TUĞRA [İNVERNESS 1]

By EANGEL12

262K 23.1K 8.9K

Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardı... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
Duyuru
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
31. Bölüm
32. BÖLÜM
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm

30. Bölüm

5.1K 556 235
By EANGEL12

Keyifli okumalar

Gözlerimi açtığımda yüzümde hâlâ bir tebessüm vardı. Dünkü anılarım ve gelecek için umut dolu düşüncelerimle doluydum. Yavaşça kalktım, ellerimi kaldırıp gerinerek uyanışımı tamamladım. Yatağımın üzerinde sağa sola dönerek enerjimi tazeledim. Etrafta dans eden sabah ışığıyla birlikte yüzümdeki tebessüm daha da büyüdü.

Zıplarcasına ayağa kalkıp dolabıma doğru yöneldim. Hayat dolu renklerle süslenmiş giysilerim arasında, dünkü Dougal'la geçirdiğimiz anılar aklıma geldi. O anlara gözlerimi kapattığımda hala kalbimde hissedebiliyordum. İçimdeki sırıtan neşe ile dolabımı karıştırırken, bir yandan da dün yaşadıklarımızı tekrar yaşıyormuş gibi hissediyordum.

Hatırladıkça yüzümdeki tebessüm bir an olsun solmuyor, sanki bu mutluluğu sonsuza kadar sürdürebileceğimi düşünüyordum. Dünkü vakitlerde yaşadığımız o heyecan ve neşe dolu anlar, beni bugün de coşkulu bir şekilde harekete geçiriyordu. Hayatın içindeki bu küçük ama değerli anları yaşayabilmek gerçekten harikaydı.

Dolabımdan seçtiğim kıyafetlerle giyinirken, içimdeki enerji ve coşkuyla bugünün benim için ne getireceğini merak etmeye başladım. Dün Dougal'la yaşadığımız vakitlerin beni ne kadar motive ettiğini hissedebiliyordum. Tamamen bana ait olan yeni bir günün tadını çıkarmak için hazırlanıyordum çünkü bugün benimle buluşmayı teklif etmişti.

En iddialı duran elbiselerden birini giyinip örgülü saçlarımı çözmeye başladım. Kıvır kıvır olan saçlarımı önlerden tutup kıvırarak arkada topladım ve geri kalanını açık bıraktım. Buraya gelirken getirdiğim çantamdan allık, rimel ve hafif bir ruj sürerek hazır olduğuma emin oldum. Aslında bu malzemeleri Alanna için getirmiştim ancak ona vermekten vazgeçmiştim.

Aşağıya indiğimde yüzümde gülümsemem beni yalnız bırakmıyordu. Vücudum da zihnim de tazelemiş, kalbimdeki tüm boşluklar dolmuş gibi hissediyordum. Bir adam bir kadına bu kadar mutluluk vermemeliydi ancak veriyordu işte. Hayatim boyunca bu kadar mutlu bir kadın olacağımı düşünmezdim. Hayatta bildiği tek şey silah, silah ve yine silah olan, ölümü normalleştirmiş ve vatanı uğrunda ölmeyi çoktan kabullenmiş bir kadının yaşamak için böyle büyük bir sebebi olmamalıydı. Aşk denilen duyguyu insanlar yüzyıllar boyu anlatsa da benim için asla bir şey ifade etmezdi. Şimdi bu aşkı tüm ruhumda hissediyordum. Her geçen gün daha da derinleşen bir şekilde.

"Herkese günaydın" diye seslendim kahvaltı salonuna girdiğim anda. Tüm kale halkı güne çoktan başlamış, kahvaltılarını neşe içinde yapıyorlardı. Dougal, her zamanki yerine oturmuş masanın hakimi olduğunu belli eder bir tavırla kollarını iki yana açmış oturuyordu. Diğerleri kendi aralarında sohbet ederek kahvaltı yapmakla meşguldü.

Dougal'la gözlerimiz kesiştiği an onu süzmekten başka bir şey düşünemedim. Yüzümdeki gülümseme ona da bulaşmış gibi dudakları iki yana kıvrıldı. Diğer günlere nazaran hiç görmediğim güzel krem rengi bir gömlek giymişti. Gömleğinde sarı hasır ipliğine düğümler ön kısmında düğme görevi görüyordu. Kollarını birkaç kere katlamış, nasırlı büyük ellerindeki parmakları masanın üzerinde hareket ediyordu. Dougal'ın varlığı, bana aşkın nasıl hayatımı değiştirebileceğini göstermişti.

"Günaydın Mil" duyduğum ses ve tabirle bakışlarımı Dougal'dan ayırmak zorunda kaldım çünkü Alanna bana Mil diye seslenmişti. Çatılan kaşlarımı fark eden Alanna'nın yüzündeki gülümseme solarken, beni artık hatırladığını fark ettim. Alanna bana bal anlamına gelen Mil diye sesleniyordu eskiden.

Ona cevap vermeden asılan yüzümü toparlamaya uğraşmadan Dougal'ın hemen yan tarafında  hazır bekletilen boş sandalye ve servis tabağına doğru adımladım. Sandalyeyi çekip oturduğumda hemen solumda kalan Dougal'ın kahvaltısına henüz dokunmadığını fark ettim. Çatalı elime almamla Dougal da kendi çatalına uzanmıştı.

"İyi uyudun mu leydim?" Salatalığı ağzıma atarken aşık olduğum bariton sesin sahibine çevirdim bakışlarımı. İşte dünden beri beni bırakmayan gülümsemem yine oluşmuştu. Gülümserken kafamı salladığımda Dougal'ın da benim gibi dudaklarının hâlâ kıvrık olmasıyla ağzımdaki salatalığı yavaş yavaş çiğnemeye başladım.

"Bugün seni bir yere götüreceğim" kısık sesiyle alt dudağımı ısırırken kırmızı yanaklarla masada gezdirdim bakışlarımı. Herkes hâlâ kendi halinde olsa da Emir'in kaçamak bakışları beni üzerimdeydi.

"Ne zaman?" Diye sordum Dougal'a tekrar bakmamaya çalışarak. Dişlerim sürekli meydandaydı ve ağzımı gerçekten kapatamıyordum.

"Tabağın bittiği an" dediğinde farkında olmadan hızlanmaya başladım. Belli etmemek için yavaş yavaş çiğniyormuş gibi yapsam da Dougal'ın derin nefes almaları yüzünden ağzımdakileri yutmakta zorla çekiyordum.

