AY KUŞAĞI SERİSİ : T&M&I

By buseyaren95

806K 12.1K 2.5K

Helena Lincoln sabırlıydı, merhametliydi ve güvenilirdi ama... Asla cesur değildi. Ve tarihte cesaret olmadan... More

TEMPERSİTAR - PROLOG
TEMPERSİTAR - 1.BÖLÜM - ÇAĞRIYA İCABET ETMEK
TEMPERSİTAR - 2.BÖLÜM - EVRENİN VAROLUŞU
TEMPERSİTAR - 3.BÖLÜM - KALMAK İÇİN ÇOK GEÇ
TEMPERSİTAR - 4.BÖLÜM - AKADEMİYE HOŞGELDİN
TEMPERSİTAR - 5.BÖLÜM - HAYATIN GERİ KALANINA İLK ADIM
TEMPERSİTAR - 6.BÖLÜM - TEMPERSİTARLAR
TEMPERSİTAR - 7.BÖLÜM - YENİ BAŞLANGIÇ, YENİ ZORLUKLAR
TEMPERSİTAR - 8.BÖLÜM - YENİ HAYATIN İLK ALIŞVERİŞİ
TEMPERSİTAR - 9.BÖLÜM - İLK GÜN HEYECANI
TEMPERSİTAR - 10.BÖLÜM - YAKINLIK, UZAKLIK
TEMPERSİTAR - 11.BÖLÜM - KAZANIYOR GİBİ
TEMPERSİTAR - 12. BÖLÜM - BİR SIFIR
TEMPERSİTAR - 13. BÖLÜM - PHLOX DIVERICATA
TEMPERSİTAR - 14.BÖLÜM - BÜYÜK HABER
TEMPERSİTAR - 15. BÖLÜM - TATSIZ KEŞİF
TEMPERSİTAR - 16.BÖLÜM - HAYAL GECE KURULMAZ
TEMPERSİTAR - 17.BÖLÜM - CADI KAZANI
TEMPERSİTAR - 18.BÖLÜM - ALTIN KAFESTEKİ KUŞ
TEMPERSİTAR - 19.BÖLÜM - KIYAMET BORUSU
TEMPERSİTAR - 20.BÖLÜM - SONUN BAŞLANGICI
TEMPERSİTAR - 21. BÖLÜM - YEDİ BÜYÜK GÜNAH
TEMPERSİTAR - 22.BÖLÜM - CEHENNEM RESİTALİ
TEMPERSİTAR - 23. BÖLÜM - EPİLOG
METALLUM - PROLOG
METALLUM - 1.BÖLÜM - GEÇMİŞİN HAYALETLERİ
METALLUM - 2. BÖLÜM - YÜZLEŞME
METALLUM - 3.BÖLÜM - EN KARANLIK GECE
METALLUM - 4.BÖLÜM - ÖLÜM ÖPÜCÜĞÜ
METALLUM - 5.BÖLÜM - GEÇMİŞİN İZLERİ
METALLUM - 6.BÖLÜM - KOCA BİR BOŞLUK
METALLUM - 7.BÖLÜM - TEHLİKE ÇANLARI
METALLUM - 8.BÖLÜM - DÜNYANIN SONU
METALLUM - 9.BÖLÜM - BAŞARISIZ
METALLUM - 10.BÖLÜM - UZUN YOL
METALLUM - 11. BÖLÜM - DÜŞMAN UYKUSU
METALLUM - 12. BÖLÜM - YOL ARKADAŞI
METALLUM - 14.BÖLÜM - KASIRGA
METALLUM - 15.BÖLÜM - GECEDEN GELEN
METALLUM - 16.BÖLÜM - DERİN DÖNÜŞÜM
METALLUM - 17.BÖLÜM - EŞSİZ KEFİŞ
METALLUM - 18.BÖLÜM - ÖLÜMCÜL KUMAR
METALLUM - 19.BÖLÜM - EPİLOG I
METALLUM - 20.BÖLÜM - EPİLOG II
IGNISER - PROLOG
IGNISER - 1.BÖLÜM - KARA KURDUN ALAMETİ
IGNISER - 2.BÖLÜM - DURU KARGAŞA
IGNISER - 3.BÖLÜM - HUZURUN RENGİ
IGNISER - 4.BÖLÜM - GENÇLİK ATEŞİ
IGNISER - 5.BÖLÜM - MUTLULUK GÖZYAŞI
IGNISER - 6.BÖLÜM - ACI TATLI

METALLUM - 13.BÖLÜM - PARAMPARÇA

134 23 13
By buseyaren95

Lütfen güzel yorumlarınızı, eleştirilerinizi ve oylarınızı kurgumdan esirgemeyin!

🔮


Korkularla yüzleşmek, ancak cesurların yapabileceği bir şeydir. Ben, birçok şey olsam da hiçbir zaman cesur biri olmamıştım. Korkularımdan kaçardım, güçsüzlüğümün bilincinde olarak. Sınırlarımı bilir, kendimi zorlamazdım.

Daha doğrusu, kendimi kandırmazdım.

Güçsüzdüm ve bunu kabullenmiştim. Bir elementer olmam bunu değiştirmiyordu. Karakter olarak, birçok konuda güçsüzdüm. Güçlü yanlarım beni terk etmese de, güçsüz yanlarıma her geçen gün başka bir tane ekleniyordu. Elimde olsa, hiçbir korkumun üzerine gitmezdim.

