafifçe yükseltip, iki yandan onu sıkıştırmak isteyen dalgalardan sıyrıldı ve geriye doğru sert bir biçimde yere indi. Başını yana eğip Mira'yı şöyle bir süzdü. Bunu hamle seçmek için yaptığını bilen beynim sakinliğini korurken, kalbim hayali bir hava topunu Kurtan'a fırlatmıştı çoktan.

Mira Kurtan'ın zararsızca yere inmesiyle birlikte suyu bir kırbaç gibi bileğine dolayıp şıklattı. Bu lanet olasıca suyu nereden aldığını bulmak için bütün dikkatimi ona vermeyi sürdürdüm. Kırbacı gelişigüzel savururken hamle yapmadan bekledi. Bir süre sonra harekete geçen Kurtan oldu. Hazaka ile dövüşürken olduğu gibi hızlı bir biçimde Mira'nın birkaç adım uzağına ulaştı ve onu dar bir çembere hapsetmek için kelimeleri kullanmadan bir sochru çağırdı. Ateş çemberi Mira'nın etrafında oluşmaya başlamıştı ki, sudan oluşturduğu kırbaç çemberin üzerine inip onu yarıda kesti. Alevler sudan korkmuş gibi geri çekildiler.

Kurtan aynı hızla geriye gitmek üzere bir hamle yaptığında Mira kırbacı Kurtan'ın bileğine doladı. Kırbaç Kurtan'ı hızla Mira'ya doğru çektiğinde sakinliğimi koruyabilmek adına üstün bir çaba gösterdim. Dudaklarımı sertçe ısırdığımı, birkaç damla kan dilimle buluştuğunda anlayabilmiştim ancak. Dudağımı bırakıp göz ucuyla Riva'ya baktım.

Riva dikkatle önündeki dövüşü izliyordu.

Tekrar Kurtan'a döndüğümde, ona zarar vermeyen alevlerinin bileğinin etrafına dolandığını ve kırbacı uzaklaştırdığını gördüm. Mira onu dibine çekemeden hemen önce Kurtan kırbaçtan kurtuldu. Bu kez geriye gitmekte başarılı olmuştu. Mira kocaman gülümseyip kırbacın avcunda yok olmasına sebep oldu. Tekrar birbirleri etrafında dönmeye başladılar.

Kurtan'ın yüzünden hala hiçbir şey okunmasa da, benimki çok şey söylüyordu. Sakinliğimi korumak için Raska'nın getirdiği sudan birkaç yudum aldım. Bardağı tutan ellerimin hafifçe titremesi iyiye işaret değildi. Riva'yı görünmez tutmak için sarf ettiğim çabaya yormak istedim ama...

Tıpkı Hazaka'da olduğu gibi, beklenmedik bir anda dönmeyi bırakan Kurtan adeta ışık hızında Mira'nın etrafında bir tur attı ve ateşten çemberini yükseltti. Bu sochru, sadece bir çember oluşturmuyor aynı zamanda rakibi hareketsiz de kılıyordu. Ama bu Mira'da işe yarıyor gibi değildi. Onu çevreleyen dar çembere avuçlarından damla damla su bırakarak alevleri küçülttü. O sırada, Mira bununla oyalanırken Kurtan'ın başka bir hamleye hazırlandığını gördüm. Mira ateş çemberiyle işini bitiremeden daha önce duymadığım bir sochru çağırdı.

" Ignis Corpus Tutum." Mira'nın ellerinden damlayan sular buhar olup havaya karışırken esmer teni kızarmaya başladı. Kurtan onu, yakıyor gibiydi.

Mira'nın dudaklarından hafif bir inilti döküldü. Kurtan halkından kimseye zarar vermek istemezdi bunu biliyordum. O yüzden ona daha fazla acı çektirmek yerine saymaya başladı.

"3, 2..." ancak tamamlayamadan durmak zorunda kaldı.

Mira, büyülü bir sesle bir şeyler mırıldanıyordu.

Kurtan'ın hareketleri anında kesilirken, alev çemberi çoktan yok olmuştu bile. Mira, hareketsizce duran ve boş gözlerle bakan Kurtan'ın etrafında mırıldanarak dönmeye başladı. Vücudundaki kızarıklıklar çok net bir biçimde görünse de hiçbir şey olmamış gibi hülyalı bir sesle mırıldanmayı sürdürüyordu. Canı yanmıyor muydu?