"Büyük Dougal iştahın bir anda açıldı sanırım?" Ewan'ın gülerek sorduğu soruyla bakışlarım hızla ona döndü. Ewan ile birlikte masada birkaç kişi gülmeye başlamıştı. Diğerleri de eliyle gülmelerini saklamaya çalışıyorlardı. Fısıldaşmamızı duymuş olamazlardı. Anlamaz bakışlarım Dougal'a döndüğünde,  diğerlerinin söyledikleri umurunda değilmiş gibi hızlı hızlı kahvaltısını yapmaya devam ediyordu.

"Kahvaltıma ne zaman başlayacağımı size mi sormalıyım?" Dougal'ın az öncekine göre sert çıkan sesiyle gülüşmeler daha da artınca Alanna ile tekrar göz göze geldik. O da diğerleri gibi gülümsüyordu ancak bu buruk bir gülümsemeydi. Gülümsemesini saklamaya çalışıyordu. Göz göze gelince boğazını temizleyip bedenini dikleştirdi ve yemeğine devam etti. Sanırım Nina ile olan muhabbetler yüzünden çok utanıyordu. Hafızası da yerine geldiyse kendini kahrediyor olmalıydı.

"Ben doydum" dedim tabağımı bitirip. Dougal sözlerim üzerine yavaşça ayağa kalktığında masadaki sesler kesilmişti.

"Leydim" diyerek elini uzattığında salondaki tüm bakışların üzerimizde olduğunu biliyordum. Dudağımı minik minik ısırmaya başlayarak kimsenin gözlerine bakmadan ayağa kalkıp uzattığı elini tuttum. Dougal'ın sıcak eli avuçlarıma dokunduğu an masada bir ooo nidası kopunca kimseye göz göze gelmemeye devam ettim. Dougal'ın hareketiyle ve teninin sıcaklığıyla birlikte kapıya doğru yürüdük. Savaşçılar bizim için kapıyı açıp arkamızdan kapattıkları an, henüz kapanmamış aralık kalan kapının ardında sevinç nidaları duyunca yüreğim resmen yerinde takla attı. 

Dougal'la konuşmadan el ele bahçeye yürürken, nöbet tutan ve yanımızdan geçen her insanın bakışları önce bize değiyor, ardından geri çekilip hızla tekrar bize dönüyordu. Hepsinin yüzünde şaşkınlık oluşuyor, bazılarının bu şaşkınlık mutluluğa bazılarının da hasete dönüşüyordu. Yüz ifadelerini okumak gerçekten çok kolaydı.

Tam karşıma bakmaya devam ederek ahırlara kadar ilerledik. Kaleden çıkacağımızı anladığım için Dougal'a bir şey sormamıştım ki o da bir şey söylemememişti. Atları daha önce hazırlattığı belli oluyordu. Dougal direkt Gölge'nin yanına giderken benim için açık kahverengi bir at hazırlatmıştı. Bu atı ilk defa görüyordum. Tüyleri o kadar parlak ve asil duruyordu ki atı gördüğüm ilk andan beri ona büyülenmiş gibi bakıyordum.

"Beğendin mi?" Enseme doğru çarpan nefesiyle Dougal tam arkama gelmişti. Kafamı sallarken hâlâ atın tüylerini izliyordum.

"Bayıldım. Bu at yeni mi?"

"Senin atın artık," dediğinde nefesi hâlâ  ensemdeydi.

"Gerçekten mi?" Derken arkamı dönüp Dougal'la burun buruna gelmiştim. Yüzünde yumuşak bir ifadeyle beni izliyordu.

"Bir isim vermek ister misin?" Yan dönerek tekrar ata baktım ve Dougal'a dönerek dudağımı öne büzdüm.

"Bunu düşüneceğim" derken tüm yüzümün ışıl ışıl olduğuna emindim.

"Yolculuk sırasında düşünürsün, gel" diyerek elini belime koydu ve beni atıma yönlendirdi. Ata bilmeme ihtiyacım olmamasına rağmen yardım ettiğinde "nereye gidiyoruz?" Diye sormuştum.

"Klan yakında kalabalık olacak. Kimse gelmeden vakit geçirelim istedim. Sahile gidiyoruz" buradaki sahile daha önce hiç gitmemiştim. Neden daha önce gitmedim ki diye düşünürken yola çıkmıştık bile. Dougal yan tarafımda yavaş tempoyla atını sürerken ona eşlik ediyordum. Surların kapısı daha yaklaşmadan açıldığında Dougal hızını arttırınca ben de onunla birlikte hızlandım. Klandan ayrılıp orman yolunun ters istikametinde ilerlerken Dougal'a ayak uydurup hızla ilerlemeye devam ettik. Hava o kadar güzeldi ki esen rüzgar tenimi okşuyor gibi hissediyordum. Ya da ben çok mutlu olduğum için şu an fırtına bile olsa hoş gelecekti bana.

Yarım saatlik yolculuğun ardından bilmediğim ve kullanmadığım yollardan geçerek sahile varınca heyecanla her yeri izlemeye başladım. Kum o kadar temizdi ki daha önce el değmediği belli oluyordu. Denizin tuzlu kokusu burnumu yakarken kuma vuran dalgalar hatrı sayılır ölçüde büyüktü.

Atları bağlayıp el ele sahile ilerlerken boşta kalan elimle elbisemin eteğini tutuyordum. Dougal pelerinini çıkartıp uygun gördüğü bir yere serince üzerine oturduk. Dougal, yanında getirdiği sepeti açınca içinden meyve ve içecekleri alıp yere dizmeye başladı.

"Burası harika Dougal" derken boylu boyunca kumsalı ve denizi izliyordum. Burası gerçekten de harikaydı. Bakir bir sahile geldiğime inanamıyordum. Adeta minik bir cennete benziyordu.

"Ewan'la balık tutmaya buraya gelirdik küçükken. Göğsümdeki yanık izi bu sahilde olmuştu." Keyifli sesiyle gülümseyerek ona döndüm.

"Buraya beni daha önce getirmediğine inanamıyorum." Dougal küçük bir kahkaha atarak tabaktan bir mandalina dilimi alıp ağzıma uzattı. Parmakları arasından yediğim mandalinanın tadı bile bana muhteşem geliyordu. Imm diye ses çıkartıp mandalinayı çiğnerken gözlerimi kapatmıştım ki Dougal'ın kolunu omuzumda hissettim. Omzuma sarılıp beni göğüsüne çekmişti. Kokusu, denizin kokusunu bastırıp burnuma dolarken derin nefes almama engel olamamıştım.

Ağzımdaki mandalinayı yutmadan ikincisi gelince gülerek onu da yemiştim. Burada onunla hiç konuşmadan ömrümü geçirebilirdim.

