KIZ VE ÖFKESİ

By meryemc

212K 20.7K 5.3K

•Yetişkin okurlar içindir. •Hikaye, 3 farklı kısım içermektedir. Her kısımda başroller değişmektedir. Kız ve... More

1 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
2 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
3 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
4 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
5 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
6 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
7 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
8 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
9 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
10 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
11 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
13 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
14 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
15 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
16 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
17 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
18 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
19 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
20 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
21 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
22 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
23 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
24 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
25 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
26 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
27 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
28 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
29 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
30 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
31 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
32 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
33 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
34 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
35 ❉ KIZ VE ÖFKESİ FİNAL
1 ❈ KIZ VE RUHLARI
2 ❈ KIZ VE RUHLARI
3 ❈ KIZ VE RUHLARI
4 ❈ KIZ VE RUHLARI
5 ❈ KIZ VE RUHLARI
6 ❈ KIZ VE RUHLARI
7 ❈ KIZ VE RUHLARI
8 ❈ KIZ VE RUHLARI
9 ❈ KIZ VE RUHLARI
10 ❈ KIZ VE RUHLARI
11 ❈ KIZ VE RUHLARI
12 ❈ KIZ VE RUHLARI
13 ❈ KIZ VE RUHLARI
14 ❈ KIZ VE RUHLARI
15 ❈ KIZ VE RUHLARI
16 ❈ KIZ VE RUHLARI
17 ❈ KIZ VE RUHLARI
18 ❈ KIZ VE RUHLARI
19 ❈ KIZ VE RUHLARI
20 ❈ KIZ VE RUHLARI
21 ❈ KIZ VE RUHLARI
22 ❈ KIZ VE RUHLARI
23 ❈ KIZ VE RUHLARI
24 ❈ KIZ VE RUHLARI
25 ❈ KIZ VE RUHLARI
26 ❈ KIZ VE RUHLARI
27 ❈ KIZ VE RUHLARI
28 ❈ KIZ VE RUHLARI
29 ❈ KIZ VE RUHLARI
30 ❈ KIZ VE RUHLARI FİNAL
1 ❊ KIZ VE NEFRETİ
2 ❊ KIZ VE NEFRETİ
3 ❊ KIZ VE NEFRETİ
4 ❊ KIZ VE NEFRETİ
5 ❊ KIZ VE NEFRETİ
6 ❊ KIZ VE NEFRETİ
7 ❊ KIZ VE NEFRETİ
8 ❊ KIZ VE NEFRETİ
9 ❊ KIZ VE NEFRETİ

12 ❉ KIZ VE ÖFKESİ

3.4K 360 82
By meryemc

22.11.2022

🩸Ghost, Marry On A Cross

OLESYA
KIZ VE ÖFKESİ
ON İKİNCİ BÖLÜM
🐺

Su, öfkemi alıp götürdü. Akan suyun Agatha'nın suratını kaplayan kan olduğunu düşüne düşüne sırıttım. Profesör Demetrius'a attığım tekmeden sonra beni en rahatlatan şey Agatha'nın yüzünü dağıtmak olmuştu. Banyoda sevinçle ritim tutarak hafifçe sallandım ve Agatha'nın manyaklığını anlatan ultra küfürlü şarkı sözü yazdım.

Giyinerek saçlarımı taramaya başladığımda banyonun buhar dolduğunu nemlenen tenim hissediyordu. Ayrıca pantolonumu da değiştirmem gerekiyordu, eşofman giyecektim çünkü düğmeyi kapatamamıştım.

Tablodan içeri atladığımda havanın iyice karardığını gördüm. Yalnızca tavandaki camdan yükselen ay ışığı vardı, o da odayı pek aydınlatmıyordu. Çünkü odada her eşya siyahtı, ışığı emiyordu. Çıt çıkmadığından yanlış olduğumu düşündüm ve isyan ederek göbeğime vurdum. Hiçbir zaman ince vücudum olmamıştı ama karnım şimdiki kadar da şiş ve sert değildi. Ayrıca kollarımda iyice kalınlaşmıştı. Sanırım gerçekten de bayağı bir kas yapmıştım. Boyum da hatrı sayılır uzunlukta olduğu için iriydim işte.

