KELEBEK

By drunkonblood

11.9M 386K 53.8K

Mitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da is... More

KELEBEK
1.Bölüm - Yağmur
2.Bölüm - İnek Tanrıçası
3.Bölüm - İstenmeyen
4.Bölüm - Shift+Delete
5.Bölüm - Uçak
6.Bölüm - Tercihler
7.Bölüm - Sistem Geri Yükleme
8.Bölüm - Bukalemun
9.Bölüm - Morpheus
10.Bölüm - İnfluenza
11.Bölüm - Makaron
12. Bölüm - 108 Numara
13.Bölüm - İnterfaz Evresi
14.Bölüm - Güncelleme
15.Bölüm - Profaz Evresi
16.Bölüm - Kabulleniş
17.Bölüm - Einstein-Rosen Köprüsü
18.Bölüm - Canavarlar
19.Bölüm - Metafaz Evresi
20.Bölüm - Anafaz Evresi
21.Bölüm - Telofaz Evresi
22.Bölüm - Soğuk Duş Etkisi
23.Bölüm - DNA Mutasyonu
24.Bölüm - Cep Evren
25.Bölüm - Persephone
26.Bölüm - Sona Kalan
27.Bölüm - Venüs
28.Bölüm - Senkron Tutturma Yeteneği
29.Bölüm - Argiphontes
30.Bölüm - Cinnet Algoritması
31.Bölüm - Juno
32.Bölüm - Protein Yıkımı
33.Bölüm - Vulturus
34.Bölüm - Guest Hesabı
35.Bölüm - Minerva
36.Bölüm - Negatif Yük Dağılımı
37.Bölüm - Stymphalian Kuşları
38.Bölüm - Pisagor Teoremi
39.Bölüm - Nar Taneleri
40.Bölüm - Yastık İnkübasyonu
41.Bölüm - Pluton
42.Bölüm - 'Fe' Oksitlenmesi
43.Bölüm - Holometabol
44.Bölüm - Drakaina
45.Bölüm - Tulpar
46.Bölüm - Pavola
47.Bölüm - Eddie
48.Bölüm - Lux
49.Bölüm - Zihin Kontrolü
50.Bölüm - Kelt
51.Bölüm - Generatio İnferiorum
52.Bölüm - Gollum
53.Bölüm - Radix
54.Bölüm - Cerebrum
55.Bölüm - İnsan Ormanı
56.Bölüm - Ön Hazırlık
57.Bölüm - Dindymon
58.Bölüm - Petal
59.Bölüm - Harpia Kulesi
60.Bölüm - Tenebris
61.Bölüm - Ara Ürün
62.Bölüm -2015
63.Bölüm - Habitat
64.Bölüm - Ametist
65.Bölüm - Finem
66.Bölüm - Serotonin
67.Bölüm - Báthory
68.Bölüm - Caravaggio
69.Bölüm - Lo!
70.Bölüm - Svizzera
71.Bölüm - Primo
72.Bölüm - Teumessian
73.Bölüm - Cauda
74.Bölüm - Pinna
75.Bölüm - Lamiosa
Kelebek Kitap Oluyor!
76.Bölüm - Fibonacci
78.Bölüm - Lagos
79.Bölüm - Spero
Duyuru
Kesit - 1
Kesit - 2
Kesit - 03
Kitapla İlgili Önemli Duyuru!
Kapağımız Belli Oldu!
İstanbul Tüyap Kitap Fuarı ve Birkaç Küçük Not
-YILBAŞI ÖZEL-
*İkinci Kitap Hakkında*
KELEBEK II - DÖNÜŞÜM
*İkinci Kitap ve İzmir Kitap Fuarı ile İlgili*
Dönüşüm'den Bir Kesit ve Duyuru!
-Dönüşüm-
* Küçük Bir Sürpriz *
Dönüşüm Raflarda!
* Üçüncü Kitap ve Bir Sürpriz *
*Üçüncü kitap ve İzmir Kitap Fuarı ile ilgili*
*KOZA*
Koza Çok Yakında Raflarda!
Koza Çekilişi ve İmza Günü Duyurusu!
Kelebek - *ÖZEL BÖLÜM*

77.Bölüm - Athene noctua

83.2K 3.2K 823
By drunkonblood

Kimse tek bir kelime bile etmedi. Sessizlik havada somut bir hal almıştı, sanki konuşursam bu buzdan kütleyi kıracakmışım gibi hissediyordum. Bu yüzden genelde hiç yapmadığım bir şeyi yaptım ve sustum. İlk konuşan Ted oldu.

"Şimdi ne olacak?" Fakat sorduğu soru, hepimizin alacağımız cevaba dair şüphelerini derinleştirmekten başka bir işe yaramamıştı. Olenka'ya ne olacaktı? Belirsizlik gerginliğimi arttırırken sessizliğimi korudum. Ted'in sorusunu yanıtlayan kişi; soğuk ve metanetli tavrıyla, Athena oldu.

"O artık sizden biri değil. Hiçbir zaman tam anlamıyla olmamıştı zaten," Athena daha devam edecek gibi görünse de yanındakilerin ona attığı uyarıcı bakışlar nedeniyle sustu.

"Afrodit ile kişisel meselelerini yansıtacağın kişi Olenka olmamalı," Hermes, Athena'nın çiğ sayılabilecek sözlerinin üzerine Athena'yı kibarca azarladı. İkisinin çok iyi anlaşamadığı, öncelerden beri bildiğim bir gerçekti. Zeus'un sesiyle dağılan düşüncelerim tekrar toplandı.

"Olenka, Afrodit'in yaptığı bu şey affedilemez. Senin adına gerçekten üzgünüm." Zeus sözlerini bitirdiğinde, herkesin Ted'in sorusunu cevaplamaktan kaçındığını fark ettim.

"Ted size bir soru sordu," dedim tahminimden daha ciddi çıkan sesimle. "Olenka'ya ne olacak?" Onun sorusunu yinelediğimde, yine tüm tanrı ve tanrıçalar sessizliğe bürünmüşlerdi.

"Olimpos'ta kalmaya devam edecek değil mi?" Dianna'nın sorusunu sorarken takındığı umutsuz ifade, aslında içten içe cevabı bildiği anlamına geliyordu.

"Hayır," Artemis'in sesi ve yüz ifadesini, bana Eros'un oğlunu öldürdüğümü söylediği zamanki haline benzetmiştim. İri, kahverengi gözlerindeki bakış donuklaşmıştı konuşurken.

"Evine geri mi dönecek?" Bir diğer ihtimali sunan kişi Frederick'ti. Ben de ortada başka bir olasılık göremiyordum.

"Hayır," Bu kez, Zeus tahminimizin yanlış olduğunu belirtti. "Böyle soru-cevap şeklinde gideceğimize, bizi uğraştırmadan konuşsanız nasıl olur?" Ted'in sabrı tükenmiş olmalıydı. Ben de onunla aynı hissettiğimden; konuşmaya hazır görünen Athena'nın uzun, solgun çehresine bakışlarımı sabitledim.