"Sana söylemem gereken bir şey var Tuğra" Dougal'ın ciddi çıkan sesiyle kaşlarımı çatıp doğrulmak istedim ancak Dougal omzuma baskı uygulayarak ondan ayrılmama izin vermedi. Merakla söyleyeceğini beklerken Dougal bir mandalina daha yaklaştırıp dudaklarıma uzattı.

Dudaklarıma bastırdığı mandalinaya direnemeden ağzımı açınca sesini duydum. "Dün senden ayrıldıktan sonra odama girince başıma büyük bir ağrı girdi" endişeyle tekrar doğrulmaya çalıştığımda bana yine izin vermeden boşta kalan elini yanağıma koymuştu. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki göğüsüne yaslı kulağımdaki tek ses kalp atışları ve konuşurken oluşan titremeydi.

"Neden ağrıdı ki iyi misin şimdi?" Yanağımdaki eli hareketlenip bedenimi ondan uzaklaştırmadan sadece kafamı göğsünden ayırıp ona bakmamı sağladı. Gözleri o kadar parlaktı ki içinde ışık dansı var gibiydi.

"Bir anda her şey geldi Tuğra. Seninle ilk tanıştığım an, casus sandığım, ava gittiğimizde kaleye baskın yapıldığı zaman seni kanlar içinde savaşırken gördüğüm, atışmalarımız, sana maket vermelerim, sohbetlerimiz, yakınlaşmalarımız, ilk öpücüğümüz hepsi... hepsi bir anda zihnime doldu." Sözleriyle gözlerimi kocaman açarak ona bakmaya devam ettim. Yanağımdaki eli hareket ederken gözleri sıcacık bakıyordu. Okşadığı yanağımdaki elinin hafif titrediğini fark edip uzanıp elimi elinin üzerine koydum.

"Seni unutup tekrar karşıma çıktığında boynuna kılıç tuttum." Diğer elini belimden yukarıya çıkartıp çizdiği yere getirdi. "Seni nasıl unuturum ben, seni üzdüm" elini hareket ettirirken iki eli de yanaklarımda geziyordu.

"O kadını yanımda görüp kendini nasıl üzdüğünü düşünmek bile beni deli ediyor" dayanamayarak yaklaşıp dudağına öpücük kondururken Dougal yanaklarıma baskı uygulayıp benim gibi dudaklarıma yöneldi. Küçük tutacağımı düşündüğüm öpücük gittikçe büyürken kendimi örtünün üzerinde uzanmış buldum. O kadar yoğun bir şekilde duygu karmaşası yaşıyordum ki ağlamak üzereydim. Dougal beni tamamen hatırlamıştı.

Sonunda dudaklarımdan ayrıldığında benden uzaklaşmamış yüzümde her yere öpücük kondurmaya başlamıştı. Boynumda çizdiği yeri defalarca öperken "çok hafif iz kalmış" dedi tedirgin bir ses tonuyla.

"Belli bile olmuyor" desem de Dougal öpmeye devam ediyordu. Anı bozmak istemesem bile aklıma gelenle "Peki Emir?" Diye sordum korka korka. Emir'i de hatırlaması gerekiyordu artık.

Dougal dudaklarını ayırıp tekrar göz göze geldiğimizde kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı.

"Tüm anılarımda sen teksin. Senden bir ay kadar sonra Melek geliyor" nasıl ya! Neden ama?

"Sence bunun açıklaması ne olabilir Dougal? Neden kimse onu hatırlamıyor?" Derken uzandığım  yerden doğrulmuştum. Gerçekten çıldıracaktım artık. Mantığım almıyordu!

"İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde bir profesör arkadaşım var. Ona mektup yazıp buraya davet edeceğim. Belki magara hakkında bir şeyler bulur" Kafamı sallarken Dougal'ın güvendiği arkadaşına güvenebileceğimi düşündüm.

"Aslında benim aklımda mantıklı bir açıklama vardı ancak o fos çıktı" Dougal gülümseyerek kaşlarını çattığında fos kelimesini daha önce ona kullandığım için anlamını bildiğini biliyordum.

"O güzel aklındaki açıklama neydi peki?" Derken bir mandalina dilimini daha aradan çıkartıp saçlarımı okşamaya başlamıştı. Ağzımdaki mandalinayı çiğnerken "şu Balca mevzusu biliyorsun. Bu zamanda doğduğum için beni hatırlayıp Emir'i hatırlamadığınızı düşünüyordum ancak o doğru olmadığı için başka bir açıklaması olmalı" diyerek mandalinayı yuttum. Dougal'ın ise kaşları çatık beni dinleyerek düşüncelere dalmıştı.

"Bunun üzerine pek kafa yormadım Tuğra ancak dediğin çok mantıklı. Rob'u unutmamıştık zaten çünkü burada doğmuştu. Seni de belli bir zaman sonra herkes hatırlamaya başladı. Bu Balca konusunda pek emin değilim" irkilerek kafamı çevirip denizi izlemeye başladım. Kendimi günlerdir bu konuda ikna etmiştim ve Brad ile ailesinden köşe bucak kaçıp konuyu açmak istemiyordum.

"Bu imkansız sana anlatmıştım. Brad benden büyük değil!" Dedim dalgalar kıyıya vururken.

"Ben o adamın pekte küçük olduğunu düşünmüyorum. Çelimsiz ve tecrübesiz olduğu için öyle duruyor olabilir sonuçta yıllarca esir hayatı yaşadı. Yaşını hâlâ sormadın değil mi?" Dougal'ın sözleriyle yüzleşmekten kaçırdığım gerçekler tekrar önüme geldi. Kafamı olumsuz anlamda iki yana sallarken, "Bu konuyu konuşmak istemiyorum Dougal" dediğimde yanağımdan ıslak bir şekilde öptü.

"Bu konudan kaçma Tuğra. Ne olursa olsun sen benim Tuğra'msın. İster o bebek ol ister olma. Sen ne karat verirsen, ne yapmak istersen ben yanında olacağım. Şimdi elmadan da yiyelim sonra gidelim yoksa hasta olacaksın" Dougal'ın konuyu değiştirmesine minnetle gülümserken bu havanın beni asla hasta edemeyeceğini söylemekten vaz geçip uzattığı elmayı aldım ve kafamı omzuna yaslarken denizin dalgalarını izledim...

***

"Haydi bakalım antremana" Emir'e şaşkınca baktığımda Melek gülerek bana bakıyordu.

"Daha yeni geldik bir otursaydım Emir" dediğimde Emir çoktan koluma girmişti bile.

"Manitanla aşk yaparken antrenmanlara mi aksatıyorsun yoksa komutan?" Emir'in sözleriyle tebessüm edip üzerimdeki kıyafetleri inceledim. Şu an komutandan çok prensese benziyordum.

