Mafya [bxb] • Tamamlandı

By valentinusx

4.1M 264K 250K

Korel Demirel, karanlık bir adamdı. Ölümcül zekâsı onu son derece tehlikeli birisi yaparken, bencilliği ve a... More

Page 1
Page 2
Page 3
Page 4
Page 5
Page 6
Page 7
Page 8
Page 9
Page 10
Page 11
Page 12
Page 13
Page 14
Page 15
Page 16
Page 17
Page 18
Page 19
Page 20
Page 21
Page 22
Page 23
Page 24
Page 25
Page 26
Page 27
Page 28
Page 29
Page 30
Page 31
Page 32
Page 33
Page 34
Page 35
Page 36
Page 37
Page 38
Page 39
Page 40
Page 41
Page 42
Page 43
Page 44
Page 45
Page 46
Page 47
Page 48
Page 49
Page 50
Page 51
Page 52
Page 53
Page 54
Page 55
Page 56
Page 57
Page 58
Page 59
Page 60
Page 61
Page 62
Page 63
Page 64

Page 65 • son

38.8K 2.3K 1.6K
By valentinusx

"Ya Yekta, bana da göster! Tamer bulamaça çevirdi bu keki!"

Elimde duran, annemden çaldığım -ev o kadar lükstü ki leğen bile yoktu- su yeşili leğenin içindeki krem şantiyi çırparken zar zor duyduğum Miraç'ın sesiyle başımı onlara çevirdim. Önündeki çamur olması gerekirken son anda kek hamuru olmuş şeye bakıp yüzünü buruşturmuştu. Onun sesiyle hamuru karıştıran Tamer kaşlarını çatıp homurdanmaya başladı.

"Ne bulamaçı? Kolaysa sen yap. Zaten Yekta'nın doğum gününde de pastanın en önemli kısımlarını ben yapmıştım! Güzeldi değil mi Yekta?"

Topu bana atan adamla birlikte gergince sırıtarak "Güzeldi. Yani tadı güzeldi, görsellik geliştirilebilir ama olsun canım. Önemli olan tat zaten. Gerçi bizim hocalardan birisi bunu dediğimi görse beni bırakır. Hepsi tutturmuş görsellik diye! Hayır tabağa üç parça şey koyup yanına sosla çizgi atınca görüntüsü beni acıktırmıyor ki. Benim yiyeceğim şey bulamaç gibi olacak, böyle alacağım kaşığı kasılmadan yiyeceğim. Ne o öyle zaten verdiğim çoğu tabağı yerken doymuyorum ki ben. Hani ben bile doymuyorum, şu adama versek tabakla birlikte yer!" diye konuştum tek nefeste.

Tamer, konuşmanın sonunda onu göstermemle başını hızla sallayarak "Evet, doğru vallahi! Doymam! Ben iki tabak dolusu yiyorum hep, nasıl doyayım? Nasıl geldik bu konuya anlamadım ama." dedi, sonlara doğru kafası karışmış bir şekilde. Sırıtışımı bozmadan elimde çalışan makineyi kapattım ve "Krem şanti hazır!" diye cıvıldadım.

Burnunda ve yanağında un kalmış Miraç "Helal yenge, valla çok güzel duruyor. Beyaz beyaz." dedi. Zaten sade krem şanti beyaz olmasa bir sorun olurdu muhtemelen ama bunu umursamadan beni övmesini ele aldım. Egolu bir şekilde gülerek "Tamam canım, abartmayın. Sadece basit bir krem şanti. Ha bunu yapmak kolay değil ha, çok zor yani böyle yapmak ama olsun abartmaya gerek yok. Tamam yani rica ederim nasıl olsa okulunu okuyoruz bunun. Övülmeye gerek yok, daha tatmadınız gerçi tadınca sizi tutabileceğimi sanmıyorum ama sevmem övülmeyi bilirsiniz lütf-" diye söze başladım kısaca ama Miraç "Tamam övmüyorum, yemin ederim övmüyorum tamam sustum!" diye atılarak sözümü kesti.

