KIZ VE ÖFKESİ

By meryemc

212K 20.7K 5.3K

•Yetişkin okurlar içindir. •Hikaye, 3 farklı kısım içermektedir. Her kısımda başroller değişmektedir. Kız ve... More

1 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
2 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
4 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
5 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
6 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
7 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
8 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
9 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
10 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
11 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
12 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
13 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
14 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
15 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
16 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
17 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
18 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
19 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
20 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
21 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
22 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
23 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
24 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
25 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
26 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
27 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
28 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
29 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
30 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
31 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
32 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
33 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
34 ❉ KIZ VE ÖFKESİ
35 ❉ KIZ VE ÖFKESİ FİNAL
1 ❈ KIZ VE RUHLARI
2 ❈ KIZ VE RUHLARI
3 ❈ KIZ VE RUHLARI
4 ❈ KIZ VE RUHLARI
5 ❈ KIZ VE RUHLARI
6 ❈ KIZ VE RUHLARI
7 ❈ KIZ VE RUHLARI
8 ❈ KIZ VE RUHLARI
9 ❈ KIZ VE RUHLARI
10 ❈ KIZ VE RUHLARI
11 ❈ KIZ VE RUHLARI
12 ❈ KIZ VE RUHLARI
13 ❈ KIZ VE RUHLARI
14 ❈ KIZ VE RUHLARI
15 ❈ KIZ VE RUHLARI
16 ❈ KIZ VE RUHLARI
17 ❈ KIZ VE RUHLARI
18 ❈ KIZ VE RUHLARI
19 ❈ KIZ VE RUHLARI
20 ❈ KIZ VE RUHLARI
21 ❈ KIZ VE RUHLARI
22 ❈ KIZ VE RUHLARI
23 ❈ KIZ VE RUHLARI
24 ❈ KIZ VE RUHLARI
25 ❈ KIZ VE RUHLARI
26 ❈ KIZ VE RUHLARI
27 ❈ KIZ VE RUHLARI
28 ❈ KIZ VE RUHLARI
29 ❈ KIZ VE RUHLARI
30 ❈ KIZ VE RUHLARI FİNAL
1 ❊ KIZ VE NEFRETİ
2 ❊ KIZ VE NEFRETİ
3 ❊ KIZ VE NEFRETİ
4 ❊ KIZ VE NEFRETİ
5 ❊ KIZ VE NEFRETİ
6 ❊ KIZ VE NEFRETİ
7 ❊ KIZ VE NEFRETİ
8 ❊ KIZ VE NEFRETİ
9 ❊ KIZ VE NEFRETİ

3 ❉ KIZ VE ÖFKESİ

4.5K 395 131
By meryemc

06.11.2022

🩸Эрика Лундмоен, Яд (slowed + reverb)

OLESYA
KIZ VE ÖFKESİ
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
🐺

Axel'in arkasından koşarak yetiştim. Enseme zincir temas ettiği için tenimdeki yanıl acısı fazlalaşmıştı. Yüzümü buruşturarak elimi enseme koydum. "Bana bir şey olmaz."

Göz ucuyla baktı. "Ensen öyle demiyor ama. Profesör Demetrius sadece dokunmuştu halbuki." Ona kötü kötü baktığımda "Doktor Effelia'ya gidelim mi? Küçük yanıkları anında geçirecek kremleri vardır." diye devam etti.

"Olur."

"Şaşırdım bak. Evde iyileştiririm gibi bir şey demedin."

"Eve gidemeyeceğimi fark ettim."

"Ya, çoktan bükülüyorsun işte."

"Uzatma, Axel."

"Delodey."

"Hayır. Axel."

"İyi." diye pes etti.

Bahsettiği yere gidene kadar sessizce takip ettim onu. Ardından da odaya girene kadar etrafta kimsenin olmadığını fark ettim. "Herkes nerede?"

"Ateş odasındalardır."

"Ateş odası ne?"

"Uyku tutmayınca ya da aralarda muhabbet etmek için kullanılır. Alev odası da denir ateş odası da." Bir kapıyı tıklattı, ardından da ittirdi. "Doktor Effelia, müsait misiniz?"

Acil koğuşu gibi bir yere girmiştik. Beyaz rengi gözlerimi zorlayacak kadar çoktu ama yalnızca on tane yatak vardı ve ikisinin perdesi çekiliydi.

"Sormana gerek yok, Delodey. Her zaman gelebilirsin." diyen bir kadın, kapalı perdenin ardından çıktı. Bir anlığına yüzünün çok yaşlı olduğunu, bize doğru ilerlerken gençleştiğini fark ettim. Gözlerimi ovuşturdum. Doktor Effelia uzun boylu, ince yapılı bir kadındı. Pembe saçlarının ön tutamları arkasında tutturulmuştu bir tokayla, kulakları yoktu. Küçük, ucu yuvarlak bir burnu ve ince dudakları vardı. Gözleri büyük ve kopkoyu bir yeşildi.