Ancak bazen korkunuz tam karşınıza dikiliveriyordu.

Kara gözlerini gözlerinize dikiyor, sizi delip geçmek ister gibi bakıyordu. Dünyada sizden başka kimse yokmuş gibi...

Ona başka bir cevap verebilmeyi çok isterdim. Onu gördüğüme çok sevinmeyi, kalbimdeki hareketliliğin sadece heyecandan, mutluluktan olmasını. Ama hayat nedense bir türlü bana hiçbir şey için izin vermiyordu!

İyileşmek için, toparlanmak için, mutlu olmak için... Hiçbir şey için izin vermiyordu. Ona sarılmak yerine, göğsümü delmek istercesine şişen kalbimi söküp atmak istiyordum sadece. Yutkundum. Bakışmamız öyle çok uzadı ki, şoka girdiğimi düşünebilirdi. Bir tepki vermem gerektiğini biliyordum.

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi yavaşça açıp kapattım. Kalbim bir miktar olsun sakinleştiğinde, yeşillerimi onun kara gözlerine diktim.

"Neden?" dedim tükenmiş bir sesle. "Yoksa beni Sapkınlar mı kaçırır?" Kara gözlerindeki ışığın tıpkı biri düğmesine basmış gibi sönmesi nefesimi kesti. Yanıldığıma dair görmek istediğim hiçbir belirtiyi göremedim. Tek gördüğüm, ışığını kaybeden gözleriydi.

"Helena..." dedi ancak devam edemedi. Ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Ben de bilemiyordum. Aramızda birkaç metre mesafe vardı ve buna minnettardım.

Arkasında yoktan var olan Karan'ı gördüm. Abisin kopyası olan gözlerini tıpkı onun gibi üzerime dikmişti. Birken iki olmuşlardı.

Hiçbir şey demeden Kurtan'ın konuşmasını bekliyordum. Kalbimdeki sıkışma normal değildi. Kalp krizi geçiriyor olabilir miydim?

Kalbimi biri büküyormuş gibi hissediyor, zorlukla ayakta duruyordum. Yaşadığım aydınlanmanın üzerine karşımda onu görmek bana iyi gelmemişti. Aslında sevinmeliydim. Bütün sorularım hemen şimdi cevap bulabilirdi. Ama ben cevaplardan çok korkuyordum. Korkularımdan kaçtığımın bir kanıtı daha...

"Beni dinlemeden hiçbir varsayımda bulunmayacağına dair bana söz verirsen, sana her şeyi anlatacağım." Uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra, tekrar kara gözleri tarafından ele geçirilmiştim. Başımı sinirle iki yana salladım.

"Neler varsaydığımı hayal dahi edemezsin. Hızlı olsan iyi olur Kurtan." Beklentimin aksine, sakin kalmayı sürdürdü. Bir süre düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Karan da sessizce bir köşede duruyor, belki de Kurtan'ın ne diyeceğini merak ediyordu. Aslında, Karan'la bu konuyu mutlaka konuşmam gerekiyordu. Bunu aklımın bir köşesine not ettim.

"Düşündüğün gibi-" diye söze başladı ama cümlesi bir kükremeyle yarıda kaldı. Hayra alamet olmayan bir kükremeyle. Bunun bekçilerimizden gelmediğine emindim, tabii bir insandan gelmediğine de...

"Bir düşkün olmalı." Kaşları çatılsa da söylediğimi sorgulamadı. Sese dikkat kesilmiş durumdaydı.

"Güvenli bir yere gidelim." dedi tereddütle. Elini bana uzattı ve gözleriyle ormanı taramaya devam etti. Sinirle gözlerimi devirdim.

"Emin misin? Bu, güzel bir fırsat olabilir. Onu yakalayıp babana götürürsün ve o da üzerinde güzelce deneyler yapar. İşinize yarayabilir." Kurtan ışık hızında, ormanda dolaşan gözlerini bana çevirdi. Gözlerini kıstı. Bir şey dememek için kendini zor tuttuğu çok belliydi ancak bir şey söyleyemezdi zaten!

"Bunu, güvenli bir yerde tartışmaya ne dersin?" dedi kısık gözleriyle. Her ne kadar inatlaşmak istesem de, öğrenmem gereken şeyler vardı ve bunu düşkün yemi olmadan yapmak istiyordum. Kükreme bir kere daha kulaklarımızı doldurmuştu ki Kurtan benden cevap beklemeden soğuk elini elime doladı. Parmaklarının doldurduğu boşluk içimde küçük bir ateş yanmasına sebep oldu. Saniyeler içerisinde, tanıdık mağara görüş alanıma girdi. Pegasus yaralandığında sığındığımız mağaraydı burası. Kurtan burada güvende olacağımızı düşünmüş olmalıydı. Elimi bir çırpıda çektim.

"Fazla vaktim yok, konuşmaya başlasan iyi olur." Gözlerimi düşünceli yüzünde dolaştırdım. Hala ne diyeceğini bilemiyor oluşu endişelenmeme sebep oluyordu. Belki de beni kandırabilmek için tutarlı bir yalan uydurmaya çalışıyordu. İçimde büyüyen sıkıntıyı fark etmiş gibi bir anda bana döndü. O sırada arkasında yine Karan belirmişti. Nasıl oluyordu da her zaman nerede olduğumu bilip bir şekilde geliyordu? Ayrıca, onu ya da herhangi bir ölüyü yerleşkede görmemiştim. Yerleşkemiz bir sochruyla korunuyor olabilir miydi?

