KAİSA

Von backstabberelff

2.2K 1K 311

Caissa ('Kaisa'): Mitolojide satranç ilahesi' demektir. ♕ "Onun bilmediği her bilgiye sahiptim... Zamanı geld... Mehr

-GİRİŞ-
1. Bölüm | Günlükler
2. Bölüm | 1. Cilt
3. Bölüm | 2. Cilt
4. Bölüm | Renkli Acılar
5. Bölüm | Kural Bir!
6. Bölüm | Kaderin Ağları
7. Bölüm | 3. Cilt
8. Bölüm | Ortak
9. Bölüm | Yeni Adımlar
10. Bölüm | Ela Gözlerin Geçmişi
11. Bölüm | Üçüncü Hâmle
12. Bölüm | Beş Ajan
13. Bölüm | 4. Cilt
14. Bölüm | Yeni Plan, Yeni Hedef
15. Bölüm | Kum Saati
16. Bölüm | Polaroid
17. Bölüm | Tutsak
18. Bölüm | Kanlı Vezir
19. Bölüm | Karanlığa Boyanan Turuncu
20. Bölüm | 5. Cilt
21. Bölüm | Kural Dokuz!
22. Bölüm | Sebepler
23. Bölüm | Ace's ve Queen
24. Bölüm | Açığa Çıkan Sırlar
25. Bölüm | On Üç
26. Bölüm | Kıyamet Soytarısı
28. Bölüm | Bez Bebek
29. Bölüm | Maça Ası'nın Karanlığı
30. Bölüm | Sınırları Aşmak
31. Bölüm | Üzeri Çizilemeyen Tarih
32. Bölüm | Sır Perdesi
33. Bölüm | Öğrenilmiş Geçmiş

27. Bölüm | Kanatları Kanlı Melek

37 26 1
Von backstabberelff

ˋˋNe Zaman Bir İşe El Atmaya Kalkışsa, Bunu Alışkanlıklarına Müdahale gibi Algılayan Birilerinin İtirazıyla Karşılaşıyor­du. Bütün Alanlar Doldurulmuş, Irene Kendi Evinin Bün­yesinde Yabancı bir Cisim gibi Olmuştu.ˊˊ

-Stefan Zweig / Korku kitabı.-

Bizi hapsettikleri o yerden çıktığımızdan beri tek kelime etmemiştik bu konu hakkında.

İkimizde hazır değildik. İkimizde birbirimizin zaaflarını sarmaya çabalamıştı. Belki bir ara dövüşmüş olabiliriz fakat ona ihtiyacımız vardı. İkimizinde gerçeğe dönmesinde. Bizim gerçeğimiz buydu, dövüşmek, savaşmak ve gözlerini intikam hırsı bürümüş insanları tutuklamak. Kelepçe belimizde olduğu sürece o duyguyu asla kaybetmeyecektik.

O aynalardan korkuyordu, ben karanlıktan.

Aynalar karanlığı da yansıtmaz mıydı? Belki görünmüyordu ancak yansıttığı her şey gibi oda yansıyordur hayatlarımıza?

Gündüz ya da aydınlık bir ortamda aynanın karşısına geçmek ne kolaydı. Tek kurtarıcımız olan ışıkmış gibi cesaretlenmemiz ne komikti.

Işıklar bizim kalkanımızdı.

Korkuyu salmanın tek çözümüydü. Kalkanımızı ne zaman düşürürsek karanlığa gömülüyorduk. Sıkı sıkı tuttuğumuz o ışık yavaş yavaş parlaklığını kaybediyordu.

Ve kaybettiğinde o ortaya çıkıyordu.

Korku.

Benim aksime o karanlığa hükmediyordu. Karanlıkta aynanın hiçbir işlevi kalmazdı. Karanlık onu törpülerdi.

Karanlık saklardı.

Karanlık korkutucu yanının aksini göstermezdi kimseye çünkü onu görmek istemezlerdi.

Onu görmek isteyenleri de yavaş yavaş o karanlığa hapsederdi çünkü kurtuluşun ışık değilde karanlık olduğunu ispatlamak için. Onu sevmemizi isterdi, belki ışık kadar değerli olduğunu bir kez hissetmek isterdi.

Sadece bir kez.

Tırnaklarım baş parmağımın kenarını soyuyordu. Tırnağımın ucu bir anda parmağıma battığında dayanılmaz bir acı hissettim. Dudaklarımı dişledim ve bir şey olmamış gibi yağmur yağan gökyüzüne kaldırdım başımı.

Hafif hafif çiseliyordu yağmur başımdan aşağıya doğru. Fransız sokakları her zamanki gibi çoşkuluydu. Bir sokağa saptığımızda insanlar müzik eşliğinde eğleniyorlardı. Kaldırımlar insan doluydu, yollarda müzik enstrümanları ve çalgıcıları yer alıyordu. Şarkı söyleyip yarınlar yokmuş gibi dans eden ve kuytu köşede birbirini öpen insanlar bir hâyli eğleniyordu.

Kaldırımlarda zikzak çizerek o insanları geçtik ve sonunda kendi zihnimize döndük.

Boş sokağa.

Derin bir nefes alarak tam önüne geçtim ve geri geri yürümeye başladım. "Dalgınsın, neden?"

Yağmur damlaları alnından aşağıya akıyordu. Elleri cebinde gökyüzüne baktı ardından arkamda ki ıssız sokağa. "Fotoğraflar kafamı karıştırıyor. Kim seni tehdit etmek istiyor?"

Dudaklarımı büzerek ona bakmaya devam ettim. Merkezden çıktığımızda arabaları almadan yürümeye başlamıştık çünkü buna ihtiyacımız vardı. "Elimde ona karşı kullandığım bir kozum olabilir mi? Eğer ona bir şey yaptıysam o daha beterine hazırlanıyordur. Ya da..." Sustum ve derin bir nefes bıraktım.

Devam etmemi ister gibi elini salladı. "Ya da?"

Omuz silktim. "Sadece bana takıntılı birisi."

Tam arkamda çukura gireceğimi anladım ve hafifçe arkamı dönüp düz yola doğru adımladım. Hâlâ çeviktim, harika!

Ona yeniden döndüğümde bana gülümseyerek bakıyordu. "Az önce ki sokakta eğlenen binlerce insanların arasında somurturken, benimle bu ıssız sokakta daha mutlusun. Diğer insanlardan farklı olmamızın sebebi deli olmamız mı sence?"

"Belki de ortak. Ayrıca seninle ıssız bir sokakta ya da gürültüden seslerimizin bize ulaşamadığı sokakta da mutlu olurum. Önemli olan yanında ki kişi Ortak."

Yağmur durmuştu.

Zihnimde ki düşünceler bir bir sıraya dizilmişti. Ailemin evinde bulunan insan kolu ve diğer detayları. O girmediğim kapalı oda. Anahtarı özellikle saklanmış oda. Şüpheli kimsenin olmaması...

Bir anda dengem bozulduğunda beni hızla kolumdan kavradı ve kendine çekti. Eli belimi sararak bana yukarıdan bir bakış attı. "Sen iyi misin? Ne düşünüyordunda düşecek gibi oldun?"

Elimi havada öylesine bir şeymiş gibi salladım. "Saçma sapan düşünceler. Biliyorsun deliler her zaman saçma düşücelerle doludurlar." Kaşları çatılmıştı ancak bunu umursamadım. "Sokağın sonunda karadut satan bir kadın var. Kapanmadan oraya uğrayalım."

Ondan uzaklaştım ve yürümeye başladım. Adım sesleri kulaklarıma doluyordu. Onun yanı sıra yan sokakta çalan şarkının sözleri de kulağımı tırmalıyordu.

'Bebeğim, karanlıkta dans ediyorum.'
-Baby, I'm dancing in the dark.-

Kulaklarıma dolan sözler nefesimi durdurdu. O şarkı çalıyordu, hayatımın depresif dönemlerinde dinlediğim o şarkı.

Birkaç sözleri sonunda arkamdan mırıldanan sözler kaşlarımı çatmamı sağlamıştı.

"Gördüğüme inancım var,"
-I have faith in what I see,-

"Şimdi şahsen bir melekle tanıştığımı biliyorum,"
-Now I know I have met an angel in person,-

Ona doğru döndüğümde elleri cebinde biraz ileriye bakıyordu. Az önce duran yağmur yeniden çiselemeye başlamıştı. Alnından kirpiklerine akan yağmur damlasıyla ıslanan gözleri bana çevrildi.

Yeşil gözleri boş, karanlık sokakta ışık yayıyordu.

Aynadan korkuyordu ancak gözleri cam yeşiliydi.

Gözlerimin içine daha derin baktı sanki.

"Ve mükemmel görünüyor"
-And she looks perfect,-

"Bunu hak etmiyorum"
-I don't deserve this,-

"Bu gece mükemmel görünüyorsun."
-You look perfect tonight.-*

Öylesine yan sokakta ki şarkıya eşlik ediyormuş gibiydi ancak şarkının bu son sözlerini ondan duymak... Çılgıncaydı. İngilizce aksanı şarkının ritimlerini daha çok hissettiriyordu ve tüylerimin diken diken olduğunu hissediyordum.