Sözlerimi bölmesi yüzünden kaşlarımı çatarak dudaklarımı ayırdım ama Tamer araya girerek "Yekta, buna bir şeyler oldu!" dedi dehşetle. Hemen onun gibi önündeki kek hamuruna döndüğümde bir yanı beyaz bir yanı kakaolu, tam karışmamış ve üstünde biraz biraz un birikmiş çiğ hamura bakarak "Buna bayağı bir şey olmuş gibi, sen hangisinden bahsediyorsun?" diye sordum anlamayarak.

Tamer unlu parmaklarından birisini leğenin içine doğru soktu ve "Bak, şurada baloncuk var! Acaba içine deterjan falan girmiş olabilir mi? Ya da kesin Miraç'ın tükürüğü girdi, o kadar konuştu!" dedi. Son cümlede şikayet eder gibi yanında bekleyen adamı göstermişti.

Miraç, onu dövecek gibi durduğu için hemen olaya el atıp "Yok yok, normal o. Karıştırdınız ya ondan oldu." dedim. Ben de olmasam birbirlerini falan döveceklerdi, her eve bir tane Yekta bey lazımdı bence. Değil mi ama?

Tamer rahatlayarak "Haa, tamam o zaman." dediğinde mutfağın girişinde beliren Deniz "Yekta, abi gelmiş seni çağırıyor." dedi hızlıca. Tüm evi saran telaş yüzünden herkes hızlı hızlı bir şeyler yapıyor ama kimse oturmuyordu. Bu telaşın yaratıcısıysa elbette ki bendim! Yılbaşı gelmişti yahu, tabii ki telaş olacaktı.

Korel'in beni çağırma nedeni anında elimde tuttuğum leğeni tezgaha bırakmamı sağlarken "Siz o keki şuradaki kaba dökün verin fırına, benim çok önemli işlerim var!" dedim heyecanla. Sıra günün en güzel kısmına gelmişti, yılbaşı ağacı! Korel'i zar zor ikna etmiş olsam da beni kırmamış ve ağaç süslemeyi kabul etmişti. Hatta dediğine göre ilk kez yılbaşı ağacı girecekti bu eve. Gerçi zaten benden önce Malik abiyle Korel'in birlikte gülüşerek ağaç süslemesini hayal bile edemiyordum.

Çok komik olurdu.

Heyecanla zıplaya zıplaya salona gittiğimde birçok kişinin içerde olduğunu gördüm. Kimisi duvarları küçük ışıklarla donatırken kimisi de saat akşama yaklaştığı için büyük masayı kurmaya başlamıştı. Korel ise boyu kendisinden bile uzun olan kocaman bir ağacın yanında, elleri göğsünde beni bekliyordu.

Büyükçe gülümseyerek yanına vardığımda siyah harelerin bana çevrilmesini beklemeden parmak uçlarıma çıkıp kollarımı boynuna sardım. Hiç beklemeden birbirine bağlı olan kollarını çözüp belimi sıkıca sardığında hemen "Bugün bir sürü şey yaptım! Of, yoruldum. Ama değdi! Sabah kalktık, her yeri yılbaşı süsleriyle kapladık gördün mü evin girişini? Evin dışına kocaman süsler de koyduk. Evin önünde iki tane kardan insan yaptık, sevgililerdi aslında ama birisinin kafası çok yamuk oldu. Selim onunla dalga geçince Miraç kafasını ona attı. Sonra, Tamer'le birlikte Niloya da yaptık kardan. Sonra akşam için pasta yapmaya başladık, pişiyor şimdi. Aslında Malik abi de pastaya yardım edecekti ama kapıyı bırakamadı." diye günümü hızlıca özetleyerek anlattım.

Tek nefeslik cümlelerim bittikten sonra geri çekildim ama kollarım hâlâ boynundaydı, ben gelmeden önce dümdüz duran suratının aksine şimdi onun da dudakları havalanmıştı. Belimde duran tek elini kaldırıp sarı tutamlarımı geriye doğru taradı ve "Aferin bebeğime." dedi. Zaten kıvrık olan dudaklarım biraz daha yükselirken eliyle önünde durduğumuz ağacın yanında duran iki koli süsü gösterdi, "Ne bulduysan al demiştim bizim elemana. Hangisini seversen takarız." dedi.