"Krallıkla yönetildiğimizi biliyorsun." Seçtiği cümle, ilk cümle olmak için çok da mantıklı gelmemişti gözüme. Bunu bildiğimi biliyordu. Ne demek istediğine odaklanmaya çalıştım.

"Kurallarımızın katı olduğunu, uyulmadığında neler olduğunu biliyorsun. Kral kimse, onun dediği olur." Başımı iki yana salladım. Ne saçmalıyorsun demek istedim ancak dilimi ısırdım. Sabırlı olmalıydım. Kendimle verdiğim savaşı fark etmişti. Derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti.

"Babam, onun babası ve büyük büyük babam, onlardan önceki krallar... Hepsi, aynı hedefin peşinden koşan bir avuç manyak!" diye bağırdı beni şaşırtarak. Gözlerini sinirle kapatıp açtı ve benim kısılmış gözlerime odakladı.

"Bu zamana kadar onlar ne dediyse, ne istediyse o oldu. Onların hedefleri ve amaçları için binlerce insanın, elementerin, bekçinin kanı döküldü. Bundan sonra öyle olmayacak. Ben varken, böyle olmayacak." Dedi. Bütün dikkatimi ona vermiştim ve bir yandan da arka planda dediklerini sindirmeye, anlamlandırmaya çalışıyordum.

Öncelikle, sapkınların kim olduğunu acı bir biçimde öğrenmiştim. Yanlarında iki hafta kaldığım topluluk, elementerler alemine Kara Çağ'ı yaşatan topluluktu.

Bir nebze olsun içime su serpen tek şey ise, Kurtan'ın onlardan farklı olduğunu iddia etmesiydi. Ancak bu yeterli değildi. Olan bitene şahit oluyor, hatta katkıda bulunuyordu. Belli ki daha önce birçok kez avlanmıştı. İnsanlar üzerinde deneyler yapılmasına göz yumuyordu. O ya da bu sebepten, bu işin içindeydi!

"Bu yeterli değil." Dedim dişlerimi sıkarak. Aklımdan geçenleri sakince dile dökmenin bir yolunu bulamıyordum. Sinirden adeta kanım kaynıyordu. Kurtan işaret parmağını bana doğru salladı.

"Neleri engellediğimden, bunca zaman ne kadar çabaladığımdan, kaç kez ölümden döndüğümden haberin bile yok! Yeterli olmadığını ben de biliyorum! Ancak ya onu öldürene kadar rol yapmaya devam ederim, ya da o beni hain ilan ederek öldürür ve Dünya'nın başka hiçbir umudu kalmaz! Sabretmek zorundayım! Bütün dünyayı kurtarabilmek için, birkaç masumun feda edilmesine izin vermek zorundayım..." gittikçe kısılan sesi içimde bir yerleri kırdı. Acı çekiyordu.

Vicdan azabı çekiyor, ancak doğru olduğuna inandığı şeyi yapmaya çalışıyordu. Eğer Kaydu'nun tarafındaymış gibi davranmazsa idam edilecekti ve elimizde o topluluğun geleceği için hiçbir umut kalmayacaktı. Onu etkisiz hale getirene kadar elinden geleni yapıyor, bir şekilde dünyayı kurtarmaya çalışıyordu.

"Babanı, öldürecek misin?" dedim çatlamış sesimle. Her zaman dimdik duran omuzları düşeli çok olmuştu. Gözlerinde derin bir acı ve aynı zamanda huzursuzluk vardı. Onu ilk kez böyle görmüştüm.

"Başka çarem yok." Başımı usulca salladım. Kaydu'nun öldüğüne gram üzülmezdim ne de olsa. Ama bunu Kurtan'ın yapması, her ne olursa olsun onda bir iz bırakacaktı. Sebebi ne olursa olsun bunu yapmak zorunda kalmak, onun bir parçasını alıp götürecekti.

"Bırak sana yardım edelim. Bu, sadece senin savaşın değil Kurtan." Ona doğru birkaç adım attım ancak nedense, geriye gitti. Kaşlarım çatıldı. Benden neden kaçıyordu ki?

"Sakın." Dedi sinirle. Ne olmuştu şimdi? Anlamadığımı belli eder bir ifadeyle kara gözlerine bakmayı sürdürdüm.

"O kadar uzun zamandır bunu tek başıma yapıyorum ki, birine güvenmeye gücüm yok Helena. Sana güvenip, sonrasında tek başıma kalmak istemiyorum." Ne demek istediğini anlayamamıştım. Onu tek başıma bırakacağımı düşündüren neydi ki? İçimde dalga dalga büyüyen siniri içerde tutmak için herhangi bir çaba göstermedim. Bugün burada, tamamen içimizden geldiği gibi tartışıyor, ne var ne yoksa ortaya döküyorduk. Üstelik çok uzunca bir süredir saatli bomba gibiydim. Gergindim ve herkese, her şeye sinirliydim. İçimde anlamdandıramadığım bir öfke vardı. Kendim gibi davranmıyor, ne hissettiğimi dahi bilmiyordum. Kendimi tanıyamıyor gibiydim... 

