Düşmüş Melekler Senfonisi

By profeysinil

2.1M 158K 263K

Watty's Gizem&Gerilim Kazananı 🏆 🏆 MysteryTR Ödülleri - Yıla Damga Vuran Gizem&Gerilim Hikayesi -*- "Norma... More

Bölüm 1 - Sonun Başlangıcı
Bölüm 2 - Kış Esintisi
Bölüm 3 - Bir Hayaletle Yürümek
Bölüm 4 - Görünenin Arkası
Bölüm 5 - Kan Çiçekleri
Bölüm 6 - Anılar ve Yarasalar
Bölüm 7 - Minerva'nın Baykuşu
Bölüm 8 - Şüphe Mavisi
Bölüm 9 - Gordion Düğümü
Bölüm 10 - Yoldan Çıkmak
Bölüm 11 - Cehennem
Bölüm 12 - Gemileri Yakmak
Bölüm 13 - Zâhir
Bölüm 14 - Gerçeklik Yanılgısı
Bölüm 15 - Epiktetos'un Asası
Bölüm 16/1 - Madımak
Bölüm 16/2 - Ölüm Meleği
Bölüm 17 - Tinúviel
Bölüm 18 - Çatışma
Bölüm 19 - Korkunun Bıraktığı Yerdeki Kız
Bölüm 20 - Kayıp Ruhların Şafağında
Bölüm 21/1 - Öpücük
Bölüm 21/2 - Kör Kütüphaneci
Bölüm 22 - Kaybolan Fırtına
Bölüm 23 - Efraim'in Panteri
Bölüm 24 - Fırtınanın Kanatları
Bölüm 25 - Mahşerin Dört Atlısı
Bölüm 26 - Karlı Kayın Ormanı
Bölüm 27 - İşgalci
Bölüm 28 - Karanlık
Bölüm 29 - Ölülerin Hükmü
Bölüm 30 - Part Vuruşu
Bölüm 31/1 - Babil
Bölüm 31/2 - Babil
Bölüm 32 - Kralların Zehri
Bölüm 33 - Yalıçapkını
Bölüm 34 - Adsız
Bölüm 35/1 - Sanatçı
Bölüm 35/2 - Sanatçı
Bölüm 36 - Sihirbaz
Bölüm 37 - Çoklu Evrenler Kuramı
Bölüm 38 - Hükümdâr
Bölüm 39 - Yıkım
Bölüm 40 - Gelin
Kaan Kayaban'la TeknoNerd
Bölüm 41/1 - Otuz Kuş
Bölüm 41/2 - Kaf Dağı
Bölüm 42 - Uçurum
Bölüm 43 - Entropi
Bölüm 44 - Alef
Bölüm 45 - Quesalid
Bölüm 46 - Yılbaşı
Bölüm 47/1 - Truvalı Cassandra
Bölüm 47/2 - Zorlu Yollardan Yıldızlara
Bölüm 48 - Kara Kral
Bölüm 49 - Yıldız Hırsızı
Bölüm 50 - Gerçekliğin Ötesi
Bölüm 51 - Ateş Tapınağı
Bölüm 52 - Gölgedeki Adam
Bölüm 53 - Yıldızların Altında
Bölüm 54 - Lanetli Şarkılar
Bölüm 55 - RSA
Bölüm 56 - Zugzwang
Bölüm 57 - Fildişi Kule
Bölüm 58 - Doppelgänger
Bölüm 59 - Devrilen Taşlar
DMS ANSİKLOPEDİSİ
Bölüm 60 - Lilith
Bölüm 61 - Trompe L'oeil
Özel Bölüm - Antebellum
Bölüm 62 - Kehkeşân
Özel Bölüm - Alahçın
Bölüm 63 - İkinci Kuşağın İzleri
Bölüm 64 - Tekinsiz Vadi
Bölüm 66 - Stigma

Bölüm 65 - Dorseyler

7.6K 674 697
By profeysinil

“Binlercesi gelir geçer ve binlercesi geri döner,
ancak tek ve sonsuzdur ölümcül panter.
düşüne giren ölümsüz Akhilleos’un
tasarladığı yolu tasarlarken onun.

Ve aslında gökyüzü boşa değişir.
Çünkü herkesin payına düşen yolculuk,
çok önceden belirlenmiştir.”