Annemlerle olduğumuz zaman çok da fazla süsleme imkanım olmadığı için bu dediğiyle gözlerim parladı. Hemen onu bırakıp önündeki kolilerden birisine çöktüğümde ağzının içinde "Beni gördüğüne bu kadar sevinmiyor." diye homurdanışını umursamadan siyah kolinin içinden çıkan ince ışığı çekip çıkartmaya başladım.

İnce bir tel üstünde birçok küçük lamba taşıyan bu uzun şeyi çekmeyi bitirdikten sonra "Bunu takalım ilk önce, ağaç renkli olsun!" dedim hevesle. Benim yaptığım en büyük yılbaşı ağacı Hamdullah abinin iki sene önce mahalledeki bildiğimiz normal ağacı yılbaşı ağacı diyerek süsletmesiydi. Üstünde elmalarla beraber süsler vardı! Bir de tabii anneme zorla aldırdığım minik ağaçlar vardı.

Korel elimdeki uzun ışığı aldı ve yardımımla ağacın etrafına sarmaya başladık. Sararken aynı anda eğer bir ayıyla bir goril savaşırsa benim yorumlarımla kimin kazanacağını ve Ronaldo mu Messi mi sorusunun cevabını uzunca anlatıyordum ona, o ise sessizce ve yüzünde ufak bir tebessümle beni dinliyordu. Zaten eğer o da konuşsa muhtemelen süslemeyi bırakır konuşmaya geçerdik direkt.

Sonunda uzun ağacın etrafına sardığımız ışığın sonunu bir yere sıkıştırdığımızda kendi sözümü keserek kocaman sırıttım ve "Çok güzel oldu! Şimdi şu şeyleri koyalım üstüne." dedim. Korel ağacı tamamen benim zevkime bıraktığı için sadece benim koymak istediklerime ayak uyduruyordu, bu yüzden ben eğilip elime altın sarısı yuvarlak şeylerden bir sürü aldığımda yorum yapmadan saçlarımın üstüne bir öpücük bırakıp benimle birlikte ağaca takmaya başladı.

Kaliteli olduğu parlamasından bile belli olan sarı topları ağacın her yerine gelecek şekilde dizdikten sonra üstüne parlak saçaklı beyaz bir şey de sardık. Gözlerim kocaman ağaçtan ayrılmazken "Korel, çok güzel oldu! Parlıyor bir de! Artık resmen ağacımız var." dedim hevesle. Dudakları havalanırken "Ama daha yıldızı takmadık." dedi benim unuttuğum şeyi hatırlatarak.

Gözlerim kocaman olurken "En önemli şey!" dedim ve yerdeki kolinin en altında bulunan kocaman yıldızı çıkarttım. Korel ellerini belime yerleştirip beni havalandırdığında elimdeki yıldızı ağacın tepesindeki yere sıkıca yerleştirdim ve "Oldu!" diye cıvıldadım.

"Yekta! Kekimiz pişti!"

Salonun girişinden bana seslenen Tamer'le hemen Korel'in ellerinden kurtulup "Geliyorum!" dedim ve sevgilime dönerek yanağını öptüm.

"Şu pastayı yapmaya gideyim. Bak göreceksin, yediğin en güzel pasta olacak. Tamam en sonki yemek deneyimimiz tadı kötü bir makarna olabilir ama ben geliştirdim artık kendimi, valla bak. Çok beğeneceksin."

Korel'in kaşlarını kaldırmış beni izleyen yüzüne bakarak konuşurken aynı anda salonun çıkışına yürüyordum, vaktimiz yoktu! Saat onu geçiyordu ve yalnızca iki saat sonra gün bitecekti. Bu yüzden daha seri adımlarla mutfağa girdiğimde Tamer ve Kamil abinin pasta kekinin önünde durduklarını gördüm.

Hemen yanlarına ulaştığımda daha sıcacık, üstünden buhar çıkan keke bakarak "Biraz soğuması lazım, dağılır şimdi kesersek." dedim. Kekin bazı yerleri siyahken bazı yerleri beyaz kalmıştı, bence sanatsal duruyordu. Ama Kamil abi böyle düşünmüyor olacak ki "O ne la öyle amele yanığı gibi olmuş bazı yerler." diye laf attı.