"Olenka'yı, o bu kadar şey bilirken, evine gönderemeyiz. Olimpos'ta da kalmayacak ama onu güvenli bir yere göndereceğimizden emin olabilirsiniz." Sözlerinde samimiyetsizlik aradım fakat dürüst davrandığı, rahat tavırlarından anlaşılıyordu.

"Emily de her şeyi biliyor ama o normal hayatına geri dönebildi," Adriana'nın itirazının üzerine Athena'nın sözlerini zihnimde tarttım.

"Bana, Emily'nin güvende olduğunu söylemiştin... Evde değildi." dedim bakışlarımı bir saniye bile Athena'dan ayırmadan. Her şeyin şimdi farkına varıyor olmam, rahatsız hissetmeme sebep olmuştu.

"Bu büyütülecek bir mesele değil. Karar çoktan verildi. Olenka, diğerleriyle vedalaştıktan sonra yolculuğunda sana ben eşlik edeceğim." Athena'nın Olenka'ya karşı en sıcak davrandığı an hangisi diye sorsanız, muhtemelen bunu seçerdim. Olenka gitmeden önce, ona bir iyiliğinin dokunmuş olmasını istiyordu herhalde.

"Kiminle vedalaşacağım ki?" Olenka'nın sesindeki kırgınlık o kadar belirgindi ki, onunla girdiğimiz her anlamsız tartışma için onlarca kez pişmanlık duydum. Suçluluk hissi duymam şaşırtıcıydı, Athena'nın duygusuzluğum adına sarf ettiği tüm çabalara rağmen zorla da olsa kendime bir şeyler hissettirmeyi başarmıştım. Son sözlerini çoktan söylemiş olan tanrı ve tanrıçalar teker teker yok olurken, etrafımız bembeyaz bir ışıkla kaplandı. Rahatsız olunca gözlerimi kapatmak zorunda kalmıştım. Birkaç saniye sonra gözlerimi açtığımda, her zamanki terasta olduğumuzu anlamak zor olmadı. Bizi de beraberlerinde getirmişlerdi.

"Olenka, söylediğinde ciddi değilsindir umarım. Seninle geçirdiğimiz o kadar zamandan sonra, nasıl bize bir veda borçlu olmadığını söylersin?" Paulo'nun kibar ve düşünceli sözleri üzerine onu tebrik etmek istedim ama bunu sesli bir şekilde yapamayacağım için takdir dolu bakışlarla ona bakmakla yetindim.

"Athena da söyledi işte, ben hiçbir zaman sizden değildim." Olenka'nın ağlamak üzere olduğunu belirten çatlak sesi, pişmanlık hissimin tekrar alevlenmesine sebep oldu. Bakışlarım tüm konuşma boyunca sessiz kalan İnci'ye döndü. Yüzünde, muhtemelen benimki gibi, epey kararsız bir ifade vardı.

"Onların seni göndermelerine izin vermeyeceğim." dedi Hector kararlı bir şekilde.

"Onlara aramızdan birini bu kadar kolay atamayacaklarını göstermemiz gerek." Leonard da Hector'ı destekliyordu anlaşılan. Bu duruma daha farklı bir bakış açısı getirmişlerdi.

"Peki, bunu tam olarak nasıl yapacağız?" Ted'in sorusu beni düşünmeye itti.

"Konuşarak," diye cevapladım kısa düşünme süremin sonunda. "Martin benim arkadaşımdı, şimdi iyi durumda olmadığınızı biliyorum ama o senin en yakın arkadaşındı." dedim yanımda duran Hector'a dönerek.

Bakışlarım bu kez Adriana'ya döndü. "Her şeyi geçtim, senin hala erkek arkadaşın o." Bir saniyeliğine duraksadıktan sonra, "Onu ikna etmeliyiz." diye ekledim. Adriana pek umutlu görünmüyordu, sanırım bu Zeus'u benden daha iyi tanıdığı içindi. Fikrimi beğenseler de, beğenmeseler de ben şansımı Martin ile deneyecektim, Zeus ile değil. Zeus ve Martin benim için farklı kişilerdi.

"Gerçekten, benim yüzümden bu kadar çaba harcamanıza gerek yok. Hiçbirinizin beni sevmediğini biliyorum." Olenka'nın sesindeki nefret ince de olsa dikkatimden kaçmadı. Bu noktada, onu suçlayamazdım.

"Olenka, sana karşı en iyi davranan kişi olmadığımı biliyorum." İnci'nin sözlerini düzeltmesini sağlayan şey, Ted'in ona attığı ciddiyetini sorgulayan bakışlardı. "Tamam, en kötü davranan bendim. Bazı zamanlarda hak ettin-" Nasıl yaptığını göremesem de, İnci'nin susmasını sağladığına emin olduğum Ted'e minnettardım. İnci yeniden söze başladı.

"Ben bile senin bu kadar kötü bir şey yaşamanı istemezdim. Gitmene göz yumamayız." Ted'in, üçüncü denemesinde doğru düzgün bir şeyler söylemeyi başaran İnci'nin kolunu sıvazladığını gördüm.

"Martin ile konuşmaya biz gideriz," Hector'ın çoğul özneyle kast ettiği bir diğer kişinin kendim olduğumu anlamam, beni ilerletmek için sırtıma yerleştirdiği eli sayesinde oldu.

"Aman ne güzel, en sevdiğim çift Zeus'u ikna etmeye gitsin." dedi Olenka alaycı bir tavırla.

"Ted ama ben elimden geleni yapıyorum," İnci'nin yakarışları, daha önce hiç gitmediğim taraftaki teras kapısından içeri girerken duyduğum son şey olmuştu.

"Az önceki sözünden sonra Olenka için bu kadar uğraşmaya değip değmeyeceğini merak etmiyor değilim aslında," dedim asansöre doğru ilerlerken. Hector beni onaylamadığını belirten bakışlar atınca, yolun geri kalanında sessiz kalmayı tercih ettim. Hector'ın Zeus'u nerede bulabileceğimizi bildiğine inanıyordum. O asansördeki tuş panelinden gideceğimiz katın düğmesine basarken sessizliğimi korudum. Olenka'nın durumu birkaç şeyi fark etmemi sağlamıştı. Savaş bittikten sonra, eğer hayatta kalırsam ve savaşı kazanırsak ne olacaktı? %25'lik bir ihtimal de olsa, insan merak ediyordu. Gerçi, kehanetlerle kanıtlanmış ölümümün üzerine %25 ihtimalim olduğunu düşünmek bile komikti. Benim sağ çıkma ihtimalim zaten yoktu, asıl diğerleri ne yapacaktı?

"Savaştan sonra size ne olacak?" Sessiz kalma kararımı bu soruyla bozarken merakla Hector'ın cevabını bekledim.