Jorge Luis Borges - Panter

Sene 1988

İstanbul seksenli yılların son demlerini yaşıyordu. Serin sonbahar akşamı tüm şehri sarmalamış, atkılar ve bereler portmantolardaki yerlerini almıştı. Saral yalısının giriş katındaki kalabalık ise muaftı tüm bunlardan. Cemiyet balosu için gelen misafirler soğuktan hayli uzak bir samimiyetle kaynaşmıştı. Garsonlar masaların arasında gezinip servis yapıyor, insanların oluşturduğu irili ufaklı gruplar kaotik gürültüler meydana getiriyordu.

Genelde iş adamlarının toplaştığı oturma koltuklarıyla çevrili köşe, sayıları giderek artan kadın iş adamlarının varlığından ötürü her zamanki gibi gergindi. Normal şartlarda rakiplerini ezmeyi huy edinmiş beyler karşı cinsten rakiplere nasıl davranacaklarını hala netleştirememişlerdi. Kadınlardan biri onların fikirlerine itiraz edince ne tepki vereceklerini bilemeyip saçmalıyorlardı. Gülnihal cinsel gerilim ve rekabet çatışması diyordu buna.

Eskiden cemiyet balolarında abisiyle birlikte bir kenara geçip bu köşedeki tipleri çekiştirirlerdi. Fakat son yıllarda Ertuğrul da o köşedekiler arasında yerini almak zorunda kalmıştı. Gülnihal abisinin yüzündeki ‘Beni bu aptalların arasından kurtarın’ çığlığını gördükçe gülmemek için kendini zor tutuyordu.

Bu gece ise abisinin çektiği eziyeti izlemekle telafi edemeyeceği kadar sıkıcı başlamıştı. İlk yarım saati annesinin boyunduruğu altında cemiyet hanımlarını  selamlayarak geçirmişti. Şimdiyse cemiyetin seçkin ailelerinin kızlarından oluşan bir ekiple sıkıcı bir dedikodu sarmalının içindeydi.

“Canım skandal tabii!” dedi Suhandan Soley. “Erdal Bey Nevzat Bozkıroğlu’nun öz oğlu değil ki…”

“Ne demek öz oğlu değil? Soyadı Bozkıroğlu değil mi yani?”

“Soyadı Bozkıroğlu ama arada kan bağı yok şekerim. Erdal Bey, Marika Hanım’ın ilk evliliğinden olan oğluymuş. Eşi vefat ettiğinde hamileymiş hatta, çok geçmeden Nevzat Bey’le evlendiği için çocuk onun nüfusuna kaydettirilmiş.”

“Ay ben anlamadım şimdi. Eğer Erdal Bey, Nevzat Bey’in üvey oğluysa bu adam neden mirasının çoğunluğunu ona bırakmış ki? Öz oğluna niye bırakmamış yani?”

“Bilemiyorum artık...” diye göz süzdü Suhandan. “Abimler Nevzat Bey’in vasiyeti sahteymiş diyordu geçen gün. Marika Hanım kendi oğlunu Bozkıroğlu ailesinin varisi yapabilmek için Nevzat Bey’in aklı yerinde değilken imzalatmış kağıdı. Bozkıroğlu ailesinin geri kalanı tepki göstermesin diye de mirası %40-%60 olarak pay ettirmiş.”

“Bunca zamandır kimse ses etmediğine göre bence kadın amacına ulaşmış.” dedi Feraye Tuvalu. “Neyse... Zaten Nevzat Bey'in öz oğlu geçenlerde evlenmişti. Bizi alakadar eden bir mevzu yok ortada.”

“Bence de. Listeye Oğuz Bey yerine Erdal Bey’i yazarız, olur biter.”

Gülnihal gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. Mevzubahis liste, cemiyetin seçkin genç kızlarının sözde espri amaçlı hazırladığı bir makbul koca adayları listesiydi.

“Feza Bey’in altına yaz canım. Ay ya da yok, üstüne yaz. Feza Bey’in ailesi malum…”

Suhandan bunları söylerken manidar bir tavırla gözlerini süzmüştü. Gülnihal Arzu yanlarında olmadığı için şanslı olduklarını düşündü. Gerçi cemiyetin seçkin genç hanımları zaten Arzu’yu ekibe dahil etmiyorlardı. Mabeyncilerin kızı onlar için yeterince seçkin değildi. Ve bir de, eh, fazla kavgacı bir tipti. Geçen yıl makbul koca adayları listesini görünce iki saat edep ahlak nutukları çekmişti mesela… Gülnihal bu nutukların gerçek sebebini biliyordu fakat Suhandanlar bilmediği için nazikçe kızı dışlamayı tercih etmişlerdi. Arzu’nun da bundan pek şikayeti yok gibiydi.