Tanrı'm bir daha o şarkı söylerken onu dinlememeliydim. Yürüyen adımları bana yetişmişti ve bende onunla adımlamaya başladım. Şarkının son sözleri zaten başlı başına can alıcıyken o daha büyük bir darbe vurmuştu.

Sokağın sonuna vardığımızda sol tarafta kalan manava doğru döndüm. Hemen dışarıdaki tezgahtan orta büyüklükte bir karadut kutusu aldım ve içeriye girdim. Kısa bir sürede ücretini ödeyip çıktığımda kenarda sigara içiyordu. Beni görmesi ile yerinden kımıldadı ve karşıya geçmek için fırsat kolladık.

Bir arabanın yol vermesi ile karşıya geçtik ve sahil kenarında adımlamaya başladık. "Okuduğum bir kitapta şöyle bir cümle geçiyordu. 'Geçmiş hayatınızda ki insanlar ile reenkarnasyon olsanız bile elbet bir gün yeniden karşılaşırsınız. Belki birbirinizi hatırlamayacaksınız ancak bedenleriniz sizi ölümsüz bir anıt olarak hafızalarına kazır,' diyordu. Bazen düşünüyorum, şimdi hayatımda olan insanlar eskiden benim hayatımda mıydı? İyisiyle kötüsüyle."

Karadutun kutusunu açtım ve ona uzattım. Reddettiğinde kaşlarımı çattım ancak ben yemeye başlamıştım bile. "Reenkarnasyona inanıyor musun?"

Sorusu karşısında ona doğru dönmeden cevapladım. "Evet, insanoğlu diğer dünyaya gittikten sonra yok olmuyordur muhtemelen. Kıyamet kopana kadar insanlar dünyaya gelecektir. Doğru mu yanlış mı bilmiyorum ancak bana mantıklı gelen bu."

"Pekâlâ, yeniden dünyaya gelecek olsak, bir ihtimal. Benimle burada yeniden yürümek ister miydin?"

Dudaklarımı büzdüm. "Belki ama farklı şekilde."

Sırıttı. "Nasıl bir farklılıkmış?"

Kutuyu ona uzattım. "Yersen, yemezsen seninle yürümek istemem."

Önce uzattığım kutuya sonra bana baktı. Tereddüt ederek elini uzattı ve içinden bir tane aldı. Onu yerken can çekişiyor gibiydi. Israrla kutuyu sallamam ile biraz daha aldı.

"Şimdi yürüyecek misin?"

Başımı olumlu anlamda salladım. "Elbette. Bir sonraki hayatımızda da Ortak olur muyuz sence?"

"Bence dilenci olacakmışız gibi geliyor."

Anlamayarak ona döndüm. "Neden?"

Omuz silkti. "Şu an ultra zenginliği yaşıyoruz. Benim inanışıma göre de şu anki hayatımızın tersini yaşadığımız yönünde."

"Hım, o zaman ölmeyelim Ortak!" Güldüğümde bana eşlik etti. Beraber kutunun yarısını getirmiştik. "Neden üstüne sigara içiyorsun? Tadı o kadar mı kötü?"

Cevap vermedi ve sigarasından biraz daha içti. Sessizce yürümeye devam ettik. Saat hâlâ çok geç olmamıştı, gerçi olsa da bir şey değişmezdi. Yağmur yavaş yavaş hızlanıyordu. Bisiklet süren çocuklar ve aileleri yanımızdan geçiyordu. Birisi son anda bize çarpmaktan kurtulmuştu, biraz uzaklıkta bisiklet yolu varken. Bilinçsiz insanlar her yerdeydi.

Merkezde aldığım resimler hâlâ cebimde duruyordu. Ağırlık yapıyormuş gibi hissediyordum, sanki kurtulmak istiyorlardı benden. Türkiye'de ki evimi temizleyip acilen araştırmalara geri dönmeliydim. Burada ki evime uğrarsam eğer orada ki bilgisayarları da kullanabilirdim. Ama artık Türkiye'de ki evime dönmek istiyordum.

Ortağım olduğu yerde durduğunda ona doğru döndüm. Tanrı'm sahile geldiğimizden beri onda bir tuhaflık vardı! Hapşurduğunda, burnunu çekti ancak tıkandığı için pekte başarılı olamadı. Gözlerimi kıstığımda dikkatle yüzünü inceledim. Elimde ki kutu yere düştüğünde şoka girmiş gibi oldum.

Siktir!

Onu kenarda ki bir banka oturttuğumda telefonumu çıkardım. Hızla korumalarımdan birini arayıp arabamı getirmesini istedim. Telefonu kapattığımda ona doğru eğildim.

Yeniden hapşurduğunda biraz kenara çekilmiştim. "Sen manyak mısın?!" Cevap olarak başını olumlu anlamda salladı. "Niçin, böyle aptalca hamlelerde bulunuyorsun?" Ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Tanrı'm aptal ısrarım yüzünden ölebilirsin!"

"A-abartma," derken bile hapşuruyordu. Burnunu yeniden çekti ancak başarılı olamadı. Gülmeye başladı, deli gibi.

"Aklını mı kaçırdın?"

"Belki," gülmeye devam ediyordu.

"Bana, alerjin olduğunu söylemeliydin!" Yağmur damlaları hızla düşmeye başladı. Sağanak yağmura dönüşüyordu.

Omuz silkti. "Sana alerjim olduğunu söyleseydim, yemediğim için kırılırdın."

Kaşlarımı çattım. "Kafayı mı yedin? Niçin kırılayayım? Alerjin olduğu için mi?"

Ciddiyetle başını olumlu anlamda salladığında bir an başımı gökyüzüne çevirdim ve sabır dilendim. "Sigarayı üstüne içmenin sebebi bu muydu? Daha kötü yapacağını düşünmedin mi?"

Sarhoş gibi işaret parmağını başına dayadı. "Sen yanımdayken bu şey çalışmıyor. Nasıl pilini değiştirebilirim?"

Gülmemek için dudağımı ısırdım. Önünde diz çökmüş olan benim omzuma başını yasladı. Küçük küçük nefes sesleri hemen yanımdan geliyordu. Hafifçe mırıldandım. "Eğer yanından gidersem, pilini değiştirmene gerek kalmaz Ortak."

Cevap vermedi. Tanrı'm omzumda sızmıştı! Telefonum çaldığında yanıtladım ve tam konumu söyledim. Birkaç dakika ardından koruma bize doğru geldi ve beraber Ortak'ımı taşıyarak arabanın arka koltuğuna oturttum. Koruma onu bekleyen diğer arabaya bindiğinde ben çoktan şoför koltuğuna oturmuş son gazla hastane yolunu tutmuştum.

Arabaya biner binmez yağmur sağanak yağışa dönmüştü. Zamanlama harikaydı!

Kendi kendine gülerek bir şeyler mırıldanarak hapşurmaya devam ediyordu. Birkaç dakikada hastanede olduğumuzda arabadan indim ve onun kapısını açtım. Elimle hemşirelere işaret edip sedye getirmelerini söyledim. Hızla dediğimi yaptıklarında onu sedyeye yatırdık.

Gülmeyi bırakmış nefes almaya çalışıyordu. Acile aldılar ve baş doktor yanımda durdu. "Nesi var?"

"Karaduta alerjisi varmış."

"Ne kadar yedi?"

"Yani paketin yarısı kadar."

Hemşireler damar yolu açmışlardı. Serum bağladılar ve doktora baktılar. "O bilmiyor muydu alerjisi olduğunu?"

"Sanırım hayır," dediğimde ona bakmaya devam ettim. Salak gibi görünmemesi için yalan söylemiştim!

Hemşireler geri çekildiğinde bir şeyler yapmaya başladı doktor. Hemşirelere seruma katmaları gereken ilacı söyledi ve bana son kez döndü.

"Birkaç saate uyanır. Yan etkisi fazla yayılmamış, endişelenmenize gerek yok."

"Teşekkürler." Her biri gittiğinde acilde birkaç hasta ve refakatçi ile kalmıştık. Sedyenin etrafında ki perdeyi sonuna kadar çektim. Onun perişan hâllerini görmelerini istemiyordum. Yanında ki sandalyeye oturdum ve ellerimi sedyenin kenarlığına yasladım. "Çocuk gibisin ama tatlı bir çocuk."

Alnına düşmüş ıslak saçlarını geriye attım. Yüzünde ki birkaç ıslak damlayı da elimle sildim. Göz kenarlarında gezdirdim işaret parmağımı çizgiler onu olduğundan daha çok yakışıklı bir hâle getiriyordu. Elmacık kemikleri, yanaklarını daha güzel gösteriyordu. Burnu aşırı güzeldi, doğuştandı. Estetik değildi. Hafifçe ona doğru eğildim ve burnundan öptüm.