"Yürü lan bir antrenmandan kaçacak değiliz" dediğimde üçümüz birden ilerlemeye başladık. Dougal'la birkaç saat daha vakit geçirmiş, bolca gülüşüp hasret gidermiş ve klana geri dönmüştük. O direkt işlerinin başına giderken Melek ve Emir beni bahçede rehin almıştı.

"Rob ile mektuplaştık. Durumu iyiymiş yakında geleceklermiş. Biliyorsun bana ok atmayı öğretiyordu biz de ona teknik bilgiler veriyorduk. Mağaradan geçince eğitimimiz yarım kalmıştı. Geri geldiğinde devam edeceğiz ama şimdiden çalışmak istiyorum. Artık eğitimde üç kişi olacağa benziyoruz." Son cümlede Melek'e laf atınca bakışlarım Melek'e dönmüştü. O, henüz hatırlamasa da bizi ilk kabul eden olmuştu. Bunun etkisi gelecekten gelmemiz olabilirdi yine de Melek asla önyargılı davranmamıştı. Anlattığımız her şeye sorgulamadan inanmıştı.

"Bu eğitimlere kimler katılıyordu?" Diye sordu Melek merak ederek. Emir, Melek'i iyi tanıdığı için bir şekilde ilgisini çekmeyi başarmıştı. Kolumu bırakarak umursamaz bir tavırla omuzunu silkerek cevap verdi.

"Dougal'ın en kıdemli savaşçıları dahil olmak üzere üçümüz vardık. Ee tabi yamuk ağızlı Ewan'da arada katılıyordu." Sözleriyle Melek'in yüzünde şaşkınlıkla karışık gülümseme oluştu. Emir'e hafif omuz atarak "Dougal'ı unutuyorsun," dediğimde Emir muzur gülümsemesiyle bana baktı.

"Kafasına çok vurmuşsun belki de. Vura vura sensiz kahvaltıya başlayamaz oldu" Emir'in sabahki duruma atıfıyla Melek'te ben de gülmeye başladık. "O zaman ben de varım hadi gidelim, bakalım neler öğrenmişsin Rob'tan" diye heves eden Melek'e, Emir hay hay dercesine kafasını sallayarak eliyle sur kapısını işaret etti. Hep birlikte kaleden çıkarken yüzümde hâlâ gülümsemi korkuyordum.

"Hep bu saatlerde mi çalışırdık?" Diye sordu Melek merdivenlere yöneldiğimizde. Ona hayır anlamında kafamı sallarken Emir anında söze girdi.

"Elbette hayır. Cani Tuğra sabahın köründe tüm klanı ayağa dikmeye bayılırdı. Daha Owen'ın horozu Göki ötmeye başlamadan biz çoktan terden sırılsıklam olurduk." Beni şikayet edercesine söylediği sözlerle yüzümü buruşturdum.

"Göki?" Dedim sorgularcasına. Owen'ın horozu Göki mi?

"Kızgınken ses tonu Göktürk komutana benzediği için ismini Goki koydum" dediğinde Melek sesi yankı yapan bir kahkaha atmıştı. Sözleri kafamda oturunca ben de gülmeye başladım. Ulan Emir ya!

"Göktürk komutanım bunu duyarsa o horozu sana çiğ çiğ yedirir" dediğimde hâlâ gülüyordum. Emir'in yüzünde bir korku ifadesi geçerken ellerini teslim olur gibi iki yana kaldırmıştı.

"Aman sus kızım. Adamda öyle kulak var ki konuştuğumuzu 300 yıl sonradan duyar mazallah" diyerek kulağını çekti ve yanından geçtiğimiz ağaca üç kere vurdu.

"Bir kağıda yazarım gelecekte mektubum ortaya çıkar Göktürk komutanım okur bak beni kızdırma sakın" dediğimde hâlâ gülmeye devam ediyordum. Horozu Göki ismi vermesi aşırı komiğime gitmişti.

"Lann, zaman değiştirdikçe tehdit yöntemlerin de boyut atlıyor o nasıl bir tehdit oğlum. Bak valla yanarım. Göktürk komutan yıkar mağarayı sırf beni dövmek için buraya gelmeye çalışır." Gülümsemem buruk hale gelirken onları özlediğimi fark ettim.

"Göktürk komutanı tanımıyorum ancak ismini çok duymuştum. Hakkari'de önemli operasyonlarda adından söz ettirmişti. Sizin o timde olmanıza hâlâ çok şaşkınım." Melek sözlerinden sonra yüzümüzdeki üzgün ifadeyi görüp cümlenin devamını getirmemişti. Sessizce eğitim alanına ilerlerken, Emir kendi kendine şarkı mırıldanmaya başlamıştı.

Eğitim alanına vardığımızda oldukça bakımsız olduğunu gördüm. Bazı yerlerde otlar uzayarak eğitim yaptığımız boş alana dolmuştu. Emir, bıçağıyla otları kesmeye başlarken Melek'te ona yardım ediyordu. Burada en basit haliyle bir eğitim alanı oluşturmuştuk kendi çapımızda. Parkurlar, atış tahtası, atlama noktaları gibi aletleri Emir ve Rob ile beraber yapmıştık. Düşen yaprakları da temizlerken eski haline gelmeye başlamıştı.

"Burayı özleyeceğimi düşünmemiştim." Emir sırtından çıkarttığı yaya okunu yerleştirip tahtaya atış yaparken konuşmuştu. 12 üzerinden 10dan vurmuştu.

"Hiç fena değilsin. Ee boşuna keskin nişancı değilsin" Melek'in tespitiyle Emir burnundan gülmeye başladı.

"Aslında bizim okulda okçuluk dersi veriliyordu. Zorunlu almıştım ama bunu Rob'a söylemeyin" sözlerine şaşırırken bizim okulda neden olmadığını sorguluyordum.

"Ne olursa olsun Rob gibi kimse atış yapamaz. Adam gözünü kapatıp havaya nişan alıyor ve yer çekimine karşı çıkarak hedefini vuruyor lan. Bizim askeriyede hoca olsa kesin ünlü olurdu. Hatta olimpiyatlara katılsa paraya para demezdi" Emir yayı tekrar çektiğinde bu sefer 12'den vurup silaha üflermiş gibi yaya üflemişti.

"Sen zaten biliyordun da artistik hareketler için Rob'u sıkıştırıyordun yani?" Melek'in tespitiyle gülmeye başladım.