Yaklaşık kırk dakika süren işkencenin ardından lavaboya gitme bahanesiyle kızlarından yanından kaçtı. Bir süre ne yapacağını bilemeyerek balo salonunda gezindi. Dışarı çıkamayacağını biliyordu, korumalar anında annesine ispiyonlardı onu. Salonda başıboş gezmeye devam ederse de Suhandanların dikkatini çekeceği ortadaydı.

Neyse ki beklenmedik bir sürpriz onu bu dertten kurtardı: Dorsey ikizleri. Balo salonunun tenha bir köşesinde bu iki tuhaf adama rastladığında pek umutlu değildi. Fakat ayaküstü başlayan muhabbet giderek derinleşti ve çok geçmeden kendini hayatının en eğlenceli cemiyet etkinliğinin içinde buluverdi.

“Kurgusal bir evrenin içinde yaşıyoruz.” dedi Deha Dorsey coşkuyla. “Artık kesinlikle eminiz!”

Gülnihal birkaç saniye boyunca şaşkınlıkla karşısındaki adamları süzdü.

“Yani bizler aslında birer kitap karakteri miyiz?” diye sordu gülmemeye çalışarak. “Böyle bir şeyden nasıl emin olabilirsiniz ki?”

“Bir kitap mı yoksa bir senaryo mu olduğunu bilemem ama kurgulanmış bir olay örgüsünün parçası olduğumuz kesin.” diye cevap verdi Süha Dorsey. “Kardeşimle birlikte bu teoriyi ispatlamak için sayısız bilimsel deneye imza attık. Dilerseniz bir ara laboratuvarımıza misafir olup gerçekleri kendi gözlerinizle görebilirsiniz.”

“Muhakkak geleceğim.” dedi genç kız. “Ama yine de anlam veremiyorum. Madem bir kurgunun içinde olduğumuza eminsiniz, öyleyse neden yaşamaya devam ediyorsunuz?”

“Kendimizi neden öldürmediğimizi mi soruyorsunuz?”

Gülnihal başını salladı. Bunun üzerine Deha Dorsey keyifli bir kahkaha atarak kardeşine döndü. “Görüyor musun Süha, bu genç hanım da bizim gibi!”

“Sizin gibi derken?”

“Rasyonel gerçeklerin dile getirilmesini görgü kurallarına tercih ediyorsunuz.” diye yanıtladı adam. “Bu takdire şayan bir meziyet. Sorduğunuz soruya gelince… Neden böyle bir şey yapalım ki? Bir kurgunun içinde yaşamak gerçekliğin bir parçası olmaktan daha eğlenceli. Tüm dünyayı bir laboratuvar gibi kullanıp deneyler yapabiliriz, nasılsa kimse gerçekten zarar görmeyecek.”

“Yani bir kurguda yaşadığınızı bilmek sizi ahlaki sorumluluklardan kurtarıyor mu? Mesela şu an beni öldürüp hiçbir şey olmamış gibi hayatınıza devam edebilir misiniz?”

“Maalesef hayır.” diye iç çekti Süha Dorsey. “Rasyonel gerçeklere rağmen kişiliğimizin getirdiği bazı engelleri tamamen aşamıyoruz. Empati duygusu ve vicdan azabı gibi… Üstelik kanunlar ve yasalar da var. Şu an sizi öldürürsek —ki bunu yapmak için rasyonel bir gerekçemiz de yok— hayatımızın geri kalanını hapiste geçirebiliriz. Bu da nihai amacımızın önünde bir engel yaratır.”

Gülnihal sırıtmadan edemedi. Tehlikeli sularda yüzdüğünün farkındaydı. Dorseylerin sağı solu belli olmazdı. Mesela annesi onun bu iki adama neden kendisini öldürmediklerini sorduğunu duysa kalpten giderdi. Öte yandan, enteresan bir şekilde ikizlere güven duymuştu.

“Eğer özel değilse kurgudaki nihai amacınızı öğrenebilir miyim?”

“Elbette!” dedi Deha. “Nihai amacımız kurgunun esas karakterinin kim olduğunu bulmak. Tüm bu olay örgüsü yaratıldıysa, merkezinde mutlaka bir karakter yer alıyor olmalı.”

“Ki başlarda bu karakterin kendimiz olduğunu düşünmüştük.” diye ekledi Süha gözlüklerini düzelterek. “Eh, kurgu karakteri olsanız da insani egodan kaçamıyorsunuz… Fakat zamanla bunun pek rasyonel bir fikir olmadığını kabullendik.”

“Neden esas karakter olamayacağınızı düşündünüz ki?”