"Eğer savaşı kaybedersek, pek de iyi şeyler olacağını sanmam." Her ne kadar sözlerini burada keserek gerçeklerden kaçınmış olsa da, kaybedersek hepimizi korkunç ölümlerin beklediğini biliyordum.

"Kazanırsak ne olacak?" Sorumu sorduktan sonra düzeltme ihtiyacı duydum. "Kazanırsanız," Bir zafer olsa da, bunu görecek kadar uzun süre yaşayacağımı sanmıyordum.

"Yine öleceğinle ilgili komik olmayan şakalarına başlamayacaksın, değil mi?" Sesindeki rahatsız olduğunu belirten tonu ayırt etmek zor değildi. Şımarık bir çocuk gibi omuz silktim. Öleceğim fikri, bütün düşüncelerimin üzerinde gezinen siyah bir bulut gibiydi. Geleceğe yönelik planları çoktan bırakmıştım.

"Bu kadar kolay mı vazgeçeceksin?" Hep benim ölmeme, sanki bu mümkünmüş gibi, izin vermeyeceğini söyleyen Hector; bu kez farklı bir cümle kurarak, şaşırmama sebep oldu.

"Olacakların önüne geçemem." Verdiğim cevap basit olduğu kadar doğruydu. Öleceğim bu kadar netken, kendim için çabalamak yersizdi artık. Son zamanlardaki her uğraşımın amacı, onları savaşta daha avantajlı bir durumda bırakmaktı. Hector'ın bu konudan hoşlanmadığını fark ettiğim için, konuyu daha fazla deşmemeye karar verdim. Zaten asansörden gideceğimiz kata vardığımızı belirten uyarıcı bir ses çıkmış ve kapı açılmıştı.

Daha önce hiç bulunmadığım koridora doğru bir adım attım. Altın sarısı zeminin üzerine kahverengi ve bordoya kaçan koyu kırmızı desenlerle süslenmiş duvarlara göz gezdirdim. Anlamlarını çözemediğim küçük biblolar duvardaki bölmelerde diziliydi. Tavanı epey yüksekte görünse de çatısındaki pencerelerden giren, yoğun güneş ışığı yolu aydınlatmaya yetiyordu. Olimpos'un geri kalanına bakılırsa buranın epey karmaşık bir tasarıma sahip olduğunu söyleyebilirdim.

"Ne taraftan?" dedim koridorun zıt yönlerini iki elimle işaret ederek. Hector sol tarafı işaret eden elimi tuttu ve kendiyle birlikte beni de o yönde ilerletmeye başladı. Ciddi ifadesinden anladığım kadarıyla az önceki konuşmamızdan hoşnut olmamıştı. Tabi bu çıkarımı yapmamda hızlı ilerleyişi de etkili olmadı dersem, yalan söylemiş olurdum. Bu acımasızca mıydı, bilmiyordum ama benim geleceğimin olmadığını anlamasını sağlamam gerekiyordu. Bunu anlamasını, yalnızca favori yöntemimle sağlayabilirdim: Konuşmak. Yürümeyi kestim, birkaç saniye sonra ilerlemediğimi fark edince ne olduğunu anlamak için başını benim durduğum tarafa çevirdi. Neden durduğumu bile sormamış, ona açıklama yapmamı beklemişti. Öleceğimi başına kakmamdan ciddi anlamda hoşlanmıyor olmalıydı. Ona doğru iki adım atıp aramızdaki mesafeyi kısalttım. Tutmakta olduğum elini bırakmadan konuşmaya başladım.

"Üzgünüm, hiçbirimizin psikolojisi iyi durumda değil ama beni anlaman gerekiyor. Her uyandığımda öleceğim güne daha da yaklaştığımı bilmek... Bu kolay bir şey değil. Biliyorum, hepimiz aynı tehlikeyle karşı karşıyayız ama benim bir farkım var ve o da, ölümümün kesin olması. Hayatım boyunca bir şeyler için umut etmekten hiç vazgeçmedim ve emin ol, yaşadığım hayat rahat değildi. Ben... Artık bunu da yapamıyorum." Samimiyetimi sesime, ifademe yansıtabilmek için ayrıca çaba harcamıştım. Hector bana doğru attığı adımla, az önce benim bıraktığım mesafeyi yok etmişti. Boştaki eliyle yüzüme düşen saç tutamını yavaşça geriye ittikten sonra, elini sol yanağımın üzerine koydu.

"Bana kazanırsak ne olacağını sordun," Az önce söylediklerime cevap vermeyecekti anlaşılan. Yine de, bundan önceki yanıtsız kalmış sorumu cevaplayacağı için dikkat kesildim. Sıkı sayılabilecek şekilde tuttuğum elini çekti. Birkaç saniye bile geçmeden, elini sağ yanağımın üzerine koyarak yüzümü kavramış oldu. "Eğer sen de kabul edersen, her şey bittikten sonra ben senin yanında olmayı isterim." Sözlerini bitirmesini bekledim. Hızlı bir karar vermem gerekiyordu. Daha önce hiç olmadığı kadar yakınımda duran mavi gözlerine baktım. Yapmayı düşündüğü şey için izin istiyor gibiydi.

Bunu yapamazdım, ne ona ne de kendime. Zor olan yolu seçtim ve iki yanımda sallanmakta olan ellerimi, yanaklarımdaki ellerinin üzerine yerleştirdim. Yüzümü isim koyamadığım güzellikte bir bakışla incelerken bakışlarını görmemek için gözlerimi kapattım. Yanaklarımı kibarca tutan ellerini yüzümden indirdim ve geri çekildim. Gözlerimi açsam da, bakışlarımı ayakkabılarıma yöneltmek daha iyi bir seçim gibi gelmişti.

"Sanırım babamı arıyorsunuz," Athena'nın sesini duyduğumda şaşkınlıkla başımı onun bulunduğu yöne çevirdim. Hector'ı durdurduğumda onunla neredeyse Zeus'un bulunduğu yere varmış olduğumuzu fark etmemiştim. Etrafımı incelediğimde koridorun bağlandığı yuvarlak, salona benzer bir yerde olduğumuzu fark ettim. Yan yana birçok kapı bulunuyordu. Athena'yı onaylama gereği duymadan önünde durduğu kapıya doğru ilerledim. Hector'ın da beni takip ettiğini tahmin ediyordum, onu kontrol etmek için arkama dönüp bakamamıştım. Yüzündeki ifadeyi toparlamakta başarılı biriydi ama yine de onu üzgün görme riskini almak istemedim.

"Zeus'u ikna etmeye geldiğinizi biliyorum, hevesinizi kırmak istemem ama bu pek mümkün değil." Athena'nın sözlerine kulak asmadım ve önümdeki çift kanatlı kapıyı iki kez tıklattıktan sonra kulplarından kendime doğru çekerek açtım. Zeus'un odası da bu katın tamamı gibi karışık bir düzene sahipti. Biblolar, heykeller ve duvarda asılı silahlarla dolu odaya göz gezdirdim. Sağ köşede kilitli, siyah bir kasa duruyordu.