Gardıroptan pijama altı alarak yatağa attım. Sonra da tam pantolonumu kıçımın altına indirmiştim ki bir öksürük sesi duydum. Anında havaya zıplayarak pantolonu geri çektim ve etrafa bakındım. Gözlerimi kırpıştırdım. Gölgelerin ardında Raymond'u gördüm, elinde bir kitap vardı ve odadaki tekli koltuğa oturarak okuyordu. Yüzü kitaba eğikken gözleri kalkmış, beni izliyordu.

Perdeyi öfkeyle çekerek yatağın etrafını sardım. Böylece rahatça altımı değiştirdim. Bunu alışkanlık haline getirmem gerekiyordu derken gözlerinin iyi gördüğünü söylediğini hatırladım.

"Umarım röntgencilik yapmamışsındır." dedim, pes etmiş bir şekilde.

Beni duymamış gibi yaptı. "Etkileşim dersine katılmayacak mısın?"

"Yarın değil mi o?"

"Program değişiyor. İki numaralı Etkileşim bugüne alındı."

Perdenin ardından çıkarak çekmecelere eğildim, ruloyu çıkarttım. Gerçekten de program değişmişti. Üstelik değişen başka bir şey daha vardı: Profesör D'nin dersinin yanında gri yazmıyordu. Hatta rengin yazması gereken yerde bir çizgi vardı. Dersten mi atılmıştım?

"Hadi amaaaa," diye sızlandım. Saçlarımın kurumuş birkaç tutamını uçuracak rüzgar eşliğinde yanıma geldi Raymond. Dikkatimi verdiğim yere baktı. Yüzü şekilden şekile girdi ama gözlerim yüzünde değildi. Saçlarındaydı. Gece mavisi renk, ay ışığında parıl parıl parlıyordu. "Ne anlama geldiğini biliyor musun?"

"Bizim dersimizdesin."

"Zaten öyleydim."

"Hayır, izleyiciydin." Programıma kısa bir göz attı. "Şimdi bizimle çalışacaksın."

Kendimi işaret ettim. "Ben?" Onu işaret ettim. "Kurtlarla?" Başıyla onayladı. Alayla güldüm. "Ya, tabii. Ezersiniz beni be."

"Uyum sağlarsın." dediğinde bana olan güveni gözlerimi yaşarttı. Mecaz olarak tabii.

Gözlerimi gururla silermiş gibi yaptım. "Çok duygulandım şu an."

Kaşlarını çatarak yüzümü inceledi. Beni ciddiye almıştı. "Niye?"

"Şaka Raymond." diyerek ruloyu katladım ve çekmeceye geri koydum. "Şaka nedir bilir misin?"

"Az önceki denemen?"

Dik dik baktım. "Bak ne diyeceğim," diye başlayarak hayal kurdum. "Seni boğazlamama izin verirsen bana bir kere yumruk atabilirsin."

Yüzünü eğerek başını iki yana salladı. Gülüyor olabilirdi, omuzları kasılmıştı. Fakat suratını tekrar kaldırdığında ifadesi ciddiydi. "Akşam koşusuna katıl. Yarına hazırlık olur."

"Yardımseverliğin halis mi?" Dilimi şaklattım. "Yoksa gerçekten ayaklarınızın altında beni pataklamayı mı umuyorsun?"

"Sana karşı saldırganlık eğilimim yok, Olesya." Çıkmakta olan sakallarını kaşıdı. "En azından düşündüğün şekilde."

Bir süre yağmurun sesini dinledim. O da ne demekti? Herifin ses tonu o kadar belirsizdi ki ne düşündüğünü çoğu zaman ele vermiyordu.

"Sen de çok garip bir adamsın." diye homurdandım. "Güç toplamak için uyumayı tercih ederim. Yarın sudan ne çıkacağını bilemeyiz."

Onu umursamadan perdenin içine girdim. Burası çok boğucuydu. Perdeler bile siyah olduğundan ay ışığı pek etki etmiyordu.

Raymond bir süre olduğu yerde dikildi, sonra hafif adımlarının sesini duydum. Kaşlarım çatıldı, o cüssede bir adamın böyle yürüyebilmesi çaba gerektirirdi.

Dün ile bugünün ruhsal yorgunluğunu atacağını umduğum bir uykuya daldım. Güzel de gidiyordu bir yere kadar.

Yüksek sesli horlamalar duydum, uyandım.

Axel'in "Yine mi ya? Ocallaghaaan! Steinmooood!" diye uykulu bir sesle bağırdığını duydum.

