TUĞRA [İNVERNESS 1]

By EANGEL12

261K 23K 8.9K

Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardı... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
Duyuru
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. BÖLÜM
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm

9. Bölüm

8.1K 618 177
By EANGEL12

Keyifli okumalar

🤍

Hiçbir sorun çıkmadan Dougal'ın topraklarında son hız ilerliyorduk. Rob, Emir, Melek ve ben.

Royce Boyd ile belli bir bölgede ayrılmıştık. Tabii Victoria'da onlarla birlikte gitmişti. Bundan sonrası artık onlardaydı ama yaptığımız bu hamleyle ortalığın epey karışacağını tahmin etmek zor değildi. Ben, işin aksiyon kısmını halletmiştim. Bundan sonraki politik problemlerle albayın ve Royce'un uğraşması gerekecekti.

Dougal ise aklımı kurcalayan diğer bir kısımdı. Neden evliliği kabul etmemişti mesela? Royce'un evlilik hakkındaki söylediği sözler ne anlama geliyordu? Deli gibi merak ediyordum. Merak etsem de beni ilgilendiren bir durum olmadığı için bu soruyu ona asla sormayacaktım ama kesin Emir bir haltlar biliyor olabilirdi. Acaba dünyadaki magazin ve dedikodu olayını Emir yüzünden biz mi çıkaracaktık çünkü kendisi en şaşaalı gazete manşetiyle dahi yarışabilir düzeydeydi. Tüm klanın her haltını bildiğine emindim.

Ufukta kalenin yüksek surları gözüktüğünde, Emir daha çok sızlanmaya başladı. Saatlerdir at üstünde hepimiz heder olmuştuk ama Melek ve ben sesimizi bile çıkartmazken ona ne oluyordu? Sanki biz hayatımızda her gün ata binmiştik de?

"Kes artık sızlanmayı geldik işte" diyen Melek, duygularıma tercüman olmuştu.

"Sende pişik kremi olma ihtimali yüzde kaç?" Diye sorunca kahkahama engel olamadım. Melek ise göz devirdi. Rob, bir robot gibi sesini dahi çıkartmadan hâlâ tetik bir şekilde hızla önümüzde atıyla ilerliyordu. Bu adam tam Göktürk komutanımın kafadaydı. Bence tanışsalar oldukça iyi anlaşırlardı. Ah, Göktürk komutanım deyince onları o kadar özlemiştim ki. Emir ile bu özlem duygum bir parça bastırılmıştı ama yine de abim olarak benimsediğim komutanım ve tim arkadaşlarım Kadir ve Yusuf abiyi de deli gibi özlemiştim. Hem benim hem Emir ve görev esnasında Melek'in kaybıyla kesin kafayı yemiş olmalıydılar. Acaba orada durum nasıldı?

"Elimde pişik kremi olsa dahi sana vererek ziyan eder miyim?" Diye başka bir soru soran Melek'e, Emir alınmış gibi bir bakış attı.

"Bana bana, Bihter'ine" dediğinde Melek'te benimle birlikte gülmeye başlamıştı. Eminim şu an sohbetimizden gram bir şey anlamayan Rob'un kafası bir hayli karışıktı. Gerçi karışık olmasa bile sohbetlere asla katılmazdı ki.

"Az kaldı dayan işte" diyerek bacaklarımı atın üzerinde hareket ettirmeye çalışarak uyuşan yerlerime kan gönderdim.

"Kaleye gidince 2 gün bana dokunmayın. Yatakla randevum var" diyen Emir yine bizi güldürmeyi başarmıştı.

"Seni tanımasam bu dediğine inanacağım. 5 saatten fazla uyuyamazsın" diyerek alay ettim.

"Kızım o Hakkari'de geçerliydi. Burada yapacak bir şey mi var? Ne telefon, ne televizyon, Playstation, maç, kola, cips, kebap, döner,..." diye başladığında aklıma gelenlerle derin bir nefes alarak "Sussana" diye bağırdım Emir'e. Resmen insanın canını çektiriyordu.

"Ben Murat Soner'i izlemeden haftamı nasıl kapatıyorum biliyor musun sen? Tek temennim bölümler birikiyor ve gidince bir günümü sırf ona ayırmak olacak düşüncesi. Ayrıca tüm maçları ve dizilerimi de birikmiş bir şekilde izleyeceğim. Gidince beni evimin kanepesine bağlayın. Mezar taşıma da, iyi nişancıydı ama kanepeye bağlandı yazın"

"Bir gidelim seni balkonun demirlerine bağlayım da gör" dediğimde bana gözlerini büyüterek kınayan bir bakış attı.

"Düşünsene İnternet yok, İnternet yav İnternet!"

"Beynimi yedin sus artık geldik" dediğimde surların kapısına dayanmıştık. Bizi gören nöbetçiler, ses çıkarıp alarm veren, borazana benzeyen aleti öttürmeden kapıyı açmışlardı.

Atlarımızla hızla içeriye girdiğimizde, yeni bir gün başladığı için kalede günlük işler de başlamıştı. Herkes kısa bir an işini bırakıp bize bakmaya başlamışlardı. Rob hariç hepimiz perttik ama bunu dışarıya asla yansıtmazdık. Emir'in dediği gibi bir yerlerimiz pişik olsa da, dışarıdan bakıldığında son derece iyi gözükürdük.

Avludaki genç kızların Emir'e bakarak kendi aralarında kıkırdadığını fark edince kaşlarımı çattım. Melek'in arkasında seyahat ediyor diye mi gülüyorlardı diye düşünürken, aslında tam tersi kızların cilveli bir şekilde güldüğünü görüp göz devirdim. Emir ise durumun farkında olup artistçe atından indi ve kızlara dizilerde gördüğü reveransı yaptı. Komik bir şekilde eğildiğinde, kızlar tekrar kıkırdamıştı.

Atımdan inerek bakışlarımı kızlardan çektim ama gördüğüm başka yüzlerle, bir süre olduğum yerde kaldım ve atımı sevmeye başladım. Emir, benim aksime sızlanarak bacaklarını çaktırmamaya çalışarak ovaladı ve gayet normal bir şekilde inmiş yürüyen Rob'a ters bakışlar attı.

"O bence insan değil" diyerek Rob'u işaret ettiğinde gülmemek için dudağımı ısırdım.

"Temiz hava çarptı herhalde" diyen Melek'te eğilmiş bacaklarını tutuyordu. O esnada Alana ve diğerlerinin bizim olduğumuz tarafa baktığını gördüm. Dougal'a bakmamaya çalışarak Alana'ya gülümsedim ve önden koşarak bize doğru hızla geldi.

"Tuggra, Melek sizi özledim" diyerek bana sarıldı. Benden ayrılıp yanımdaki Emir'i pas geçerek Melek'e de aynı şekilde sarılınca, Emir'in ağzının içinden homurdandığını duydum ama ona bakamayacak kadar ilgim başka yöne kaymıştı bile. Dougal, Ewan ve albay da yanımıza gelmişti.

"Asker" diyen albayın gözlerinde ışıltılar geçiyordu. Sanırım bu kelimeyi söylemek, içinde bir yerlere dokunuyordu.

"Tuğra Duman, görev başarıyla tamamlanmıştır komutanım" diye bağırdığımda, neden bağırdığımı anlamak ister gibi tüm bakışlar bana dönmüştü. Albay yine gözlerindeki ışıltıyla gülerek bana yaklaştı.

"Ben artık asker değilim Tuğra ama özlemişim" diyerek bana sarıldı. Ardından bizimkilere sarılmak için benden ayrıldığında, Dougal ile karşı karşıya kalmıştık.

"Bitti lordum. Royce Boyd, Stoville kontunun kızı Victoria'yla bu akşam evlenecek" dediğimde hiçbir tepki göstermeden bana bakmaya devam etmişti. Acaba ne düşünüyordu?

"Matruşka gibisiniz değil mi?" Ewan'ın sesini duyunca bakışlarımı ona çevirdim. İlk zamanlara göre çok daha iyi duruyordu yarası. Artık yürürken dik bir şekilde hareket edebiliyordu.

"Sizin gibi olmaktan iyidir" Melek'in sesiyle bakışlarımı hızla ona çevirdim.

"En azından ben samimi ve dürüstüm. Siz, leydim, bunu söyleyebilir misiniz?" Sanki bir masa tenisi izliyormuş gibi bakışlarım Melek ve Ewan arasında gidip geliyordu. Ewan, konuşurken sanki komik bir şey varmış gibi gülüyor, Melek tam tersine oldukça sinirli gözüküyordu. Bunlar olurken yan tarafımda kalan adamın delici bakışlarını da üzerimde hissediyordum ama ona dönüp bakmak istemiyordum.