"Tahtını göremiyorum," Sesimi duyunca, uğraştığı her ne ise bırakıp bana doğru dönen Martin'in yüzünde bir sırıtış vardı.

"Tahtlardan hoşlanmam." Cevabına karşılık gülümsedim. Martin'in yanında en son ne zaman gülümsediğimi unutmuştum. Konuya girecek uygun bir şey düşünürken bakışlarım odada gezindi. Etrafta oturup dinlenebileceği hiçbir yer olmadığı dikkatimi çekmişti. Ardından onun bir tanrı olduğunu hatırladım, dinlenmeye ihtiyacı yoktu.

"Senden bir iyilik istemeye geldik," Aklıma gelen en iyi giriş cümlesi buydu. Martin ciddi bir yüz ifadesine büründükten sonra masasına yaslandı ve konuşmaya başlamamı bekledi.

"Olenka'yı bu şekilde ortada bırakamazsınız." Martin'in yüzündeki ifade ciddiden, katıya dönüşürken devam ettim. "Bunu hak etmiyor. Senin ona yardım edebileceğini biliyorum, Martin." Ona uzun süredir bu isimle seslenmemiştim. Ciddiyetinin dağılmasından anlaşıldığı kadarıyla, Martin de benimle aynı şeyi düşünmüştü.

"Athena'yı duydunuz, karar verildi. Biz kararlarımızı birlikte alıyoruz, diğerlerinden izinsiz bunu yapamam. Hem, Olenka benim çocuğum değil." Zırvaladığının farkında mıydı?

"Gerçekten diğerlerinden izin istediğine bizi inandırabileceğini mi düşündün? Basitçe yapmak istemediğini söyle." Özellikle 'izin' kelimesini vurgulayarak konuşmuştum. Martin itiraz etmek için ağzını açtığında hiçbir şey diyemeden onu susturan Hector oldu.

"Bunu yapabileceğini biliyoruz, Leonard'ı Hades yerine seçen sendin. Olenka'ya da güçlerini yeniden verebilirsin." Ben Martin'e sinirliydim, fakat davranışlarından anlaşıldığı kadarıyla Hector'ın onu görmeye bile tahammülü yoktu.

"Bu durum farklı, Afrodit karşı takıma geçti." Martin'in dillendirmekten çekindiği bir cümle daha olsa da, söyleyeceklerini yuttu ve sözünü burada kesti.

"Olenka'ya ihtiyacımız var. Gegeneler, onlar Olenka'nın yanımızda olmadığını öğrenirlerse bize yardım etmezler." Savaşta yanımızda çarpışmanın bedeli olarak bir çiçek bahçesi isteyen yaratıklardan bahsetmem, Martin'i etkilemişe benzemiyordu.

"Söylediğine kendin inanıyor musun Jane?" Küçümseyici bakışlarının üzerine daha fazla onunla uğraşmak istemediğimi fark ettim. Nasıl olsa kabul etmeyecekti. Son bir umutla, sağ tarafımda dikilen Athena'ya baktım. Göz göze geldiğimizde bakışlarını kaçırması, yardımcı olmayacağını açıkça belli etmişti. Başka bir çözüm yoluna ihtiyacımız vardı ve bu çözüm yolu, kesinlikle tanrıların yardımı olmadan gerçekleştirilebilecek bir yol olmalıydı.

"Yardımların için teşekkürler," İğneleme yaptığım, sesimden net bir şekilde anlaşılıyordu. Zeus'un cevap vermesini beklemeden çoktan kapıya yönelmiş olan Hector'ı takip ettim. Biz odadan çıktıktan sonra kapı kapanmıştı, sandığımın aksine Athena Zeus ile kalmak yerine bizimle birlikte odayı terk etmişti. Şaşkınlığımı yüzüme yansıtmadığımı sanıyordum ama Athena'nın yüzünde oluşan, gülümsemeye benzer ifade sayesinde başarısız olduğumu anlamıştım.

"Hector, Jane'i bir süreliğine ödünç almam senin için sorun olur mu?" Athena'nın sorusu üzerine hızlı adımlarla koridorda ilerlemekte olan Hector duraksadı. Gerçi Athena bir cevap almak niyetinde gibi görünmüyordu. Daha çok, durumdan haberdar eder gibi bir tavrı vardı.

"Hayır, sorun olmaz." Kısa cevabının ardından düşünceli bir suratla asansöre giden yönde ilerlemeye geri döndü. Athena'ya hemen döneceğimi işaret ettikten sonra koşar adımlarla asansöre neredeyse varmak üzere olan Hector'a yetiştim. Adını söylediğimde, hiçbir ifade barındırmayan yüzüyle bana doğru dönmüştü. Duygusuzluğum ve onun getirisi ile yaptığım eylemlerden duyduğum üzüntü hakkında uzun bir konuşma yapmak adına ağzımı açmıştım ama ben hiçbir şey diyemeden Hector konuşmuş, beni susmak durumunda bırakmıştı.

"Ne düşündüğünü biliyorum, bunu sonra konuşalım." Gülümsedikten sonra devam etti. "Anladığım kadarıyla, umut etmekle ilgili sorununu çözmek için daha uzun bir zaman dilimine ihtiyacım var." Dikkatli bakışlarla gülümsemesini inceledim ve samimi olup olmadığını anlamaya çalıştım. İfadesinin içten olduğuna kanaat getirdiğimde ben de gülümsedim.

"Beni etkilemek istiyorsan mutlaka internetten umut ile ilgili ilham verici sözler bulmalısın," dedim alay edercesine. Onun rahat ve samimi hali, beni gerginliğimden kurtarmıştı. Önerimi düşünür gibi gözlerini kıstıktan sonra başını olumsuzca salladı.

"Sanırım doğaçlama yapacağım." Bence de bu daha iyi bir tercihti. Aramızda bir problem olmaması beni ciddi anlamda sevindirdiğinden, yüzümde oluşan mutluluğu gizleyemedim. Bana uzun gelen bir sürenin ardından, değişmeyen ifademle onu incelemeyi bırakıp içimden geçen cümleyi söylemeye karar verdim.