"Ne saçmalıyorsun? Seni tek başına bırakacağımı nereden çıkardın?" Elini saçlarına daldırdı ve sinirle çekiştirdi. Bana kendimi hatırlatmıştı. Captivum'dan çıktığımdan beri bunu çok sık yapıyordum.

"Sen, Akademiye bağlısın. Benim topluluğuma ve babama bağlı olduğum gibi. Bir nevi krallıkla yönetiliyorsun! Kurallara uymak zorundasın, sana söyleneni yapmak zorundasın. Bana inanırlar mı sanıyorsun? Sonuç ne olursa olsun, benimle işleri bittiğinde ortadan kaldırmak isteyecekler. Bana güvenemezler. Onları suçlamıyorum. Ben Kaydu'nun oğluyum." Bu kez sinirle saçlarını çekiştiren bendim.

"Sen gerçekten salaksın!" dedim sesimi oldukça yükselterek. Afalladı, ancak çabuk toparlandı.

"Eğer kurallara uysaydım, o aptal Captivuma gönderilir miydim sence?" Captivum'un adının geçmesi bile ortamdaki ısıyı mümkünmüş gibi birkaç derece daha düşürdü. En azından sinirimiz bizi sıcak tutuyordu.

Belli ki, Captivum sapkınları bile ürkütebilen bir yerdi.

"Bana bunu yapma Helena." Dedi başını iki yana sallayarak. Bir türlü anlayamıyordum. Ben, ona ne yapıyordum? Neden bu kadar umutsuz konuşuyordu ve bütün yükü üstlenmeye çalışıyordu? Sinirden delirecektim.

"Ben sana hiçbir şey yapmıyorum! Yapmak istediğimde de izin vermiyorsun!" ikimiz de kontrolden çıkmıştık artık. Onun gözlerinde tarifsiz bir acı vardı, ben ise akıl almayacak kadar öfkeliydim. Ne ara olduğunu bile anlayamadan, aramızdaki birkaç metre kapandı. Öyle hızlı yanıma gelip beni mağaranın duvarına yasladı ki, başım döndü. Siyah, uzun kirpikleri benimkilere değiyordu. Eğer kavga ediyor olmasaydık, huylanabilirdim bile.

Onun kokusu farklıydı. Ne orman gibi kokuyordu, ne vanilya gibi. Ne huzur vericiydi ne de rahatsız edici. Daha çok, tetikte kalmaya zorlar gibiydi. Ben tehlikeliyim diyordu sanki. Bir insan, nasıl tehlikeli kokabilirdi ki?

Alnını hafifçe alnıma yasladı. Bir süre öyle bekledi. Kalbim, her zaman verdiği tepkilerden farklı ve garip tepkiler verirken ne yapacağımı bilemiyordum. Kurtan kontrolünü kaybetmiş gibiydi. Bana daha önce birkaç kez temas etmiş olsa da, böyle yakınlaşmamıştık. Yaptıklarının kendi de farkında değil gibiydi.

Beni mağaraya yasladığında yanıma koyduğu kolu güçsüzce aşağı indi. Kirpikleri kirpiklerimden çekildi. Bir anda boşluğa düşüverdim. Geriye doğru bir adım attı. Sanki bir anda, deli gibi sinirlenmişti.

"Bana ne yaptığın hakkında hiçbir fikrin yok! Nasıl bu kadar kör olabiliyorsun! Görmüyor musun Helena? Kafayı yiyeceğim. Bana, kafayı yediriyorsun. Beni başka biri yapıyorsun! Beni kendimden şüphe ettiriyorsun. Aklımla oynuyorsun. Başka bir şey düşünemeyeyim diye bana sochru mu yapıyorsun, zehir mi içirdin, ne yaptın bilmiyorum!" sesi mağaraya, ağaçlara, gökyüzüne dahi çarpıp bize geri döndü. Öyle öfkeliydi ki, patlayacak gibiydi. Etrafta yankılanan sesi bir kere daha kulaklarımı doldurduğunda aklım, vücudum üzerindeki hakimiyetini kaybetti. Sözlerinin altında yatabileceğini düşündüğüm o tehlikeli ihtimal, aklımı bedenimi terk etmeye zorladı. Ruhum bedenimin içerisindeki boşluklara çarparak çalkalanmaya başladı. Küçüldü, küçüldü ve un ufak olabilmek için adeta çırpındı. Başıma aniden saplanan acıyla birlikte iki büklüm oldum. Çığlık attığımı fark ediyordum ancak kendi sesimi duyamıyordum. Gözlerimin önüne bir perde inmiş, kulağımı da örtmüştü. Hiçbir şey göremiyor, duyamıyordum. Sadece başımdaki korkunç acıdan ve boğazımın yırtıldığından haberdardım.

Vücudumda hissettiğim eller beni dehşete düşürdü. Yanımda sadece Kurtan'ın olduğunu biliyordum ancak onlarca el üstümde dolaşıyormuş gibiydi. Nerede olduğumu, yanımda kimin olduğunu göremiyordum. Tek bildiğim, aklımı yok etmeye çalışan o keskin acıydı. Öyle ki, daha fazla dayanamadım ve kendimi acıya teslim ettim.