"Siz ne cüretle benimle böyle konuşursunuz? Ben oldukça dürüstüm. Sizin gibi eğlence peşinde değilim"

"Görüyorum" diyen Ewan, dudağının kenarını kıvırarak Melek'i baştan aşağıya süzmüştü. Melek ise sinirle yürüyerek kalenin içine doğru yürümüştü. Ewan, o gidene kadar arkasından bakmış, Melek gözden kaybolduğu an önüne döndüğünde Emir'in delici bakışlarıyla karşılaşıp kaşlarını çatmıştı.

Emir bakışmayı kesmeden Ewan'a doğru yürüdü ve tam yanından geçip gidecekken durup Ewan'a fısıldadı.

"Yerinde olsam onu kızdırmazdım" diyerek adımlarına devam etti ve Ewan'ın omzuna hafifçe omuz atarak Melek'in peşinden gözden kayboldu. Ewan, ellerini iki yana kaldırarak albaya baktığında, yüzünde bu sefer haylaz gülümsemesi yoktu.

"Gel gidelim oğlum. Tuğra sen de dinlen kızım. Yemekten sonra detayları toplantı yaparak konuşuruz" diyen albay, Ewan ile birlikte uzaklaşınca ortamda Dougal ile ben kalmıştık.

"İzninizle lordum" dedim ona bakmamaya çalışarak. Tam ben de giderken, Dougal hafifçe kolumdan tutup beni durdurdu. Mecbur bakışlarımı ona çevirdiğimde, gözlerinde anlam veremediğim anlamlı bakışlar görüp afalladım.

"Yarım saat sonra konuşabilir miyiz?" Diye sormasını ise asla beklemiyordum. Kaçsam yanlış anlayabilirdi. Ayrıca konuşacak konu belliydi ve bunu diğerlerinin yanında konuşmak istemiyor olabilirdi. Usulca kafamı sallayarak onayladığımda tekrar sesini duydum.

"Kilisenin yolundan ilerlediğinde dik bir yamaç göreceksin. O yamacın tepesinde bekliyor olacağım" dediği yeri biliyordum çünkü bahçe turlarında en sevdiğim yerlerden biriydi. Tepeden deniz manzarası harika gözüktüğü için ara sıra bizimkilerle orada oturup sohbet ederdik.

"Tamam" dediğimde kolumda belli belirsiz baş parmağını hareket ettirdi ve kolumu bıraktı. Bakışlarımı kaçırarak kaleye doğru döndüm ve yürümeye başladım. Kafamı yerden kaldırdığımda, az ilerimizde durmuş bizi izleyen Cora'yı görüp kaşlarımı çattım ve onu hesaba almadan kalenin içine girerek odama çıktım.

🌿

Kamuflajımı çıkararak odaya önceden bırakılmış tahta küvette hızlı bir banyo yaptım. Sanırım bunu Alana düşünmüştü. Buradaki sabunlar çok sert olduğu için saçlarım taş gibi oluyordu ama kokuları gerçekten çok güzel ve kalıcıydı. Yine de kendi evimdeki duş jellerime ve kremlerime, bunları asla tercih etmezdim. Saçlarımı tarayarak kuruması için salık bıraktım ve üzerime hızlıca bir elbise geçirerek odadan çıktım. Koridorda seri hareketlerle yürüyerek aşağıya inerek bahçeye çıktım ve kilisenin olduğu yöne ilerledim. Kendimi heyecanlı ve gergin hissediyordum ama sebebini anlamadığım için düşünmek istemiyordum. Patikadan çıktığımda tepede Dougal'ı ayakta beklerken gördüm.

Ellerini arkasından kavuşturmuş, bacaklarını iki yana açmış dik bir şekilde manzarayı izliyordu. Bana arkası dönüktü ve uzun örgülü saçlarını, rüzgar savuruyordu. Sakallarını da özenle kısalttığı belli oluyordu.

Alana'dan öğrendiğim kadarıyla buradaki erkekler, güç gösterisi olarak saç uzatıyorlarmış. Yani saçları kısa olan erkekler, savaşçı olarak kabul görmüyormuş. Bunu öğrendiğimde insanların Emir'i ilk gördüklerinde küçük gördüklerini hatırladım. Sebebi tip olarak daha zayıf gözükmesi ve buradaki erkeklere göre kısa kalan boyu değildi sadece demek ki. Emir'in ilk geldiğinde saçları, asker tıraşıydı.

Dougal'ı gördüğümde bir süre yerimde durarak onu izledim ama yaptığımın yanlış olduğunu hemen kabul ederek ayaklarımı hareket ettirdim. Dougal'ın tam yanına geldiğimde, onun gibi yüzümü manzaraya çevirdim ve denizi izledim. İnverness, her daim soğuk bir şehirdi. Elbisenin üzerine kalın pelerin giymeden çıkamazdım ancak Dougal sanırım üşümüyordu. Bu, üzerindeki ince, gömlek tarzı bir parçayla kolayca anlaşılıyordu. Altında ise açık siyah bir pantolon vardı.

Dougal'ın bana döndüğünü fark ettiğimde, hırçın denizin kayalara çarpışını izliyordum. Hareket etmeden bir süre bana bakarak, bakışlarını tekrar denize çevirdiğinde kalın, güçlü ve oldukça boğuk sesini duydum.

"Geride bıraktığın aileni özlüyor olmalısın" diye sordu. Demek özel hayata girecektik. Bakışlarımı denizden çekerek her geldiğimde oturduğum kayanın üzerine yürüyerek oturdum. Yüzüm yine denize bakıyordu.

Yan tarafımda boşluk olmasına rağmen Dougal ilerideki kayanın yanına oturduğunda bakışlarımı ona çevirdim.

"Bir ailem var ama onlarla yıllardır görüşmüyorum" Dougal'ın yüzünde hatlarında şaşkınlık ifadesini görüp bakışlarımı gözlerine diktim. Güneş olmasına rağmen kesici soğuk beni ürpertti. Üstelik bahar ayına da girmiştik. Bahar böyleyse, kışı düşünemiyordum. Üstelik Dougal'da üşüme belirtisi bile yoktu.

"Neden olduğunu sorabilir miyim?" Yüzü fazla meraklı duruyordu. İçimden ona yaşadıklarımı anlatmak geldiğine inanamıyordum. Çok kavga edip ters düşsek de onun iyi bir dinleyici olduğunu düşünüyordum.

"Ben bir yetimhanede belli bir yaşa kadar büyüdüm" dediğimde kaşlarını çattı. Ah, tabi ya!

"Ailesi olmayan çocukların kaldığı eve yetimhane denir. Ya da ailesi bakamayacak durumda olanlar..." hafifçe kafasını sallayarak anladığını belli etti.

"Ailem beni evlat edinerek oradan aldı. Para kaynakları iyi ve ülkede tanınan bir aileydi"

"Soylu muydular?" Diye sordu.

"Benim ülkemde insanlar arasında böyle bir aristokrasi sınıfı yok. Yaptıkları iş sebebiyle tanınıyorlardı. Beni çok sevdiklerini biliyordum. Benim eğitimim için çok saba sarf ettiler. En güzel okullara gönderip kendimi her yönden geliştirmemi istediler" diye devam ettiğimde, Dougal anlamaz bakışlarla bakıyordu ama sözümü kesmeden de dinliyordu.

"Ben asker olmak istediğimi söyledim. Bu onların kalıplarına aykırıydı. Babam, günü gelince onun işinin başına geçmemi bekliyordu. Başlarda beni ciddiye almadılar ama kararlı olduğumu gördüklerinde, yoluma taş koymaya çalıştılar. Aslında kendilerince benim iyiliğimi düşündüler fakat ben verdiğim kararlardan asla dönmeyen bir yapıya sahibim"

"Şu an asker olduğuna göre gerisini tahmin edebiliyorum. Peki, onları özlüyor musun?"

"Evet, hem de çok özledim. Buraya gelişimiz ve ortadan kayboluşumuz, büyük ihtimalle tüm dünya tarafından öğrenilmiştir. Bir anda üç asker kayboluyor. Hem de yıllar önce albay Onur Işık'ın kaybolduğu yerde"

"Dünya öğrenir derken mecaz yapıyorsun değil mi?" Diye sorduğunda gülümseyerek bakışlarımı denize çevirdim. Tekrar Dougal'a döndüğümde, ona her şeyi anlatma dürtüme yine karşı koyamadım.