Horultu kesilmediğinde Gunnar'ın öfkeyle inledi.

Kollarımdan destek alarak doğruldum ve kalktım. Gözlerimi ovuşturarak perdenin ardından çıktım. İlk gördüğüm, duvara dayalı yatak boştu. Muhtemelen bunun sahibi, hala koltukta kitap okuyan Raymond'du. Başımı yavaşça yana çevirdim. Julius'un yatağında oturur halde uyuduğunu gördüm. Onun hemen yanında ve bir diğer yatakta yüzüstü uyuyan ve horultuların sebebi olan iki kişi vardı.

O kadar garip ve rahatsız pozisyonda yatıyorlardı ki horlamaları çok normaldi.

Bir yastık bana daha yakın olan çocuğun başına uçtu. Herif başına sertçe çarpan yastıktan hiç etkilenmeyerek sesli uykusuna devam etti.

"Offff Ocallaghan." dedi, yastığı fırlatan Axel.

"Kalkıp çevirsene."

Axel "Hı?" diye homurdandı. Gözleri kapalı isyan ediyordu. Ayağa kalkabilecek halde değildi. Artık ne koşmuşsa.

İç çekerek Steinmod dediğini herifi çekeleyerek ters çevirdim. Uyanmadı ama sırtüstü yatmaya başladığında horultusu azaldı. Sonra yandaki yataktaki Ocallaghan'a aynısı yaptım. Onda daha fazla zorlanmıştım çünkü iriydi. Homurdanarak bir şeyler sayıkladı ama sustu.

"Büyü mü yaptın?" dedi Gunnar, uykulu sesle.

"Evet. Sırt çevirme büyüsü." diyerek esnedim ve yatağıma geri yürüdüm.

Tam perdeyi tutmuştum ki başka biri acılıyla bölünen horlamalara başladı. Axel, Gunnar ve ben aynı anda isyanla inledik. Ayaklarımı sürüye sürüye diğer horultuyu takip ettim. Bu çocuğa yapabileceğim bir şey yoktu, olabildiğince düzgün yatıyor ama yine de horluyordu. Çocuğun kolunu tuttuğunu fark ettim. Sanırım ağrıyordu.

Ellerimle yanaklarımı ovarken bir yandan da daha dikkatli bakmaya çalıştım. Duyularımı bir nebze açtım. Adamın tuttuğu kolu incinmişti. Kas binmesi gibi bir şeydi herhalde. İnsanların içini görebilsem de tıbba hiç ilgim olmamıştı; zaten bu akademide tıbbın sınırlarını aşan iyileştirmeler ve yaralanmalar oluyordu.

Kolunun düzeldiğini hayal ettiğimde yumruğunu sıkıp gevşetti. Daha rahat bir nefes alarak sessizce uykusuna döndü.

Omuzlarım inik bir şekilde yatağıma ilerledim. Axel'in yatağının önünden geçerken tamamen uyanmış bir sesle sordu: "Bu ne büyüsüydü peki?"

"Lütfen rahatça uyuyabilmem için bu adamı susturun büyüsü." dedim. Axel tam anlamasa da hafifçe güldü.

Tam yatağa yatmıştım ki başka bir horultu duyuldu.

Seslice homurdandım. Kalkacağım sırada horultunun sahibi "Şaka şaka," diyerek güldü.

"Adın ne şakacı çocuk?" diye sordum alayla karışık yorgunlukla. Sesim, yüzümü yastığa gömüldüğü için boğuk çıkmıştı.

"Harvey, efendim."

"Gerçeğini yaparsan üzerinde ölüm büyüsü kullanırım, Harvey'ciğim." dedim, sevimli bir tonla.

Güldü. "Anlaşıldı efendim."

"Uyur musunuz artık?" dedi Julius, sakince.

Kimse başka bir şey söylemedi. Gecenin ilerleyen saatlerinde Ocallaghan'ı yine çevirmem gerekmişti ama onun dışında rahat uyudum. Hatta akademi soğuk olmasına rağmen sıcacıktı bu oda. O kadar kurt erkekten bir ısı yayılırdı tabii ama neyseki koku yoktu. Sadece arada burnuma çim kokuları gelmişti.

Sabah gürültüyle uyandırıldım. Sızlanarak tek gözümü açtım. Zaten diğer gözüm sarıldığım yastığa gömülüydü.