Kurtan'ın mücadele ettiğini gösteren tek şey, patlayacakmış gibi şişen damarları ve esmer tenine zıt bir biçimde kızarmasıydı. Kendini o kadar sıkıyordu ki gözleri kan çanağına dönmüştü. Hareket etmeye, bir adım atmaya çalışsa da başaramadı. İradesi elinden alınmış gibiydi.

"Neler oluyor?!" Raska bir saniye sonra yanımdaydı.

"Katanım... Mira bir Siren olmalı." Yerleşkeye ilk geldiğimizde, Tulparımın başında Suka ile özel yetenekler hakkında konuşurken söyledikleri adeta kulaklarımda çınlamaya başladı.

"Aramızda bir siren, bir kahin ve bir savaşçı da var." 

Bahsettiği siren, belli ki Mira'ydı. Raska'ya şaşkın bir bakış atıp hızla tekrar Riva'ya döndüm. Siren ne işe yarardı bilmiyordum ama hoşlanmadığımı biliyordum! İstemsizce ayaklanmamla Riva'nın bakışları saniyenin onda biri için bana değdi ve önüne dönüp ellerini hafifçe kaldırdı.

"3..." Mira'nın saymaya başlaması ile, kan beynime sıçradı. Arena'ya atlamamak için bütün irademi kullanıp önümdeki ahşap korkuluğu sıkıca kavradım.

Acele et Riva yoksa seni kimse elimden alamayacak!

"2..." Mira bir yandan dönüyor, bir yandan aptal bir ezgi mırıldanıyor ve ezginin aralarında çok kısa ve yavaş bir biçimde de sayıyordu. Ezgiyi mırıldanırken elini kaldırıp tüy gibi hafif bir biçimde Kurtan'ın omzuna koydu. Bütün duyularım çığlık atmaya başladığında ise Mira'nın ezgisinin bıçak gibi kesildiğini fark ettim. Saymayı ve mırıldanmayı bırakmıştı.

Kurtan Mira'nın elini tuttuğu gibi onu ters çevirdi ve elindeki alev topu temaslarından başlayarak ikisinin de etrafına saniyeler içerisinde yayıldı. O ikiliye dair görebildiğimiz hiçbir şey yoktu. Sadece yükselen alevleri görüyorduk.

"3!" bu kez sayan Kurtan'dı. Alevlerin arasından gür sesi bize net bir biçimde ulaştı.

"2, 1!" saymayı bitirir bitirmez alevleri geldikleri yere gönderdi ve çekilen alevler manzarayı gözler önüne serdi.

Mira yere dizlerinin üzerine çökmüş, sesli bir biçimde ağlıyordu. Vücudu yanmış olmalıydı. Kenardaki şifacıların ikisi de hızla arenaya girip Mirayı taş kullanarak alıp götürdüler. Birkaç saniye sonra Arenanın ortasında sadece Kurtan vardı. Yüzünde kafası karışmış bir ifadeyle dikiliyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Arenada yine aynı şaşkınlığın sessizliği hakimdi. Herkes olanları sindirebilmek için bir süre öylece kalakaldı. Sonrasında ise, her zamanki coşkularından uzak bir biçimde alkışlamaya başladılar. Kurtan'ın neredeyse kaybedeceğini herkes görmüştü. Peki Mira'nın neden bir anda sustuğuna anlam verebilmişler miydi? Gerginlik içimde ne varsa yiyip bitirmeye başladı.

Kısık gözlerle önüne bakan Kurtan onlara dönmedi. Ben hızlı hızlı nefes alıp vermek ve korkulukları sıkmak dışında bir şey yapamıyordum. Riva ile saniyelik göz göze geldiğimizde, belirli belirsiz başımı eğdim. Bu ona sessiz bir teşekkürdü.

"Bunu biliyor muydun?" dedim Raska'ya. Raska'nın gölgesi bir adım gerimde belirdi.