"Teşekkür ederim." Ona neden teşekkür ettiğimi sormadı. "Artık gitmen gerekiyor," Başıyla uzakta sayılan Athena'yı işaret etmişti. Başka bir şey demeye gerek kalmadığından, sessizce yanından ayrılıp Athena'ya doğru ilerlemeye başladım. Ben yanına varır varmaz koluma girdi ve beni tavanından sızan güneş ışıklarının aydınlattığı salonun sol tarafına doğru yöneltti. Beni nereye götürdüğünü bilmesem de, yol boyunca sessiz kalmayı ve soru sormamayı tercih ettim. Zeus'un odasından fazla uzaklaşmamıştık ki, Athena duvarın önünde durdu. Boştaki elini duvardaki, geri kalanından ayırt edilmesi için epey dikkat gerektiren, bir bölgeye yerleştirdiğinde küçük bir bölme açıldı. Athena üstünde daha önce gördüğüm fakat bir türlü nerede gördüğümü çıkaramadığım semboller olan kilit ekranında çeşitli tuşlara bastığında duvar iki yana ayrılarak açıldı. Hiç zaman kaybetmeden içeri geçtik, kapı hemen arkamızdan kapanmıştı. Ben hala sembolleri nerede gördüğümü düşünüyordum, tam o anda Athena beni bu yükten kurtardı.

"Şifreyi oluşturduğum sembolleri tanıyabildin mi? Hector'ın ilk tanıştığınızda sana çözümlemen için verdiği defterdeki sembollerdi. Aslında bunu sana yaptırmak ikimizin ortak fikriydi." Athena ile Hector'ın birbirleriyle benimle olduklarından daha iyi geçindikleri gerçeğinin farkındaydım. Cevap vermeden odayı incelemeye başladım. Zeus'un odasıyla kıyaslarsak bu oda, onun yanında çok daha sade kalıyordu. Üç duvarı mavi ve bir duvarı beyaza boyanmış odanın içinde ek olarak fazla bir eşya yoktu. Yine şaşırtıcı olmayan bir biçimde yatak bulunmayan odada meraklı bakışlarla gezinmeye başladım.

"Bu senin odan," Belirtme gereği duymuştum. Gözlerim siyah, büyük kuş kafesine takıldı. İçindeki kahverengi tüylü, zekayla parıldayan sarı gözlere sahip baykuşa baktım.

"Minerva'nın baykuşu yalnız alacakaranlıkta uçar." dedim gözlerimi kafesten ayırmadan. Baykuşun sanki zihnimi okuyor gibi görünen bakışları beni ürküttüğünden Athena'ya döndüm.

"Bazen, geri döndürülemeyecek bir noktaya varmadan alınacak kararlar işine yarayabilir." Kollarını göğsünde kavuşturmuş, yüzünde anlamlandıramadığım bir ifadeyle benim heyecanlı oda turumu izliyordu. Yüzündeki ifade, en az söylediği söz kadar karışıktı. Bir kararsızlık seziyordum onda, sanki beni kendi özeline dahil etmekten o kadar da memnun değilmiş gibi bir hali vardı. Fakat derine indiğimde, benim burada bulunmamdan daha büyük problemleri olduğunu hissettim. Ne olduğunu bilmiyordum ve öğrenemeyecektim, o yüzden sormaya tenezzül etmedim.

"Beni neden buraya getirdin?" Kollarımı tıpkı onun gibi göğsümde kavuşturduktan sonra, beyaza boyanmış duvarın önüne geçtim. Athena bana doğru ilerlerken duyduğum, erimeye benzeyen sesle arkama döndüm. Önünde durduğum duvar şeffaflaşıyordu. İçeride karşı duvarı tamamen kaplayan, televizyona benzer kocaman bir ekran vardı. Ekranda Emily'nin yüzünü gördüğümde içime dolan mutluluğun ifademe yansımasına izin verdim. Athena görüşümüzü bulanıklaştıran şeffaf duvarı bir muşamba gibi yukarı kaldırdı. Hızlı adımlarla muşambanın altından geçip ekranın önüne ilerledim.

"Beni özledin mi?" Ekranın iki köşesindeki hoparlörden yükselen sesini duyduğumda gözlerimi kapattım. Emily iyiydi, güvendeydi ve sesi her zamanki neşesini yitirmemişti. Rahatlığın damarlarımda soğuk bir su gibi gezindiğini hissettim. Beni görebildiğini bildiğimden, sorusunu başımı sallayarak yanıtladım.

"Beni özlediğini kabul ettin," Bakışları benim üzerimden başka bir noktaya yöneldiğinde arkamda duran Athena'ya baktığını anladım. "Beni gerçekten özlemiş olmalı." Benimle eğleniyor gibi görünse de, aynı duyguları paylaştığımızı ikimiz de biliyorduk.

Athena, "Sizi yalnız bırakayım," dedikten sonra şeffaflaşan duvardan geçerek yeniden odasına ulaştı. Bizi oradan da duyabilecekti ama en azından yanımızdan ayrılma kibarlığını göstermişti.

"Emily, iyi misin? Nerede kalıyorsun? Yalnız mısın?" Emily ardı ardına sıraladığım sorularımı işittiğinde güldü. Hep söylediğim gibi, onun gözlerine kadar ulaşan gülüşünü çok severdim.

"Sanırım Athena sana bunu söylememden hoşlanmaz, sen yalnızca benim iyi olduğumu bil. Burada eğleniyorum. Her gün bir sürü yeni şey öğreniyorum." Heyecanlı konuşması, gerçekten iyi olduğunun açık göstergesiydi ama yine de içim rahat değildi. "Burası çok değişik ama en azından herkes her soruma cevap veriyor." O böyle deyince, Hermes'i sorduğu sorularla neredeyse bayılttığı gün aklıma gelmişti.

"Yemek konusunda sıkıntılar çekiyorum gerçi," Yüzünü buruşturdu. "Burada bahsedilecek bir şey yok, asıl sen anlatmalısın. Ben yokken neler oldu?" Ellerini heyecanla önündeki masaya koyup öne eğilmişti fakat başı kameraya çarpınca görüntüsü birkaç saniyeliğine titredi, sarsakça kamerayı sabitleştirdikten sonra geri çekildi. Görüntüsünün şimdi biraz yamuk geliyor olmasına aldırmadım ve Emily'nin sinirli ifadesine kahkaha attım.

"Jane, gülme." Onu görmeyeli ne kadar süre geçmişti? En son ne zaman beni azarlarcasına ismimi söylemişti? Düşüncelerimi bırakıp sorusuna yoğunlaştım.

"Pek önemli bir şey olmadı. Eros'un oğlunu öldürdüğüm için ilk gördüğüm kişiye aşık olmakla cezalandırıldım ve duygularımı geri kazandım," Emily beni durdurmaya çalışırken kamerayı heyecandan bir kez yere düşürmüştü. Toparlandıktan sonra hevesle konuşmaya başladı.

"Nasıl yani? Ruhsuz olmayı bırakıp şunu detaylıca anlatır mısın? Beni sinir ediyorsun." Arkasına yaslanıp dikkatli bir tavırla konuşmamı bekledi. Sesindeki endişe ve merakı rahatlıkla ayırt edebiliyordum.