"Perde kapalı uyumamın sebebi var. O da kimseyi içeride istememem." Derken Axel'e bakıyordum. Ardından yanındaki Gunnar'ı fark ettim. Ocallaghan, Steinmod ve biri daha başımda dikiliyordu. "Uyandırma servisi mi bu?!" Ayağımı tekme atarcasına Axel'e salladım. "Çık çııık."

Ayağımı yakalayarak yatağa geri atarken güldü. "Kahvaltıya inme vakti."

"Daha hava bile aydınlanmamış."

"Kurtlar, vampirlerin saatinde yiyebiliyor. Tabanlar erken başladığı için."

"Şu ikisi yüzünden tek istediğim uyumak," diyerek Steinmod ve Ocallaghan'ı gösterdim. Tekrar gözümü kapattım.

Axel yatağıma avuçlarını bastırarak yatağı sallamaya başladı.

"Peki peki." diyerek oturur pozisyona geçtim. Ellerimi bacaklarımın arasına koyarak ayılmayı bekledim. "Tamam dedik ya ne dikiliyorsunuz başımda?"

Cuthbert boğazını temizleyerek "Uzun zaman oldu," dediği anda kolundan tutularak arkaya döndürüldü. Raymond ile burun buruna geldiler.

Tüylerim ürperdi. Cuthbert'in ne dediğini tam anlamasam da sesindeki tonu fark etmiştim. Bedenim buna tepki vermişti, kalbim hızlanmıştı. Cuthbert, her ne kadar diğerlerinden ayrışan farklı bir yakışıklılığa sahip olsa da benim için bir altı bile olamazdı halbuki. Bu işte bir iş vardı.

Elimi sallayarak açılmalarını işaret ettim. Tablonun boş olup olmadığını sorduğumda Ocallaghan girebileceğimi söyledi ama hepsinin gözü hala karşı karşıya gelen Cuthbert ve Raymond'daydı.

Tablodan girdiğimde yüzümü yıkayarak temizlendim. İşemem gerekiyordu ama hayatta burada yapmazdım. Temizlenmekle yetindim. Odaya geri döndüğümde Axel, çıkmadan önce herkesin yemeğe indiğini ve rahat olabileceğimi söyledi. Buna rağmen rekor bir hızda üstümü değiştirdim.

Yemek salonuna gittiğimde benim bile alabileceğim kan kokusu vardı etrafta. Neyseki vampirler çok uzaktaydı. Gözlerim bir ara Violet'e takıldı çünkü dik dik bana bakıyordu. Fark ettiğimi anladığındaysa bakışlarını kadehine çevirdi.

Axel adımı seslendiğinde ona döndüm fakat etrafım bomboş olsa da her zamanki yerime oturdum. İlk önce Axel ile Gunnar yanıma geldi. Ardından da Ocallaghan ve Steinmod. Diğerleri ise eski yerlerinde oturuyor, Raymond'a bir şeyler anlatan Cuthbert'i dinliyorlardı.

"Hazır hissediyor musun?" dedi Axel, lokmalarımı ağzıma ardı ardına sıkıştırırken.

"Hıı. Ben Grant ile koşarım, siz ne yaparsanız yapın."

"Maddox eflatuna alınmış diye duydum." dedi, Ocallaghan. "Kurtların Tabanlar dersine de giremeyecekmiş."

Kalbim bir an korkuyla attı. "Yok ya alınmamıştır."

Steinmod, "Alınmış alınmış." dedi.

Bir an yemeğime baktım. Grant'in istediği bu değildi. Buna ben mi sebep olmuştum? Bana kızmış mıydı?

"Takılıyor musunuz?" dedi Ocallaghan birden. Afallayarak ona baktım. "Maddox'la?"

"Neden böyle bir şey soruyorsun ki?" dedim, huzursuzca kıpırdanarak.

"Geçen şey olmuştu ya-" Kulakları ürperdi ve başını uzaktaki Raymond'a çevirerek sustu. Bir şeyler dinliyormuş gibi kulakları oynadı, ardından sanki onay almış gibi tekrar bana döndü. "Birlikte gördük sizi çok kez. O yüzden sordum. Merak."

"Ocallaghan, sen ne halt yemeye çalışıyorsun acaba?" Hırsla ayağa kalktım. Kulaklarımı işaret ettim. "Siz bir şekilde birbirinizde sözsüz iletişime geçiyorsunuz değil mi?" Gözlerimi kısarak Raymond'a baktım. "O mu sordurtuyor bunları?"