"Hayır, gerçek anlamda söyledim. Televizyon ve sosyal medya sayesinde bir olayı tüm dünya öğrenebilir" Dougal'ın yüzü ifadesizdi ama gözlerinde meraklı ışıltılar dolaşıyordu. İnternetin nasıl bir sisteme sahip olduğunu ona tam olarak anlatamazdım. Çünkü ben de tam bilmiyordum. Bu yüzden konuyu geçiştirerek devam ettim.

"Yani ailemi özlüyorum. Tim arkadaşlarımı ve komutanımı da çok özlüyorum. Ben bir an önce gitmek istiyorum. Biz buraya ait değiliz" Dougal, tıpkı benim gibi denize bakarak sertçe yutkunmuştu. Neden o İngiliz kız ve Royce ile ilgili soru sormuyordu ki?

"Neden Victoria ile evlenmek istemedin?" Diye sorarak aramızda oluşan sessizliği bozdum. Dougal'ın gerildiğini fark ettim ama bakışlarımı ondan kaçırmadan cevabımı bekledim. Ben cevap vermiştim onun da vermesi gerekirdi değil mi?

Cevap vermeyeceğini düşündüğüm zamandan sonra Dougal'ın sesini duyarak şaşırdım.

"Çünkü öyle olması gerekiyordu!" Demişti ve bana bakmadan denize bakmaya devam ediyordu. Kafamı onaylar anlamda salladım ama bana bakmadığı için görmedi bile. Dizlerimdeki elbisenin kumaşını avuçlarımın içinde kırıştırarak ayağa kalktım. Hâlâ bana bakmayan Dougal, derin düşüncelere dalmış gibi duruyordu.

"Yemekte görüşürüz lordum" dediğimde bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinde anlık telaş gördüğüme emindim ama hemen kendini toparlayarak cevap verdi.

"İyi günler leydim" Hızlı adımlarla yanından uzaklaşarak tepeden aşağıya inmeye başladım. Arkama bakmamak için kendimi sıktım ve bunu başararak yokuşun sonuna kadar indim.

Kalabalık arasında dikkat çekmeden yürümeye çalışarak odama çıkmayı başardım. Tanıdığım kimseye denk gelmemem iyi olmuştu çünkü yatakta biraz uzanıp dinlenmek istiyordum. Odanın kapısını açtığımda, derin bir nefes alarak kapıyı arkamdan kapattım ve hızla yatağa koşarak adeta üstüne atladım. Tahtaları gıcırdayan yatağa korkuyla bakarak, sıkıntı olmadığına emin oldum ve vücudumu gevşeterek gözlerimi kapattım.

🌿

Emir, Melek, Rob ile dönmemizin üzerinden tam bir hafta geçmişti. Bu bir hafta boyunca günler oldukça sıradadı. Dougal'la konuştuğumuz günün akşamı, çalışma odasında toplanarak Royce ve Victoria ile olan durumu özet geçerek anlatmıştık. Albayın söylemesine göre bundan sonra artık beklemek kalıyordu. Zira bu hamlemize karşı Connor denilen adamın tepkisini bekliyorduk. Bir hafta geçmesine rağmen hiç ses çıkmamıştı. Dün Royce'dan gelen mektuba göre her şey sıkıntısız gidiyordu. Kısaca asayiş berkemaldi. Ancak buradakiler Connor'un bu hamleye tepkisiz kalmayacağına oldukça emin ve bir planı olduğunu düşünüyorlardı. Eh ben de aynı fikirdeydim. Bu yüzden Dougal, anlaşmada olan tüm klanlara haber uçurmuş ve herkesin tetikte olmasını söylemişti.

Bu durum yüzünden bir araya geldiğimizde, Büyük Dougal ve albayın, Connor dışında başka bir şeyle de uğraştıklarını da fark etmiştim. Ancak bunu gizli kapaklı yapıyorlardı. Yani burada başka olaylar da dönüyordu ve bu olayların basit mevzular olmadığı çok belliydi. Benlik bir durum olmadığı için açıkçası irdelememiştim ama içimdeki meraklı kızın oldukça ilgisini de çekmişti.

Ah, söylemeyi unuttum. Birazdan yola çıkarak Royce Boyd'un klanına gidecektik. Kendileri evlilik yapmasına rağmen ince düşünerek bir düğün organize etmişti ve geliniyle herkesin karşısına çıkacaktı. Bizim gibi gelecek olan birkaç klan da olacaktı. Ben ise; albayın yani Kurt klanı reisinin öz kızı olarak, özel davet almıştım.

Dougal, Alana, Rob ve albayla birlikte gidecektik. Emir, Melek, Ewan ve Arthur klanda kalıp her ihtimale karşı tetik bir şekilde bizi bekleyeceklerdi.

Alana yine her zamanki gibi odama daldığında göz devirerek gülümsedim. Bu kızın kapılarla bir sorunu olduğunu artık anlamıştım. Elinde tuttuğu siyah, diğer gördüklerime göre oldukça hoş diyebileceğim sade bir elbiseyi havada kaldırarak bana gösteriyordu. Alana'yı ilk gördüğümden beri birine benzetiyordum ama hiç çıkartamıyordum. Melek ile sohbet ederken bu konu açılmıştı ve Emir lafa atlayarak Barbara Palvin demişti. O zaman kafamdaki resim oturup gülümsemiştim çünkü Alana gerçekten de ona aşırı benziyordu. Tabii gözleri ela haliydi ve bence o kadından kat be kat daha güzeldi. Eğer bizim zamanımızda yaşasaydı kesin dünyaca ünlü bir manken olabilirdi.

"Tuggra, senin için hazırlatmıştım bence bu elbiseyi giymek için harika bir fırsat" diyerek burnumun dibine kadar soktuğu elbiseyle konuştu. Ayağa kalkarak elbiseyi elime aldım ve inceledim. Sonuçta bir düğüne gidecektik ve üzerimdeki kıyafetler çok basit kaçardı. Bu elbise sade, siyah, çok dekoltesi olmayan bir kesimdeydi. Çok dar dikilmeyerek hatları da ortaya çıkartmıyordu.

"Çok güzelmiş Alana teşekkür ederim" dediğimde Alana yaklaşıp yanağıma öpücük kondurdu.

"Zevkini az da olsa anladım artık. Kadınsı şeylerden hoşlanmıyorsun" diyerek yüzünü buruşturdu.

"Hadi seni hazırlayalım" diyerek yine yüzüne gülümsemesini yerleştirdi ve ellerini birbirine kavuşturarak sürttü. Ona ayak uydurup üzerimdeki kıyafeti çıkarttığımda içimde her akşam yıkayıp tekrar giydiğim askeri yeşil şortum ve siyah sporcu südyenim vardı. Alana, her gördüğünde şaşkınlıkla baksa da artık alışmış olmalıydı. Bakışları Osmanlı tuğrası kolyeme gitti. Bu kolye, kendimi bildim bileli boynumdaydı. Bakışları kasıklarımdaki dövmeme uzandığında konuşacağını anladım.

"Bu resim ile ilgili bana anlattığın hikaye yalandı değil mi?" Diye sordu gülümseyerek. Ben de ona buruk bir gülümseme sunarak açıkladım.

"Bu zamanda bundan yapanlar olduğunu biliyorum ama sanırım sen hiç görmedin. Benim zamanımda artık çok yaygın bir şey bu. İsmi dövme. Deri altına mürekkep işlenerek yapılıyor ve yıkamayla çıkmıyor. Sildirmezsen ömür boyu kalıcı yani. Ben aslında hiç sevmezdim ve yaptırmak istemezdim ancak bir görev sırasında yapmam gerekti. Uzun bir hikaye."

Alana'nın çıplak bacaklarıma olan bakışını yakalayıp aklındakini tahmin ettim ve sormasını beklerken elbiseyi giymeye başladım. Kumaşı, kadife kumaşa benziyordu. Alana, tüylerimin olmamasını sormaktan vazgeçerek elini elbiseye uzattı ve arkadaki ipleri bağlamaya başladı.

"Elbise çok güzel oldu ama şimdi onu çıkart. Klana gittiğimizde giyinirsin"

"Sürekli giyip çıkartmayı sevmiyorum Alana, böyle giderim" dediğimde ısrar etmedi.