"Bilmiyordum Katanım... Üstelik, eşi olan bir erkeğe ezgi mırıldanmak yasaktır." bakışlarım hızla ona döndü. Beni Kurtan'ın eşi gibi gördüklerini biliyordum. Yine de bir yandan öyle olmadığını da biliyorlardı. Ne bir eşlik töreni, ne de benzer bir şey geçmemişti aramızda. Aynı çadırda dahi kalmıyorduk. Bir şeylerin tuhaf olduğunun herkes farkında olmalıydı.

Ama öyle ya da böyle, Kurtan bana Katanım diyordu. Halkının çoğunluğu da öyle. Bu, o aptal Mira için hiçbir şey ifade etmiyor muydu? Nedense Kurtan'dan çok, bana meydan okuyormuş gibi hissetmeden edemedim. Sanki... Katanı yok sayıyor gibiydi. Kurtan'ın eşi olmadığımı biliyor ve bunu herkese göstermeye çalışıyor gibiydi. Ellerim bir kere daha sinirle korkulukları kavradı.

"Sıradaki?" Primuslar aşkına! Bu köprü ne zaman bitecekti? Ben çoktan tükenmiş gibi hissediyordum. Üstelik neden ısrarla kara kurda meydan okumaya devam ediyorlardı ki? Arenadan başka birinin gelip gelmediğini görebilmek için etrafı tarayan bakışlarım, Doha ile kesişti. Delici bakışlarının benden başka hiçbir yerde olmadığını fark ettiğimde kaşlarım çatıldı. Israrla bakışlarını geri çekmedi. Bu da mı bir meydan okumaydı? Bir şeylerden şüphelenmiş olabilir miydi? Sert bakışlarım yüzünü tararken başımı olabildiğince dikleştirdim. Meydan okuyorsa karşılığını alacaktı.

Sol taraftan birileri Arenanın ortasına doğru yürürken dahi dönüp bakmadım. Sert bakışlarım Doha'nın yüzünü dövmeye devam etti. Ne o çekti bakışlarını ne de ben. Saniyeler birbirini kovalarken göz ucuyla Arenadaki hareketliliği görsem de bakışlarımı sabit tuttum. Bir süre sonra karşılaşma başlamış olmalıydı ki izleyenler sessizliğe gömüldü.

Doha'nın yaşlı yüzüne ısrarla bakmaya devam ediyordum ancak git gide içimde bir şeyler hareketlenmeye başladı. Ayak ucumdan saçlarıma kadar bir dalga hızla bedenimi yoklayıp gitti ve bütün gücümü çekip aldı. Göz ucuyla Riva'nın yıldırım düşmesi gibi titreşen, saniyenin onda biri için görünüp olup yok olan bedenini fark ettim.

Bana bir şey oluyordu.

Bir şey oluyordu ve artık Riva'yı tutabileceğimi sanmıyordum.

Riva'yı uyaramadan, ya da herhangi birine herhangi bir şey söyleyemeden bütün gücüm çekildi ve bedenim boş bir çuval gibi yere yığıldı.

***

Ne zaman müdahale edeceksin? Çok geç olduğunda mı?

Buna ben karar veririm.

Göz kapaklarımı hafifçe titreştiren şey, beynimin içinde yankılanan sesler oldu. Annem, tanımadığım o adamla konuşuyordu yine. Konuşuyordu ama nerede? O adam kimdi? Hiçbir şey bilmeden tanımadığım bir adamın sesini uyduruyor olamazdım değil mi? O adam gerçek olmalıydı. Öyleyse kimdi? Ve neden annem bir süredir yanıma gelmiyordu?

Başıma saplanan keskin acı yüzümün buruşmasına sebep oldu. Eş zamanlı bir biçimde, sıcacık bir el elime kapandı. Gözlerimi açmadan dahi bunun Kurtan olduğunu biliyordum. Endişe bir anda bedenimi ele geçirince titreyerek gözlerimi açtım.

En son arenada yığılıp kalmıştım. Riva, Kurtan, Doha... İsimler peş peşe beynimde yankılanmayı sürdürürken titrek bakışlarım üzerime eğilmiş kara gözlerle buluştu. Kurtan gözlerimi açtığımı görür görmez alnını alnıma yasladı.

"Helena... Bana bunu yapmamalısın." başını hafifçe oynatarak iki yana salladığını anlayabildim. Kurtan geri çekilip gözlerime bakmaya başladığında boğazımı temizledim.