Etrafımda oturanlar afalladığında ve suçluymuş gibi birbirlerine baktığında bir şeyleri doğru anladığımı fark ettim. İyice duyulmak için ellerimi ağzımın kenarına koyarak bağırdım: "Kiminle yiyiştiğimi merak etmeyi bırak Vulcan!"

Axel derin bir soluk aldı, Gunnar başını masaya vurarak gülmemeye çalıştı. Ocallaghan ve Steinmod haykırarak güldüğünde ise onlar da aynısını yaptı.

Onlara arkamı dönerek Tabanlar dersine doğru yürümeye başladım. Bir yandan da akademide hoşuma gidebilecek çok erkek olduğunu fark ettim. Neden daha önce hiçbirine yanaşmayı düşünmemiştim? Aslında sebebi belliydi, uyum sağlamak için cebelleşiyordum. Fakat şimdi... İçimdeki isteği bastırmama gerek yoktu.

Yüzümde tehlikeli bir gülümseme belirdi.

Profesör Demetrius'u bulduğumda ise yüzüm soldu. "Merhaba Profesör." İçimden devam ettim: Kargalar bokunu bile yememişken günaydın.

Bana iğrendiği varlıklardan biriymişim baktı, her zamankinden yani.

"Bu iyi bir fikir mi, efendim?"

"Beni mi sorguluyorsun çocuk?"

"Asla." diyerek ciddi kalmaya çalıştım. "Yalnızca beni ne derece öldürmek istediğinizi anlamaya çalışıyorum."

Beni umursamadan dikkatini arkaya çevirdi. Ben de döndüm. Dönüşmüş kurtlar uçurumu tırmanıyordu. Axel ile Gunnar yanıma gelerek durdular, Profesör D'ye baktılar.

"Başlangıç: Koşu. Septimus, sen ise atlayacaksın. Ağaçlardan."

Yaaa, tabii. "Önce ağaca tırmanmam gerek, Profesör."

"Çok zekisin kızım." Ellerini birbirine vurdu. "Kımıldayın!"

Kurtlar koşmaya başladı.

"Bir şeyi de itiraz etmeden yapmaz mısın?" diyen Profesör ellerini birbirine sürttü. Yanacaktım yine.

Pes etmiş bir şekilde en yakındaki ağaça tutundum. Ayaklarımı da sardım. Öylece kaldım. En azından çamur zeminde kaya kaya koşmaya çalışmaktan daha iyiydi derken ağaçların daha kaygan olduğunu fark ettim çünkü ıslak ve yosunlulardı.

"Zıpla." dedi Profesör D. "Kollarından, en çok da bacaklarımdan destek al. Odağını kaybetme." Dediğini yaptığımda biraz daha yukarı çıkabilmiştim. "Tekrar tekrar Septimus! Durma!"

Böylece, çok garip bir şekilde, ağacın tepesine çıkabildim. Kalın dallardan birine ayağımı bastım.

Ağaçların arasındaki mesafe suyun üstündekinden kat be kat azdı. Atlayabilirdim. Bu yüzdendir ki Profesör "Sıçra," dediğinde diğer ağacın dalına ulaşmaya başardım. Atladıkça atladım. "Devam Septimus!"

Yüzüme çarpan grileşmiş, çıtırdayan yapraklar tenimizi çizdi. Bazı dallara ayaklarımı basamadım. Dal böğrüme çarptı ama tutunarak tekrar kendimi yukarı çekip doğruldum. Ara vermedim, verince tenimdeki çizikler sızlayacaktı.

"Dur. Aşağı atla." dedi Profesör D, metrelerce aşağıdan.

"Ne demek atla?"

Profesör kükremelerinden birini sundu. "Sağır mısın!?"

"Ayıp."

Kaderimi kabullenerek kendimi aşağı bıraktım. Dizlerimi kırdım fakat kesinlikle ayaklarımın üzerine inemeyecektim. Derken ilk ıslak topraktan ziyade yumuşak tüylere çarptım, oradan da yavaşça yere kaydım.

Ağzıma giren lacivert tüyleri tükürdüm.

"Yardım etmeni istediğimi hatırlamıyorum Raymond." dedi Profesör.