"Hiç bilmiyormuş gibi numara yapıp Rob'u çıldırtmak da eğlenceliydi. Sanki yetenekliymişim gibi bir anda 12den vurmaya başlayınca gözündeki şaşkınlığı görmeliydiniz. Doğuştan yeteneğim var sanıp çalıştırmaya devam etti." Melek gülerken "çok fenasın" demişti. Ben de bu arada ısınma hareketlerine başlamıştım ama üzerimdeki bu güzel elbiseyle dışarıdan komik durduğumu biliyordum. Kimse görmediği için umurumda değildi.

Emir ve Melek kendi aralarında sohbet ederlerken ben ısınma hareketlerine devam ediyordum. Duyduğum ayak sesleriyle pozisyonumu bozmadan kafamı sese doğru çevirdim. Ewan ve Dougal buraya geliyorlardı.

"Meleğim?" Ewan'ın yumuşacık çıkan sesiyle Melek Emir'e gülerken kafasını sese doğru çevirdi. Ewan'ı görünce yüzündeki gülümseme katlanarak arttı.

"Ewan, beni nasıl buldun?" Derken ayakları çoktan harekete geçip Ewan'la mesafelerin kapatmıştı.

"Dougal burada olabileceğinizi söyledi. Ne yapıyorsunuz?" Son cümlede bakışları bana dönünce elbiseyle şınav çekmem tuhafıma gitmiş gibi kaşlarını çatmıştı. Son kez eğilip kalkarken hızlı bir hareketle ayağa kalkmış ve eteğimi düzleştirir gibi silkelemiştim.

"Antreman yapacağız sevgilim" Melek'in cevabıyla Ewan'ın yüzünde tebessüm oluşmuştu. Dougal ise sırtını bir ağaca yaslamış beni izliyordu.

"Görelim bakalım çalışmanız nasılmış" Ewan son sözünü söyleyerek Melek'in elini tutunca, Emir oku bırakıp hedefe gönderirken, "Orada dikilip bizi mi izleyeceksiniz? Bence hepimiz çalışma yapalım eski günlerdeki gibi" demişti. Melek heveslenerek çocuk gibi Ewan'ı çekiştirip ortadaki alana getirmişti. Melek kendini yere bırakırken şınav pozisyonu alınca Emir'de hemen yanına gidip aynı pozisyona geçmişti. Ben koşacaktım aslında ancak Dougal'ın gelmesiyle koşmaktan vazgeçmiştim. Emir ve Melek başlamak için benden emir bekliyormuş gibi durunca bıkkın bir nefes verip "30 şınav başla" demiştim. Tüm süreç boyunca Dougal'ın bakışları ben de olsa da moda girdiğim için mekik ve ördek yürüyüşü pozisyonları da aldırıp yarım saat civarı ısınma yaparak hazırlanmlarını sağlamıştım. Ewan arada sorular sorup ne yaptığımızı anlamaya çalışıyor olsa da Dougal her şeyi hatırladığı için sadece beni izliyordu.

Isınma hareketleri bittiğinde "Emir ve Melek, yakın pozisyon, ilk düşen kaybeder, başla" dediğimde alandan uzaklaşıp ikisinin mücadelesini izlemeye başlamıştık. Dougal, mücadele eden arkadaşlarımı izlese de bana kaçamak bakışlar attığı çok sık oluyordu. Emir ve Melek önce rakibini tanıma şeklinde pozisyon alsa da Emir, Melek'in neler yapacağını çok iyi bildiği için daha avantajlı durumdaydı. Öyle ki aradaki rekabet artınca Ewan'ın, "Hadi göster şuna" diye coşkuyla yaptığı tezahürat ile Emir alaycı bir gülüş bile sunmuştu.

Melek'in yaptığı bloku gören ve ona göre eğilip alttan çelme takan Emir ile Melek kıç üstü yere düşünce "yok artık" diye inlemişti. Emir ona elini uzatıp kaldırırken "O hareketin gizli silahın olduğunu biliyorum ama yemezler" demiş ve birlikte gülüşmüşlerdi. Bakışlarım Ewan'a dönünce o da anlamış gibi bana bakmış ve kafasını iki yana sallayarak bir adım geri atmıştı.

"Sen ancak yamuk ağızlı sevgilini döversin kızım ben avantajlıyım" diyerek baş parmağını Ewan'a doğru uzatan Emir ile Ewan kaşlarını çatıp dudağını kontrol etmişti. Adamın gerçekten de ağzı yamuk falan değildi.

"Benim ağzım mı yamuk?" Ewan'ın mırıldanmasına karşılık dövüşleri devam ederken Melek'ten gelen atak ile  Emir sağlam bir tekme yemişti.

"Ayı gibisin lann" diye bağıran Emir dizini tutarken, "sevgilime yamuk ağızlı deme" diye karşılık almıştı. Ancak Emir  elbette Melek'i bilerek sinirlendirdiği için sonucu değiştirecek ataklar yaparak Melek'in yere düşmesini sağlamıştı.

Yere düşen Melek'e elini uzatınca Ewan ondan önce davranıp yanına koşmuş, "meleğim iyi misin?" Diye sormuştu. Melek'in güldüğünü görünce rahat bir nefes alıp elini beline koymuş ve birlikte alandan dışarıya çıkmışlardı.

Bakışımlarımı Ewan ve Dougal'a çevirip, "Pekala kim benimle karşılaşmak ister? Kazanan Emir'in rakibi olacak ve finale çıkacak?" Demiştim. Dougal'dan bir hamle gelmeden Ewan gülerek, "Sen dur Dougal. Ben çıkayım da bu iş uzamasın. Emir'i indirmek şart oldu" demişti. Ewan'ın güçlü bir rakip olduğunu biliyordum ki benim isteğim de onun çıkmasaydı. Bahar şenliklerinde Dougal'a kimse meydan okuyamadığı için Mclenan klanından Dougal'ın çıkması diğer klan savaşçılarına adaletsiz olacağı için Dougal'dan sonraki en iyi savaşçı Ewan birkaç kez turnuva şampiyonu olduğunu anlatmışlardı. Rob'un da bir tane şampiyonluğu vardı.

Ewan çembere doğru yürürken Dougal onun kolundan tutup durdurmuş ve bana dönmüştü.

"Yarın tüm klan liderlerini burada olacak. Senin yanımda olman lazım bence Tuğra'nın karşısına çıkma" dediği an Ewan'ın yüzünde gücenmişlik  dolunbir ifade geçmişti.

"Ne saçmalıyorsun reis bir leydiye yenilecek değilim. Ne kadar iyi olursa olsun senden sonra en güçlü savasci olduğumu tüm İskoçya biliyor" demişti ama Melek'in de tedirgin bir ifadesi vardı. Dudaklarını kemirerek bana yalvaran bakışlar atıyordu. Ben mi? Kollarımı göğsümde kavuşturup rakibimi beklemeye devam ediyordum elbette.