Elbiseyi giyinip saçlarımı da yaptığımızda artık gitmeye hazırdım. Tek sıkıntı, o kadar yolu bu kıyafetle gidecek olmamdı ama kıyafetleri sürekli giyip çıkartmak çok zordu. Alana, saçlarımı kalın bukleler halinde örerek ensemde güzel zarif bir topuz yapmıştı. Önden de kıvırcık olmuş birkaç tutamı, oraya gittiğimizde çıkaracağımızı söyleyerek odamdan hazırlanmak için ayrılmıştı. Geride kalan elbiseyi ve dağıttığım eşyaları toparlayarak ben de dışarıya çıkarak bahçeye yöneldim. Herkes gelene kadar biraz atları sevmek istiyordum.

Cora'yı, Dougal ile görünce adımlarım duraksadı. Ben kalenin içindeydim ve onlar dış kapının tam önündeydi. Cora, Dougal'a bir şey anlatıyor, Dougal tek kelime cevap veriyor ardından Cora kahkaha atarak gülüyordu. O kahkaha attığında Dougal'ın yüzünü buruşturduğunu fark ederek istemsizce dudaklarım iki yana kıvrıldı. Ardından kendime çeki düzen vererek gülen dudaklarımı ifadesiz hale getirdim ve onlara doğru yürümeye başlayacağım sıra, yanımda bir beden hissettim. Kafamı çevirdiğimde mutfakta çalışan Fiona'yı gördüm. 30'lu yaşlarının sonlarında olduğunu tahmin ettiğim kadının yüzü hâlâ çok genç gibi dursa da, bakışlarında görmüş geçirmişlik vardı. Benim gibi onun da Cora ve Dougal gıcığına baktığını gördüm.

"Ne kadar harika bir çift değil mi?" Diye sorduğunda ise bunu beklemeyerek kaşlarımı havaya kaldırdım ve onun gibi tekrar karşımdaki çifte baktım. İkisi de benim olduğum yöne dönmemişti.

"Tüm klan onların yakında evlenmesini bekliyor" diye devam ettiğinde kaşlarım istemsiz çatıldı. Dougal bu yüzden mi Victoria'yla evlenmeyi kabul etmemişti yani? Damarlarımda yoğunlaşan siniri hissederek ellerimi yumruk yaptım ve onları dikkatle inceledim. Uzaktan bakan birisine göre hiç de çift gibi durmuyorlardı. Hatta konuşma şekillerine bakarak Dougal'ın kızı azarladığını bile düşünebilirdim. Ne yani ben görmek istediğimi mi görüyordum yoksa?

Fiona'nın bakışlarını üzerimde hissettiğimde, ben de ona dönerek gülümsemeye çalıştım ama bu çabamla gülümseyen bir yüzden çok, başka şeylere benzediğime emindim.

Fiona, tek kaşını kaldırarak surat ifademi inceledi ve memnun olmuş bir bakışla gülümseyince şaşırdım. Bir saniye onlara bakarak tekrar bana baktığında yine gülüyordu.

"Bakmak ve görmek çok farklıdır leydim. Onlara bakan her insan, nikah tarihlerini kararlaştırmak için kavga eden bir çifte bakıyor olabilir. İşin aslını ise kalede yaşayan herkes bilir. O kız, onurlu Dougal'ın eşi olamayacak kadar kibirlidir. O, bu klanın hanımı olursa Dougal'ın halkı mutsuz olacak. Fakat biz akıllı bir lidere sahibiz. Klanımıza ancak senin gibi temiz kalpli bir leydinin yakıştığının elbette ki farkındadır" dediğinde tek takıldığım yerin nikah tarihi olması şoku?

Bir dakika, benim yakıştığım mı?

"Siz yanlış anladınız sanırım. Bizim aramızda böyle bir durum olamaz Fiona" diyerek hemen inkar ettiğimde sesimi de yükseltmiştim. Dougal'ın bakışlarının bana döndüğünü görerek yanaklarım kızarmaya başladı. Dougal, az önceki sinirli olan ifadesi yerine bakışları oldukça yumuşamıştı. Cora'ya tek bir kelime etmeden ve bakmadan yanından hızla ayrıldığında, geride bana ölümcül bakışlar atan Cora'yı bırakmıştı.

"Ben öyle bir şey söylemedim leydim. Sizi örnek olarak gösterdim sadece" diyen Fiona'ya haince bir bakış atarak döndüm. Resmen beni oltaya getirmeye çalışıyordu. Bu kadın görünenin aksine oldukça zeki ve kurnazdı. İşte şimdi ona kanım daha da kaynamıştı.

"Senin eziyet etmen gereken birkaç hamur ve sebze yok mu? İşine baksana" diye çemkirdiğimde, küçük mutfak sohbetlerimiz sayesinde oldukça rahat davranmıştım. Fiona ise alınmadan tebessüm etmeye devam ediyordu. Bu klanda herkes bana oynuyordu resmen!

"Tabii leydim. Benim işlerim var gideyim. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim, çok güzel olmuşsunuz. Reisim sizden gözünü alamayacak. Umarım bu gece diğer klan liderleri sizi bakışlarıyla yemezler çünkü klanlar arasında anlaşmazlık çıkmasını istemeyiz." diyerek yanımdan serseri bir tavırla ayrıldı. Sen görürsün bir daha tiramisu yaptığımda sana verirsem ben!

Kafamı çevirdiğimde Cora'dan da eser kalmamıştı. Bu gece bizimle ne yazık ki o da gelecekti. Oradan da albayın isteğiyle Kurt klanına, teyzesinin yanına geri dönecekti. Çok şükür!

Ayaklarıma komut vererek bahçeye doğru ilerledim. Herkesin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Aslında buraya geldiğimden beri buna alışıktım. Alışık olmadığım; kalabalığın hayranlık dolu bakışlarıydı. Elbise gerçekten güzeldi ama kendimi hiç elbiseye ait hissetmiyordum. Zaten ait değildim de...

Daha önce görmediğim at arabası, ahırların hemen önünde bekliyordu. Arthur, seyislere talimatlar vererek at arabasının hemen yanındaydı. Etrafa kısaca göz gezdirdiğimde de Dougal'ı görememiştim. Halbuki bahçede olduğunu az önce görmüştüm. Birazdan yola çıkmamız lazımdı ama benim dışımda gelen kimse yoktu. Beni gören Arthur, konuştuğu seyisten bakışlarını kaçırarak kafasını eğdi ve bana selam verdi. Bu esnada üzerimi de hızlıca süzdüğünü fark etmiştim.

"Dikkatli olum efendim" dedi saygılı bir ifadeyle. Hafifçe tebessüm ederek karşılık verdim ve gözlerimi yine etrafta gezdirdim. Bu aralar antreman yapmamıştık. Şu düğün bitip geri döndüğümüzde, antrenmanlara tekrar başlamayı aklıma not ettim.

Kalenin kapısından çıkan Alana ve albayı birlikte gelirken gördüm. Albay, klanına özgü kırmızı kiltini giymiş, üzerine de beyaz bir gömlek giymişti. Türk kanını buraya da taşıdığını düşünerek tebessüm ettim. Şu an Osmanlı İmparator'luğunda kullanılan bayrağın yeşil renkte ve üç hilal taşıdığını hatırlıyordum. Ay yıldız sembolü ve kırmızı beyaz renkleri daha sonraki yıllarda kullanılmıştı.

"Sanırım düğüne gitmeyi iptal etmeliyim. Böyle güzel iki kadını klanda saklamalıydık" diyen albaya utanarak gülümsedim. Elbisenin boyun kısmı hafif açık olduğu için tuğra kolyem görünüyordu ve çıkartmak istememiştim. Albayın kısa bir an gözleri kolyeme takılınca bakışları donuklaştı.

"Amca bizi utandırma lütfen" diyen Alana da iltifat için oldukça mutlu olmuştu. Ancak albayın bakışları hâlâ kolyemdeydi. Altın, ince zincirli ve küçük sayılabilecek bir yuvarlak olan tuğra kolyem aslında pek dikkat çekmezdi. Kendi zamanımda ara ara kuyumcuya götürüp parlattırırdım ama bunun üzerinden epey zaman da geçtiği için biraz matlaşmıştı.

"Kolyen?" Diye sorduğunda bakışları gülümseyerek gözlerime ulaştı.

"Neden çıkartmadın kızım?" Diye devam etti.

"Benim için sıradan bir takı değil komutanım" diyerek karşılık verdim. Albay, kaşlarını çatarak devam etmemi bekledi.

"Kendimi bildim bileli bu kolyeye sahibim" albay benim özel hayatım ve ailem hakkında hiçbir şey bilmediği için daha merakla bakmaya başladı ama Dougal ile tabii ki Cora'nın yanımıza gelişiyle, düşüncelerini söylemekten vazgeçerek onlara döndü. Cora, bana ölümcül bakışlar atıyordu hâlâ. Mavi gözleri ateş saçıyordu. Bir dakika bunlar az önce birbirinden ayrılmamışlar mıydı?