Tamer anında kaşlarını çatarak "Ben sanatsallığımı ortaya koydum, ne anlarsın!" diye tersledi onu. Hemen araya girip "Bizim hocalar bayılır böyle şeylere, nerde abidik gubidik bir şey var üstüne atlıyorlar. Geçen birisi ödev olarak italyanca isimli bir şey getirmiş, bildiğin Kayseri yağlaması! İçine cheddar koymuş bir tek. Yahu o öyle yenir mi hiç!?" diye konuştum.

Zaten son zamanda insanlar her şeye cheddar eklemeye başlamıştı. Lahmacun arası cheddar görmüştü bu gözler, lahmacun arası! Babaannem görse kalpten giderdi kadın.

Tamer övgüyle gülümseyip "Bak, Yekta'nın hocaları severmiş." dedi yanında duran ondan daha kısa boylu adama, sonra da bana dönüp "Yekta, cheddarlı çiğköfte çıkmış deneyelim mi?" diye sordu.

Gözlerimi baydım. Kime anlatıyordum ki?

Bir süre mutfakta kekin dinlenmesini beklerken konuştuk. Kek ılık haline gelince hemen ortasından mükemmel bir şekilde kestim ama Kamil abi buna da tahtirevalli gibi oldu dedi, sonra ben de krem şantiyi onun dökmesini söyledim. Aldığı ilk kaşık kaşıktan dökülmeyince sinirle salladı kaşığı ama elinin ayarını tutturamadığı için krem şanti Tamer'in kafasına ve arkamızdaki duvara geldi. Bunun üstüne Tamer onu kovalamaya başlayacaktı ki araya girip onu banyoya gönderdim ve krem şantiyi pastaya koydum.

Sonuç olarak, mükemmel bir pastamız olmuştu! Bence. Pastanın üstüne de çatalla 'new year!' yazmaya çalışmıştım ama okutmaya çalıştığım kimse okuyamadığı için galiba okuma yazmaları biraz sıkıntılıydı. Yine de pastamız çok güzeldi.

"Yemekler geldi!"

Malik abinin kapıdan bağırışıyla hemen hepimiz tabakları koyulmuş masaya yerleştik. Benim bir yanımda Korel bir yanımda Deniz oturuyordu, dışardan söyledikleri -yapmaya çalışsak elli kişiye yemek hazırlamamız gerekirdi- yemekleri hemen masanın ortasına koyup açtılar. Pizza, lahmacun, pide, börek, sarma bile vardı!

Ağzımın suyu akarken annemlerin de evde buna benzer şeyler yediklerini düşündüm. İlk kez onlarsız yılbaşı kutlayacağım için çok duygulanmıştı annem, gider ayak okunmuş pirinç yedirip yüzümü üflemişti. Çıkmadan önce telefonundan gece kulübünde uyuşturucu ve alkol alıp hayatını kaybeden gençleri konu alan bir haberi de son ses açmıştı. Galiba bu gece gecelere akacağımı falan sanmıştı, oysaki ben sadece yeni yılımı ikinci ailem olarak saydığım bu insanların arasında geçirmek istemiştim.

Çatalıma batırdığım böreği ısırırken aynı anda "Evet evet, çok iyi maçtı! Kaleciler de efsaneydi. Tırnaklarımı yedim resmen izlerken!" dedim ortada dönen muhabbete ekleme yaparak. Dünya kupası maçının üstünden günler geçmesine rağmen hâlâ konuşulan ilk konu buydu, bence eğlenceliydi de.

"Messi adamım ya, kupayla uyurken fotoğraf atmış."

Selim'in cümlesiyle dudaklarımdan bir gülüş çıktı. Tam benlik hareketti, hâlâ doğru düzgün kullanmaya fırsat bulamadığım araba ve birkaç kez haricinde gidip görmediğim evimin anahtarlarını en güzel cebimde saklamam gibiydi!

Önüme Korel tarafından konan pide dilimini görerek "Hepimiz bu akşam bir dilek dileyeceğiz tamam mı? Tam on ikide." dedim uyarıyla unutturmasınlar diye. Hepsi başını senkronize bir şekilde salladığında sırıtarak önümdeki pideyi de yemeye başladım. Aynı zamanda masanın sessizleşmesine izin vermeden bir konu açtım.