Deha iç çekti. “Eh, çünkü iki taneyiz. Üstelik tüm bunların bir kurgu olduğunun farkındayız. Bu da ikimizden birinin esas karakter olmadığını gösteriyor.”

“Ama siz de adaylardan birisiniz!” diye heyecanla devam etti Süha. “Hatta belki üçüncü adayımız bile olabilirsiniz.”

Gülnihal küçük, neşeli bir kahkaha attı. “İlk iki adayınızın kimler olduğunu öğrenebilir miyim?”

“Birinci adayımız Feza.” dedi Deha Dorsey tatsız bir durumdan söz eder gibi. Hafifçe yüzünü buruşturmayı da ihmal etmemişti. “Muhtemelen akraba torpili yaptığımızı düşüneceksiniz ama hayır, alakası yok. Küçük kardeşimizin bu kurgunun esas karakteri olduğunu düşünüyoruz çünkü kendisi tam bir mankafa.”

“İçler acısı türden.” diye ekledi Süha Dorsey. “Bu kadar zeki bir insanın bu kadar normal olabilmesi gerçek bir ucubelik örneği. Ortalama zekaya sahip biriymiş gibi etrafımızda gezinip bize bakıcılık yapıyor.”

“Ve bazı konularda hakikaten düşük zeka emareleri sergiliyor.” diye destek verdi Deha. “Mesela şu genç hanımın yarım saattir onu izlediğini fark etmedi bile. Bazen Feza’nın gerçek bir Dorsey olduğundan bile şüphe ediyoruz.”

Bunları söylerken başıyla balo salonunun diğer ucunu işaret etmişti. Gülnihal omzunun üstünden geriye bakınca şaşırmadan edemedi. Zira adamın gösterdiği yerde Arzu duruyordu. Elinde bitmek üzere olan kokteyliyle duvarın dibine sinmişti. Ara sıra masasına uzanma bahanesiyle kafasını duvarın kenarından uzatıyor, hemen yan masada cemiyetten birkaç adamla hararetli bir sohbeti yürüten Feza’ya kaçamak bakışlar atıyordu. Gülnihal kendini tutamayıp güldü.

“Bu gözleminizi Feza abiyle paylaşmazsınız, değil mi?” dedi yeniden adamlara dönerken. “Arzu çok utanır.”

“Beş dakika sonra unutmuş oluruz.” diyerek omuz silkti Deha. “Bu arada Feza’ya abi demenize şaşırdım. Onunla tanışıyor musunuz?”

Gülnihal ne diyeceğini bilemedi. Dorseylerin bir miktar hayattan kopuk olabileceklerini biliyordu ama her seferinde hayret etmekten kendini alamıyordu. Feza ile elbette tanışıyorlardı. Dorseyler onların aile dostuydu, ikizler genelde pek ortalıkta görünmezdi ama ailenin geri kalanıyla içli dışlı sayılırlardı.

“Kendisi abimin yakın arkadaşı olur.” diye onayladı. “Üstelik bu yıl İTÜ’de ders vermeye başladı. Ben de orada okuyorum zaten, bu dönem başladım.”

“Ah, çok mantıklı.” dedi Süha. “Bir ara ben de orada öğretim görevlisi olarak bulunmuştum sanırım. Geçmişte akademik heveslerim olmuştu.”

Gülnihal hafifçe tebessüm etti. “Kimyacıydınız, öyle değil mi?”

“Kuantum kimyası.” diyerek onayladı adam. “Kimyasalların moleküler titreşim frekanslarının beyindeki nöral devreleri rezonans koşullarında tetikleme mekanizması üzerine başarılı çalışmalar yürütüyorum.”

Deha Dorsey dil çıkardı. “En büyük başarısı yanlışlıkla kendi kişiliğini bölmek oldu bu arada. Az sonra birdenbire başka bir evrenden geldiğini iddia etmeye başlarsa korkmayın Gülnihal Hanım. Şaman olan kişiliği bu tarz delüzyonlar geçirebiliyor.”

“Kes sesini pezevenk herif!” diye öfkelendi Süha. “Hiç değilse ben senin gibi fahişelik yapmıyorum. Kardeşimin sırf esas karakterin babası olma şansını arttırmak için önüne gelen kadını hamile bırakmaya çalıştığını biliyor muydunuz Gülnihal Hanım?”

“Kuru iftira!” diyerek tepindi Deha. “Ben yalnızca sülalemizin genetik baskınlığını test etmeye çalışıyorum. Esas karakterin babası olma fikri aklımın ucundan bile geçmedi!”