"Köprü?" bedenimde hiçbir acı yoktu ama zihnimden kamyon geçmiş gibiydi. Bana ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama tek umursadığım şey o aptal köprü denilen şeydi. Kurtan'ın kaşları çatıldı.

"Bunu sonra konuşuruz. Biraz dinlenmelisin." dedi hafif bir sesle. Bu kez ben kaşlarımı çattım.

"Köprüde ne oldu Kurtan? İyiyim." Kurtan hafifçe nefesini geri bıraktı ve tam da o sırada, bedeninin acıyla kasıldığını fark ettim. Hızla yataktan doğrulmaya çalıştım ama başıma saplanan keskin ağrı engel oldu.

"Yavaş." beni tekrar yatırmaya çalışan Kurtan'a ters bir bakış gönderdim. Pes etmeyeceğimi anladığında konuşmaya başladı.

"Tamamlandı. Hainlerle alakalı karar da öyle. Yaklaşık bir gündür uyuyorsun." Gözlerimin kapalı olduğu süre benim için dakikalar gibi hissettirmişti. Yine de bir gün boyunca uyuduğum için pişman olmadım. Kabus görmeden en son ne zaman birkaç saat uyuduğumu dahi hatırlamıyordum. Bedenimin bu bir güne çok ihtiyacı olduğuna emindim. Ancak uyuduğum süre boyunca, tonlarca şey olmuştu belli ki. Kafamın karıştığını ve bir şeyler sormak istediğimi fark ettiğinde açıklamaya başladı.

"Seni hemen evine getirip Suka'dan yardım istedik. İyi olduğunu ve sadece bitkin düştüğünü öğrendiğimde ise, Köprüye dönmek ve işi tamamen bitirmek zorunda kaldım." sesindeki pişmanlık yüzümün buruşmasına sebep oldu. Yine ve yine, kendini suçluyordu.

"Şunu bırak artık. Senin birçok sorumluluğun var Kurtan. Sen bir kralsın, ya da Kan. Her neyse! İlgilenmen gereken koca bir topluluk var. Geri dönmen gerektiği için pişmanlık duyamazsın." Keskin bakışları suratımı taradıktan sonra başını hafifçe iki yana salladı.

"Ne yaparsam yapayım, anlamıyorsun değil mi?" dedi tükenmiş bir sesle. mümkünmüş gibi daha da buruşturdum suratımı. Sormak için ağzımı açtım ama benden önce davrandı.

"Senden daha önemli hiçbir şey yok Helena. Bunu anlayabilmen için sana ne söylemem gerekiyor?" gözlerimi kapatıp derin bir iç çektim. Onunla tartışmanın bir faydası yoktu. Söylediklerini tekrar gözden geçiriyordum  ki bir ayrıntıya takıldım.

"Bitkin düştüğüm için bayılmadım. Bir şey oldu. Biri..." dedim ancak kelimelerimi daha dikkatli seçmem gerektiğini fark ettim. Kurtan'ın bana saygı göstermeyenlere dahi büyük bir göz dağı vermesi, birilerini düşman ilan ederken dikkatli olmam gerektiğini gösteriyordu.

"Bir şekilde, bana bir şey oldu." diye düzelttim. Kurtan'ın kaşları sonuna kadar çatılırken inleyerek doğruldu. Eminim ki gidip yaralarına baktırmamış, köprü biter bitmez buraya gelmişti. Keşke onu evire çevire dövebilseydim.

Söylememek için dudaklarımı dikmem gereken ve beni kemiren düşünceler dudaklarımdan firar etti.

"Mira... Olabilir mi?" söyler söylemez pişman oldum ama kendimi daha fazla tutamadım. Kurtan'ın hassas olduğu bir konuda (ben) hedef göstermek aptalcaydı. Yine de, merakıma yenik düşüyordum. Biri bana bir şey yapmıştı, buna emindim.

Ama beklediğim gibi çıldırmadı ya da Mira'yı anında yok etmek için ortadan kaybolmadı. Sadece başını iki yana salladı.

"Sanmıyorum." dedi ve bir anda, bedenimi kor bir ateş kapladı. Sinir damarlarımda yavaş bir gezintiye çıktı. Bana onu mu savunacaktı?