"Bir görevdeydik ve Olenka'yı kurtarabilmek için Eros'un oğlunu öldürdüm. Eros da beni ilk gördüğüm kişiye aşık olmakla cezalandırdı ve duygularımı bana geri verdi. Athena benim isteğim üzerine duygularımı yeniden elimden aldı. Şimdi her zamankinden daha da duygusuzum, bu kesinlikle harika." Emily'i bunun havalı olduğuna inandırmaya çalışmıştım, fakat her ne kadar öyle davransa ve görünse de Emily çocuk değildi. Onu bu şekilde kandıramadım. Kaşları çatıldı.

"Jane, bu iyi değil." Buna mecbur olduğumu bildiği için üstüme gelmedi ve konuyu değiştirdi. "İlk gördüğün kişi kim oldu peki?" Yüzündeki sinsi sırıtış, yıllarca beni zorla çıkardığı çifte randevularda takındığının aynısıydı.

"Fark eder mi? Artık lanetin bir geçerliliği yok. Hem, en şaşırtıcı haberi sona sakladım." Evet, Emily'nin kafasını karıştırabilirdiniz ama iş romantizme geldiğinde onu şaşırtmak mümkün değildi.

"Kim?" Sorusunu sırıtışını bozmadan yineledi. Sıkıntıyla nefesimi dışarı verdim. Cevabını almadan sorusunun peşini bırakmayacaktı. "Hector, ayrıca Afrodit Olenka'nın güçlerini elinden alıp karşı takıma geçti." Emily'nin gözleri şaşkınlıkla irileşti ve açılan ağzına iki elini kapatmak zorunda kaldı. En ilginç haberi sona sakladığımı biliyordum. Memnuniyetle gülümsedim.

"Hector mı?" dedi dehşet içinde. Takıldığı noktanın bu olduğunu fark ettiğimde başımı ciddiyetini sorgularcasına yana eğdim.

"Athena'ya söyle, Hector ile mutlaka görüşmem lazım." Sanki bir felaket olacağını ona haber vermişim gibi davranıyordu. Birkaç saniye sonra sakinleşip yeniden şaşırdı.

"Sen az önce Olenka'nın güçleri alındı mı dedin?" Emily bir tarayıcı olsa, Internet Explorer olurdu. Başımı onaylarcasına salladım. Bundan, ilk haber kadar etkilenmemişti. Omuz silktikten sonra konuştu.

"Diğer tanrılardan yardım alırsınız." Ne yazık ki, çözüm onun sandığı kadar basit değildi ama onu üzmemek için sesimi çıkarmadım. "Athena'nın mutlaka bir planı vardır, o zeki biri." Her ne kadar belli etmemeye çalışsam da, Emily muhtemelen benim umutsuz ifademden durumun çaresizliğini idrak etmişti. Biri anlamadığım bir dilde bir şeyler söyleyip Emily'e seslendi. Sanırım konuşmasını bitirmesi gerekiyordu. Emily dönüp karşısındaki kişiye aynı dilde cevap verdi ve başını salladı. Gelen kişinin onu çağırdığı aşikardı. Fazla zamanımız olmadığı için, konuşmaya başladım.

"Bir daha görüşebilir miyiz bilmiyorum, bu yüzden seninle vedalaşmama izin ver." Emily'nin sinirlendiğini görebiliyordum. Güya, sözlerimi bölmeyecekti.

"Jane, ölmeyeceksin. Sen güçlüsün... Savaşmalısın. Yenilgiyi nasıl bu kadar çabuk kabullenebilirsin?" Duraksadı. Birkaç saniye boyunca gözlerini kapalı tuttuktan sonra konuşmaya devam etti.

"Eğer karşımıza çıkan her engelde yıkılsaydık nasıl hayatta kalacaktık?" Sorusuna uygun bir cevap düşündüm.

"Emily, öngörülerin hepsi aynı şeyi söylüyor. Gerçek o kadar belirgin ki, kendim için savaşacak kadar hayalperest değilim." Omuzlarımı düşürdüm. Konuşmak iyi geliyordu. Uzun süredir içimde tuttuğum düşüncelerimin ne kadar ağırlık yaptığını fark etmemiştim.

"Bu sorumun cevabı değil Jane. Çocukluğumuzun geçtiği o iğrenç yerde neler yaşadığımızı biliyorsun." Yanımızda kimse olmasa da öne doğru eğilip fısıldamıştı. Sanki o anıları kimsenin öğrenmesini istemiyormuş gibi, sanki kendi bile hatırlamak istemiyormuş gibi...

"Yine de vazgeçtik mi? Seninle kendimize bir hayat kurduk. Birbirimizi asla yalnız bırakmadık. Jane, savaşacaksın ve bunu sadece kendin için değil benim için de yapacaksın. Beni yarı yolda bırakamazsın." İri gözlerinden pembeleşmiş yanaklarına dökülen yaşları umursamadan titrek sesiyle konuşmayı sürdürdü. "Bu kadar çabuk kabullenme, lütfen." Yalvarışını kısa kesip burnunu çekti.

"Birbirimize söz vermiştik." Sesindeki çocuksu kırgınlıkla boğazımın düğümlendiğini hissettim. Eğer ağlayabilsem, gözyaşlarımı durduramazdım muhtemelen. Göğsümde oluşan yumak ciğerlerimi oyarak kendine yer açtı ve nefes almamı zorlaştırdı. Yutkundum, yıllar önce verdiğimiz sözü sessizce mırıldandım.

"Ne olursa olsun, birbirimizi asla terk etmeyeceğiz." Gözlerimi kapattım. Zihnimde dönen görüntü o eski püskü yatağın üzerinde sıkı sıkı birbirinin ellerini tutan ve önlerine çıkan her türlü zorluğu birlikte aşacaklarına dair yeminler eden iki kıza aitti. Gözlerimi açtıktan sonra söze başladım.

"Her şey için teşekkür ederim Emily. Bugün olduğum kişiyi sana borçluyum. Kendine çok dikkat et olur mu?" Boğazımdaki yumru konuşmamı zorlaştırırken, gözlerimin ıslanmasa da yandığını hissedebiliyordum. "Beni unutma," dedim yüzümde mutluluktan uzak bir gülümsemeyle. Bencilce de olsa kendime engel olamamıştım. Geriye doğru bir adım attım.

"Sen de daima yanında olduğumu unutma. Bu zamana kadar nasılsa, bundan sonra da öyle olacak." Emily bedenen olmasa bile varlığıyla, benim çoğu zorlukta pes etmeme engel olmuştu. İçten içe, birlikte inşa ettiğimiz hayatımızı ilk terk edenin o olacağından korkmuştum hep. Fakat hayatta her şey tahmininize göre gitmezdi. Onun elini bırakan, sözümüzü bozan bendim. Başka bir şey demeden birkaç saniye birbirimizin yüzünü inceledik. Derin bir nefes alıp Athena'nın yanına doğru ilerledim.