Gülnihal adamın önüne gelen kadını hamile bırakmak ithamını değil, bunu yapma sebebini reddettiğini anlayınca diyecek bir şey bulamadı. Kimsenin onları dinlemediğinden emin olmak için başını balo salonuna çevirip bakındı kısaca. Adamların konuşmalarından rahatsızlık duymuyordu, henüz. Fakat diğer insanların bu küfürleri pek hoş karşılamayacağını biliyordu.

Nitekim çok geçmeden tanıdık bir yüz belirdi kalabalığın arasında. Özer… Onlara doğru ilerlerken yüzünde hayli paniklemiş bir ifade vardı. Gülnihal kendini yanlışlıkla ateşe verseydi ve odadaki tek su dolu sürahi Özer’in elinde olsaydı adamın yüzünde yine bu ifadeyi göreceğini biliyordu. Daha da kötüsü, bu tavrının sebebi Dorsey ikizlerinin küfürlü konuşmalarını duymuş olması falan değildi. Özer için Gülnihal’in Dorseylerden birileriyle yan yana durması da müdahale edilmesi gereken bir felaketti.

“Bir sorun mu var Gül?”

Gülnihal Özer’in sesini duyunca çaresiz bir tavırla gözlerini yumdu. Ortamdan tüymek için çok geç kalmıştı.

“Hayır Özer abi.” dedi nazikçe gülümseyerek. “Muhabbet ediyorduk sadece.”

Özer önce Gülnihal’e, sonra karşısındaki adamlara, ardından tekrar Gülnihal’e baktı. Adamlardan birinin masanın altından kıza silah dayayarak bunu söylettiğinden şüphe duyuyor gibiydi. Gülnihal göz ucuyla Dorseylere baktığında onların da bunu fark ettiğini anladı. Neyse ki pek içerlemişe benzemiyorlardı.

Özer’in tavrına karşılık vermeden önce birbirlerine kısa bir bakış attılar ve Gülnihal iki kardeşin Özer’le ilgili bir mutabakata vardığını anladı. Muhtemelen birkaç saniye içinde ikisi de son derece anormal bir şey yapacak; Özer de onu korumak için çok daha anormal bir tepkiyle karşılık verecekti.

Deha öne doğru bir adım attığında endişeyle nefesini tuttu. O esnada öteki kardeşle göz göze geldiler, Süha sanki Gülnihal’in zihnini okumuş gibi hafifçe tebessüm etti ve endişelenme dercesine göz kırptı kıza. Gülnihal ne olduğunu anlayamamıştı. Ta ki, Deha’nın son derece olgun bir tavırla Özer’e elini uzattığını görene dek.

“İyi akşamlar Özer Bey,” dedi müşvik bir tebessümle. “Bendeniz elektrik elektronik yüksek mühendisi Deha Dorsey, beyefendi de kardeşim Süha olur. Kendisi kimya alanında yetkin bir akademisyendir. Sanırım bu sizinle ilk resmi tanışmamız olacak, isterseniz bize katılıp muhabbetimize—“

“Tanıştığıma çok memnun oldum ama mümkünse bir dahaki sefere.” dedi Özer adamın sözünü keserek. Ardından Gülnihal’i kolundan tutup çekiştirdi. “Bizim acilen gitmemiz gerek.”

Bunları bile isteye tersler gibi saldırgan bir üslupla değil de, başından savmak ister gibi sabırsız bir tavırla, adamın yüzüne bakmadan söylemişti. Gülnihal Deha’nın elinin havada asılı kaldığını görünce utançtan kıpkırmızı kesildi. Normalde kendisi de adab-ı muaşeret fanatiği sayılmazdı ama bu davranış basit bir görgü kuralı ihlali değildi. Özer resmen densizlik yapmıştı.

Muhtemelen bu salonda böyle bir densizliği yapabilecek tek kişi de oydu. Dorseylerin cemiyet nezdinde tuhaf bir imaja sahip olduğu inkar edilemezdi, insanların onlardan çekindiği de bir gerçekti fakat onları karşılarına almayı da istemezlerdi. Cemiyetin pek çoğunun özel depolarına ev sahipliği yapan Pendik Limanı’nın sahibi Dorseylere ait olan Enok Holding’ti.

Kısacası, Pendik Limanı Dorseylere aitti.

“Ben burada iyiyim Özer abi.” dedi nazikçe. “Sohbetimiz bitince gelirim.”

“Hayır, şimdi gelmen gerekiyor.” diye diretti Özer. Kızın yüzündeki inatçı ifadeyi görmüş olacak ki aniden tavrını yumuşattı. “Mühim bir durum var Gül, baban söyledi seni getirmemi.”