"Nedenmiş o?" Kurtan bana ufak bir bakış attığında yüzündeki bütün kara bulutlar dağıldı. Dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. Gülümsemesi içimi ısıtırken sinirimi korumak için çabalamaya başladım.

"Onunki sadece bir hayal, Helena. Bir hayranlık. O kadar ileri gitmez." Kaşlarım hızla havalandı.

"Farkındasın yani bir de?" dedim sinirle. Gülüşü kahkahaya döndü. Boştaki eli yanağımı hafifçe sıkıp bıraktı.

"O kadar tatlısın ki." dedi içini çekerek. Yüzümü yana çekip öldürücü bakışlar atmaya devam ettim.

"Cevap ver!" Kurtan tekrar kahkaha atıp hafifçe inleyerek doğruldu. Acilen yaralarına bakılmalıydı ama, biz burada Mira kavgası veriyorduk.

"Elbette farkındayım. Salak değilim. Bana ilgisi olduğunu görebiliyorum." dudağımı sertçe ısırıp pişman olacağım şeyler söylememeye çalıştım. Derin bir nefes alıp başımı kaldırdım.

"Öyleyse eşi olan birine ezgiler söyleyen bir Sireni bana nasıl savunabiliyorsun?" Kurtan'ın suratından asla silinmeyen gülümsemesi gittikçe büyürken çıldırmamak için sabır dilenmeye başladım. Ben sinirden çatlarken o eğleniyordu. Cümle dudaklarımdan dökülür dökülmez pişman olmuştum ancak geri alamadım.

"Öncelikle; onu savunmadım, sevgili eşim." tane tane konuşup, kara gözleriyle gözlerimi adeta esir almıştı ve kalp krizi geçirmem için uğraşıyordu. İnce bir sızı kalbimden bütün bedenime yayılırken nefes almak için zorladım kendimi.

Hak etmiştim. Bu imayı yapan bendim ne de olsa. 19 yaşımda evlenip gidecektim bu gidişle. Kendime hakim olmam gerekiyordu, Kurtan'a da. Kurtan'ın kaç yaşında olduğunu bile bilmiyordum! Onun hakkında ne biliyordum ki? Geçmişini biliyor muydum? Hayır.

Peki, umurumda mıydı?

Hayır.

Boğazım kurumuş, dilim damağıma yapışmıştı. Dudaklarımı yalamamak için büyük çaba sarf ettim. Gözleri öylece suratımı izliyordu. Yine dudağından dökülen iki kelimenin esiri etmişti beni.

"Kaç yaşındasın?" diye sordum bir anda. Aklımdan geçen her şeyi dile dökmeyi bırakmam gerekiyordu. Ne yeri, ne de zamanıydı bu sorunun! Kurtan yüzünde hafif bir gülümsemeyle gözlerini kırpıştırdı.

"23. Ve, yaptığı şey için gerekli cezayı çekecek." Kalbimdeki hafif hareketliliği görmezden gelmeye çalıştım. Neden bilmiyorum, benimle aynı yaşlarda olduğunu düşünmüştüm hep. Yaşına değil, Mira hakkında söylediği şeylere odaklanmam gerekiyordu ama başaramıyordum. Başımı iki yana salladım.

"Resmiyette senin eşin olduğuma dair hiçbir şey yok ortada. Ceza çekmesini gerektiren bir durum da yok. Tam da bu sebeple, aslında sana değil bana meydan okudu." Kaşlarım çatılmış, farkındalık beni ele geçirmişti. Cümleler dudaklarımdan dökülürken, durum benim için çok daha anlaşılır bir hale gelmişti. Kurtan'ı yenmek için değildi o meydan okuma, muhtemelen sayımı tamamlayamacaktı bile. Ezgiyi kendi kendine durduracak ve Kurtan'ı yenebilecek olsa dahi ona yenilecekti. Çünkü asıl istediği, benim Katan olmadığımı ve Kurtan'ın resmi olarak bir eşi olmadığını herkese hatırlatmaktı.

Derdi benimleydi.

Kurtan neler düşündüğümü anlamış gibi bir eliyle yanağımı avuçladı.