Dougal'ın bakışlarını ayaklarımdan itibaren tüm vücudumda hissettim. Öyle bir bakıyordu ki utanarak yanaklarımın kızarmasına sebep oldu. Cora ise bu bakışı fark ederek bir bana bir Dougal'a bakıyordu. Onlardan gözlerimi çekerek Alana'ya döndüm ama o da Cora'ya sinsice sırıtmakla meşguldü.

"Hazırsanız yola çıkalım" diye Dougal'ın otoriter sesini duyunca, bakışlarım otomatik ona döndü. Ancak bundan anında pişman olarak yerdeki çimenlere boş boş bakmaya başladım. Çünkü Dougal, sert sesinin aksine bana hafif tebessüm edermiş gibi bir ifadeyle bakıyordu. Sanki bana bir ilgisi varmış gibi. Kafamdan düşünceleri hızla kovarak yerdeki çimenlere boş boş devam ettim. Aptal bir kadın değildim Dougal'ın bana ilgisi kesinlikle vardı. Tek sıkıntı bu ilginin sebebiydi. Bu zamana ait olmayan bir kadına olan bir ilgiden fazlası değildi.

Melek ve Emir'in koşarak bahçeye geldiğini gördüğümde atlara binmeye hazırlanıyorduk.

"Yetişemeyeceğiz sandım" diyen Emir kollarını boynuma anında dolamıştı bile.

"Yarın döneceğiz bu kadar dert etme" diyerek ona karşılık verdim. Birbirimizden ayrıldığımızda, Emir sert bir şekilde Dougal'a bakıp albaya döndü.

"Allah'a emanet" dedi bizim dilimizde.

"Siz de Allah'a emanet olun oğlum" diye karşılık veren albayın sesini, Melek bana sarılırken duymuştum. Melek'le de ayrıldığımızda, Cora'nın çoktan at arabasına bindiğini de fark ettim. Alana, Emir'e tuhaf bir bakış atarak Cora'nın arkasından arabaya binince, o kadar yolu at üzerinde geçirmeyeceğim diye rahatlayarak ben de arabaya bindim. Albay, Dougal ve 10'a yakın savaşçı da at üzerine binerek yola çıkmaya hazırlanmışlardı. At arabasının yanları açık bırakılarak bir perde ile kapatılmıştı ve ben de perdeyi açarak bizimkilere el salladım. Etrafa bakınca, Rob'u göremediğimi fark ederek sağa sola bakmaya başladım. Albay, hemen yan tarafımda atıyla ilerliyordu. Birini aradığımı fark ederek bana döndü.

"Rob nerede komutanım?"

"Onu önden yolladım" dediğinde buna anlam veremedim ama kafamla onayladım.

🌿

Atlar kaleden çıktığında bizi bomboş orman karşıladı. Bu manzara gerçekten çok güzel ve cezbediciydi. Ağaçların yaprakları çok daha geniş, koyu yeşil tonlarında ve hoş kokuluydu. Yol olarak kullanılan kısımda ilerlemek kolay olsa da, yan tarafta kalan orman içlerinde ağaçlar çok daha sıkı ve yaya ilerlemesi zor gözüküyordu. Tabii bunun sebebi buralara insan elinin pek değmemesiydi. Kafamı arabanın içine çevirerek dünyayla iletişimini kesip kitap okuyan Alana'ya baktım. Okuduğu kitap Latin alfabesiyle yazılmasına rağmen bilmediğim bir dildi.

"Ne okuyorsun?" Diye sordum merak ederek. Alana, kafasını kitaptan kaldırıp çatık kaşlarını düzeltti ve bana tebessüm etti.

"Bu bir simya kitabı Cenevre'de yayımlanmış. Amcam benim için almış"

"Simyaya ilgili olduğunu bilmiyordum" dedim tebessüm ederek. Kitapta anlamadığım dil Latince'ydi sanırım. Alana cevap vermeden Cora'nın gıcık gülümsemesini duydum. Alana, ona öldürücü bakışlar atarak kitabını yüksek sesle kapattı.

"Komik olan ne?" Diye sordu. Cora, alaycı bir şekilde Alana'ya dönerek gülmeye devam etti. Bu kadın gerçekten sinir bozucuydu. Ancak hakkını vermem gerekir ki oldukça güzel bir kadındı. Göğüs dekoltesi oldukça cüretkardı ve gülerken oluşan hareketle gözlerim istemsiz oraya kayıyordu.

"Bir leydi kitap okuyarak boşa beynini doldurmamalıdır. Onun yerine eşini memnun edecek hobilere ilgi duymalısın" Benim zamanımda da kadınları hor gören büyük bir kesim vardı. Ancak burada bunu erkeklerden çok kadınlar yapıyordu.

"Bence erkekler bir kadını memnun etmek için araştırma yapıp kendini geliştirmelidir. Kadınlar da kitap okuyarak ve kendini eğiterek, senin gibi bağnaz düşünceli çocuklar doğurmazsa, toplum iyileşebilir. Bunun ne kadar önemli olduğuna kanlı canlı örneksiniz, leydim" dedim. 'Leydim' kelimesini söylerken yüzümü buruşturmadan edememiştim. Cora, gülümsemeyi kesmiş, ateş saçan gözlerle bana bakmaya başlamıştı. Şimdi Alana gülerek kitabını geri açmıştı.

"Ben bir leydiyim benimle böyle konuşamazsın seni piç" diyen Cora'nın cesareti taktire şayandı.

"Unutuyorsun ama ben senin hanımınım. Seni ülkenin küçük bir köyüne sürmemi istemiyorsan benimle konuşurken dikkatli olacaksın. O piç diyen dilini keserim senin" diyerek kafamı diğer yöne çevirerek perdeyi araladım ve akıp giden orman manzarasını izledim. Cora'nın cevap vermeden derin derin nefesler aldığını duyuyordum. Bir süre geçince tekrar sesini duydum.

"Mclenan klanının hanımı olduğum günü bekle!" Diye ağzının içinden homurdandı. Eğer Dougal ileride bu kadınla evlenirse, gerçekten klanına ve kendine hiç değer vermiyor demektir. Ona cevap vermeden sözünü duymamazlıktan geldim.

🌿

Akıp giden süre boyunca Alana'yla kitaptaki bazı bitkiler hakkında sohbet etmiştik. Cora bir daha konuşmamış, sürekli fenalaşarak elini kendine yelpaze yapmış ve yolculuğun bitmesini dileyerek zaman geçirmişti. Hareket ederek uyuşan bacaklarını sürekli hareket ettiriyor, el aynasıyla da saçlarını ve kıyafetini kontrol etmeyi de unutmuyordu. Alana, onun bu hareketlerine göz devirerek sohbetimize devam ediyordu. Simya konusunda oldukça hevesli ve ilgiliydi. Birçok bitkinin kullanım şeklini biliyordu. Onun bu yönünü daha önce görmediğim için oldukça şaşırmıştım. Terzilik konusunda yetenekli ve ilgili olarak düşünüyordum ama klandaki kütüphanede ki kitapların neredeyse hepsini okuduğunu söyleyince kulaklarıma inanamayarak onu dinledim. Tabii bunların arasında aşk kitapları olduğunu da eklemeyi unutmadı. Klasiklerden bildiğim en eski kitap Jane Austen'in aşk romanlarıydı. Bunu Alana'ya sorduğumda, öyle bir yazar hiç duymadığını söyledi. Sanırım Jane Austen bile daha doğmamıştı. Oysa ki Aşk ve Gurur kitabına lise döneminde kafayı takmıştım.

🌿

At arabası durunca geldiğimizi anlayarak yerimde kıpırdandım. Perdeyi aralayarak dışarıya baktığımda, Boyd klanının bahçesinde olduğumuzu gördüm. Dougal, hemen yan tarafıma atıyla gelerek hızla aşağıya indi ve kapımı açarak elini bana uzattı. Gözlerine bakmamaya çalışarak uzattığı eli tuttum ve arabadan aşağıya indim. Bahçe oldukça kalabalık ve süslenmişti. İngiliz'ler burada pek sevilmediği halde Royce Boyd, gelinine son derece sıcak yaklaşıyordu.