Yemekten sonra, saat on biri geçiyorken bir saat boş boş oturmak yerine oyun oynamaya karar verdik. Hepimiz on kişilik gruplara bölünerek beş grup olduk, Tuncer ve Elmas abla aramızda olmadığı için tam elli kişiydik. Elmas abla Türkiye'de değildi ama Tuncer'in neden olmadığını bilmiyordum.

İlk başta isim şehir oynayalım diye düşünsek de bu kadar kişiyle zor olacağına karar verip tabu oynamayı kararlaştırdık. Her gruptan bir kişi sırasıyla çıkacak ve yasaklı kelimelere dikkat ederek telefonda yazan kelimeyi diğer dokuz kişiye anlatmaya çalışacaktı. İlk gruptan Deniz çıktı.

"Mm... Bakın şimdi, Korel abi nasıl?"

"Sert?"

"Kızgın?"

"Mafya?"

"Yekta'ya aşık?"

"Zeki?"

Her kafadan bir ses çıkarken Deniz "Lan öyle değil, görünüş olarak!" dedi. Malik abi hemen "Esmer!" diye atladığında Deniz başını hızla sallayıp "Heh, esmer bir nedir?" diye sordu. Birisi "Ten?" dediğinde tekrar başını sallayıp "Ten harfleriyle başlayan bir spor dalı?" dedi.

Miraç hızla "Futbol!" diye atıldığında Deniz yandaki koltuğun üstündeki yastığı ona fırlattı ve "Lan futbol ten'le mi başlıyor!" dedi sinirle. Ortama kısa bir sessizlik çöktükten sonra Ömer "Tenis!" dedi. Tam da o anda sürelerinin dolduğunu gösteren zil çaldı.

Deniz homurdana homurdana yerine geçerken onlara bir puan yazdık ve ikinci grup çıktı ortaya. Bu grubun anlatıcısı Emre'ydi, pek anlatamamıştı ama Kamil abi sayesinde iki tane bildiler. Sıra bizim gruba geldiğinde tüm grubun gözleri sırasıyla bana döndü. Sırıtarak ayaklandım ve salonun ortasına geçerek elimdeki telefondan ilk kelimeyi açtım. Kelime konuşkandı.

"Bu evdekiler bana ne diyor?"

Sorduğum soruyla hemen aynı anda birkaç kişi "Yenge?" dediğinde göz devirip "Hayır, başka bir şey. Bence olmadığım bir şey ama başkasına bahsederken hep öyle bahsediyorsunuz. Aslında ben böyle birisi değilim, sadece sıkılınca biraz fazla oluyor ama onun dışında isteklerimi az şeyle anlatabilirim. Siz biraz abartıyordunuz, ha bana aldığınız oyuncak mesela kesinlikle öyleydi ama-" diye anlatmaya başladım ama birisi "Konuşkan!" derken bir başkası da "Geveze!" diye atılarak sözümü kesti.

Gözlerim kısılırken "Geveze doğru." diye homurdanıp diğer kelimeye geçtim. Bu kelime aşıktı.

"Ben Korel'e neyim?"

"Aşık?"

"Hayran?"

Selim'in aşık demesini onaylayıp üçüncü kelimeye geçtim. Gördüğüm kelime dudaklarımda bir tebessüm oluşturdu. Gözlerimi bizim gruptaki adama çevirdim ve "Korel, benim adım ne?" diye sordum. Başım hafifçe yana eğilmişti.

Siyah hareler yüzümdeyken onun da dudakları kıvrıldı ve "Yankı." dedi tok bir sesle. Bu da doğruydu, diğer kelimeye geçemeden süremizin dolduğunu belirten sesle elimdeki telefonu dördüncü grubun anlatıcısı Sinan'a verdim.

Dördüncü ve beşinci grup da ikişer kelime anlattığında kazanan bizim grup olmuştu. Aslında bir tur daha oynayacaktık ama saat on ikiye çok yaklaşmıştı, bu yüzden yeni yıl moduna geçmek için aldığım huni şeklindeki püsküllü karton şapkayı kafama geçirip televizyondan geri sayım için bir program açtım. Evin ışıklarını kapatmıştık, süslediğimiz ağaçsa parıldıyordu.

"Ne güzel parlıyor!"