"Sana zarar vermeye asla cesaret edemez." Ona, derdinin bana fiziki zarar vermek olmadığını açıklamak istedim. Bu da, beni bu hale getirenin Mira olmadığı konusunda Kurtan'ın haklı olduğunu düşünmeme sebep oldu. Öyleyse kimdi?

Düşünceler içerisinde boğulmaya devam ettiğimi fark ettiğinde konuşmayı sürdürdü.

"Bu toplulukta kalmak isteyen kimse edemez." Bu cümle, beynimde bir ampulün yanmasına sebep oldu.

"Doha." dedim fısıldar gibi. Doha olmalıydı! Riva'yı yanımda görür görmez bakışlarını üzerimize dikmişti. Mira'nın garip davrandığını fark etmiş ve parçaları birleştirmiş olabilirdi. Öyleyse Riva'yı tanıyor muydu ki? Kurtan ismi duymasıyla birlikte gerildi. Dakikalardır yüzünde olan tatlı gülümseme silindi ve yerini ölümcül bir ifadeye bıraktı.

"Bu konuyla ilgileneceğim." Hainlerle ilgilenildiğini söylemişti. Doha sürülmüş müydü, yemin mi etmişti? Hazaka'ya ve diğer hainlere ne olmuştu? Hepsini sormak istiyordum ama bir şeyler beni durduruyordu. Kendi düşüncelerimde boğulmakla alakalı olduğunu düşünüyordum. Önce kendi kafamı toplamalıydım ki, onunla mantıklı bir konuşma yapabilelim. Sessizce başımı salladım.

Riva ile ilgili hiçbir şey söylememesi iyi bir şey miydi kötü bir şey miydi onu düşünmeye başlamıştım çoktan. Kendimden geçmeden önce çok kısa bir an için görünür olduğunu görmüştüm ama bilmeyen biri onu bir yanılsama sanardı. Peki ben kendimden geçtikten sonra ne olmuştu? Riva kötüleştiğimi fark edip taşıyla ortadan kaybolabilmiş miydi yoksa birileri onu görmüş müydü? Kurtan bu konu hakkında hiçbir şey söylemiyordu ve ben de sormaya cesaret edemiyordum. Dudağımı ısırıp dile getirmenin uygun bir yolunu aramaya başladım.

"Söylemek istediğin bir şey mi var?" dedi tek kaşını kaldırarak. Sanki çoktan... Biliyormuş gibi.

Ve sonra, şüphelerimi doğruladı.

"Kızmadım, Helena." gözlerim kocaman açılırken yanlış anlayıp da sırlarımı ortaya dökmemek adına beklemeye başladım. Başka bir şeyden bahsediyor olmalıydı. Anlamış olamazdı! Kaşları daha da kalktı ve inanamazmış gibi suratıma bakmayı sürdürdü.

"Anlamayacağımı düşünmen kalbimi kırdı. Mira'nın bir anda ezgiyi kesmesinin sebebi Aquasar primuslarının bana acıması değildi herhalde, değil mi?" yenilgiyle omuzlarımı indirdim ve kucağımdaki ellerime odaklandım. Yerde bir halı olsaydı, desenlerini izliyor olurdum.

Kurtan'ın sıcak elleri, ellerimin üzerine kapandı.

"Kızmadım, sana kızamayacağımı biliyorsun. Aksine, her geçen gün hayranlığımın büyümesine sebep oluyorsun." başım istemsizce kalkıp kara gözleriyle buluştuğunda, yüzünden okunan tonlarca duygunun altında kaldım. Bana her böyle baktığında nefesim mi kesilecekti? Her zaman böyle arkamda mı duracaktı? Ne yaparsam yapayım, yanımda mı olacaktı hep? Böyle bir şey mümkün müydü ki? Her şartta, bir insanın yanında olmaya devam edebilir miydik? Ne yaparsa yapsın...

"Teşekkür ederim, arkamı kolladığın için. Bunun için düşmanlarımdan birini seçtiğin gerçeğini dahi göz ardı edeceğim." Hafifçe gülümsüyor olmasına rağmen çoktan bedenim kaskatı kesilmişti. Doğru duyup duymadığımı anlamaya çalıştım.

"Riva'yı tanıyor musun?" diye geveledim şaşkınca. Bizi yanyana gördüğünde attığı öldürücü bakışların bir anlamı vardı demek ki. Bu, Doha'nın da onu tanıyor olabileceğine dair kurduğum hipotezi güçlendirmişti benim için. Kurtan tekrar gülümsedi.