Bazen gerçekten sevimli bir çocuğa dönüşüyordu...

Derin bir nefes aldım ve telefonumu çıkararak oyalanmaya başladım.

"Tanrı'm beynim zonkluyor!" Başımı telefonumdan kaldırarak ona baktım. Çıldırmış gibi alnını ovuşturuyor ve etrafa bakıyordu, beyaz perdeye yani. "İdil, biz öldük mü? En sonda ölüm hakkında konuşuyordun zaten. Bu kadar hızlı ölünebiliyor muydu?"

Kaşlarımı çattım. "Nereden çıkardın öldüğümüzü?"

"Baksana her yer bembeyaz. Ölüm beyaz değil miydi?"

"Senin biraz daha uyumaya ihtiyacın varmış gibi Ortak. Uyumak ister misin? Çünkü gerçekten ölümün ucundan döndün."

"Abartma sadece bir alerji," diye küçük bir çocuk gibi mırıldandı.

Göz devirdiğinde, kaşlarımı çattım. "E sahilde bıraksaydım o zaman seni?! Görürdün, ölüp ölmemeyi!"

Elini bana dokundurdu. "Biz şu an ölü değil miyiz?"

"Hayır, sence ölsek hastanede ne işimiz var?"

"Beynimin pillerini değiştirirmem gerekiyor. Hazır hastanedeyken halledelim şu işi."

Gülmemek için yeniden dudağımı ısırdım ve elimi alnına götürdüm. "Kocaman bir çocuksun Ortak. Ne yapacağız seninle?"

Gözleri hâlâ yarı açıktı. "Sadece yaşamı eskisi kadar ciddiye almıyorum." Yerinden doğrulacakken iki elimi de göğsüne bastırdım ve geri yatırdım.

"Hiçbir yere gidemezsin," işaret parmağımı sallayarak onu tehdit ettim.

Dudaklarını büzdü. "İdil..." Sessizce rahatsız bir şekilde bana yaklaştı. "Benim hakkımda istediğin gibi düşünebilirsin ama yattığım bu yeri temiz bulmuyorum. Kim bilir bu örtü ne zaman değişti. Tetikleniyorum İdil."

Kaşlarımı çattım. "Bu saate kadar yattın, hatta üç saat kadar. Pis olsaydı sana geçmiştir zaten ama pis olmasına imkan yok Ortak."

Özel bir hastanedeydik ve temizlik görevlilerin sıkı çalıştığına emindim. Parmak uçları çenesine varırken titriyordu. Tanrı'm, daha ne ile karşılaşacaktım? Elbette bende titizlik hastasıydım ancak onun kadar değildim.

Beni umursamadan olduğu yerde doğruldu. Seruma baktığımda çok az kalmıştı. "Çıkalım mı? Lütfen. Hem birkaç saat sonra operasyona çıkmamız lazım eve gidip beraber dinlenelim. Olmaz mı?"

Cevap verecekken dışarıdan doktorun sesi gelmesi ile perdenin dışına çıktım. Yanına vardım ve ona bakmasını söyledim. Geldiğinde kısa bir kontrol etti.

"İyisiniz ancak sigarayı alerjinizin üstüne bir daha içmemelisiniz. Daha hızlı etki ediyor. Gelecekte de yan etki yapacak herhangi bir etki görünmüyor. Serumunuz bittiğinde çıkabilirsiniz. İyi geceler."

"İyi geceler, teşekkürler." Baş selamı ile yanımızdan ayrıldı. Ona doğru dönerek derin bir nefes aldım. "Pekâlâ, ben çıkış işlemlerini hallederken serumunun bitmesini bekleyebilir misin?"

Başını olumlu anlamda salladı. Ardından eli cebine gitti ve çıkardığı cüzdanından kartı ile kimliğini uzattı. Yalnızca kimliği elinden kaptım. Ardından ona göz devirerek ayağa kalktım ve arkamdan perdeyi kapattım. Arkamdan adımı seslenmesini umursamadan hızla girişte duran asistana ilerledim.

"Buyurun?" Sevecen bir şekilde bana bakan çocuğa baktım.

Kimliği uzattım. "Çıkış işlemleri yapılacaktı."

Bilgisayarda bir şeyler yapmaya başlamıştı. Onu beklerken geldiğim yeri kontrol etmeyi ihmal etmiyordum. Her an gelecekmiş gibiydi.

"Halloldu. Ödeme yapmanız gerekiyor."

"Tabii." Kartımla ödeme yaptım ve fişimi aldım.

"İyi geceler dilerim," dediğinde gülümsedim.

"İyi geceler."

Acile doğru adım atmıştım ki onun bana doğru yürüdüğünü gördüm. Yanına ondan önce vardım ve kimliğini ona uzattım. Ardından koluna girdim.

"Sakat değilim. Sadece alerjiydi."

"Hiç öyle durmuyordun Ortak." Beraber kapıdan çıktık ve arabama doğru ilerledik.

"Arabanı nasıl aldın? Korumanını mı aradın?"

"Evet." Arabanın kilidini açtım ve onu yolcu koltuğuna oturttum. Ardından bende şoför koltuğuna oturdum ve arabayı çalıştırıp gazı kökledim. Başını geriye yasladı ve gözlerini yumdu. "İyi misin? Temizliğin seni bu kadar kötü yapacağını bilmiyordum. Sen hastaneye vurularak gittiğinde bunu nasıl atlatıyordun?"

Gözlerini açmadan cevap verdi. "Korumalarım benden önce hastaneyi arayıp oda ayırmalarını söylüyor ya da önceden hazırlatıyorum."

Kaşlarımı çatmıştım. "Daha önce bana da söylemekiydin. Bu kadar kötü olacağını bilmiyordum."

"Senin suçun değil İdil. Bilmediğin bir şeyi değiştiremezdin." Direksiyonu sola doğru çevirdim. "Düz ilerlemen gerekiyordu?"

"Benim evime gidiyoruz. Senin evin epey uzakta ve yarınki operasyona da daha hızlı gideriz."

"Eşyalarımız?"

"Sen uyurken hallettim onları."

Derin bir nefes aldı ve yeniden kapattı gözlerini. Dakikalar sonra evimin garajına arabamı park ettim ve arabadan indik. Garajdan direkt evimin içine girilen kapının şifresini ve parmak izini girdim. Geçmesi için kapıyı onun için tuttum.

Ah son olaydan sonra evimi dikkatle inceledim. Nezarethaneden çıktıktan sonra o gün bu evime geri gelmiştim. Derin bir nefes alarak merdivenlerin solunda bulunan eşyalarının olduğu odayı gösterdim, banyosu içindeydi.

"Burası mı?"

"Evet. Bir şey olursa odam şu tarafta." İşaret parmağımla karşısında kalan odamı gösterdim. Arada bir hol vardı. Üst katım alt katlardan daha farklıydı. Başını olumlu anlamda salladığında o kendi odasına ben kendi odama geçtim. Hızla üstümü değiştirdim ve silahımı yeniden yastığımın altına koydum. Ardından yatağıma girdim ve kısa bir süre sonra gözlerimi kapattım.

Gecenin bir saatinde yanıma gelmiş ve başını göğsüme yaslamıştı. Saçlarında ki şampuan kokusu banyodan yeni çıktığını belli ediyordu. Kolum ona sarıldı ve yeniden karanlığıma döndüm.

Uyandığımda yanımda değildi hızla bir duşa girmiştim. Üstümü giyinip saçlarımı yaptığımda aşağı inmiştim. Koltukta tableti ile ilgileniyordu.

"Günaydın," dedi bana bakmadan.

"Günaydın," dedim ve hazırladığı masaya baktım. "Seni bekletmiş olmalıyım. Gel hadi." Çayları koydum ve sandalyeye geçtim. Karşıma oturduğunda bir süre çay kaşığı ve çatal, bıçak sesi geldi.

"Bugün operasyondan sonra Türkiye'ye dönmem lazım. Gelmek ister misin?"

Çay bardağımı elime aldım. "İki gün sonra yeniden gelmemiz gerekiyor. Sen git bende burada ki işleri halledeyim. Sen niçin gidiyorsun?"

"Tesla markası ile bir toplantımız var ve şu lansman işini artık bitirmeliyim. Haftaya lansman yapacağız."

Gözlerimi kıstım. "Tanrı'm, ben onu unutmuştum. Hatırlattığın iyi oldu. O hâlde sen onları yoluna koy sonra sağ salim geri buraya dön." Beni onayladığında çayından içti. "Gece yanımda ki yastığın altında duran silah seni rahatsız etmedi değil mi? Gece uykum vardı bu yüzden söyleyemedim."

Tabağından kaşlarını çatarak bana döndü. "Anlamadım?"

Çatalımı tabağımın kenarına yasladım. "Gece yanıma geldin. Hatta başını göğsüme koydun. Hayal mi gördüm?"

Gözlerini kıstı. "Yanına gelmedim İdil. Duştan sonra direkt odada uyudum. Hayal görmüş olmalısın."