Gülnihal onun yalan söylediğini biliyordu. Çocukken de ne zaman yalan söylese sesi pürüzlenirdi böyle. Fakat şimdi en iyisi onun yalanına ortak olup buradan sessizce uzaklaşmaktı. Eğer Özer’le burada inatlaşırsa onun Dorseylere karşı kabaca bir şey söylemesinden çekiniyordu. O yüzden onunla birlikte gidip Özer’e daha uygun bir ortamda haddini bildirecek, sonra da buraya geri dönecekti. Fakat Deha ve Süha Özer’in yalan söylediğini bilemezdi elbette. Gülnihal bir şey söyleme fırsatı bulamadan Süha’nın lafa karıştığını duydu.

“Umarım bir aksilik yoktur.” dedi anlayışlı bir tavırla. “Görüşmek üzere Gülnihal Hanım. Bu arada eğer yapabileceğimiz bir şey varsa lütfen—“

“Gülnihal’den uzak durun yeter.” diyerek adamı tersledi Özer.

“Üzgünüm ama buna siz karar veremezsiniz. Biz Gülnihal Hanım’ın arkadaşlığından çok keyif aldık.”

“Öncelikle şu konuda anlaşalım, Gülnihal sizin arkadaşınız değil. Kendisi çok ince ruhlu birisidir, insanları üzmeye dayanamaz. Sizi kırmamak için nezaket gösterdiğini anlayamamışsınız sanırım.”

“Evrende benim bile anlayamayacağım şeyler olduğuna eminim, Özer Bey. Henüz karşıma çıkmasa da illa ki vardır... Lakin siz anlayabiliyorken benim anlayamayacağım tek bir şey bile olamaz. Umarım anlatabilmişimdir.”

“Bakın benimle düzgün konuşmazsanız—“

“Gülnihal Hanım size o gözle bakmıyor Özer Bey.” diye lafa karıştı Deha esneyerek. “Şu an bu saldırgan korumacı tavırlarla kızı etkilediğini sanıyorsunuz ama sadece düşük mental kapasitenizden ötürü sizin adınıza utanç duyuyor.”

“Sen ne saçmalıyorsun be adam?!” diye çıkıştı Özer. Fakat verdiği tepki diğer kardeşin tepkisiyle yarıda kesilmişti.

Süha Dorsey kardeşine dönerek “O çeneni biraz olsun tutmaz mısın sen?” diyerek ayağını yere vurdu öfkeyle. Ardından tekrar Özer’e dönüp mahcubiyetle ekledi. “Özer Bey kardeşimin kusuruna bakmayın. Düşük zekalı insanların mental sınırlarına hoşgörü göstermeyi bir türlü beceremiyor. Ah, inanın ben de çok rahatsız oluyorum. Hangi insan öz kardeşinin Adolf Hitler’in yaptıklarını savunan bir faşist olmasından rahatsızlık duymaz ki? Rahatsız edici bir çıban gibisin Deha!”

“Sen de aptalsın.” diyerek cevap verdi Deha. “Bin defa söyledim, Hitler’in yaptıklarını savunmuyorum ben. Hitler’in görüşlerinin objektif bir zeminde incelendiği zaman uzun vadede insan ırkına faydalı olabileceğini söylüyorum! Neticede o da Nietzsche’nin übermensch’inden ilham almıştı!”

“Adam milyonlarca Yahudiyi katletti kahrolası!”

“İşte, eylemlerini savunmamamın sebebi bu zaten! Sadece belirli bir zeka seviyesinin altında olanları öldürmeliydi. Genetik hastalık taşıyanları da kısırlaştırmalıydı! Daha sağlıklı nesiller yaratmak için hastaları öldürmek zorunda değilsin ki, çocuk yapmalarını engelleyerek de aynı sonuca ulaşırsın.”

Süha Dorsey hışımla çıkıştı ona. “Madem hastaları kısırlaştırmak yeterli oluyor, öyleyse neden aptalların öldürülmesini istiyorsun? Onlar da kısırlaştırılsın diyebilirdin ama demiyorsun; çünkü sen bir faşistsin!”

“Kafan almıyor mu gerçekten?!” diye bağırdı Deha. “Aptalları kısırlaştırdıktan sonra tüm aptal nesli ölene kadar bu sistemi korumayı başaramazsın. Bir kere aptalların sayısı çok fazla! Üstelik bu uygulamanın gerekliliğini anlayabilecek zekadan yoksunlar! Anında örgütlenip kurduğun sistemi yıkmaya çalışırlardı. O yüzden aptalları direkt öldürmek dışında bir seçenek yok. Fakat sakatlar bir tehdit oluşturmuyorlar çünkü, eh, sakatlar. Üstelik sayıları da daha az!”