***

Göz kapaklarımı açabilmek için bütün gücümü kullanmaya çalıştım. Çevremden gelen uğultular hala net değildi benim için. Hafızamı yerine getirebilirmiş gibi elimi başıma götürmeye çalıştım. Yavaş yavaş uğultular netlik kazanmaya başladı.

"Bilmiyor." Dediğini duydum tanıdık sesin. Başımdaki o kavurucu acıyı hatırlayabildim ilk olarak. Çok büyük bir acı dalgası bedenimi sarsmış ve bilincimi kaybetmeme sebep olmuş olmalıydı. Neden öylesine şiddetli bir acı yaşadığımı bilmiyordum ancak şu an aynı acıyı hissetmediğim için mutluydum. Bir deneme daha yaptım ve göz kapaklarım yavaşça açıldı. Gözlerimi açmamla birlikte bana sırtı dönük olan Kurtan'ı ve karşısındaki adamı seçebildim. Tanımadığım adamla gözlerimiz bir anlığına kesişti. Bir çift sarı göze sahip olması bir an için beni ürküttü. Neredeyse, kedi gözü gibiydi.

"Uyandı." Dedi yorgun bir sesle. Kaç yaşındaydı bu adam? İnsan yaşıyla bile 150 yaşında duruyordu. 150 yaşında insan gördüğümden değil elbette...

Kurtan hızla arkasını dönüp yattığım tek kişilik yatağın yanına diz çöktü.

"Sen tam bir baş belasısın." Dedi kaşlarını çatarak. Ona aynı şekilde karşılık verdim.

"Ben de seni gördüğüme sevindim Kurtan. Neredeyim?" sorumu bitirir bitirmez gözlerimi sarı gözlü adama değdirdim. Bir yandan, onun kim olduğunu merak ettiğimi de belli etmeye çalıştım Kurtan'a. Kurtan ayağa kalkıp yaşlı adama ilerledi.

"Bir dostumun evindeyiz. Seni nereye götüreceğimi bilemedim." Eh, haklıydı. Ne benim evime götürebilirdi ne de kendi evine. Benim evim ona, onun evi bana hapishaneydi. Başımı yavaşça salladım. Adamı sadece dostu olarak tanıtmış, ismini bile söylememişti. Nasılsa sonra öğrenirdim.

Gözlerim odayı hızlıca taradı. Küçük bir odaydı ve az sayıda eşya vardı. Üzerinde yattığım yatak hariç sadece bir sehpa görebiliyordum. Pencere vardı ancak içeri hiç ışık gelmiyordu. Hava kararmıştı.

"Hava çoktan kararmış. Beni merak edecekler. Gitsem iyi olacak." Dedim ancak doğrulmaya çalışmamla birlikte başıma bir ağrı daha saplandı. Yüzümü buruşturup doğrulmaya devam ettim. Akademide iyileşecektim artık, yapacak bir şeyim yoktu.

"Helena... Acele etmemen daha iyi olur. Sigma'nın söylemek istediği bir şey var. Neredeyse iki gündür uyuyorsun, birkaç saat daha durabilirsin." Bir anda yine bütün bedenim kasıldı.

"İki gündür mü? Benim acilen gitmem gerek. Bütün Akademiyi ayağa kaldırmışlardır. Lanet olsun." Yataktan tek bir hamlede kalkıp baş dönmesiyle karşı karşıya kaldım. Koyu renkli duvardan elimle destek aldım. Kurtan da hızla yanıma gelip kolumu tutmuştu çoktan.

"Seni uyandırmayı denedim ancak Sigma bunun kendi kendine tamamlanması gereken bir süreç olduğunu söyledi." Durakladı ve ekledi. "Sigma, bir kahin" Kafam karışmıştı. Sırayla bir Kurtana'a, bir de Sigma dediği yaşlı adama baktım. Ne sürecinden bahsediyordu bunlar? Ayrıca Kahin demek Şifacı demek değildi sonuçta.

"Ne süreci tamamlıyorum Kurtan?" dedim duygusuz bir sesle. Alt tarafı bayılmıştım. Kelebek miydim ben ki süreçlerim olsun? Bir anda o kadar sinirlenmek, o kadar şaşırmak, bütün duyguları sınırlarında yaşamak bünyeme ağır gelmişti ve bayılmıştım. Hepsi buydu.

Kurtan sarı gözlü adama dönerek konuşmayı ona bıraktı. Bu kahinlerin hepsi neden bu kadar korkutucu oluyordu ki?

Üstelik çok yaşlıydı, iki cümleden fazlasını kuramazmış gibi duruyordu. Yine de bir şey demeden konuşmasını bekledim.

"Gerçekten de bilmiyor." Dedi gülerek. Sinirlenmeye başlıyordum. Boşta olan elimle saçlarımı çekiştirdim ve Kurtan'a döndüm. Bir şeyler yap yoksa ortalığı mahvedeceğim dedim ona adeta gözlerimle. Kurtan tekrar yaşlı dostuna döndü.

"Helena sabırlı biri değildir Sigma." Ondaki gerginlik de yardımcı olmuyordu ki! Kurtan'ın kolumu tutan kolu neredeyse kazık gibiydi. Parmakları öyle soğuktu ki, kıyafetin üzerinden tenime işliyordu. Kara gözleri daha karaydı. Karan bile ortalarda yoktu. Üstelik, bu yaşlı adam ben sabırlı mıyım değil miyim umursuyor gibi değildi. Sakinliğini konuşmaya başladığında da koruyordu.