Alayla güldüm. "Ne yani evde olmayan biri miydi?" Ciddiliği karşısında duraksadım, bir şeyi gözden kaçırmış olmalıydım. Saçlarımı kaşıdım. "Ama uyandığımda yorgan diğer tarafa doğru açıktı ve yastıkta da yüz izi çıkmıştı. Ben yapmış olabilir miyim? Ya da sen uyur gezersin."

Oda benim gibi daha da ciddileşti. "İdil sabah yatağımda uyandım." Gözlerim daha çok kısıldı. "Kameran var mı evinde?"

Başımı olumlu anlamda sallayarak hızla yerimden kalktım. Odama gidip tabletimi aldım ve geri masaya döndüm. Onunda görebileceği şekilde kamera görüntüsünü açtım. İkimizde odalarımıza ayrılıyorduk ve birkaç saat hiçbir kıpırtı olmuyordu. Sabaha karşı herhangi bir şey de olmamıştı. Bir şey çıkmayacağını anlayıp saati geriye aldım ardından kamerayı odama ayarladım ve görüntüyü açtım. Ben uyuduktan yarım saat sonra cam açılıyordu ve içeriye biri giriyordu. Ardından yanıma yatıp başını göğsüme yaslıyordu, bende onu Ortak'ım sanıp sarılıyordum. Birkaç saat uzağa sardığımda sabah olmaya az kala uyanıyor ve yanağımdan öpüp pencereden çıkıp gidiyordu.

Kanımın donduğunu hissettim. Ne demekti bu? İstediği her an yanıma gelebileceği mesajı mıydı? Sanki bana hala dokunuyormuş gibi ürperdim. Tableti elime aldım ve hırsla az önce oturduğum yerden geri kalktım. Dış kapıya gitmem çok az zamanımı almıştı. Beni görünce baş selamı verdiler.

Yetmezdi.

Yetemezdi.

"Dizilin!" Her biri kafası karışık tam önümde, saygı duruşunda durdular. Kapının orada ki adam tereddüt eder gibiydi. "Tereddüt etmek için geç kaldın!"

Oda onların yanına vardığında, koşarak yanıma Rose geldi. "Efendim neler oluyor?"

Dudaklarımı dişledim. Tableti her birine göstermesi için ona verdim. "Gece ne halt ediyordunuz?! Sizin göreviniz bu evi korumak değil mi? Boşuna mı tuttum ben sizi?!"

Rose tabletten kafasını kaldırıp bana baktı. "Efendim, sözünüzü kesmek istemem ancak gece benim başında olduğum korumalar değil, Yiğit'in korumaları vardı. Gece yarısı, vardıya değişim saatinde evinize birisi girmiş."

Başımı sinirle olumlu anlamda salladım. "Pekâlâ, Yiğit nerede?" Herkes sustu. Kimseden çıt çıkmadı. Kaşlarım havalandığında sakin kalmaya çalışıyordum. "Son kez tekrarlıyorum," dişlerimi sıkarak devam ettim. "Yiğit nerede?!"

Birisi bir adım öne çıktı. "Efendim, iki günden beri burada değil."

Cebimden telefonumu çıkardım. "Ve siz bana bunu bildirmiyorsunuz öyle mi?! Arkanızı mı kolluyorsunuz? Pekâlâ her sabah bana bu sırayı illa dizdireceksiniz." Başımı sallayarak numarayı tuşladım ve kulağıma götürdüm. Telefon tam kapanacağı zaman açıldı.

"Efendim?"

"Efendim mi? Benimle gayriresmi konuşacağını kim söyledi? Açıklar mısın?"

Nefes aldığını duydum. Güzel birisi nefes alabiliyordu. "Kusura bakmayın. Bir şey mi oldu?"

"Neredesin?" Dememe kalmadan içeriye arabası ile girdi. Telefonu kapattım ve elimi sırtıma yerleştirdim. Diğer elimin parmakları sinirden titriyordu. Önümde durması saniyeleri almıştı. "Cevap verecek misin? Durum bildirisi yapacak mısın? Rose göster ona."

Tablete baktığında kaşları çatılmıştı. Hızla bana döndü. "Efendim, gerçekten özür dilerim. B-ben sandım ki Merter bey yanınızda kalırsa bana ihtiyacınız olmaz."

Alayla kahkaha attım. "Benim korumam o mu? E senin yerine onu işe alayım olur mu?" Gülüşüm söndü. Ona bir adım attığımda başka bir ses duydum.

"Yeter!" sağ tarafa doğru döndüğümde korumamın biri isyan ediyordu. Bugün kaçıncı şaşkınlığımı yaşıyordum? Benden on metre ötede durana kadar önüme geldi. Gözlerim kısılı ona baktığımda, konuşmaya devam etti. "Sıkıldım artık senin gibi birinin korumalığını yapmaktan, kendini bu kadar abartma. Eğer yapabiliyorsan kendini korursun. Ben artık yokum!"

Sırıttım. "Pekâlâ o zaman." Belimde ki elim tişörtümün altında ki silahı çıkardı ve hızla emniyetini açarak ona doğrulttu. "Benim yanımdan hiçbiriniz istifa edemezsiniz. Bilgileri o küçük kafanızdan silmemim tek yolu ölmeniz." Omuz siktim. "Üzgünüm ama elimde belgeleriniz var. Her biriniz istifa etmeyeceğinize dair belge imzaladınız, aksi takdirde öleceğinizi biliyorsunuz."

Önümde ki eski korumam güldü. "Nasıl bir polissin sen, öyle kolay adam öldürebileceğini mi sanıyorsun? Vur hadi!"

Arkasından bir koruma daha çıktı ve onun arkasından bana silah doğrulttu. Tehdit mi ediyordu beni?

Arkamdan gülme sesi geldi. "Dostunu korumak için yanlış zaman çünkü ben buradayım." Yanımda değildi kapı pervazına yaslıydı, sesi oradan geliyordu ve ben dışarı çıkar çıkmaz oda oraya tünemişti. Silahının sesini duydum. "Senin yerinde olsam yerime geçer uslu uslu dururdum. Mâdem şansını kaybettin bari silahını indir. Yoksa ben seni indireceğim."

"Sana ne oluyor?" Ona bakmıyordu.

"Ona doğrultulan her silah benim tarafımdan engellenilir. Anlatabiliyor muyum?"

Vazgeçmedi. Arkasında ki diğer korumalar onu tuttular ve geriye çektiler. Silahını almışlardı. Önümdekine geri döndüm ve silahın namlusunu başından bacağına indirdim ardından tetiği çektim. Yere yığıldığında acılı inleyişi bütün araziyi doldurmuştu. Ona yaklaştım ve elini bastırdığı yarasının üstüne ayağımla basmaya başladım.

"On dakika öncesine dönmek ister misin?"

Gözünden yaş gelerek inlemeye devam ediyordu. "E-evet, lütfen yapma."

"Artık çok geç. Bazı seçimlerin geri dönüşü yoktur." Silahın malusunu bu sefer diğer bacağının baldırına sıktım. Acıyla yerde kıvranmaya başladı.

"Dur, ne olur dur!"

"Kendini korumalısın, Bay Erkek." Yer kan birikintisi olmuştu. Ayakkabım daha fazla kan olmasın diye ayağımı çektim. Ardından karın deliğini hedef aldım. Karnından hızla kan fışkırmaya başlamıştı.

"Ahh!" Elleri yeri yumrukluyordu. Kısa bir süre ardından kıvranmayı bıraktı, ölüme teslim olmuştu. Son kez kafasından vurdum ve şarjörü boşalttım. Bana doğru fırlatılan şarjörü kaptım ve yerine yerleştirdim. Silahı yere doğru eğdim ve korumaların tuttuğu adama ilerledim.

"Keşke hiç hareket etmeseydin. Neyse artık aynı yolun yolcususunuz." Korumalara onu bırakmaları için işaret ettim. Bir kaplan gibi ellerinden kurtuldu ve üstüme atıldı. Bir adım sağ tarafa attım, ardından sol bacağımın diz kapağını karnına geçirdim. Ardından hızla geçirdiğim yumruk ile savsaklayarak geriye gitti. Korumanın birine yaklaşıp silahını kaptı ve bana doğrulttu.

"Tanrı'm senin korumaların geçekten anlamıyor." Sigarasını üflediğini ve yanıma doğru yürüdüğünü duydum. "Lütfen onu bana ver," dedi elinde ki sigarasını bana uzatırken. "Söz bende sana istisna yapacağım." Gözleri parlayarak bana bakıyordu. Cam gibi yeşil gözleri capcanlıydı. Ardından adama döndü ve o yeşil gözler koyu bir renge büründü.