Emir'in anırırcasına gülmesiyle Ewan çatık kaşlarla ona dönmüştü ancak Dougal hâlâ bana bakıyordu.

"Bence Ewan çok uygun" dedi Emir gülümsemeye devam ederek. "Diye diye yamuk ağızlı olacak işte. Bir şeyi kırk kere dersen olurmuş" diye devam etmişti.

Ewan'ın yüzünde sinsi bir sırıtma oluşurken kolunu Dougal'dan kurtarmış ve çemberin içine girmişti.

"Endişelenmeyin, size karşı nazik olacağım leydim şifacıya bile gerek kalmayacak." Ewan'ın sözleriyle duruşumu dikleştirip ağır adımlarla ona doğru yürümeye başladım. Elbisemin eteğinin sorun yaratacağını bildiğim için tekmeden ziyade yumrukla gidecektim. Açıkçası kıyafetinin zarar görmesini istemiyordum.

"Elini korkak alıştırma" derken gülümseyerek tehlikeli bir biçimde sağa sola doğru yürümeye başladı.

"Az önce yaptığınız saçma hareketleri yaparak bir erkeği yenemezsiniz. Benim sağlam bir yumruğumla bile bayılırsın. Siz, kendi zamanınızda eğilip kalkarak, yatıp kolunuzu yukarı çekerek dövüşüyor olabilirsiniz ancak burada kanla kılıçla gerçek yumruklarla savaşırız. Meleğim..." diyerek Melek'e dönüp devam etti. "...yanlış anlama sizi küçümsemek için söylemiyorum. Burada işlerin çok farklı olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bir İskoç erkeğinin gücü ile kadının aynı olamaz. Gerçi bunu iyi bildiğinizi iddia ediyorsunuz. Ayrıca o etekle daha adım bile...." cümlesi bitmeden bir anda uçarak yanağına sağlam bir yumruğu geçirince şokla ağzı açık kaldı. Hemen kendimi geriye çekerek aramıza mesafe koyduğumda, Ewan elini yanağına götürerek kaşlarını olabildiğince çatmıştı.

"Bunu siz istediniz leydim" diyerek yere tükürdüğünde bana doğru hamle yaparak aynı şekilde yanağıma yumruk için uzandı ancak eğilip karnına sağlam bir yumruk atıp kalkmadan ikinci yumruğumu daha hafif tutarak çenesine geçirdim. Aldığı darbeyle beyni sallanıyormuş gibi hissedecekti ancak ne yapayım kendi kaşınmıştı. Ağzını açıp kapatarak çenesini oynatırken, ben üzerine gitmeye devam ettim ancak attığı tekmeyi anlayıp kendimi sola çekerek bacağını yakalayıp ters çevirip döndürdüm. Ewan'ın yere sağlam bastığını bildiğim için düşmeyeceğine emindim bu yüzden elbiseden kurtardığım ayağımı çıkartıp, bir bacağını tutmaya devam ederek yerdeki ayağının dizine tekmeyi geçirdim. Ewan, düşerken kolumdan tutup beni de düşürünce yan yana yerde birkaç saniye uzandık.

Hızla ayağa kalktığımda Ewan'da kalkmıştı. Yanağının kırmızılığı net belliydi.

"Pekala, artık nazik olmayacağım" dediğinde gülümseyerek yan gözle Dougal'ı kontrol etmiştim. Tekrar Ewan'a dönerken, "Ben nazik olmaya devam ediyorum. Şanslısın ki üzerimde elbise var" diyerek hızla yanına koşmuş ve yüzüne yumruk sallamıştım ancak Ewan'ın geri çekilmesiyle yumruğum havayı dövmüştü. Yandan karnıma yediğim yumruğuyla sırıtarak gözüme doğru gelen ikinci yumruğunu tutarak elini çevirdim ve burnuna kafayı gömmüştüm. Ewan acıyla bağırıp geri çekildiğinde Emir'in, "yamuk ağızlıydı simdi yamuk burunlu oldu" Sözleriyle Melek'in hızla çembere koşması eşlik etmişti. Yerde uzanan Ewan'ın burnundan oluk oluk kan akarken Melek ilk yardıma başlamıştı bile. Duyduğum ses zaten kırıldığını belli ediyordu ki Melek'in öfkeli gözleri arada bana dönüyordu. Ellerimi iki yana açarken dudağımı bükmekle yetinmiştim.

***

"Tuğra merhaba" bankta tek başıma oturup top oynayan çocukları izlerken yanıma yaklaşan bedenin söyledikleriyle tüm vücudum kasılmıştı. Brad yerinde rahatsızca kıpırdayarak cevabımı bekliyordu ancak ona bakmamakta ısrarcıydım. En sonunda bakışlarımı ona çevirince istemsiz onu incelemeye başladım. Zayıf, çelimsiz, bebek suratlı denilen türde bir adamdı. Sakalı bile yoktu ya da acaba köse miydi? İstemsiz yüzünü detaylı incelerken göz çevresinde oluşan hafif kırışıklıklara kaydı bakışlarım. Yanaklarında da çizgi çeklinde gamze gibi kırışık oluşuyordu ama bunu normal yapısı olarak düşünüyordum. Gözlerindeki kırışıklığa daha önce dikkat mi etmemiştim. Gerçi çok dikkatli bakmadıkça ve aşırı bir mimik yapmadıkça ortaya çıktığını düşünmüyordum.

"Merhaba" dedim konuşmayı hatırlayarak.

"Biraz konuşabilir miyiz?" Dediğinde hâlâ onu incelemekte meşguldüm. Brad onu incelediğimi fark etse de bir şey demiyordu.

"Brad üzgünüm ancak acil bir işim var. Daha sonra konuşabilir miyiz?" Ayağa kalkıp gidecekken Brad ondan beklemediğim bir güçle kolumu tutup beni durdurmuştu. Ne yaptığını fark etmiş gibi elini hızla çekerken, bakışlarım yine ona dönmüştü.

"Bizden neden kaçıyorsun. Annem de babam da seni emanetleri olarak gördüğü için çok üzgünler Tuğra. Biliyorum kabul etmesi zor ancak öğreneli kaç gün oldu. Artık konuşmamızın zamanı gelmedi mi?" Hangi birini sindirip kabul edebilirdim ki? Biyolojik ailemin akıbetini öğrenmenin mi? Onların bir saray soylusu olması mı yoksa şu an hayatta olmamaları mı? Ben hiç böyle hayal etmemiştim ki.

"Kaç yaşındasın Brad?" Ah bunu sormayacaktım ancak Dougal haklı olabilir miydi? Ben mi yanlış yorumluyordum?