Dougal, Alana ve Cora'nın da inmesine yardımcı olduğu an Cora direkt Dougal'ın koluna girerek gözlerini süzmeye başlamıştı. Bizi karşılamak için birçok savaşçının yanımıza geldiğini görünce, bakışlarımı onlardan ayırdım ve etrafımı izlemeye başladım. Savaşçılar, Dougal'ın önünde eğilerek kılıçlarını yere sapladılar ve selam verdiler. Rob'u kale binasının kapısının önünde gördüm. Albay, onunla bir şeyler konuşarak hızla içeriye girdi. Beni gören Rob, hızla yanımıza doğru gelerek diğer savaşçılar gibi önümde eğilerek bana selam verdi. Onun bu hareketine Boyd klanının mor renkli kıyafetlere sahip savaşçıları şaşırmış duruyorlardı. Alana'dan öğrendiğim kadarıyla Rob, çok değer gören ve saygı duyulan bir adamdı. Herkese bağlılık yemini etmez ve albaya asla ihanet etmez olarak biliniyordu. Zamanında albaya Rob için birçok klan lideri para teklif etmiş, Rob bunu reddederek albayın güvenini daha fazla kazanmıştı. Onun, albay dışında birine eğildiği ise görülmemiş bir şey olduğunu söylemişti Alana.

Bahçeye çıkan Royce, onu son gördüğüm güne göre daha da kötü gözüküyordu. Kendini zorlayarak gülümsedi ve yanımıza gelerek Dougal'la selamlaştı. Alana'ya doğru dönerek, elini avucuna aldı ve 'leydim hoşgeldiniz' diyerek eline öpücük kondurdu. Aynı şeyi Cora'ya da yaptığında, Cora cilveli bir şekilde gülümsemişti. En son bana döndüğünde, bakışlarında taktir eder bir ifade vardı. Elimi almak için uzandığında, ellerimi sırtımda birleştirerek ona kafa selamı verdim ve Alana'nın koluna girdim. Bu hareketime Cora gözleri kocaman açılmış bir şekilde bakıyordu. Alana ise kıkırdayarak eliyle gülmesini saklamaya çalıştı. Royce'un yüzünde de eğlenen bir ifade vardı, bozulmamıştı. Dougal'a döndüğümde, onun zaten bana baktığını görerek anında kafamı çevirdim. Dougal, Cora'nın kolundan çıkarak yanımıza geldi ve kız kardeşine kolunu uzattı. Onun bu teklifine Alana anında cevap vererek koluna girdi ve arkasını dönerek Cora'ya uyuz bir gülümseme gönderdi.

Hep birlikte içeriye girdiğimizde, albay salondaki koltuklarda çoktan oturuyordu. Rob, kapının önünde bekliyordu. Diğer savaşçılar bahçede kalmıştı. Albayın hemen yanına gelip oturdum.

"Sevgili dostlarım, bir kez daha hoş geldiniz. En mutlu günümde sizi burada ağırlamak bir şeref. Halbuki gelinimle büyük aşk hikayeme, en yakın şahitliği siz yaptınız" diyen Royce Boyd, alttan alta bizimkilere laf sokuyordu. Dougal hiç üzerine alınmadan sanki ortada büyük bir aşk varmış gibi kafasıyla onayladı.

"Diğer dostlarımız da geldiler. Düğün merasimi başlayana kadar odalarında dinleniyorlar. Mclenan ve Kurt klanı da dinlenmek isterler mi?" Diye devam etti Royce.

"Siz hazırlıklarla ilgilenin sevgili dostum. Biz odamızda bekleriz" diyen albayla, Dougal ayağa kalktı. Onun kalkmasıyla, herkes ayaklandı. Tek oturan bendim.

"Odama bir yardımcı gönderir misiniz" diyen Cora'ya şaşkınca baktım. Yardımcıyı ne yapacaktı ki?

"Tabii ki leydim. Emrinize amade bir yardımcıyı hemen gönderiyorum" diye kibarca karşılık verdi Royce. Cora, sanki kraliçe gibi kapıya doğru yürümeye başladı. Alana'nın arkasından göz devirdiğini görünce gülmemi engelleyemedim. Buradaki bazı insanlar harbi tuhaftı. Sanki tiyatro sahnesi canlanıyor ben de yanlışla sahneye çıkmış gibi olanları izliyordum.

Alana ile birlikte odalara doğru çıkarken Rob'da yanımızdaydı. Bir de bu klandan bir kadın bize yolu gösteriyordu. Kadın, kaçamak bakışlarla Rob'a bakıyordu. Rob bunun farkında bile değildi. Cora, çoktan gözden kaybolmuştu. Albay ve Dougal ise Royce ile bir şeyler konuşarak merdivenin başında durmuşlardı. Onları geride bırakarak bize verilen odaya doğru ilerledik.

Odaya çıktığımda, Mclenan'da kaldığım odanın neredeyse yarısı kadar olduğunu gördüm. Oldukça sade olmasına rağmen renkleri güzel değildi. Soluk pembe tonlarında eşyalar ve turuncu tonlarında duvarlar ile gerçekten göz yoruyordu. Bakışlarımı etraftan çekerek pencereye yaklaştım ve manzarayı izledim. Kale, tepede olduğu için aşağılara doğru inen köy evleri net bir şekilde gözüküyordu. Onlarla aramızda alçak boyda surlar vardı. Bence bu kale, Dougal'ın kalesine göre daha korunaklı olmalıydı konum gereği. Ancak düzeni çok zayıftı. Ben tek başıma bile burayı 10 dakika içinde ele geçirirdim. Royce'u yalnız bulduğumda bu konuyu onunla konuşmaya karar verip yatağa doğru yürüdüm ve düğün başlayana kadar kestirmeye karar verdim. Bu zamanda yapılan düğünleri gerçekten merak ediyordum ve düğün töreni için sabırsızlanıyordum.

🌿

Odamın kapısı tıklatıldığında, gözlerimi açarak boş boş etrafıma baktım. Boyd klanında olduğumuz aklıma gelince oturur pozisyona gelerek "gel" diye seslendim. İçeriye bizi odaya yönlendiren yardımcı kız gelmişti.

"Merhaba efendim. Birazdan merasim başlayacak haber vermemi istemiştiniz" dediğinde kıza gülümseyerek ayağa kalktım. Kız, gitmek yerine çekinceli bir ifadeyle odaya adım attı.

"Hazırlanmanızda yardımcı olabilirim" dediğinde üzerimdeki elbiseye baktım. Kumaşı çabuk kırışan bir kumaş değildi ve bu iyi bir şeydi. Sadece Alana'nın ördüğü örgülerimi açarak saçlarımı salık bırakacaktım.

"Ben hallederim sen gidebilirsin" diyerek kızı gönderdim ve aynanın karşısına geçerek topladığım örgülerde ki tokayı çıkarttım. Ardından tek tek tüm örgüleri çözerek hafif kabarttım. Buraya geldiğimden beri saçlarımı örmeye ve kıvırcık görmeye alışmıştım.

Hazır olduğuma emin olunca odamın kapısını açtım. Kapının önünde bekleyen Rob'a tek kaşımı kaldırarak baktım.

"Sence korunmaya ihtiyacım var gibi mi duruyor Rob?" Diye sordum kapıyı ardımdan kapatırken. Rob, karşıdaki duvardan bakışlarını ayırmadan cevap verdi.

"Önlem diyelim hanımım"

"Tuğra, Rob. İsmim Tuğra!" Bir türlü Tuğra dedirtemiyordum kendime. Önden yürüyerek merdivenlere ulaştım ve aşağıdan gelen gülme seslerine doğru ilerledim. Rob, hemen arkamdan benimle birlikte geliyordu. Aşağıda boş bir giriş bölümü gibi olan yerde, mor renkli Boyd savaşçıları bekliyordu. Karşıdaki büyük kapının önünde de iki kişi vardı. Beni görünce buyul kapıyı açtılar. Yanlarından geçerken onlara kafamı eğerek teşekkür ettim ve salondan içeriye girdim.

Gördüğüm manzara gerçekten ne filmlerde vardı ne hayalimde. Herkes bu zamana göre oldukça şık giyinmisti. Genç kadınların kıyafetleri, hatlarını belli eder bir şekildeydi ve oldukça güzel duruyordu. Ne çok açık ne çok kapalı. Yaşı daha büyük olan kadınlar, klanlarının renklerinde elbiseler giymeyi tercih etmişlerdi. Erkekler de aynı şekilde klan renklerinin olduğu kiltlerini giymişti. Bu yüzden büyük salonda birden çok renk vardı ama dikkatimi çeken renk şu an sadece yeşildi.