Derin bir nefes alıp uzattığı sigarasını aldım. Dudaklarıma yerleştirdiğimde biraz uzaklaştım. Adamı yakasından tuttu, önce benim duyamayacağım kadar sessizce kulağına bir şey söyledi. Ardından yumruğu kulağına geçirdi. Adam yere düştüğünde ona doğru eğildi. Sadistçe gülümsüyordu. Bir eli ağzını sıkarak düz bir hale getirdi ardından emniyetini açtığı silahı oraya doğrulttu ve çok geçmeden silahı sıktı.

Adamın kafası patlarken, sigaramdan bir nefes daha aldım. Ardından Yiğit'e döndüm. "Hangi taraftasın? Benim işkencem mi yoksa onun işkencesi mi? Ben olsam onu seçerim çok zorlamıyor."

"Ölümüm senin elinden olsa gıkım çıkmaz." Yere bakarak gülümsedim.

"Ben öyle demezdim!" Tekmeyi hızlı bir refleks ile çenesine geçirdim. Geriye adımladı ancak bana herhangi bir atak yapmadı. Hatta gülümsedi, kaşlarımı çattım. "Sen neden korumalarına sahip çıkmıyorsun Yiğit?"

Sakince geriye adımladım ve silahı belime yerleştirdim. "Gerçekten üzgünüm. Önemli olmasa gitmezdim."

Kaşlarım havalandı. "Peki, giderken arayacağın üstün yok mu? Ne olursa olsun ben emir vermediğim sürece buradan ayrılmayacaksın. Geçende ayrıldığında sonum nezarethanede bitmişti. Anlatabiliyor muyum? Eğer yanlış bir yoldaysan benim kulağıma gelmeden o yoldan geri dön. Yoksa geri döneceğin bacakların olmayacak." Arkamı dönmeden son bir cümle kurdum. "Kamerada ki adamı bulun!"

Eve doğru yürürken Ortak'ımda geliyordu. Kanı içeriye bulaşmasın diye ayakkabımı kapıda çıkardım ve beyaz çoraplarımla içeriye girip kapıyı kapattım. Salona onun arkasından girip kendimi koltuğa attım ve başımı koltuğun sırtına yaslayıp gözlerimi kapattım. Tanrı'm gecenin bir yarısı benim yatağıma bir yabancı girmişti! Bana dokunmuş hatta öpmüştü bile. Yine karanlıktı, yine bana sevgi beslemeyen biriydi. Elbette içinde bir sevginin vâr olduğunu düşünüyorsa bu sevgi değildi. Ya başka gecelerde geldiyse yanıma? Türkiye'ye yerleşmeden önce de yanıma geldiyse böyle? Türkiye bana iyilikten çok kötülük getirmişti. Her geçen gün travmalarım daha da çoğalıyordu.

Bana zarar vermek isteseydi verirdi. En savunmasız olduğum andı. Hapse atmak için uğraşan birinin beni öldürmemesi, çok saçmaydı. Silahın altında ki silahı çekip vurması yalnızca bir saniyeydi. O kadar korumayı alt edip içeri benimle uyumak için mi girmişti? İmkansızdı. Başka bir şey vardı. Polaroid resimleri gönderip beni tehdit eden kişinin gerçekçi ve akıllıca planı vardı.

Yanıma oturduğunu hissettim çok geçmeden sıcaklığı bedenimi buldu. Eli belimi sarmıştı, nefesi ise yüzüme doğru geliyordu. Gözlerimi açmaya tereddüt ettim, ona bu kadar yakınken konuşabilir miydim?

Gözlerimi açmadım. "Beni öldürebilirdi. Elinde böyle bir an vardı ancak vaktini yanımda sabah olmasını beklerken geçirdi. Anlamıyorum düşmanım mı yoksa takıntılı bir sapığım mı?" Sorumu ben cevapladım isyan ederek. "Ne olur sapık olmasın."

Dudakları çeneme dokunmuştu. Bir süre oyalandı ardından konuşmaya başladı. "Düşmanın olsaydı seni hiç düşünmeden çeker vururdu İdil. Seni öldürmenin başka bir yolu var onda, seni tehdit etmesi, seni hapse atması, yanına gelerek mesajını vermesi her biri oyununun kartları. Sıra sıra ve yavaş yavaş açıyor kartlarını. Seni psikolojik olarak yenmek istiyor çünkü senin aklın onun en büyük düşmanı. Delirmeni istiyor, her geçen gün kendini yiyip bitirmeni. Verdiği mesaj ile de: Nerede olursan ol ben senin bir adım uzağındayım diyor."

Kaşlarım çatılırken gözlerimi açtım. "Pskolojik olarak yenmek mi? Bildiği bir şey varda onun peşinden mi gidiyor?" Biliyor muydu, yetimhanede olanları? Biliyor muydu, karanlık korkumu? Bu yüzden mi hep geceleri bana uğruyordu?

Göz kapaklarım titrediğinde bu gözlerinden kaçmamıştı, içimden küfür ettim. "Belki ancak seni bu kadar etkisi altına almasının sebebi nedir? Onun oynadığı oyunda hata yapmamalısın. Eğer geçmişinde bir kusur varsa ona belli etme. Psikolojik olarak da kendine işkence etmeyi kes."

Eli yanağımı okşadı. Hâlâ bana doğru eğiliyordu. Eli saçlarıma tırmandı yavaşça ve baş parmağını alnımda gezdirdi. "Dün hastaneye kaldırıldığında çok komiktin." Tok kahkahası kulaklarıma doldu. "Başka bir şeye alerjin varsa söyle bende şok olmayayım." Yeniden güldü. Tanrı'm!

"Bir tane var aslında."

"Neymiş o?"

"Belki bir gün."

"Hadi ama meraktan öleyim mi illâ?"

Yeniden güldü, dayanamayıp bende ona eşlik ettim. "Sen sadece meraktan öl İdil. Sadece meraktan."

Gözlerim kısıldığı altında yatan anlam derin bir nefes almamı sağlamıştı. İki elimi yanaklarına koydum ve sıkmaya başladım. "Yanakların çok güzel," dediğimde biraz daha güldü. Yanaklarının kenarında ki yeni çıkan sakalları avcuma battı. Dayanamayıp yüzünü kendime yaklaştırdım ve dudaklarını dudaklarıma esir ettim. Dudaklarıma doğru güldü. Ardından ciddileşen taraf o oldu. Eli yanağımda gezinirken öpüşleri daha da derinleşiyordu. Belimde duran eli sıkıca belimi kavradı ve bir anda beni kucağına oturttu. Elim ensesinde geziniyor ve saçları ile oynuyordum.

Hafifçe geriye çekildiğimde nefes almaya çalıştım. "Sinirlendiğinde nasıl bir şey olduğunu biliyor musun?"

Nefes almamı sözcükleri ile de zorlaştırmıştı. "Sana hep sinirlenmeli miyim?"

Gülerek belimden beni kendine daha çok çekti. "Bana sadece gülümse ben sana aksini yapana kadar."

Gözlerim yeniden kısıldığında belimde ki eli başımı kavrayıp yeniden dudaklarımızı birleştirdi. İkinci bir alttan mesaj veriyordu. Bana ben sinirlenirsem sinirime duyarsız kalma diyordu. O sinirlenirse gerçekten ciddi bir konuda kavga edeceğiz demektir sanırım. İkimizinde sinirlenmeyeceği bir ortam hazırlanmalıydı. Dudağını ısırdığımda mırıldandı. Aynısını daha az acıyla bana yapmıştı. Başımı yana yatırdım ve daha da derinleştirdim.

İkimizde duramıyorduk ama durmamız gerekiyordu. Diğer eli belime tırmandı ve tişörtümden içeriye soktu. Bir elim gömleğinin düğmelerini açtım ve oralarda gezinmeye başladım. Benim gibi pürüzlü bir cildi vardı ancak ikimizide yaşamın bir parçası kılan bu izler, yaşadığımızı hissettiriyordu. Bu silik izler bizim kurtuluşumuzdu. Orası olmasaydı, mermi kalbimizi hedef alsaydı o yaraların hiçbir önemi kalmazdı. O izler kapansın diye üzerlerine yaptırdığım dövmelerim olmazdı. Belli ki bu konuda yalnız değildim... Onun da vücudu dövme kaplıydı.

Belki birazdan yapılacak operasyonda öleceğim ve dövmelerimle kaplı bu bedeni kefene koyacaklardı. Gelecek hakkında hiçbir şey bilmiyorduk ve sonrasında, neydim ne oldum diyorduk. İkimizin de tereddüt ile yaşadığı bu dönemler daha da afallamamıza sebep oluyordu. Ara ara ilk defa insan oldığumuzu hatırlıyorduk. Dün o alerji olduğunda söylenmedi bile çünkü ara ara yaşadığını hissetmesi gerekiyordu.

Geriye aynı anda çekildik ve aynı anda aynı cümleyi kurduk. "Durmamız gerekiyor."

Ardından ikimizde güldük. Açtığım gömleğinin düğmelerini yeniden ilikledim. Ardından kucağından kalkarak yemek masasını toplamaya başladım. Mutfaktan salona girerken ellerinde tabak olan Ortak'ıma çarpıyordum neredeyse. Ardından ilk beş dakika masayı toplamak ile geçmişti. Kahve bardağını kağıttan gözükmeyen masaya bıraktım.