“Peki ya sakat ve dahi olanlar ne olacak, Führer? Stephen Hawking’i de mi gaz odalarına kapatacaksın?!”

“Elbette hayır.” diye bocaladı Deha. “Böyle durumlar için öncelikle başarılı kafa nakli operasyonlarının yapılabilmesi gerek. Böylelikle, atıyorum, Özer Bey’in vücudunu zeki ama sakat birine naklederek hem zeki olanı yaşatırdık, hem de aptalların sağlıklı vücutları ziyan olmazdı.” Bu noktada dönüp büyük bir ciddiyetle Özer’e baktı. “Sizce de çok mantıklı değil mi Özer Bey?”

Gülnihal daha fazla dayanamadı, püskürür gibi gülmeye başladı. İki adamın arasında geçen tüm saçma mizansenin aslında Özer’in aptallığını tiye almak için yapıldığını anlamıştı. Fakat bunu o kadar başarılı bir şekilde gerçekleştirmişlerdi ki, Özer uğradığı hakaret yüzünden öfkelenemiyordu bile.

“Gülnihal neye gülüyorsun?!” diyerek ona çıkıştı öfkeyle. “Yoksa bunlar gibi aklını mı kaybettin?!”

“Süha’nın kaybedecek bir aklı yoktu zaten, Özer Bey.” dedi Deha ciddiyetle. “Gülnihal Hanım’a gelince, kendisi aptal olsaydı da onu sizinle aynı gaz odasına kapatmazdım.”

Gülnihal kahkahalarının arasında eliyle karnını tutarak “Allah aşkına durun artık.” diye yalvardı. “Bu kadarını hak etmemişti.”

Özer öfkeyle çıkıştı genç kıza. “Kimden bahsediyorsun sen?!”

“Yahudi halkından.” dedi Süha. “Sadece aptal olanları öldürülse yeterdi, bu kadarını hak etmediler.”

“Kes sesini be adam! Sikerim seni de Yahudi halkını da!”

Kalabalıktan öfkeli bir ses yükseldi. “Bu ne hadsizlik!”

Cemiyetin köklü ailelerinden Kohenlerin aile büyüğü Mikail Kohen’di konuşan. Özer etraftaki herkesin şaşkınlıkla onları izlediğini görünce bocaladı. Cemiyet balosunun ortasında olduklarını yeni hatırlamış gibiydi.

“Çok özür dilerim Mikail Bey, kesinlikle sizi ve ailenizi kastetmedim!” diyerek kıvırmaya çalıştı. “Bu— Bu Dorseyler saçmalıyordu ve ben de onlara haddini bildiriyord—“

“Haddini bildirilmesi gereken biri varsa o da sizsiniz beyefendi! İki saattir bağıra çağıra Holokost’u savunmalarınızı dinliyoruz!”

Özer çaresizce isyan etti. “Ben değil, onlar savunuyordu!”

“Külliyen iftira!” diye bağırdı Deha. “Mikail Beyler bizim aile dostumuzdur, 6-7 Eylül olaylarından bu yana tanırız birbirimizi! Dorsey ailesine deli diyebilirsiniz, kaçık diyebilirsiniz, dengesiz diyebilirsiniz ama asla faşist diyemezsiniz!”

“Kesinlikle öyle!” diyerek kardeşini destekledi Süha. “Bizler bu cemiyetin seçkin ailelerinden biriyiz, Özer Bey. Kirli ırkçı fikirlerinizi bize mal edemezsiniz!”

"Gülnihal Hanım'a da mal edemezsiniz!" diye ekledi Deha. "Küçük hanım tartışmanın başından beri bizi savunmaya çalışıyordu ama beyefendinin cehaletiyle üç kişi birden başa çıkamadık!"

Gülnihal cemiyetteki insanların ona ve Özer’e yönelttiği kınayan bakışlarının artık yalnızca Özer’e yönetildiğini fark etmişti. Ne yapacağını bilemez halde bocalarken kalabalığın arasında duran abisiyle göz göze geldi. Ertuğrul halinden pek memnun görünmüyordu. Üstelik sert bakışları yalnızca kız kardeşinin üzerinde değildi. Gülnihal’i süzdükten sonra gözlerini Özer’e çevirdi.

Özer, Ertuğrul Saral’ın bakışlarını fark edince birden paniğe kapıldı.