"Bir dönüşüm yaşamışsın. Dönüşümler, elementerler baskı altında kaldığında ya da çok yoğun duygular yaşadığında tetiklenir. Bazı elementerler özeldir. Yetenekleri olabilir. Şifacı, Kahin ya da savaşçı olabilirler mesela." Konu gitgide daha da gerilmeme sebep oldu. Benim Azrail olduğumu Kurtan bilmiyordu ve ne olursa olsun mecbur kalmadığım kimseye söylemek istediğim bir şey değildi. Bu adam bir kahin olduğuna göre, eğer bana dokunduysa birçok şeyi çoktan öğrenmiş olmalıydı. Başımı öyle hafifçe iki yana salladım ki, beni anladığından emin dahi değildim. Söylemesini istemiyordum.

Üstelik Azrail olma yeteneğinde ne gibi bir dönüşüm olmuş olabilirdi ki?

"Bir Geminossun, çocuk. İkinci elementin, ortaya çıkmış." İşte bu, beklediğim bir şey değildi. Gülmeye başladım. Çok kısa bir süre içerisinde de gülücüklerim kahkahaya dönüştü. Bir yandan başımı iki yana sallıyordum.

"Sen, fazla yaşlısın. Kafan arada bir karışıyor olmalı. Ki bu çok normal, daha 18 yaşındayım ama benim bile kafam arada sırada karışıyor!" Kurtan hafifçe kolumu sıktı. Sarı gözlü kahinin yüzünün bembeyaz olduğunu görmemek için kör olmak gerekirdi. Sinirleniyor olmalıydı. Elinde olduğunu fark etmediğim bastonu sertçe yere vurdu.

"Götür onu Prens." Dedi sadece. Kurtan omuzlarını düşürdü.

"Üzgünüm Sigma. Bayıldığı için olmalı, bizi affet lütfen. Açıklamaya devam et. Sesini çıkarmadan seni dinleyecek." Hafifçe kolumu sıkmayı ihmal etmedi. Ne zamandan beri Kurtan biriyle böyle kibar konuşuyordu ki? Duyduklarıma inanamadım. Lütfen mi demişti o?

"Benim yerime konuşmayı kes. Neyini dinleyeceğim? İki element diye bir şey mi var!" diye cırladım sinirle. Geminos, Azrail, Tulpar... Primuslar aşkına! Daha başıma gelmeyen bir gariplik, bir sıfat kalmış mıydı şu elementerler aleminde?

"Lütfen, Sigma." Kurtan ona bir kere daha rica etti. Kafayı yiyecektim. Madem bu kadar kibar olabiliyordun, bu zamana kadar neden olmadın diye kafasını kırsam garip kaçar mıydı?

Yaşlı adamın rengi yavaşça normale dönse de sarı gözleri benim yeşil gözlerimi hapsetmeyi bir an için bile bırakmadı. Beni bir kaşık suda boğabilecek gibiydi. Kurtan bu adamı nereden tanıyordu ki? Sapkınlarla bir ilgisi olabilir miydi?

"Bu yaygın bir durum değil. Ancak imkansız da değil. Genellikle yeteneği olan elementerlerde görülür." Dedi tek kaşını kaldırarak. Biliyordu. Bana bir şekilde temas etmiş, görmüş olmalıydı. Dudağımı ısırdım.

"Yetenekler de, Geminosluk da soydan gelir. Ailede ne kadar çok elementer varsa, yetenek sahibi olma ihtimalin de o kadar artar. Bir Geminossun. İkinci bir elementin var." Başımı iki yana sallamayı bir türlü bırakamıyordum. Her gün bir şey mi çıkacaktı karşıma gerçekten de? Ben daha doğru düzgün bir Tempersitar olmayı öğrenememiştim, ikinci elementimi nasıl öğrenecektim ki?

Aklım, Tulpar ile bağlandığım sınav gününe gitti. Bana gelmesi çok uzun sürmüştü. Herkes neredeyse Metallum olduğuma emin olacaktı bekçi gelmediği için. Sebebi Tulparın uzaklardan gelmesi sanmıştım. Belki de, iki elementim olmasıyla bir ilgisi vardı.

"İkinci elementimin ne olduğunu biliyor musun?" ona doğru düzgün bir tepki vermiş olmam hoşuna gitmişti. Sakinleştiğimi ve onu dinlediğimi görmesiyle bastonu tekrar arkasına sakladı. Sanki uslu durmazsam beni onunla dövecekti.

Yavaş yavaş başını salladı ama konuşmadı. Bu, biliyorum ama sana söylemeyeceğim demek olsa gerekti. Üstelemedim, nasılsa öğrenecektim.

Daha önemli sorunlarım vardı.

Neredeyse iki gündür ortada yoktum. Chris'ten Klaer'a kadar herkes ortalığı ayağa kaldırmış olmalıydı. Bir an önce geri dönmeli ve şu ikinci element meselesini çözmeye çalışmalıydım.

Rüyalarıma girip beni tehdit eden bir Dagora, sapkın olduğunu öğrendiğim koca bir krallık, ilgilenmem gereken iki genç elementer, iletişim kurmam gereken ölü bir annem ve dünya kadar ikili ilişki sorunum yokmuş gibi, ikinci elementim çıkmıştı bir de başıma. Kafayı yememe ramak kalmıştı.