O masada çalışmaya başlamış, bense kitap okumaya. "Sence adli tıpı çağırmalı mıyız?" dedim sayfayı çevirirken.

"İz bıraktığını sanmıyorum."

"Ama eldiveni yoktu, illâ iz bırakmıştır."

"Eldiveni vardı." Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Ten rengiydi."

"Bunu gözden kaçırmış olamam."

Yeniden evraklara döndü. "Sinirliydin, görmemen normal."

"Türkiye'den ne zaman döneceksin?"

Güldüğünü işittim. "Eğer yokluğumda beni özleyeceksen, sende gelebilirsin."

Tekrar ona baktığımda bana değil gülerek kağıtlara bakmaya devam ediyordu. "Bu yüzden sormadığımı biliyorsun."

"Hım, ne için soruyormuşsun? Aklıma başka bir neden gelmiyor."

Alay ediyordu! Kahretsin. "Seni öldürmek için soruyorum."

"Beni öldürmezsin İdil. İkimizde bunu yapamayız."

"Ya yaparsak?"

Kahvesini içerken bana baktı. "O zaman her şeyi kaybetmişizdir İdil."

Dudaklarım büzüldüğünde bana alttan mesaj vermesi üç olmuştu. Çenemi koltuğun arkasına yasladım ve bir elimi aşağıya doğru sallandırdım. "Peki, Türkiye'de ne yapacaksın?"

"Sabaha kadar çalışıp işleri yetiştirmeye çalışacağım."

"Gelmemi ister misin? Belki yardım edebilirim."

Bardağını altlığa koydu ve kalemi yeniden eline aldı. "Sadece imza işleri falan yapacağım. Yardımını yapmıştın zaten."

Türkiye'de beraber hazırladığımız planlardan bahsediyordu. "Eminsin?"

"Eminim."

"Pekâlâ."

Soyunma odasından çıktım ve aynadan kendimi bir inceledim. Operasyon için kıyafetlerimiz giymemiz için verilmişti. Siyah kargo pantolon, bacağımızda sıkıca sarılmış silahların bulunduğu emniyet kemeri. Siyah bir tişört ve onun üstünde siyah çelik yeleği giymiştim. Yere eğilip siyah botların bağcıklarını sıkıca bağladım.

Saçlarımı bağlayarak oradan çıktım ve yeniden toplanma odasına girdim. Jennie hâlâ soyunma odasındaydı. Saçlarımı topladım ve yerime oturdum. Beyler çoktan giyinmişler oturmuşlardı. Chris yanına oturduğum an kulağıma eğildi.

"Hanımefendi, gece yarısı düşman sizi görse öldürmez. Kahvaltıya saklar."

Güldüğümde koluna vurdum. "Kahvaltıda ne yapar?"

"Yer muhtemelen, sonra da seni suç ortağı yapar."

Yemeğin o yemek olmadığını anladığımda yüzümü buruşturdum. "Böyle iğrenç biri değildin sen, ne yaptı Amerika sana?"

Omuz silkti. "Çok şey."

"Öldüreyim mi hepsini?"

"Çok insan var, olmaz."

"Tüh!"

Jennie içeriye girdi ve sandalyesine oturdu. Birkaç dakika sonra Anton'da girdi içeriye. Ayağa kalkmamızı eliyle durdurdu ve kendi koltuğuna geçmişti. Kapı yeniden açıldı ve asistanı odaya girdi. Elinde ekipmanlar vardı. Her birini önümüze koydu.

"Bugün üç tim görev alanında bulunacak. Bunlardan biri siz olan Alfa Tim'i. Diğer iki birim DGSI'den ve polislerden oluşuyor. Her birinizin duracağı alanlar belirlendi. Kimse kimsenin alanına geçmesin aksi takdirde iyi sonuçlanmaz." Ayağa kalktı ve devam etti. "Katil oraya vardığında ve gördüğünüzde onu öldürmemelisiniz. Bu gece yağmur yağacak ve size verilen çantanın içinde korunmanız için gerekli olanlar ver alıyor. Elinizden gelenin en iyisini yapmalısınız. Alfa Timi diğerlerinden üstün olduğunu kanıtlamalı." Ortak'ıma döndü. "Sen liderlerisin yine ve bütün komuta sende. Emirine karşı gelene istediğin cezayı verebilirsin."

Bizden daha kıdemli olduğu için bizim liderimiz olması çok normaldi. Yardımcısı tabii ki bendim. Ondan sonra en iyisiydim.

"Anlaşıldı."

"Güzel. Ekipmanların içinde kalem var. Kullanımı aynı düğmesine bastığınızda hedefinize geçiçi bir zehir verilecek. Onu en kolay ulaştığınız yere yerleştirin. Sakın size batmasına izin vermeyin!"

"Anlaşıldı."

"Güzel. Size güveniyorum çocuklar. Kendinize dikkat edin!"

Başımızla selam verdik ve eşyalarımızı bırakıp belgeleri imzaladıktan kısa bir süre sonra merkezden çıkıp arabalara bindik. Yola çıkarken herkes takma adlarını yeniden birbirine hatırlatıyordu. Kulaklığımı taktım ve çalıştığına emin oldum. Ardından silahımın şarjörlerini kontrol ettim. Makineli silahlar bagajdaydı. Onlarda yanımızda olacaktı ancak genellikle tabanca ön plandaydı.

Araba taşlı bir yola girdiğinde sallanmaya başladık. Büyük bir gürültü ile gideceğimiz rotaya varıyorduk. En sonunda bir yerde durduğumuzda kapılar açıldı ve arabadan indik. Şoför bagajı açarken konuştu. "Bu alan size âit alanınızdan çıkmayın."

Bagajdan makineli silahlarımızı verdiğinde elime aldım ve dürbününü kontrol ettim. Ardından şarjörü. Diğerleri de hazır olduğunda ilerlemeye başladık. Bir ağacın oraya pustuğumda diğerleri de birbirimizden uzağa pusmuştu. Ağaçların rüzgarda sallanan yaprakları ve birazdan yağmurun yağacağının habercisi şimşek gerilmemi sağlıyordu. Baykuş sesleri kulaklarıma doluyordu.

Seri katiller insan öldürünce ne anlıyordu hiç anlamıyordum. Düzgün bir yaşam kurmak pek zor olmamalı. İyisiyle veya kötüsüyle bembeyaz bir hayatın varken neden onu kirletiyorlardı. Niçin böylesi değerli hayatları insanlardan çalıyorlardı?

Bir çığlık sesi ve gök gürültüsü birbirine karıştı. Nefesim çok gürültülü geliyordu kulağıma. Derin bir nefes aldım ve yeni bir çığlığa kulak verdim. Çok uzaktan gelmiyordu.

"Duyuyor musunuz?" diye fısıldadım.

"Evet."

"Yerini belirlemeye çalışalım."

Ardından liderimiz konuştu. "Bizim alana girdi. Diğer timler karışamıyor, bütün iş bizde."

Sert bir çarpma sesi kulaklarıma doldu. Silahın dürbünü ile etrafı taradım. Saklandığım ağacın gövdesinde ki küçük pürüz elime sürtüldüğünde yüzümü buruşturdum ancak yine de etrafı taramaya devam ettim. Bir kadının çığlığı yeniden duyulduğunda, nefesim kesilmişti. Tanrı'm kadın ölünce mi bulacaktık?

"Queen konuşuyor, ne zaman hareket etmeyi planlıyoruz? Kadın ölünce mi?"

"Ace's konuşuyor, önceliğimiz katil."

"On üç konuşuyor, kadını korumalıyız. Katilden önce sivilin hayatını düşünmeliyiz."

Karşımda ki açıklığın arkasında duran ağacın hemen yanında yatan Chris ile göz göze geldim. Geceydi ancak silah dürbünü her şeyi ele veriyordu.

Yağmur damlaları damlarken kalp hızım hızlanmıştı. "Yardım edin! Kimse yok mu?!" Çığlığı bardağı taşıran son damlaydı. Ayağa kalktım ve aşağısı gözükmeyen yamukluğa yürüdüm.

"Ace's konuşuyor, hareket izni verilmiştir."

Beni gördüğüne emindim. Attığım adımlara dikkat ederek yürüyerek yağmurdan önümü seçmeye çalışıyordum. Yamukluktan yavaş ve dikkatle inmeye başladım. Suya karışan toprak ve taşlar adım atmamı zorlaştırıyordu. Dimdik yerden inerken bir elim yerde destek alıyordu. Sonunda sessizce ayaklarım düzlüğe değdiğinde durmadan, gelen boğuşma seslerine yürüdüm. Benden önce davranan kişi önümden gidiyordu, Benny.