"Şş, sessiz ol."

"Niye?"

"Ne bileyim, ortam öyle."

"Lan, Şah herkesin hesabına mı iki bin lira atmış bana mı geldi sadece?"

"Oha, harbi mi? Takım elbise alacaktım iyi oldu."

Heyecanla ekrana bakarken etrafımda dönen konuşmaları çok dinlemeden ekrandaki sayımı bekliyordum. Sonunda 10, 9, 8 diye saymaya başladıklarında tüm ev birden onlara eşlik etmeye başladık. Elli tane borazan gibi sesin arasında benim sesim yutuldu ama yine de olabildiğince yüksek bir sesle sayıma katılmıştım.

"3,2,1, yeni yıl!"

Herkesten çıkan yüksek ses ve el çırpma sesleriyle gülmekten ağrıyan yanaklarımla yine gülüp "Hadi hadi, dilek!" dedim hemen. Herkes aniden sessizleşirken dileklerini dilediklerini anlayıp bakışlarımı az ışıklı ortamda yanımda bulunan adama çevirdim. O zaten bana bakıyordu.

Gülümseyen dudaklarım biraz daha kıvrılırken aklımdan dileğimi geçirdim. Nasıl başladığı nasıl ilerlediği önemli değildi, aklımdan dilek dediğimde tek bir cümle geçti.

Bu ev ve bu adam hep hayatımda olsun, en kötü yılbaşımız böyle olsun.

Yekta kurallarının onuncusu ve sonuncusu, sevin. Hayat kısa, sizi iyileştirecek tek şey sevgi. Sevmekten korkmayın, sevginin gücüne inanın. Sevginin iyileştirici etkisinden kaçmayın. Tabii siz bunu yaparken daha masum kişileri de seçebilirsiniz. Ne demişler, can ve namus...

••
son

ŞU AN ÇOK DUYGUSALIM

mafya ilk gerçek anlamda oturup uzun uzun yazdığım ve bence profesyonelleştiğim kitabımdı. çoğu okuyucumun beni tanıdığı, hatta buradan tanışıp beraber ishak'ı taşlama grubu kurduğumuz kitabım ahdşdkal o yüzden benim için yeri çok ayrı.

mafya'yı yazmaya ilk başladığımda wattpaddeki çoğu mafya kitabından ayrı bir şey yazma amacı taşıyordum. şimdi olsa değiştireceğim birçok ayrıntı olduğu gibi pişman olduğum hiçbir şey yok. eğer ben şah kitabında bölüme özel yekta'yı getirdiğimde herkes kim olduğunu ismi görmeden tanıyorsa, benim için iş bitmiştir :)

valla yazarken hiç bitmeyecek gibi geliyordu, hani bana deseydiniz on sene sonra yine mafya'ya bölüm yazacaksın derdim doğrudur. ama her şeyin bir sonu var..

bu kitap için çok beklediniz, aylarca beklediniz. çoğu kişi beklemedi çıkarttı ama hâlâ buradaysanız muhtemelen en azından bir yıldır bu kitabı okumuşsunuzdur. bu yola kadar benimle olduğunuz, benimle birlikte gülüp sonra yine gülüp ufak bir dönem bilekleri kestikten sonra yine güldüğünüz için teşekkür ederim.

birkaç özel bölüm gelecek, zamanını bilmiyorum ama henüz bitmemiş üç beş şey var. onun dışında yeni yılınızı da kutlayarak susayım diyorum artık. bu kitapta kutladığım ikinci yılbaşı bu, umarım en güzel yıllarınızdan birisi olur bebeklerim. 2023 hepinize istediklerinizi verir, unutmayın, hiçbir şey sizden değerli değil.

zaten yekta kurallarını uygulamaya alsanız tüm hayatınız düzene girer hadmwşsms

yekta'nın dediği gibi sevin, sevilin, kahkaha atın, hıçkırarak ağlayın, yaşayın, korkmayın, tadını çıkarın.

son kez sizi seviyor, öpüyor ve gidiyorum 💜

31.12.22 | Linda Lewis.

Continue Reading

You'll Also Like

558K 23.2K 43
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
1.2M 55.3K 61
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
Haz By 🍀

Romance

133K 1.5K 15
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...