Brad neden bunu sorduğumu anlamamış gibi kaşlarını çattı haklı olarak. Adam bana ne söylüyordu ben ne soruyordum!

"29, neden?" Gözlerimi kocaman açtığımda derince yutkundum. 29 mu?

"Sen en fazla 23 gösteriyorsun. Nasıl 29 olabilirsin?" Brad tepkime gülümseyerek baktı. Omuzlarını silkerken "Teşekkür ederim" demeyi ihmal etmemişti. Gözlerimi uzunca yumduğumda artık her şeyi kabul etmem gerektiği düşüncesi akın akın tüm bedenimi sardı. Yaşadığım karmaşa yüzünden elimi saçıma götürüp kafamı kaşımıştım.

"Annemin genlerini almışım sanırım" diye mırıldanırken verdiğim tepkileri izlemeye başlamıştı. Yanlış bir şey yaptığını düşünüyor gibi tedirgin duruyordu.

"Babamın seninle konuşması gereken meseleler de var hem. Onlarla konuşur musun lütfen?" Sorusuyla boğazımdaki yumru geçsin diye derince yutkunup pes edercesine kafamı salladım.

"Peki, en uygun vakitte onları ziyaret edeceğim. Görüşürüz" diyerek ona arkamı dönüp yanından uzaklaştım.

Galiba bundan kaçışım yoktu.

Balca olarak kendimle artık yüzleşmem gerekiyordu!

***

Sabah güneş doğarken uyandım. Daha doğrusu uyanmak zorunda kaldım çünkü klana gelecek davetliler erken saatlerde teşrif edeceklerdi. Connor'un kalesinde olanlar ve Emily durumları yüzünden Dougal tüm İskoçya'yı alarm durumuna geçirmişti. Onların bu özgüveninin arkasında güçlü birinin olduğunu düşünüyordu ve bu sebeple tüm liderleri istisnasız klana çağırmıştı. Anlaşmaya varmayan liderler bile ki özellikle onlar davet edilmişti. Royce Boyd, İngiltere tahtindaki yoğun işleri sebebiyle gelememiş, yerine yetkili birini yollamıştı. Duyduğuma göre Dougal'a gönderdiği mektupta ona usturuplu küfürler savurarak tahta kendisini geçirdiği ve kraliçesiyle olan balayını baltaladığı için uzunca saymıştı. Royce ve Victorina'nın evliliklerini zorunlu yaptıklarını birinci elden bilen biri olarak karısı için balayı planları yapması sebebiyle evliliklerinin aşka dönüştüğünü tahmin edebiliyordum. Vikont kızı Victoria'yı soyu sebebiyle benimsemesi gerçekten çok hoştu çünkü Royce İngiliz'lerden gerçek anlamda nefret ediyordu. Eee hayat bu ya istemediğin ot burnunda biter derler, İngiliz'lere düşman olan Royce şu an İngiltere kralı olmuştu.

İlk borazan ötüp misafirler gelmeye başladığında güneş ışıklarını henüz göstermişti. Dougal gelen liderleri karşılamaya inmemiş, yerine bu görevi komutanları Ewan ve Arthur yapmıştı. Gri pelerinlilerin komutanı ise Emily ve Fiona'yı arama görevine katıldığı için klanda değillerdi.

Ardı ardına öten borazan sesleri ile klanda hareketlilik artmıştı. Ben bu süreçte odadan çıkmamış, kahvaltımı odada yapmayı tercih etmiştim. Pencereden görebildiğim kadarıyla normalde sadece yeşil kiltin hakim olduğu klan bahçesi, her renkten savaşçıyla dolup taşıyordu. En son bahar şenliklerinde bu kadar kalabalık olduğunu görmüştüm.

Öğlene doğru kapım çalınmadan açıldığında Dougal'ın bedeni gözükmüştü. Endişeli gözleri odada gezerek yatakta uzanmış ben de durdu.

"İyi misin aşağıya gelmedin?" Beni görünce yüzündeki endişeli ifade azalsa da hâlâ yerini koruyordu. "Hasta mı oldun sahil havası mı çarptı acaba?" Diye devam ettiğinde yanıma kadar gelmişti bile.

Gülümseyerek "İyiyim inmek istemedim çok kalabalık" dediğimde rahatlayan bir nefes verip saçlarıma uzanıp okşamaya başlamıştı. Acaba Dougal temas bağımlısı falan mıydı?

"Sen neden geldin bir sürü misafir var" dediğimde onun bugün gerçekten hiç vakti olmayacağını biliyordum. Liderler sadece çağırıldıkları konu değil kendi sıkıntılarıyla da Dougal'ı boğacaklardı.

"Beklesinler işleri ne?" Dediğinde eğilip alnıma öpücük kondurmuştu. Gülümseyerek gözlerimi kapatırken onu bırakmadan sarılmıştım.

"İşlerini hallet de bir an önce gitsinler Dougal" dediğimde eğilip boynuma öpücük kondurmuş, "hazır herkes gelmişken müstakbel kraliçeleriyle de tanışsınlar. Yakında düğünümüz için tekrar gelecekler nasıl olsa" demiş ve beni gülümsemişti.

"Yakında diyorsun yani?" Dedim yaramaz bir tınıda. Dougal benden ayrılıp gözlerime bakarken, "hem de çok yakında" demiş ve burnuma fiske atmıştı. Burnumu kırıştırırken omzumu silkip, "Bizden kız almak kolay değil kralım" demiştim. Dougal oyuncu bir tavırla kalbini tutarken, "bana evet dedin!" Demişti. Kahkaha atarken elini tutup dudaklarıma götürüp öptüm. Bunun  üzerine Dougal hızla yaklaşarak dudaklarımı nazikçe öpmeye başladı.

Birbirimizden ayrılırken, "Hadi gel yoksa çıkamayacağım bu odadan diyerek kendiyle birlikte beni de ayağa kaldırmıştı. Üzerimi kontrol edip iyi olduğuna karar vererek ona ayak uydurarak aşağıya inmiştim.

Salona inene kadar tanımadığım birçok savaşçının gözlerini üzerimizde hissetmiştim. Büyük kapı bizim için açıldığında büyük salonda yoğun bir uğultu vardı. Her klan yanında güvendiği savaşçıları, bazıları sanırım aileleri ile gelmişlerdi çünkü kadınlar da hatrı sayılır kadar çoktu. Dougal'la el ele içeriye girerken her bir çift gözün üzerimde olduğunu görüyordum. Kesilen uğultunun ardından Dougal sert bir duruşla salonun ortasına kadar bizi götürüp sandalyeye oturmaya yardım etmiş ardından kendisi de yanımdaki boş sandalyenin önünde ayakta durarak herkese bakmaya başlamıştı.