Benden daha hızlı inmişti. Yağmur damlaları hızlanmış dolu yağmaya başlamıştı. Şimşek sesleri çığlık seslerini bastıramıyordu. Daha hızlı yürüdüm. Sonunda bambaşka bir yol bizi karşıladı. Ağaçların sık olduğu bir alan. Burada kaybolursak bir daha yolu bulamazdık. Katil nasıl bulabiliyordu?

Benny arkasındaki bana baktı ardından yürümeye devam etti. İki ağacın arasından yan dönerek geçtim.

"Wendy konuşuyor. Queen ve Scooby gözden kayboluyorsunuz! Daha yavaş gidin!"

Jennie'nin endişeli sesi en son düşüneceğim şeydi. Bir ağacın oraya sinen Benny'nin hemen yanına gittim ve onun gibi oraya sindim. Eliyle uzağı gösterdiğinde gözlerim kısılmıştı. Yasladığımız ağacın beş metre ilerisinde ki ağaca yaslandım ve silahı ayarladım. Kadının üstüne çıkmış katile lazer ışığı bacağına vurduğunda tetiği çekecekken yer değiştirdi. Kadın hala debeleniyordu. Kadının kafasına muşamba geçirilerek sıkıca bağladı.

"Scooby konuşuyor, hedefi aldım."

Bu sefer onun silahının lazeri adamın bacağına vurduğunda hızla tetiği çekti. Kurşun sesi ormanda yankılanırken kuş sesleri yükselerek kaçmaya başlamıştı. Adam arkaya doğru düştüğünde etrafa bakmaya başladı. Yerimden çıktım ve ona doğru sessizce ilerlemeye başladım. Benny'de benimle ilerliyordu. Tanrı'm kadın nefessizlikten ölecekti.

Çok az bir mesafe kaldığında Benny'e kadını kurtarmasını işaret ettim. Beni onayladığında yürümeye devam ettim. Adam ayağa kalkmış işini yapmaya devam ediyordu. Kadın silahın sesi ile yardım çığlığı atmaya devam etmişti ancak kısa bir süre nefes alamadığı için susmuş olmalıydı. Adama doğru koştum ve kadına doğru eğilen beline tekmemi geçirdim. Kaygan toprak onunla beraber düşmemi sağlamıştı.

"Queen konuşuyor, hedefi aldım."

"Scooby konuşuyor, kurbanı aldım."

Belimden çıkardığım kelepçeyi adama takmak için uzandım. O sırada çıkardığı bıçağı bacağıma sapladığında küçük bir acı çıktı dudaklarımdan. Benny adamı arkasından tuttuğunda kelepçeyi ellerine geçirdim. Kilidi takarken çevik bir hareket ile önce arkasındaki Benny'nin yüzüne demir kelepçeleri geçirdi ardından bana tekme almaya çalıştı. Yerde yuvarlandı ve bizden kaçtı.

"Tanrı'm neredesiniz?!" diye bağırdığımda koşmaya başladım, bacağımın acısını önemsemeden.

"Ace's konuşuyor, geliyoruz!"

Yine bir dik yol karşıma çıktığında su dolmuş toprağa bastığımda bu sefer dengemi sağlayamadım ve yuvarlanmaya başladım. Toprak ve taşlardan yüzümü koruyarak yuvarlanmayı bitirdiğimde peşinden hızla koşmaya başladım. Onu kaybetmiştim ancak ayak izleri toprağa saplanmıştı.

Bir anda üstüme birinin atlaması ile yeniden onunla yere düştüm. Yüz üstü kaldığım yerde ayağımı bel boşluğuna sertçe vurduğumda onu üstümden atmayı başarmıştım. Ağaca sertçe kafasını çarptığında bu sefer yarım kalan işimi, kelepçeyi takmıştım.

"Queen konuşuyor, neredesiniz? Hedefi yakaladım." Onu ağaca yasladım ve tam önünde yere oturdum. Bacağım acıyordu. "Acilen gelmeniz lazım, onu yanınıza getiremem."

"Ace's konuşuyor, yaralandın mı?!"

Onunla aynı anda konuşan bir ses daha duydum.

"On üç konuşuyor, yaralandın mı?!"

"Queen konuşuyor, önemli bir şey değil." Katil ayağa kalkmaya çalıştığında dirseğimi çenesine geçirdim. "Yerinde dur!"

"Scooby konuşuyor, kurban benimle güvende."

"Ace's konuşuyor, onu arabaya götür."

"Scooby konuşuyor, anlaşıldı."

Katil kahkaha atarak bana bakmaya devam etti. "Kurbanım olacak kadar güzelsin. Keşke seninle şimdi karşılaşmasaydık. Boşuna diğer kadınlar ile vakit kaybetmişim, dünyada sen varken."

Sinirle güldüm. "O yüzden mi bıçağı bacağıma sapladın? Manyaksın sen!"

Kaşlarını çattı. "Tehlike arz ediyordun ve beni ilk siz vurdunuz!"

"Özür dilememi mi istersin?" Alayla kaşlarım havalandığında elini yağmurdan alnıma yapışmış saçıma götürürken buna izin vermeden parmaklarını parmaklarımın arasına aldım ve ters döndürerek onları kırdım.

"Ah!" Elini kelepçe ile bağlı diğer eline götürdü. "En azından elini tutma şansı yakaladım. Buda gurur verici."

Sabır dilenerek önüme gelen saçlarımı geriye attım. "O kadar insanı neden öldürdün?"

"Senin için." Bu sefer yumruğumu yanağına geçirdim. Başı kenara doğru düştüğünde sinirlenmişti. "Elin çok sert." Kafasını bana çevirip vurmak için hamle yaptığında son anda ondan kaçtım. Bundan yararlanıp bacağının altına sakladığı bıçağı çıkardı ve bana doğru salladı. Hareket etmeye çalıştım ancak bacağım kımıldamamıştı. Siktir! Çok kan kaybediyordum. Bıçak karnıma girerken elimi bıçağın keskin tarafını bastırdım ve bedenime girmesine izin vermedim.

Ve bir mermi koluna isabet ettiğinde bıçak benim elimde kalmıştı yere attığımda çoktan gelmişlerdi. Elimden akan kan bacağımda ki kana karışmıştı.

Caleb katili alırken Ortak'ım çantasından çıkardığı ilk yardım çantasından bacağıma sargı bezi sarmıştı. Ardından elime. Caleb'e Jennie eşlik ediyordu.

"Yürüyebilecek gibi misin?"

Başımı olumlu anlamdan salladım ve elinden yardım alırken kalkmaya çalıştım ancak başımın dönmesi ile yeniden yere düştüm. Bana doğru biraz daha eğildi ve kucağına aldı.

"Neden geç kaldın?"

"Üzgünüm."

"Olma," dediğimde omzunda ki elim kucağıma düşmüştü.

"Kendine gel!"

Gözlerim yarı baygın gidip geliyordu. Tanrı'm bacağımı hissetmiyordum! Başımı omzuna yasladım. Yağmur damlaları hala seri bir şekilde yağmaya devam ediyordu. Elimde ki sargı bezi ıslandığı için kan daha çok yayılmıştı.

"Bacağımı hissetmiyorum," diye mırıldandım.

"Hissedeceksin, inan bana hissetmen için her şeyi yapacağım." Sesi kırık geliyordu. Tok sesinden eser yoktu. Gözlerimi kapattım ve beni götürmesine izin verdim.

Ellerimi sıktığımı hissediyordum ancak giren acı ile son vermiştim. Küçük bir inilti çıkmıştı dudaklarımdan, acıyordu. Hangisi acıyordu bilmiyorum ama acıyordu ve ilk defa acıya katlanamıyordum. Gözümün önüne yağmur damlaların aktığı kan gölüne karışmış toprak geliyordu.

Bir şey elimi sıkıyordu. Hayır yaralı olan elim değil, diğer elimi. Sanki hayatta olduğumu bana anlatmak istiyordu. Sonra yavaş yavaş okşuyordu parmaklarımı, ardından fısıldıyordu.

"İyi olacaksın," diye. İçeriye biri giriyordu ve ona aynen şöyle diyordu. "Canı acıyor, ağrı kesici verin."

Ve iki dakika sonra yeniden uyuyordum.

Sıçrayarak uyandığımda karşımda Ortak'ımı gördüm. Gözlerimi ovuşturarak etrafa baktım. Sabahın ilk ışınları odaya vuruyordu. "Senin Türkiye'ye dönmüş olman gerekmiyor mu?"

Yerimden kalkmaya çalıştım ancak buna engel oldu. "Ayağın hâlâ iyi değil. Kalkmamalısın."

Dediğini yaptığımda derin bir nefes aldım. "Cevap vermedin?"

Üstümü örttü. "Sen bu haldeyken dönemezdim."

"Anladım. Bacağım ne durumda?"

"Bıçak, kemik ve damar arasına girdiği için yalnızca etini kesmiş."

Hafifçe kımıldattığımda hissediyordum. Tanrı'm! Korkudan ödüm patlamıştı! "Sen hiç uyumadın mı? Dinlenmelisin."