"Biriyle düşman olmak için onu tanımak gerekiyor." başımı iki yana salladım.

"Bilmiyordum..." Kuzuyu kurda mı emanet etmiştim? Gerçi kuzu aynı zamanda bir kurttu ama bu detaya takılmanın sırası değildi. Raska, düşman olduklarını biliyor muydu ve neden düşmanlardı ki? Doha, düşman olduklarını biliyor muydu?

Sorularımı gözlerimden okuyor gibiydi.

"Endişelenme. Düşmanlar da onurlu ve onursuz olmak üzere ikiye ayrılıyor." Göz kırpıp konuşmayı sürdürdü. "Hepsini uzun uzun konuşuruz ve anlatırım. Senin de anlatacakların olduğunu hatırlıyorum." Azraillik konusunu köprü sonrası ona anlatmak üzere kararlaştırmıştım kafamda. Artık saklamak için bir sebep yoktu. Başımı sallayıp onu onayladım ama önce yaralarıyla ilgilenilmesi gerekiyordu. Onu onurlu bir düşmanın eline bıraktığım gerçeği içimi kemirirken yutkundum. Bütün hayatım, onun için endişelenmekten ibaretmiş gibi hissediyordum. Ne ara beynimdeki her bir hücre onun için çalışmaya başlamıştı?

Bir eli elimi okşarken gözlerimizi buluşturdum ve bakışlarımdan her şeyi anlamasını umarak gözlerine bakmayı sürdürdüm. İçimden geçen her şeyi ona yansıtabilmeyi çok istiyordum ve gözlerine bakarken bunları ona aktarmaya çalışıyordum. Hafifçe gülümseyip sırtını dikleştirdi.

"Saat 5'te Defin töreni olacak. Bekçilerimizin ve insanlarımızın kurallarımıza uygun şekilde defnedilmesi gerek." Defin törenini henüz yapmamış olmaları beni şaşırtsa da, bir şey söylemedim. Bir gündür uyuyordum ve aslında bu süre, tören için yeterli olmalıydı.

"Defin töreninden sonra... Mahzene benimle birlikte iner misin?" dedi masum bir sesle. Nasıl hayır diyebilirdim ki? Nereye isterse oraya giderdim. Üstelik bunu neden istediğini bildiğim için heyecanlanmıştım. Deneklerle ilgilenmeye başlamak istiyordu ve Mahzen iyi bir başlangıçtı. Kayıpların defnedilmesi için benim uyanmamı beklediği düşüncesi ise vücuduma huzur verici bir sıcaklığın yayılmasına sebep oldu. Hevesle başımı salladım.

"Yaraların için bir şeyler yaptıktan ve defin töreninden sonra gidebiliriz. Ve sonra da, konuşabiliriz." dedim itiraz kabul etmeyen bir sesle. Bir şey demek istiyorsa da, vazgeçti. Başını sallayıp beni onayladı ve ellerimi hafifçe okşamayı sürdürdü.

"Bir şey orada saatlerdir parlayıp duruyor. Bakmak isteyebilirsin. Ne olduğunu anlamaya çalıştım ama..." omuz silkip başını geriye çevirdi ve arkada duran komodini işaret etti. Küvetin arkasında kalan komodinin üzerinde, küçük Nyx'im bana bir mesaj olduğunu belirtecek şekilde parlıyordu. Heyecan bedenimi ele geçirdi. Klaer olduğuna neredeyse emindim.

"Sen bir Yena'ya görün. Ben de mesajı dinleyip geliyorum." hafifçe yataktan kalkmak için bir hamle yaptım. O sırada üzerimde beyaz renkli rahat bir takımın olduğunu görmek rahatlamama sebep oldu. O şatafatlı elbiseden kurtulmuştum. Beni giydirenin Suka olduğunu ummak istiyordum ama... Yeterince güçlü ya da kendinde değildi. Öyleyse, Yena olduğunu ummalı ve bu konu hiç yokmuş gibi davranmalıydım.