Ne diye çabalıyordum ki sahiden? Keşke Captivumdan ilk çıktığımda o cesareti içimde bulup kendimi öldürmüş olsaydım.

Bunu düşünmemle birlikte göğsüme dolan sinir dalgası ve damarlarımda kaynayan kan, Pegasus'un bana kendini hatırlatışının alarmıydı.

Üzgünüm, sadece olayı dramatize ediyorum. Beni ciddiye alma lütfen.

Pegasus'un tekrar sakinleşmesiyle odağımı içinde bulunduğumuz küçük odaya verdim tekrar.

"Gitmem gerekiyor." Dedim Kurtan'a bakara. Yavaşça başını salladı.

"Teşekkür ederim, Sigma." Omuz silkmesiyle hafifçe gülümsedim. Yaşlı bir kahinin nefretini kazanmıştım. Oysa yaşlılar beni severdi. Bay Krakorn'un aklıma gelmesiyle bu düşünceyi anında aklımdan sildim. Huysuz eski patronum da dahil hiçbir yaşı beni sevmemişti şu zamana kadar.

Ben arkamı döndüğümde Kurtan Sigma'ya yaklaştı ve kısık sesle bir şeyler konuştular. Ben çoktan odadan dışarı adımımı atmıştım.

Yine koyu kırmızı bir renge boyanmış bir oturma odasına çıkmıştım. Minimum eşya ile döşenmiş, büyük bir şömine ve birkaç pencereden oluşan kasvetli bir ortamdı. Ev, genel olarak kasvetliydi. Gözüme çarpan ve beni cezbeden tek şey, akıl almaz sayıdaki kitaplardı. Heryerde kitap vardı. Bu küçük oturma odasının belki yarı hacmini kaplıyor olabilirlerdi. Adımlarımı hızla dış kapı olduğunu düşündüğüm siyah kapıya çevirdim ve soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla kendime geldim. Şimdi çok daha iyi hissediyordum.

Yan tarafımdan gelen homurtu sıçramama sebep oldu.

"Pegasus!" gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı. Arkamdan gelen tok ses durumu açıkladı.

"Bayıldığında yanımıza geldi. Seni yalnız bırakmadı elbette." Gülümseyerek yanına yanaştım ve bir alevi andıran renk geçişli yumuşak tüylerine dokundum. Ah, öyle güzeldi ki.

Kurtan iki adımda yanıma geldi ve beni şaşırtarak o da Pegasus'un kanatlarını okşadı. Ona dokunması beni istemsizce gerdi. Aklıma gelen düşünce, bir anda yine beynimde şimşeklerin çakmasına sebep oldu.

"Ona bir şey enjekte etmiştin..." dedim ancak devamını getiremedim. Kulaklarım uğuldamaya başlamıştı bile. Öyle hızlı ele geçiriyordu ki panik beni, şaşıp kalıyordum.

"Asla, Helena. Deneylerle hiçbir alakası yoktu. Aksine, bize yardımcı olmaya çalışıyordum." Göğsümdeki taşın kalkmasıyla yeniden nefes alabildim. Uğultu yavaşça uzaklaştı. Suka'dan bunu öğrenip onunla yüzleştiğimde, emir komuta zinciriyle alakalı bir şeyler saçmalamıştı. Bunu da sormak üzere ona döndüm ama o çoktan neyi soracağımı anlamıştı.

"O an açıklayamayacağım bir şeydi. Ona bir şey enjekte etmedim, ondan kan aldım." Kaşlarım bir kere daha çatıldı. Yine beynimde şimşekler çakmaya başlamadan açıklasa iyi olurdu.

"Yeteneğimi ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Kaydu bir savaşçı. Eğer ben de bir savaşçı değilsem, bu savaş benim için imkansız olur. Onu asla yenemem." Kaşlarım çatıldı.

"Onun karşısına çıkacaksın yani?" dedim şaşkınca. Oysa ben, ne bileyim bir suikast düzenler falan sanmıştım. Onunla, düello tarzı bir şey yapmayı planlıyordu halbuki.

"O benim babam, Helena. Ne olursa olsun. Arkasından vuracak değilim. Adil bir dövüş olacak." Kalbimin sıkışmasına engel olamadım. İçimi derin bir endişe kapladı. Elim istemsizce koluna gitti ancak dokunmadan indirmeyi başardım. Kara gözleri, inen kolumda takılı kaldı. Kaşları hafifçe çatılmıştı.

"Ya sana bir şey olursa?" dedim zorlukla. Sesim, kendimin bile duyamayacağı kadar kısık çıkmıştı neredeyse. Boğazımı temizledim.

"Bu riski nasıl alacaksın? Son umudumuz olduğunu kendin söylemiştin" omuz silkti.

"Bana bir şey olursa, bunu hak ettim demektir." Kafamı iki yana salladım. Neden her şey çok basitmiş gibi konuşuyordu? Hayatta hiçbir zaman iki kere iki dört etmiyordu! Bunu bilmiyormuş gibi, her şey düz mantıkmış gibi saçmalayıp duruyordu. Ona bir şey olması, bütün elementer alemi için kaos demek olurdu. Kaydu'dan sonra başa geçecek ve bu aptal hayalleri, deneyleri bitirecekti. Sapkınları tarihe gömecekti. Ona ihtiyacımız vardı.