Üstünü değiştirmişti ve masanın üstüne bir ton kahve bardağı dizmişti. Sabaha kadar kahve içmiş ve evraklarla çalışmış olmalıydı. O neredeyse dosyalarıda onunlaydı. "Biraz daha uyu," dedi kendini önemsemeden.

Bacağım acısada biraz kenara kaydım. "Yanıma gel, beraber uyuyalım."

"Saçmalama, uyu hadi. Benim çalışmam lazım."

Gözüme gelen saçı çektiğinde hafifçe gözlerim kapandı ardından açıldı. "Beni kırma. Kocaman yatak sığarız işte."

"Ben kocaman yatak göremiyorum."

"Hadi ama! Beni hiç dinlemiyorsun."

Güldü ve elimden öptü. "Bana ajan olduğunu söylemediğin zamanda elini yaralamıştın. Hatırlıyor musun?"

Başımı olumlu anlamda salladım. Dudaklarım aralandığında telefonunun çalması ile ayağa kalktı ve masanın üzerinde ki telefonu eline aldı. Bana arkası dönüktü bu nedenle yüzünü göremiyordum ancak çenesini kaşıdığını görmüştüm. Tereddüt ederken sonunda karar verdi ve önce telefonu kulağına dayadı ardından bana dönerek eliyle bir işaret yaptı ve beni odada yalnız bıraktı.

Onu arayan kimdi de böylesine tereddüt ediyordu? Komodinin üzerinde duran telefonumu aldım ve birkaç kişinin endişeli mesajlarını yanıtladım. Kapı açıldığında kısa bir bakış attım. Gördüğüm yüz doğrulmamı sağlamıştı.

"Hareket etme," dedi ve koltuğa oturdu. "Nasılsın?"

"İyiyim Anton. Bu saatte gelmene gerek yoktu." Yatağın kumandasına benden önce davrandı ve koltuğumu kaldırdı.

"Hem sana bakmak için hemde durum bildirisi yapmak için geldim." Arkasına yaslandı ve ayak bileğini diğer bacağının üstüne koydu. Kaşlarımı çattığımda oldukça ciddiydi. "Dünkü operasyon başarı ile sonuçlandı. Yaralanmana rağmen pes etmemeni tebrik ediyorum. Her zaman doğru karar verdiğimin göstergesisin. Kurbanın durumu gayet iyi, hatta sizlere saygılarını iletti." Çenesini kaşıdığında daha kötü bir şey geldiğini hissettim. Bu iyi haberdi. "Bir gün sonra ki operasyona bacağın nedeni ile katılamayacaksın." Öne atıldığımda önemsemedi. "Bir önceki operasyonda Türkiye'ye bir anda gittiğini hâlâ unutmadım X. Sana karşı artık insiyatif kullanamam çünkü sen gittikçe işleri daha da batırıyorsun. Eski seni bulamıyorum X. Sen Türkiye'ye döndüğünden beri olmadığın bir karaktere büründün. Dikkat senin her şeyindi, asla hata yapmazdın. Kolay kolay yaralanmazdın bile. Evet yine emirleri dinlemiyordun ancak sonunda sapa sağlam başarı ile sonuçlanıyordu operasyon." Bana doğru yaklaştı. "Toparlanmalısın X! Aksi takdirde seni başka bir birime atayacağım."

Sinirden tırnaklarım elimin içine battı. Sustum ve ona öylece baktım sadece bir süre. Ardından tuttuğum nefesimi verdim ve dudaklarımı araladım. "Beni başka birime atamakla tehdit edecek kadar mı kötüyüm? Bu kadar mı benden kurtulmak istiyorsun? Benim yaralanmam bilerek yapılmış bir şey mi sence? Dikkat çekmek için katilin önüne mi atıldım? Ben ve Benny katilin peşine düşmüşken diğer ekip arkadaşlarımız neredeydi Anton? Burada beni suçlamak istiyorsan, itirazım yok. İnan bana bir gün sonra ki operasyona katılmazsam, birimden ben istifa ederim. Bunu gözümü kırpmadan yaparım!"

Dişlerimi sıktım. Ardından keskin bir acı hissettim. Elimin dikişlerinden gelen bir acıydı. Umursamadım. Ne zaman kendimi önemsemiştim ki?

Ayağa kalktı. "İstifa et!"

Gözümü kırpmadan ona baktım. Midem bulanmıştı. Karnıma keskin bir ağrı saplanmıştı sanki. "Pekâlâ Bay Anton. Birkaç saate istifa belgemi ve eşyalarımı bırakırım. Lütfen korumalarını al ve git."

Öylece bana bakmaya devam etti. Ciddi olup olmadığımı ölçüyordu. Ona yalvarmamı mı bekliyordu? O kadar aşağılık bir insan değildim. Kimseye boyun eğmezdim. Kapı açıldı ve içeriye eski Ortak'ım girdi. Oda benden farklı değildi siniri yüzünden okunuyordu.

Anton ona döndü. "X, artık ekibimizde değil." Aralarında sessiz bir iletişim geçti ardından bakışları bana döndü. Neden sinirliydi? Tanrı'm kafayı yiyecektim. Kusma hissim hâlâ geçmemişti. Yeniden bana döndü. "Kendi hataları ve seçimleri onu bu yola soktu. Artık yollarımız ayrılıyor."

Dişlerimi daha çok sıktım. Her şey mahvolmuştu. Her şey! Yürütülen yer altında ki planlar, her şey! Tepki vermeden ona bakmaya devam ettim. Anton'un bu kadar sinirine dokunan hareketlerimi ölçtüm ve tarttım ancak aklıma hiçbir şey gelmiyordu.

Ona bakmaya devam ettim. "Hâlâ bekleyecek misin? Herhangi bir bağımız kalmadığına göre çık git."

"Ben senin-"

Sertçe sözünü kestim. "Sen benim hiçbir şeyim değilsin. Olmadın da. Artık git ve bir daha karşılaşmayalım."

Yüzünde bir şeyler hareket etti ancak kendini toparladı. Gitmeyeceğini anladığımda üstümde ağırlık yapan örtüyü ittirdim ve ayağa kalkmak için bacaklarımı aşağıya sallandırdım. Engel olmak için aynı anda hareket ettiklerinde umursamadan hemen karşımda ki lavobaya yürüdüm. Kapıyı sertçe kapatıp kilitledim.

Sakin ol, Bolatlı.

Sakin ol ve olan her şeyi yaşamıyormuş gibi hisset. İstifa etmem gerekiyorsa bunu yaparım, düşünmeden. Hayatın garantili zaten, düşünecek pekte bir şey yok.

O yüzden sakin ol ve olanları kabullen.

Bu zamana kadar kaybettiğin tek şey değil.

Elimi yasladığım tezgaha kan yayılmaya başladı. Ayağım beni daha fazla taşıyamadığında yavaşça yere oturdum.

Hiçbir şey hissetmiyordum. Duygularım alınmış gibiydi. Yalnızca yüz üstü bırakılmanın acısı vardı. Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. İçeriden küçük fısıldamalar geliyordu.

Bir ara eski Ortak'ımın sesine hâkim olamadığı cümleyi duydum. "Şart mıydı? Raporu falan bahane ederek onu operasyondan men edebilirken, bu yola başvurmak şart mıydı?! Onun istifasını kabul edemeyeceğini bile bile bu yola girmene gerek var mıydı gerçekten? O ekipten çıktığı an başına üşüşürler Anton."

Kaşlarımı çattım. Gizlice beni koruyan meleklerim mi vardı? Gülme istediğimi bastırmaya çalıştım. Elimi ağzıma bastırdığımda sesimin çıkmamasına dikkat ediyordum. Tanrı'm psikoloğa gitmeliydim! Deliriyordum. Anton'un sesi gelmiyordu daha dikkatli konuşuyordu.

Sadece; "Zorundayım," dediğini duydum.

Dudaklarımı ısırırken kan yayılan elime baktım ve gülümsedim ardından ayağa kalktım. Aynanın karşısına geçerek elimi oraya yapıştırdım, hayır vurmadım. Elimin kanı oraya geçtiğinde daha çok gülümsedim.

Eğer gerçekten gizli meleklerim varsa bunu öğrenmeliydim...

*Ed Sheeran: Perfect.

Devam edecek...

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

14.5K 900 16
"Tatlı dile, güler yüze Doyulur mu, doyulur mu?" Sesli kahkahalar eşliğinde Neşet Babaya eşlik ediyordum, rakı bardağını kafama diktim ardından gözle...
45.4M 2.1M 85
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...
24.7K 1.2K 17
ruhsuz bir kadın. çoğu kişiyi umursamaz.borda bereli bir kadın birgün hastahanede karıştığını öğrenir. Diyer tarafta ise baba- kız, anne- kız, ab...
100K 6.4K 36
Bakışlarım son kez telefonumun açık olan ekranına kaydı. 00.00 Dudaklarımda acı bir tebessüm oluşurken telefonuma gelen bildirimle birlikte kaşları...