"Sevgili klan liderlerim. Hepiniz tekrar hoş geldiniz. Sizlere müstakbel kraliçeniz leydi Tuğra Kurt'u takdim ediyorum." Yüzlerdeki şaşkın ifadeler tekrar bana döndüğünde düz bir ifadeyle liderleri izliyordum. Bazılarının zaten daha önce gördüğüm için biliyordum.

"Hoş geldiniz" dedim net bir tonla.

Hep bir ağızdan 'hoş bulduk', 'sizi tanımak şereftir', 'tebrik ederiz' gibi nidaları yükselirken Dougal'da yanımdaki sandalyeye oturmuştu.

"Rahatınıza bakın" diyen Dougal'ın sözlerinin ardından salona çalışanlar girerek misafirlere ikramda bulunmaya başlamıştı. Bu esnada yanımıza liderler sırayla gelip bir daha tebrik etmeye başlamışlardı. Evli olanlar eşi ve varsa kızları veya oğulları ile sırayla yanımıza gelip kısaca sohbet ederek uzaklaşmışlardı. Ben bu süreçte çok konuşmamış kafa sallayıp veya hafif tebessüm ederek karşılık vermiştim. Gelenlerin söyledikleri konu genelde Quany Kurt'u sormak olmuştu. Onun kızı olarak bu evlilik politik olarak görülse de Dougal'ın gözlerinin sürekli bende olması akılları karıştırmış olmalıydı.

Eskiden yaptığımız toplantılarda genelde muhalefet olarak tanıdığım bir lider, eşi ve oğlu olduğunu tahmin ettiğim bir adamla yaklaşınca Dougal'ın  geldiğimizden beri sert duran mizacı daha da sertleşmişti.

"Kralım, tebrik ederim" demişti adam ancak ismini hatırlayamıyordum.

Dougal cevap vermeden kafasını bir kere salladığında eşiyle göz göze gelmiştim. Hoş bir kadındı ve güleç bir suratı vardı kocasının aksine.

"Quany Kurt'u tanırım. Kızı olduğunu duyunca çok şaşırmıştım. Annene benziyor olmalısın" kadının güler bir yüzle sorduğu soruyla ifadesinin aksine altında iğneleri olduğunu da farkettim. Dougal gibi ben de kafamı sallarken kadın gibi gülümsemiştim. Oğulları yaklaşıp elime uzandığında ne yapacağını anlayarak elimi aşağıda tutmaya devam etmiştim anlamamış gibi.

Dougal'ın ifadesi daha da sertleşirken elini uzatıp benim elimin üzerine koyarken "kraliçenin elini öpmeye kalkma bir daha" demişti sert bir dille. Adam bozulmadan oyuncu bir gülüş sunarken bakışları benim ve Dougal'ın arasında gidip geliyordu.

"Kralım sanırım bu politik evliliği ciddiye almışa benziyorsunuz. Halbuki ben Quany'den kızı için söz alacaktım ne yazık kaçırmışım." Adamın imasına karşı gözlerim büyürken, Dougal bir hışım ayağa kalkıp liderin yakasını tutup kendine çekmişti. Salondaki tüm sesler bıçak gibi kesilirken "Bunun imasını bir daha yaparsan tüm toprağını kaybedip İskoçya'dan sürgün edilirsin Baen! Ya da direkt gebertirim seni!" Kadının gözlerinde oluşan korku ile oğulları Dougal'ın yanına yaklaşıp "özür dileriz efendim babam öyle demek istemedi değil mi?" Diyerek babasına dönmüş ve durumu toparlamaya çalışmıştı. Boynundan itibaren kızaran adam Dougal'ın öldürücü bakışları altında kafasını sallarken "şaka yapmak istemiştim Dougal" dediğinde Dougal ittirerek onun yakasını bırakmıştı.

Apar topar karşımızdan çekildiklerinde Dougal hızlı hızlı nefes alıp veriyor ve hâlâ giden adamın arkasından sertçe bakıyordu. Elimi koluna koyduğumda bakışlarının bana dönmesini sağlamıştım.

"Sakin ol" diyerek parmağımı kolunda hareket ettirirken nefes alışları yavaş yavaş düzenli hale gelmeye başlamıştı. İnsanlar sohbetlerine devam etse de kaçamak bakışları hâlâ üzerimizde her hareketimizi takip ediyordu.

Oturmaya devam edip yanımıza gelenlerle arada sohbet etsek de her yalnız kaldığımızda Dougal'a cilve yapmaktan geri durmuyordum. Adamın ruh hali öyle değişkendi ki biri geldiğinde ruhsuz bir robota, yalnız kaldığımızda yaramaz bir çocuğa dönüşüyordu. Dougal sadece benim yanımda böyle muzurluk yapıyordu. Baen'in bizden olabildiğince en uzak mesafede oturması onu sakinleştirse de delici bakışları çoğu zaman Baen'e kayıyordu. Arthur'un hızla yanımıza geldiğini görünce Dougal'a söylediğim sözü yarım bırakıp bekledim.

Arthur tamamen karşımızda durduğunda hafif eğilip ikimizin duyacağı şekilde fısıldadı.

"Reis, amcanız Quany klana yaklaşıyormuş. Yanında misafirleri de var" demişti. Amcam acil bir görüşme için Osmanlı taraflarına gitti diye biliyordum. Dougal'ın da çatılan kaşlarıyla "misafirler İngiliz mi?" Diye sormuştu çünkü tüm İskoçya klanları şu an buradaydı.

"Hayır reis İngiliz değiller. Üç hilalden oluşan bayrakları var" dediğinde Dougal daha fazla kaşlarını çatsa da ben oturduğum yerden bir anda ayağa fırlamıştım.

"Üç hilal mi?" Dedim heyecandan ölebilirdim şu an da.

"Üç hilal ne Tuğra?" Diyen Dougal'a bakarak gülümsemeye devam ettim.

"Osmanlı bayrağı Dougal. Osmanlı'dan birileri geliyor!" Dediğimde yanımdaki iki adamın da bakışlarında kısa bir an şaşkınlık ve tedirginlik geçti. 'Osmanlı geliyor' cümlesinin eskiden tüm dünyayı ne denli korkuttuğunu anımsayıp daha çok gülümsedim...



❤️

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 104K 27
Psikiyatrist, karanlık kadar çekici ve zeki bir adam... Şizofren, öldürücü güzellikte bir kadın... Her şey çok normaldi ta ki kadının aslında şizofre...
162K 7.1K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
25.3M 902K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...