Yüzüm hafifçe kızarırken kendime lanet etmeye başlamıştım bile çoktan. Başımdaki ağrı da hiç yardımcı olmuyordu. Bedenimde hiçbir sorun olmasa da zihnen tükenmiş olmak hareketlerimi yavaşlatmıştı belli ki. Kurtan bana destek olurken hafifçe eğildi.

"Mesaj? Kimden?" başımı yavaşça çevirip yüzüne baktım. Suratındaki yoğun merak kıkırdamama sebep oldu. Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı iki yana salladım.

"Bilmiyorum. Öğreneceğim." Yavaşça Nova'ya doğru beni yürütmesine izin verdim. Nyx'ler bu toplulukta bilinmiyordu o yüzden meraklanmış olmalıydı. Nova'nın içerisinde olduğu krizantemi elime aldığımda Kurtan'ın hala yanımda beklediğini gördüm. Belli ki, mesajı dinlemeden gitmeyecekti.

"Süpernova." Yapraklar bir bir açıldı ve içerisinden dünyanın en tatlı Nyx'i huysuzlanarak çıktı. Hiçbir şekilde ve şart altında huysuzlanmayı bırakmıyordu. Ters bakışlarla bir bana, bir Kurtan'a bakıyordu. Her zamanki gibi başını okşamak ve ısırılmak için parmağımı ona doğru uzattım. Minik dişlerini işaret parmağıma geçirip kıkırdamaya başladı.

Kurtan ise... Şok olmuş gibiydi.

Eh, ona hak verebiliyordum. İlk gördüğümde ben de büyülenmekle şok olmak arasında bir yerlerdeydim. Daha sonra açıklayacağımı belirtir gibi elimi sallayıp Nova'ya bakmaya başladım. Nova'nın ince sesi, Klaer'in özlem ve endişesini birebir yansıtarak kulaklarımı doldurdu.

"Helena... Kurtan'la görüştüğümüz mağaranın orada seni bekleyeceğim. Saatlerce ya da... Günlerce. İyi olduğunu bilmem gerekiyor ve konuşmamız gerekiyor. Dagora  tekrar ortaya çıktı ve..." Nova'nın durakladığı birkaç saniye, dehşete düşmüş yüz ifademi toparlamak için yeterli olmadı. Vücudumu yana devirip Kurtan'a daha da sokuldum.

"Ve bir Azrail olduğunu biliyor."



Sonunda Kurtan bey bir Azrail olduğumuzu öğrendi, tam istediğimiz şekilde olmasa da...

Dagora'nın Azrail olduğumuzu bilmesi sizce ne anlama geliyor?

Kurtan ile Helena küslüğünü uzatmayı asla sevmiyorum... Onlara yakışmıyor :) Riva sizce kim ve neden Kurtan'la düşmanlar?

Favori kısmınız neresiydi?

Lütfen güzel yorumlarınızı, eleştirilerinizi ve oylarınızı kurgumdan esirgemeyin! Aklınıza takılan her şeyi sorun ve eğer okuduğunuzu beğendiyseniz bana göstermekten çekinmeyin :) Buraya yazmaya başladığım ilk günden beri hiçbir zaman oy ya da okunma sınırı koymadım kurgularıma, koymaya da niyetim yok. Ama bu, birilerinin kurgumu beğendiğini görmek istemiyorum demek değil...

Instagram : aykusagi.serisi

Continue Reading

You'll Also Like

24.6K 1.7K 22
adeen_celik: Şimdi de benimle evlenirsen reçeteyi veririm falan mı diyeceksin? marselerenpekdemir: Benimle evlenirsen reçeteye gerek kalmaz Geçeceği...
26K 1.7K 27
Ashley yıldıza bakarak hafifçe gülümsedi. Ne kadar aptalca olduğunu bilse de o gece gerçekten bütün kalbiyle bir dilek diledi. Gökyüzünde yapayalnız...
13.5K 1.8K 32
Bir dilek dilerken dikkatli ol; çünkü gerçekleşebilir. Kapak tasarımı: @writerladyy , periler, Elfler, büyülü ormanlar, kadim efsaneler, fantastik, s...
İPAR By Eby

Fantasy

3.2K 468 14
Araştırmacı gazeteci olan Efsun, yepyeni dünyalar keşfetmek ister. Fakat bu dünyaların kendi ve o dünya için açacağı işlerden habersizdir. Annesinin...