"Vedalar zor, değil mi?" Muşambayı kaldırıp altından geçtiğim anda şeffaf duvar tekrar katılaştı. Athena'nın sorusunu başımı sallayarak onayladım. Elinde içi dolu bir şarap şişesi tutuyordu. Diğer elindeki kadehe sarımtırak renkli içeceği doldururdu ve kadehi bana uzattı. Ne olduğunu koklayarak anlayabilecekmişim gibi kadehi burnuma götürdüm. Güzel bir kokusu vardı. Ben soramadan Athena konuştu.

"Dionysos'un hediyesi, bugün bir kadeh içmenin senin için rahatlatıcı olacağını düşündüm." Kadehi güvensiz bakışlarla inceledim. Athena eliyle az önce orada olmadığına kalıbımı basabileceğim bir koltuğa oturmamı işaret etti.

"Teşekkürler," dedikten sonra koltuğa oturdum ve içecekten bir yudum aldım. Bir içecek için fazla şekerli olduğunu düşünsem de, tadı lezzetliydi. Athena karşımda beliren koltuğa yerleşirken kendimde herhangi bir gariplik hissetmediğim için içecekten ufak yudumlar almaya devam ettim. Sanırım bu kadar paranoyak olmanın bir anlamı yoktu. Aklıma gelen düşünceyle şaşkın bakışlarımı Athena'ya yönelttim.

"En son ne zaman bir şeyler içtiğimi ya da yediğimi hatırlayamıyorum." dedim kaşlarımı çatarak. "Ne zaman uyuduğumu da." diye ekledim. Athena'nın dudaklarının kenarları kendine yakışan bilgiç bir tavırla kıvrıldı.

"Kaldığınız yer Olimpos... İnsan alışkanlıklarınızdan ne zaman vazgeçeceğinizi merak ediyordum, sandığımdan daha çabuk oldu." Açıklaması merakımı giderememişti. Hiç yemek yemiyorlar mıydı? Kafamın karıştığını anlayan Athena açıklamasını biraz daha genişletti.

"İnsani 'ihtiyaçlar' bizim için insanlar gibi giderilmesi mutlak gerekli olan şeyler değil. Örneğin, eğer istiyorsak kendimize ziyafet verebiliriz ama bu yemeksiz yaşayamayacağımız anlamına gelmiyor." Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Kadehteki içeceğin yarısını bitirdiğimde Athena yeniden konuştu.

"Uzun süredir sana sormak istediğim bir soru vardı, bugün koridorda sizi Hector ile öyle görünce yeniden hatırladım. Duygularının olması nasıldı? Onları ikinci kez elinden aldığım gün verdiğin karardan pişman mısın?" Athena'nın açık sözlü hali, beni her zaman hazırlıksız yakalamayı başarıyordu. Bu özelliğini ilk kez, Leonard ile gizlice çalıştığımızı Hector'ın yüzüne söylediğinde öğrenmiştim. Kısa bir düşünme süresinin ardından cevapladım.

"Açıkçası duygularımın olduğu zamanı neredeyse hiç hatırlayamıyorum. Onları aldığın anda, duygularımın olduğu zamana dair tüm anılarım silinmeye başladı. Bu yüzden o soruya dürüstçe bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. Pişman olup olmadığım konusuna gelirsek, pişman değilim. Çünkü eğer duygularım olsa bütün bu durumdan daha fazla etkilenirdim. Sanırım bu açıdan, duygusuz olduğuma memnunum." Athena'nın yüzüne bir sırıtış yayıldı, daha önce böylesini gördüğüme emin değildim.

"Memnun olmalısın Jane, bu sana verdiğim bir hediye. Düşün, bir düşman edindiğinde seni zayıflaştırmak için ilk hangi özelliğine saldırdı?" Sorusuna cevap beklediğini anladığımda boş kadehi yere bırakıp yanıtladım.

"Duygularımın olmayışına," Başını salladı. "Aynen öyle. Senin, altını çiziyorum, duyguların yok. Fakat duygularının sadece bir kısmı tamamen elinden alındı. Bir savaşçının ihtiyacı olan duyguları sende bırakıp seni güçsüzleştirecek duygularını yok ettim." Yaptığını gayet zekice bulduğu tutkulu anlatışından belli oluyordu. Ben bir şey diyemeden konuşmaya devam etti.

"Bazen insanlara karşı sevgi gösterme ısrarınla hediyeme hakaret etmişsin gibi hissediyorum. Yine de, senin şimdiki halinle gurur duyuyorum. Tam da hayalimdeki çocuk oldun." Uzanıp elini dizime koydu ve hafifçe sıktıktan sonra geri çekildi. Bakışları boş kadehe yöneldi. "İçkini bitirmişsin, artık gidebiliriz." Ayağa kalktığı anda, koltuk yok olmuştu. Ben de altımdan yok olacağı korkusuyla tedirgince koltuktan kalktım. Düşüp kendimi rezil etmediğim için gerginlikle tuttuğum nefesimi, rahatça dışarı verdim.

"Olenka'ya benimle birlikte gideceği yere kadar eşlik etmek ister misin?" Kapıya doğru ilerleyen Athena'yı takip ettim. Teklifini başımı sallayarak kabul etmiş ama bunu göremeyeceği sonradan aklıma geldiği için, sesli bir şekilde onaylamak zorunda kalmıştım.

*

Athena Zeus'un onu çağırmasıyla benim yanımdan ayrılmak zorunda kalmıştı. Ben de bunun üzerine diğerlerinin yanına gitme kararı almıştım, böyle bir durumda terasta bekliyor olduklarını tahmin ediyordum ve kapılar açıldığı an yanılmadığımı anladım. Ayakta beklemekten sıkılmış olacaklar, hepsi -yine daha önce burada olmadığına kalıbımı basabileceğim- üç ayrı bankta dizili oturuyorlardı. Bir bankta Dianna, İnci ve Paulo; bir diğer bankta da Olenka, Frederick ve Adriana oturuyordu. En yakınımdaki bankta oturan Ted'in adımı seslenmesiyle ondan tarafa döndüm. Ted beni yanlarına çağırırken, Hector ve Leonard aralarındaki Ted'e rağmen bir şeyler konuşuyorlardı. Onlara doğru ilerledim, Ted Hector'a doğru yaklaşıp bana Leonard ile arasına oturmam için yer açtı. Ne kadar çocukça olduğunu bilsem de sevinmiştim, Hector'dan uzak olmam daha iyiydi. Bana açtıkları yere yerleştikten sonra kolunu omzuma atan Ted'e döndüm. Yüzünde bir gülümsemeyle bana bakıyordu.

"Nasılsın Yakışıklı?" Uzun süredir kullanmadığı lakabımı yeniden duymayı beklemediğimden, kendimi tutamayıp gülmüştüm. Sorusuna cevap vermediğim için konuşmaya devam etti.