Gözlerim istemsiz etrafı taradığımda, insanların da durup beni merakla incelediğini fark ettim. Dost klanlarının kızı olarak bu ilgi normaldi tabii ki ancak benim aradığım yeşil renk, tüm heyetiyle salonun ortalarındaydı.

Dougal

Boyu o kadar uzundu ki, yerini aramama bilr gerek kalmamıştı. O buyuk gövdesi de buna eklenince kalabalığın içinde bile kolayca bulunuyordu. Elinde bir kadeh bardak, karşısındaki erkeklerle sohbet ediyor gibi duruyordu ama onların o küçük grubundaki herkes dönüp bana bakmıştı. Dougal ise nefes bile almıyormuş gibi hareketsiz duruyordu. Büyük adımlar atarak bana doğru yürümeye başladı. Altında yeşil kilti, üzerinde krem renginde bir gömlek ile yine yeşil renginde kiltiyle uyumlu bir kumaşı sol boynundan çapraz bir şekilde aşağıya dökerek beline doğru bağlamıştı. Gözleri ise üzerindeki renklerden bile daha canlı bir şekilde parlıyordu. Bence üzerindeki tüm yeşil tonları içinde en belirgin tonda olanı gözleriydi.

Dougal, Royce'un yaptığı gibi önümde hafif eğilerek bana elini uzattı.

"Tuğra!" Diye kısık sesle fısıldadığında, kendime gelerek uzattığı elini tuttum. Dougal kalkmadan elime çok minik bir öpücük kondurduğunda, şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. Tamamen doğrulduğunda tuttuğu elimi kolunun arasına götürerek, koluna girmemi sağladı.

"Bunu neden yaptın?" Diye fısıldadığımda, kalabalığa doğru yürümeye başlamıştık bile.

"O kadar güzelsin ki" dediğinde ayaklarım benden bağımsız yürüyordu. Yüzümü basan sicakla bakışlarımı yere sabitledim ve cevap vermedim. Az once konuştuğu erkek grubunu es geçerek, beni Alana ve başka kadınların olduğu bir masaya yönlendirdi. Kafamı yerden kaldırarak masada oturanlara göz atınca, Alana ve Cora dışında tanımadığım 2 kadın daha olduğunu gördüm. Kadınlardan biri orta yaşların üstünde, diğeri ise 20'lerinin sonlarında gözüküyordu. Ne zaman geldiğini anlamadığım albayı yanımda görünce, elini kaldırıp omzuma attı ve şefkatle sıktı.

"Tuğra, seni müstakbel eşim ile tanıştırmak istiyorum. Kylie, benim hayatımın anlamı. Kylie, bu da kızım Tuğra" Kylie denen kadın gerçekten çok güzeldi ve Cora'ya çok benziyordu. Onun yaşlı hali gibi. Kocaman mavi gözleri vardı ve bakışları soğuktu. Tepeden tırnağa bakarak beni süzmeye başladığında, rahatsızca yerimde kıpırdandım. Ayrıca oldukça sinirlenmiştim de. Sanki bakışlarıyla beni ölçüp tartıyor ve kafasında bir yere koyuyor gibiydi. Bakışları yüzüme ulaşmadan saçlarımda oyalandı ve sarı tutamlarıma bakarak kaşlarını çattı. En son gözlerime baktığında yüzünde soğuk, samimiyetsiz bir tebessüm oluştu.

"Merhaba ben Kurt klanının hanımı" diyerek tavrını da koymuş oldu. Bu kadınla ve Cora'yla çok işim var gibi duruyordu. Ben böyle entrika falan bilmezdim. Pata küte dalardım valla. Albay hafifçe ölsürerek ilgiyi üzerine çekmeye çalıştı ama Kylie, ona bakmamıştı. Benden ayrılan bakışları Dougal ile buluştuğunda, sanki bir genç kız gibi gülmeye ve gözlerini kırpıştırmaya başladı. Onun bu haline şaşırarak bakışlarımı Alana'ya çevirdim. O da sıkkın bir şekilde bakıyordu. Cora, bana sen şimdi görürsün bakışları atıyor, adını bilmediğim diğer kızıl saçlı ve çarpıcı bir güzelliğe sahip kadın ise mimiksiz bir ifadeyle önündeki yemeğini yiyordu.

"Büyük Dougal, seni tekrar gördüğüm için o kadar mutluyum ki" dedi Kylie.

Dougal cevap vermeden kadın ardı ardına bir sürü konu açarak Dougal ile sohbet etmeye çalışıyordu. Yanımıza gelen bir adam da albayla sohbete dalmıştı. Cora'da teyzesi ve Dougal'ın sohbetine katılmaya çalışıyordu. Masada konuşmayan ben, Alana ve kızıl saçlı kadın vardı. Kadın geldiğimden beri yemek yiyordu ama o kadar zayıf duruyordu ki, acaba uzun zamandır mı karnı açtı diye düşünmeden edemedim. En sonunda doyduğuna emin olmuş bir şekilde peçeteyle dudaklarını nazikçe silerek kafasını yemekten kaldırdı. Kylie'ye dönerek kısaca göz devirdi ve bana döndüğünde, yüzünde gülümseme vardı.

"Bizi kimse tanıştırmadı leydim. Anabella Boyd" diyerek kendini tanıttı. Royce'un nesiydi acaba diye düşünürken kadına hafif tebessüm ettim.

"Tuğra" dedim kısaca.

"Ah biliyorum, Tuğra Kurt. Son aldığım haberlere göre oldukça ünlü ve merak konususunuz" diyerek etrafa kısaca göz attı. Onunla birlikte ben de bakışlarımı etrafa çevirdiğimde, herkesin kaçamak bakışlarla bana baktığını görebilmiştim. Böyle dikkat çekmeye alışık olmayan yanım bunu yadırgadı ve hemen önüme döndüm. Ben sessiz, hızlı ve dikkat çekmeyen hayatıma alışıktım. Bu varis olayı şimdiden canımı sıkmıştı.

"Korkunç görünürler ama İngiliz'lere göre daha sıcak kanlılardır" diyen kadına, Alana kahkaha attı.

"Kuzenin bir İngiliz'le evleniyor" diyen Alana'ya muzur bakışlar atan kadın, yaşından daha küçük görünmüştü.

"Ah, o mesele. Gelinimiz oldukça alçakgönüllü ve tatlıdır. Benim sözüm onun dışında kalan İngiliz'lere" Demek Victoria'yı benimsemişlerdi.

"Bu arada tebrik ederim Anabella. Hamile olduğunu duydum, çok sevindim" diyen Alana'nın sesi ile aralarının iyi olduğunu fark ettim. Demek o yüzden dünyayla bağlantısını kaybetmiş gibi yemek yemişti.

"Teşekkür ederim" diyen kadın elini karnına koyarak gülümsemişti. Ardından Alana ile kendi dillerinde sohbete devam ettiler. Masada, herkesten kopuk bir şekilde bir tek ben vardım. Herkes bir sohbet havasındaydı ve konuşma dilleri Gaelce'ydi. Bir ara Alana'ya kulak verecek ve bu dili işime yarayacak kadar öğrenmeyi deneyecektim. Kylie, bir ara bana bakarak Dougal'a kendi dillerinde bir şeyler söylediğinde hakkımda konuştuğu kesindi. Dougal'ın sert, tek kelime cevabıyla kadın korku dolu bakışlarını ona çevirdi ve çenesini kapattı. Albay, bu kadında ne bulmuştu sahi?

Yapılan anonsla, Royce Boyd ve Victoria'nın salona gireceğini anladım. Herkes ayağa kalkmış gelini görmeye çalışıyordu. Açılan kapılarla içeriye giren çift, kol kola ve uyumlu giyinmişlerdi. Victoria'nın üzerinde krem renginin ön planda olduğu kabarık, yer yer mor renklere sahip bir elbise vardı. Suratı dümdüz ve ifadesizdi ama onu son gördüğüm güne göre yüzüne renk gelmiş gibiydi. Sarı saçları tepede bol bir topuz yapılmış, önden iki tutamı çenesine doğru kıvrılıyordu. Kimseyle göz teması kurmamaya dikkat ederek yürümesi gözümden kaçmadı. Royce ise, kırık beyaz bir takım elbise ceketi, altına mor kilt giymişti. Gelen gülme isteğimi bastırarak elimi dudaklarıma kapattım çünkü sanki altına pantolon giymeyi unutup etek giymiş gibi duruyordu. Ancak yüzü ve saçlarıyla son derece yakışıklı bir adamdı. Bu bile onda tuhaf kaçmamıştı.