"Beni korkutuyorsun Kurtan. Bu işi hafife alıyorsun." Bu kez, çok komik bir şey söylemişim gibi güldü. Onu uzun zamandır böyle gülerken, alaycı görmüyordum. Oysa ki ilk tanıştığımız zamanlarda beni delirtiyordu bu alaycılığı. Şimdi ise, böyle sürekli gülmesi için yapabileceğim çok şey vardı.

"Bu meseleleri dün öğrenmişim gibi konuşuyorsun kaçık kız. Yıllardır bunların planını yapıyorum ben." Bana tekrar kaçık kız demesine kızamadım bile. Ben de hafifçe gülümsedim.

"Pek başarılı olabildiğin söylenemez ama. Hala bir savaşçı olamamışsın." Dedim ona meydan okuyarak. Tek kaşını kaldırıp elinde küçük bir ateş yaktı.

"Beni kışkırtma." Dedi sanki bir şey yapacakmış gibi. Bir kere daha güldüm ve gözlerimi devirdim. Yavaşça eğilip, avcundaki ateşe üfledim. Yanan ateş söndüğünde başımı kaldırıp gözlerine baktım.

"Ne olur kışkırtırsam?" onunla neden inatlaştığımı bilmiyordum. Onun bir şey yapmayacağını ikimiz de biliyorduk. Niyeyse bir sebepten inatlaşıyorduk. Aramızda, değişik bir gerilim vardı. Sanki dokunsam, elektrik çarpacak gibi hissediyordum. Kurtan ise beni daha fazla merakta bırakmak istemezmiş gibi elini yavaşça kızıl tutamlarımdan birine götürdü. Yüzüme değmesiyle ikimizi de hafifçe çarpan elektrik gülmeme sebep oldu. Neden güldüğümü anlamadığını belli edercesine kaşlarını kaldırdı ancak konuşmadım. Saçımı nazikçe kulağımın gerisine atarken gözlerine bakmaya devam ettim. Gitmem gerekiyordu. Bir an önce gitmeliydim ancak aptal aptal oyalanıp duruyordum.

Gitmem gerektiğini söylemek için ağzımı açtım ancak boğuk çıkan sesi beni durdurdu. Gözleri bir kere daha, karadan daha da kara olmuştu. Ürkütücü bir güzelliği vardı gözlerinin.

"Gitmek istemiyorum." Dedi. yutkundum. Kalbimi sıkıştırıp buruşturan el geri dönmüştü sanki. Yutkunmamı, nefes almamı, düzgün düşünmemi istemeyen bir el.

"Gitmem gerekiyor." Dedim karşılığında. Başını salladı ve elini indirdi. Elinin soğukluğunun verdiği saçma sıcaklığın kaybolmasıyla birlikte aklım tekrar başıma geldi. Hızla Pegasus'a yöneldim.

Nedense, sormak istedim.

"Seni tekrar görecek miyim Kurtan?" Bu kez alaycı olmayan, samimi bir gülümseme gözlerine ulaştı.

"Beni unutmana izin vermeyeceğimi söylediğimi sanıyordum." Dedi ve gözden kayboldu. 

Anında kaşlarım çatıldı. Odamda bulduğum not, ona aitti. 



Ah, kalbim!!! Bu bölüm kalbime inecekti gerçekten. Helena'nın bütün duygularını en derinlerimde yaşadım resmen :D Geminos...  Bir bu eksikti, değil mi? Ama gerekliydi. 5 kitaplık, uzun bir kurgu bu. Daha karşımıza neler çıkacak neler... :)


Kurtan ve Helena hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şu yaşlı Sigma'yı tekrar görür müyüz sizce?

Sapkınlar... Kurtan babasını yenebilecek mi?

Finale 5-6 bölüm kaldı gibi an itibariyle. Burada mısınız hala?

Lütfen güzel yorumlarınızı, eleştirilerinizi ve oylarınızı kurgumdan esirgemeyin! Aklınıza takılan her şeyi sorun ve eğer okuduğunuzu beğendiyseniz bana göstermekten çekinmeyin :) Buraya yazmaya başladığım ilk günden beri hiçbir zaman oy ya da okunma sınırı koymadım kurgularıma, koymaya da niyetim yok. Ama bu, birilerinin kurgumu beğendiğini görmek istemiyorum demek değil...

Instagram : aykusagi.serisi

Continue Reading

You'll Also Like

435K 23K 38
'Sen Asla iyi olamazsın Lucretia. Sen kötü olarak var oldun. Dehşet acı kaos ve kan bunlar seni güçlendirir iyilik, işte onun olduğu yerde sen yok ol...
1M 41.6K 69
İntikam hırsıyla yanan bir kız. Karanlığın içine batan bir kız. O sonradan kötü olmadı. O hep kötüydü. Her zaman acımasız , kötü bir kızdı. İnsan...
109K 8.1K 61
Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyordu. Burası normal bir dövmeci gibi görün...
3.7K 163 6
Ben elis herşey 18 yaşıma girmemle başladı. Sarhoş bir şekilde çıktığım mekandan sarsak bir şekilde yürüyordum.Ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum her ye...