"Duyduğuma göre Zeus ile anlaşamamışsınız." Bakışları bir anlığına duyduklarının kaynağı olan Hector'a dönünce, istemsizce ben de ona baktım. Onunla göz göze geldiğimde dürtüme engel olamayıp başımı çevirdim. Hector'ı eskilerden beri dört ayaklı birçok hayvana benzetmiştim, özellikle öküz favorilerimdendi ama şimdiki halini benzetebileceğim tek dört ayaklı hayvan kediydi. Sanırım bakışlarımı kaçırmamın sebebi de bu kırgın haline bakmaya içimin elvermiyor olmasıydı.

"Evet, onun fikrimize hiç sıcak bakmadığını söyleyebilirim." dedim Ted'in bir cevap beklediğini fark ettiğimde.

"Öylece Olenka'yı kovmalarına izin mi vereceğiz?" Leonard yüzünü ovuşturdu. Ellerini yüzünden çekmemiş ve dizine dayadığı dirsekleriyle öne eğilmiş, bir çare düşünmeye çalışıyor gibiydi. Umutsuz bir görüntüsü vardı. O, bunu yalnızca Olenka'ya yapılan bir hareket olarak görmüyordu. Altında daha tehlikeli şeylerin olduğuna inanıyordu. Ona göre, eğer bunun olmasına ses çıkarmazsak, tepki göstermezsek hiçbirimiz güvende değildik. Leonard'ı sakinleştirmek adına sırtını sıvazladım.

"Olenka'yı nereye götüreceklerini biliyor musun?" Hector'ın sorusunun bana yöneltildiğini anladığımda ona bakmadan başımı olumsuzca salladım.

"Gerçi, onu gideceği yere kadar Athena ile birlikte ben götüreceğim." Bunu duyduğu anda doğrulan Leonard'ın sırtındaki elimi tedirgince çektim.

"Onlara izin verdiğimiz gibi yardım da edeceğiz yani," Bana neden sinirlendiğini anlayabiliyordum ama savunmam hazırdı.

"Eğer Athena ile gidersem Olenka'yı nereye bırakacağını öğrenmiş oluruz." Birkaç saniye söylediklerimi idrak etmesini bekledikten sonra Leonard'a yaklaşıp sessizce konuşmaya devam ettim.

"Ayrıca, artık bir değeri olmadığını söyleyip onu yok edebilir bile ama eğer ben orada olursam gözümün önünde bunu yapamaz." diye fısıldadım. Olenka'nın bunu duyma ihtimalini ortadan kaldırmak için elimden geldiğince alçak sesle konuşuyordum. Leonard sözlerimin üzerine gülümsedi.

"Bazen senin zeki olduğunu unutuyorum." dedi alaycı bir tavırla. İltifat mı yoksa hakaret mi ettiğini pek anlayamamıştım.

"Tabi, iş bununla sınırlı kalmıyor." Leonard'ı duymamış gibi konuşmaya devam ettim. Bu sefer Ted ve Hector'ın da beni dinlediğine emin olmaya çalışıyordum. "Belki de orada Olenka'yı yok etmek için adamları bekliyordur. Bu yüzden onu bıraktıktan sonra her ne yapacaksak bunu hızlı yapmamız gerekiyor." Bir kez daha tanrılara mı yalvarırdık, yoksa onu oradan kendimiz kurtarmaya mı çalışırdık bilmiyordum ama fazla beklersek ortada kurtarılacak biri olmayabilirdi.

"Ya hepiniz yanılıyorsanız ve Olenka'nın bırakıldığı yer yaşanabilecek bir yerse? O zaman boşuna tanrıları kızdırmış olmayacak mıyız?" Ted'in sorusu da üstünde düşünülmesi gereken farklı bir noktaydı. "Ayrıca, riske değer mi?" diye ekledi. Ted de, en az Athena kadar açık sözlülüğü ile bildiğim biriydi. Yine, herkesin içten içe düşündüğü ve bir türlü söyleyemediği şeyi söyleyen o olmuştu.

"Bunu sadece tek biri için yaptığımız bir şey düşünme, onların bize sahip olmadığını kanıtlama yolumuz olarak düşün." dedi Leonard büyük bir ciddiyetle. Konuşmamız Athena'nın Olenka ve benim adımı seslenmesiyle bölündü. Yerimden kalkıp Olenka ile birlikte Athena'ya ilerledim.

"Sen niye geliyorsun?" dedi Olenka kaşlarını çatarak. Bu duruma anlam verememiş olmalıydı. Athena'nın gözlerimizi kapatma uyarısı yapmadan omuzlarımıza yerleştirdiği elleriyle etrafımız gözlerimi acıtan parlaklıktaki beyaz renge büründü. Gözlerimi kapattım ve bir süre kendime gelmeye çalıştım.

"Üzgünüm," dedi Athena sessizce. Gözlerimiz görme yetisini yeniden kazandığında yolculuğumuz başlayacaktı.

"Birileri bizi izliyor." Athena'nın fısıltıdan yüksek olmayan sesiyle gözlerimi açmak zorunda kaldım. Hala görüşüm çok net değildi ama elimden geldiğince dikkatli bir şekilde etrafımı inceledim. Ben kimseyi göremiyordum. Athena, Olenka'yı koruyabilmemiz için ikimizin arasına aldı. Gergin duruşlarımızla saldırmaya hazır bir biçimde Athena'nın bahsettiği, bizi izleyen kişinin ortaya çıkmasını beklemeye başladık. Sağ tarafımdan bir cismin ilerlediğini fark ettiğim anda, o kişinin çaprazımda duran kalın gövdeli ağaca yapıştığını düşündüm. Acı dolu bir inilti çıkaran adama doğru ilerledim. Yanına yaklaştığımda olduğum yerde kalakalmıştım.

"Finn, ne işin var burada?" Ağacın gövdesine başını çarpmış olacak, bir süre hiçbir şey söyleyemeden boş bir ifadeyle yüzüme baktı. Eros'un yeni oğlu, gözlerini kırpıştırdıktan sonra konuştu.


"Onu öldürmeye geldim." dedi işaret parmağıyla Olenka'yı göstererek. Başım Finn'i duyduğuna emin olduğum Athena'nın yönüne döndü. Olenka korkuyla, yüzünde şaşkın bir ifade olan Athena'nın arkasına saklanmıştı.



Yeni bölüm 31 Mayıs 2015 tarihinde eklenecektir.


Hikaye düzenlenme aşamasında olduğu için önceki bölümlerle veya genel olarak kitapta daha fazla yer almasını istediğiniz karakterlerle/durumlarla ilgili yorumlarınızı bekliyoruz!

Continue Reading

You'll Also Like

36.7K 781 24
"Oyun oynamayacaksak ne yapacağız?" "Ben seni sikeceğim o kadar. İstediğin bir sex türü varmı kedicik?"
44.9K 1.8K 12
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
281K 5.1K 33
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
20.7K 251 19
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...