Gelen alkış sesleriyle ben de ayağa kalkarak bakışlarımı Victoria'ya çevirdim. Kylie ve Cora, kafa kafaya vermiş aşağılayıcı bir ifadeyle Victoria'yı süzerek fısıldaşıyorlardı. Söylediklerini anlamıyordum ama iyi şeyler olmadığı kesindi. Alkışlar kesildiğinde çalan tuhaf bir çalgı sesiyle Royce ve Victoria dans etmeye başladı. Yaptıkları dans ve müzik çok farklıydı ancak bu müzik aletini, kendi zamanımda bir yerlerden duyduğuma emindim. İskoç geleneklerine uygun bir müzik aleti olduğu belliydi. Belki bir filmde ya da İnternet'e duymuş olmalıydım ama canlı canlı dinlemek muazzamdı. İnsanı içine çeken tuhaf bir tınısı vardı. (Çalan parça ektedir)

Yeni evli çiftin dansı bittiğinde, salonun ortası boş kalmamış başka çiftler dans etmeye başlamıştı. Royce ve Victoria, sırayla insanlar arasında gezerek selam veriyorlardı. Onları dikkatle incelediğim için salondaki çoğu insanın Victoria'ya kötü bakışlar attığı dikkatimden kaçmamıştı. Sonuçta o bir İngiliz'di ve İngiliz'ler burada pek hoş karşılanmıyordu.

Geçen bu sürede, masada bir takım değişiklikler de olmuştu. Yanımıza sürekli birileri gidip geliyor ve Dougal ile albayla sohbet ediyordu. Gelme amaçları aslında benimle de tanışmaktı ve bunu üstü açık bir şekilde dile getirerek söylüyorlardı. Albay beni her biriyle tanıştırdığında, Dougal'ın konuşmasına ara vererek bizi göz hapsine aldığını fark ediyordum ama bu masaya birlikte geldiğimizden beri ikimiz arasında diyalog olmamıştı. Benimle tanışan adamlardan, güzelliğim hakkında övgü sözleri duyuyordum. Bazıları bende ağız burun kırma isteği uyandırsalar da bazıları bunu sadece kibarlıktan yapıyordu.

Royce ve Victoria yavaşça yanımıza geldiklerinde, gülümseyerek onlara doğru döndüm. Victoria'nın suratı hâlâ asıktı ve masaya kısaca göz atarak bakışlarını tekrar yere indirmişti. Kylie ve Cora, sanki hakkında konuşmamış gibi onları tebrik ettiler. Yanımızdaki kızıl saçlı Anabella ise önüne gelen tatlısını yemekle meşguldü.

"Evliliğinizin ömür boyu sürmesini dilerim" diyen Dougal'a, Royce göz devirerek baktı. Dougal, bir kere bile dönüp bakmadığı Victoria'ya da kısaca bakarak önünde hafifçe eğilip selam verdi. Dougal'ın bu hareketiyle, salondaki birçok kafa bize doğru dönmüştü. Dougal,kısaca evliliği onayladığını herkese duyurmuştu ki bu evliliği onun zorla gerçekleştirdiğinin altını çiziyorum.

"Teşekkür ederiz efendim" diyen Royce'a şaşkınca baktım. Şimdi ben buradaki hiyerarşiyi az çok çözmüştüm ama klan beyleri dahi Dougal'ın emrinde gibiydi. Dışarıya gösterdikleri çok farklı olsa da kendi aralarında böyle bir düzen kurmuşlardı. Bunun sebebinin başka amaçları yüzünden olduğunu düşünmeyi sonraya bırakarak an'a odaklandım.

"Tebrik ederim" dediğimde, Victoria sesimi tanımış gibi hızla kafasını kaldırdı. Beni görünce donuk ifadesi yumuşayarak hafif tebessüm gönderdi.

"Teşekkür ederim" diye ince sesiyle konuştuğunda, Royce söze girdi.

"Sizi takdim edeyim leydim. Tuğra Kurt. Quany Kurt'un kızı" dediğinde Victoria şaşkınca bakmaya başladı. İlk tanıştığımızda ki kıyafetlerim ve becerilerim sayesinde beni paralı asker ya da başka bir şey sanmış olmalıydı.

"Ve, Victoria Boyd"

🌿

Royce ve Victoria, yanımızdan ayrıldığında, herkes yine sohbete dalmıştı. Dougal, yanına gelen birkaç klan lideri olduğunu düşündüğüm adamla konuşmak için sakin bir yere geçmişti. Alana'da Anabella denilen kızla birlikte giderek hemen döneceğini söylemişti. Masada Kylie ve Cora'nın keskin bakışlarından ve fısıldaşmalarından rahatsız olup uzaklaşmış ve salonda sessizce yürümeye başlamıştım. Yanından geçtiğim bazı insanlar beni durdurup tanışmak için sohbet etmişlerdi. Onlarla konuşmayı kısa tutarak yanlarından ayrılarak Alana gelene kadar dolanmaya devam etmiştim.

Bir masanın önünden geçerken masadan kalkan ve üzerinde siyah takım elbiseye yakın bir kıyafet bulunan, kızıl saçlı genç bir adam yanıma gelmişti.

"Merhaba leydim" dediğinde sohbeti yine kısa tutmaya karar vererek adama dönmüştüm. Yüzü çok masum dursa da bakışlarında rahatsız edici bir şeyler vardı.

"Merhaba" dedim düz bir ifadeyle.

"Quany'in kızının böyle güzel olmasını beklemiyordum" dediğinde bugün aldığım iltifatlar içinde beni en rahatsız eden nedense bu adamınkiydi. Belki de bunda sürekli vücudumda açık açık dolaştırdığı bakışları sebepti.

"İzninizle" diyerek yanından ayrılacakken, adam kolumu tutarak beni durdurdu. Tek kaşımı kaldırarak etrafıma baktığımda, Dougal'ın bakışlarını üzerimde hissettim ama bana uzaktaydı. Konuştuğu adamların sözünü bitirmesini beklemeden bana doğru yürümeye başladığı sıra, yanımdaki bedenden fısıltı duydum.

"Anlaşılan Dougal'ın yeni gözdesi sensin. Connor'un sana selamı var. Yakında tanışacağınızı iletmemi istedi." dediğinde duyduğum isimle bakışlarımı adama çevirdim. Masum tipinin aksine dudakları tehlikeli bir biçimde kıvrılmıştı.

"Bu söylediğimi ona söylersen" diyerek bize doğru gelen Dougal'ı işaret etti ve devam etti.

"Eğer buradan beş dakika içinde çıkamazsam, sevgili klanınız anında kuşatma altına girer. Onun gelinini almakla çok büyük hata ettiniz. Bir bedeli olmayacağını mı sandınız?" dediğinde kanımın adeta çekildiğini hissettim. Arkadaşlarım, Arthur, Ewan ve tüm halk.

Adam hızla yanımdan ayrıldığında, Dougal'da yanıma ulaşmıştı. Hızla yüzümü tarayarak giden adama baktı ve etrafta hazır bekleyen savaşçılarına dönerken, yüzünü tutarak kendime çevirdim.

"Sorun yok, bırak gitsin" dediğimde Dougal bu hareketime ve söylediklerime şaşırmış gibi duruyordu.

"Sana ne söyledi?" Diye sert bir ifadeyle sorduğunda, etraftaki birçok göz bize dönmüştü.

"Sadece iltifat etti ve kibar bir şekilde uzaklaştı" bunu söylerken bakışlarımı Dougal'dan istemsiz olarak kaçırmıştım. Bana ne oluyordu bilmiyorum ama biri yalan söyleme butonumu kapatmış gibi hissediyordum. Ya da bu sadece Dougal'a karşı mı oluyordu bilmiyorum çünkü lanet sesim de titremişti.

Kaşları son derece çatık olan Dougal'ın yanağında hâlâ elimin olduğunu görerek, elimi hızla aşağıya indirdim.

Dougal tabii ki inanmamıştı.

"Bana güven!" Diyerek yanından ayrıldım ve acil bir şekilde salonda Rob'u aradım...


🌿


❤️

Continue Reading

You'll Also Like

1.1K 140 20
İçten içe biliyordu genç kadın çıktığı bu eve bir daha dönemeyecekti,yine de adımını atarak,ardına bile bakmadan çıktı o kapıdan.Arabasına yaklaştığı...
82.4K 3.6K 30
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
50.2K 3.7K 57
[Tamamlandı][Angst] "Tanrı beni bir hastalıkla cezalandırırken nasıl huzurlu bir şekilde aşk hayatı yaşayabilirdim ki."
252K 4.5K 31
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...