"Her şey için çok özür dilerim!" dedi telaşla ikizlere dönerek. "B-ben tamamen yanlış anlaşıldım ama mutlaka telafi edeceğim! İzninizle—"

Zeminde kızgın lavlar varmış gibi seke seke ortamdan uzaklaştı. Onun gidişiyle birlikte Gülnihal abisinin bakışlarının Deha ve Süha kardeşlere döndüğünü gördü. Enteresan bir şekilde ikizler de bu kez istihza ile karşılık vermediler. İkisi birdenbire ciddileşti, lakayt tavırlarını bir kenara bırakıp Gülnihal’e döndüler.

"Gülnihal Hanım, çok memnun oldum tanıştığımıza." dedi Süha.

Deha ekledi. "Ama bizim acil bir şeyimiz çıktığı için—"

"—Abinize de saygılarımızı sunarak—"

"—Görüşmek üzere, tabi kısmetse!"

İkiz kardeşler geldikleri gibi ani ve beklenmedik bir şekilde ortamdan uzaklaştılar. Onların gidişi kalabalığın dikkatini dağıtmayı da başarmıştı. İnsanlar söylenerek kendi aralarındaki muhabbete dönerken Gülnihal kendisinin kaçacak bir yeri kalmadığını fark etti. Nitekim birkaç saniye geçmeden abisi yanıbaşında belirivermişti.

"Sen az önce ne halt ettiğinin farkında mısın?"

"Ben bir şey yapmadım ki..." diye kıvrandı genç kız. “Sen de gördün, tartışan onlardı.”

"Ama sen de bu tartışmanın bir parçası oldun! O iki meczubun Özer'i nasıl feci bir duruma düşürdüğünü anlamıyor musun Gül? Irkçı söylemleri alay malzemesi yapamazsınız!"

"Alay etmiyorlardı, hiciv yapıyorlardı—"

"Kara mizahın ne olduğunu anlatma bana!" diye gürledi Ertuğrul. "Önce dönüp etrafına bak, burası bir gösteri salonuna benziyor mu sence? Peki ya etraftaki insanlar? Kara mizah gösterisi izlemek için toplanmış bir kitlenin beklentiye dayalı toleransı sence bu salonda mevcut mu?"

Gülnihal abisinin neyi kastettiğini anlamıştı ancak yine de geri adım atmadı. "Mizah özgürlüğü seyirci kitlesine göre şekillenmez."

"Fakat bu özgürlüğü kullanarak bir başkasına zarar veremezsiniz. Olaya şahit olan herkes, Özer'in bir ırkçı olduğunu düşündü ve ikimiz de öyle olmadığını biliyoruz. Kısacası senin dostların bir adamın itibarını zedeledi.”

“Özer abi de onlara saygısızlık etti.” diyerek kendini savunmaya çalıştı fakat elbette başarılı olamadı. Ertuğrul babası gibi değildi, sorun çıkardığı zamanlarda onun bahanelerini dinlemeye vakit ayırmazdı. Evvela problemi çözer, ardından buna gerek varsa bahanelerini dinlemeye vakit ayırırdı.

Gülnihal mecburen abisinin emrine uyup cemiyetin seçkin hanımlarının yanına dönmek zorunda kaldı. Bir yandan da Dorsey ikizlerinin iki numaralı esas karakter adayını keşfettiğini düşünüyordu. Bu kişi hiç şüphesiz ağabeyiydi: Ertuğrul Saral'ın ta kendisi.

Büyük bir gizemi çözmenin huzuruyla derin bir nefes aldı Gülnihal Saral. Aradığı esas karakterin, doğmamış oğlu olacağından kendisi de habersizdi.

Continue Reading

You'll Also Like

25.6K 1.2K 19
#12 fluff #1 shinhoseok #2 Monbebe #1 OC #1 wonho "Otel Tropical Night'a hoşgeldiniz.... size nasıl yardımcı olabilirim?" "Bana kim olduğunu söyleyer...
176K 16.3K 53
Genç kadın, elini duvara doğru uzattı. Kendi kanından bir adam onu durdurmaya çalıştı ama durduramayacağını o da biliyordu. Parmakları duvarın saydam...
13.9K 118 10
Dikkat 18 yaşından küçükler için uygun değildir. İçersinde kadim büyüleri ve daha fazlasını barındıran bu hikaye şamanlıktan cadılığa kadar herşeyi...
ROMA (IV) By I-XI-MMI

Mystery / Thriller

495 99 14
Birazdan okuyacaklarınız, bundan sonra okuyacağınız her satırda bir şüphe yaratacak kalbinizde... Gerçeği görmemek değildir bazen hata, gerçeğin hiç...