Raymond başını kaldırarak Profesör'e baktı. Bir süre bakıştılar. Ben ayağa kalktığımda ise Raymond geri adım attı, Profesör "Tekrar!" diye bağırdı.

Kurtlar koşmaya başladığında emrinin beni içermediğini düşündüm. Ne yazıkki yanılmıştım. Tekrar ağaça çıktım. Bu sefer dalına atlayacağım ağacı Profesör seçti. Mesafe uzamıştı ama başarıyordum.

En uzun ağaçların birinden yere atlamamı söylediğinde ise bu sefer kimse yardım etmedi. Ben de sol bacağımı incittim. Profesör Demetrius devam etmemi söyledi. Üç kere daha yaptım. Kurtlar koştukça ben de zıpladım. Kanımda pompalanan adrenalin beni zinde tuttu. Harika hissediyordum. Nefes nefese kalsam da, en sonunda sol bacağımı kırsam da hiç yanmamıştım.

Kurtlar şelaleden atlamaya başladı, Profesör bana revire gidebileceğimi söyledi.

Bir anlığına bağırarak Axel ve Gunnar'a tezahürat yaptım. Ardından biraz duraksasam da Ocallaghan ve Steinmod için de bağırdım. Hiçbiri düşermiş gibi bile olmamıştı. Alkışladım.

Profesör'ün ayakkabısı yüzüme uçarken son anda geri çekildim. "Git dedim çocuk!"

Profesör D'ye sırıtarak koştum. Kırık ayakla ne kadar olabilirse o kadar hızlı. Merdivenleri şarkı mırıldana mırıldana indim. Üff, resmen şu kırık bacağımla bile aşırı iyi hissediyordum. Hatta biraz... Yok artık. Yo yo yo.

Başımı iki yana sallayarak birini kenara çekip ona yapılma isteğimi üzerimden atmaya çalıştım. Doktor Effelia'ya ulaştığımda şaşkındım. Ayağımı yerine oturtup çizikler için krem sürerken düşünüyordum: Ben ne ara böyle azgın biri oluvermiştim?

Ardından yüzümde patlayan bir farkındalık yaşadım.

Üstümü değiştirmeden pelerinimi giyerek Profesör Salvador'un odasına yöneldim. İçeri daldım, Profesör yoktu ama içinde kendi kendine dönen iksirler olan kazanlar aktifti.

Duvara yaslanarak kollarımı kavuşturdum. Profesör Salvador'u beklemeye başladım. Profesör Salvador farklı bir tablodan içeri girdi, ellerine iksir dökülmüştü. Mendille onları siliyordu.

Kazanlarından birine doğru ilerlerken beni fark etti. Şaşırdı, "Olesya?"

Tırnaklarımı, ardından da elimi yüzümün önüne alarak parmaklarımı inceledim. "Söylesenize Profesör Salvador, yemeklerimden iksiri toplama olayı hiç gerçek olmuş muydu?"

Dondu. "Anlamadım?"

Adrenalin sonrası arzuyla sarsılan bedenimi tuttum. Başımı sol omzuma eğerek dişlerimi gösterdim. "Daha açık sorayım: Beni niye kandırdınız?"

Tavrımı inceledi, pelerinin altındaki vücudu kasıldı. "Seni kandırmadık, Bayan Olesya." Kaşlarımı çattım. "Yemeklerde lezzetlendirici iksir dışında bir şey yok. Solucanların patlayan şeker gibi hissettirmesini veya böceklerin farklı meyve tatlarına sahip olmasını sağlamak gibi."

"Yalan söylüyorsunuz." dediğimde başını benim gibi eğdi. Hayır, söylemiyordu. Öğrenciler üzerinde psikolojik oyunlar oynanıyordu demek.

"Sadece teşvik etmek için kulaktan kulağa dolaşmasını sağladığımız bir söylem." Mendili pelerinin cebine koydu. "Kimsenin hislerini yoğunlaştırmıyor veya azaltmıyoruz. Derslerdeki bazı durumlar dışında."

Özgüvenli ve sorgulayıcı duruşum değişti. Utanmaya başladım. "A-ah..."

"Sorun değil, Bayan Olesya. Bu durumun Dünya'da çoğu kişi tarafından yanlış karşılandığını biliyorum. Ama burada, yaratılışımızın sebebinin çoğalmak olduğunu kabul ederiz. Arzularımızı da."

"Bu daha çok sapkınlık."

"Öyle mi?" Yavaşça gülümsedi. "O kelimenin anlamını bilmiyorum." Huzursuzca kıpırdandım. "Başka bir şey var mıydı?"

"Ben..." Sırtımı dikleştirdim. "Özür dilerim."

"Önemi yok. Yine de kimseye bahsetmezsen daha iyi olur."

Çıkacağımı düşünmüştü, ben de gitmek üzereydim ama duraksadım. "Profesör, hiç aşık oldunuz mu?" Olduğunu biliyordum. Bir vücutbükene.

"Evet."

"İzninizle, nasıl olduğunu sorabilir miyim?"

Profesör iç çekti. "Grant ile konuşmalarınızdan haberdarım." dediğinde ona döndüm. "Çoğu şeyi bildiğinin farkındayım. Ben de biliyorum, Bayan Olesya. Aitlik bağımı bildiğini, ya da... Faylinn'i. Senin de öğrendiğini, oda değişikliği istediğinde anladım."

"Grant'in haberi var mı?"

"Hayır. Ama onun kadar zeki birinin böyle bir durumun ikisinin gücüyle gizlenebileceğini düşünmesi ilginç."

"Yani onlara yardım ediyorsunuz?"

"Elbette."

"Profesör D biliyor mu? Ya da Profesör Lucius?"

"Hayır."

"Bizden daha aklı başında birinin haberdar olması iyi. Sanırım." Güven verici bir şekilde gülümsedi. O an tek sevdiğim profesörün o olduğunu anladım. "Bir sorun daha var."

Profesör kaşlarını çattı. Ardından masasını işaret etti. Koltuğuna geçti, ben de öndeki sandalyeye oturdum. "Faylinn bir kan vampiri tarafından ısırıldı. Kim olduğunu söylemiyor."

"Bunu Grant öğrenmemeli." Soluğunu tuttu. "Ona odanı vermen yanlış bir hareketti. Bebeğinin öldüğünü öğrenirse..."

"Bebekleri." diye düzelttim. "Üç taneler."

"Anlamadım?"

"Bebekler iyi. Faylinn de öyle."

Elleri iki yanına düştü. "Nasıl?"

"Zehri vücudundan attım." dediğimde sessizce bakıştık. "Bunun ne anlama geldiğini anlıyor musunuz, Profesör?"

Vücutbüken.

"Evet." Profesör Salvador, pelerini onu boğuyormuş gibi çıkardı. "Daha önce aklıma gelmişti ama doğru olmamasını umdum."

Tek elimi, önüme gelen tutamlarını geriye atmak istercesine saçlarımdan geçirdim. "Bazı profesörler de tahmin etmiş midir? Eflatunda kalmamın sebebi bu olabilir mi?"

"Profesör Lucius ne olabileceğin hakkındaki düşüncesini benimle paylaşmıştı. Sana goblin gözyaşı verdiğinde etkilenmediğini görünce goblin muhafızı olma ihtimalın sıfırlandı." Revirde gözüme döktüğü sıvı goblin gözyaşıydı demek. Eğer goblin muhafızı olsaydım kölesi gibi adamın ayaklarına falan mı kapanacaktım o an? "Yine de türün hakkında yanılabileceğini belirten fikirler sundum. Kimse hiçbir zaman emin olamadı."

"Ama anlayacaklar." dediğimde başıyla hafifçe onayladı. "Aslında... Bunu pek de önemsemiyorum."

"Olesya, tahmin edemeyeceğin kadar tehlikeye girebilirsin. Hemen olmayabilir, belki bir belki on sene sonra. Tüm hayatın boyunca."

"Profesör," dedim ben de, sakince. "Kaldırabilirim."

Kaşlarını çattı, yüzünde korku belirdi. Benim adıma, aklımdaki her şey adına. "Ne düşünüyorsun?"

"Yakında öğreneceksiniz, Profesör Salvador. Umarım her şey karıştığında yine benim tarafımda olursunuz." Ayağa kalktım. "Profesör Lucius gibi olmadığınıza memnunum."

Profesör Salvador kalakalmıştı. Onu arkamda bırakarak odasından çıktım.

Sırlarla yaşamak istemiyordum. Madem elimde bir güç vardı, onu kullanacaktım. Hak eden herkes için.

Continue Reading

You'll Also Like

152K 6.5K 14
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
19.4K 1.1K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
79.4K 3.6K 30
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
241K 4.2K 30
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...