"Teşekkür ederim ama kendim için değil, Olesya için geldim. Yeni öğrenci."

"Bilgim var." diyerek gülümsedi. Bana baktığında yüzü birkaç yaş daha gençleşti. "Neyin var?"

"Ensemde yanık. Bir de halüsinasyon görüyorum galiba." derken, beni yönlendirdiği yatağa oturdum.

Çenemi ve başımın üstünü tutarak kafamı hafifçe eğmemi sağladı. Kolyenin zincirini yukarı çekti, örgümü sağ omzumdan aşağı aldı. "Halüsinasyon gördüğünü düşündüren nedir?"

"Az önce yaşlıydınız, şu an gençsiniz."

Doktor Effelia hafifçe kıkırdadı. "Muhattap olduğum kişiye göre görünüşüm gençleşiyor, ya da ihtiyarlaşıyor. Empatiyle alakalı."

Benimle dalga geçip geçmediğini anlayamadım ama muhtemelen gerçekti. Sonuçta birçok garip şey görmüştüm, bu beni daha fazla şaşırtamazdı.

"Profesör D'nin eseri bu, değil mi?"

"Demetrius, evet." diyerek yüzümü buruşturdum.

"Tabanlar dersinden sonra da seni görmem gerekecektir. Muhtemelen bacakların yanacaktır." Parmağını kremsi bir yapıyla birlikte ensemde gezdirdi. "Profesör D ile dersin ne zaman?"

Arka cebimden ruloyu çıkararak açtım. "İnanılmaz." diye mırıldandım. "Yarın, sekizde. İlk dersim."

"Rengi ne?"

"Gri."

"Ah, fazla zorlamaz o zaman. Dediğim gibi, bacaklarına çalışacaktır. Tabii eğer iyi bir koşucu değilsen."

"Gri'ye mi indirdi gerçekten?" dedi Axel. "Profesör Demetrius senden nefret ediyor olmalı."

Axel'e doğru baktım. "Ben iyilik yaptığını düşünmeye başladım."

"Nefret güçlü bir kelime, Delodey. Yanlış yerde kullanma. İyilik de öyle, Bayan Olesya."

"Peki efendim."

"Effelia diyebilirsin demiştim. Herkes bana adımla seslenebilir, sen de Bayan Olesya." dedikten sonra geri çekildi ve ensemdeki acı kayboldu. "Nasıl hissediyorsun?"

"Tamamen iyileşmiş gibi."

"Mükemmel." diyerek tekrar yatıştırıcı bir şekilde gülümsedi. "Başka bir şey var mıydı?"

"Hayır, teşekkürler." diyerek ayaklandım ve Delodey de kadına veda ettikten sonra dışarı çıktım.

"Sonsuza kadar içeride kalabilirim. Çok rahatlatıcı." diyerek gerindim.

Sırıttı. "Bir süre oradan çıkmayacaksın zaten."

Ona gözlerimi devirdikten sonra kolyeyi düzelttim. "Kolye etki ediyor mu?"

"Evet."

"Ben ne kokuyorum peki?"

"İlk geldiğinde biraz toprak ve kir gibiydi." dedi düşünerek. Devam etmesini bekledim ama sessizleşti.

"Ee? Gayet normal bir koku bu."

"Çoğunlukla başka bir şeydi."

"Nasıl?"

Ellerini, pelerininin içindeki kotun ceplerine soktu. Savunmaya geçti. "Ne bileyim ben?"

"Cevaptan kaçıyorsun." diyerek bu sefer ben sırıttım. "Şimdi daha çok merak ettim. Koku olayı ne ki zaten?"

"Türlerin kokuları bulunur ve bazı türler diğerlerini kokusundan tanır. Bazı istisnalar da var tabii. Mesela ağörenler, çoğu zaman herhangi bir nesneye ihtiyaç duymadan koku yaymayı bırakırlar."

"Ben ne tür kokuyorum?"

"Sen bir tür gibi kokmuyorsun."

"Ne garip bir cevap bu..."

"Pekala. Elfler kar gibi kokar; sirenler çiçek karışımları, ateşçağıranlar kül, rüzgarkesenler günışığı gibi... Yoğunlukları o anki duygularına göre değişir. Bazıları da hep... Çok yoğun kokar. İlla belirli bir şey gibi kokmalarına gerek olmaz, etkisi ağırdır."

"Benim belirsiz ve ağır bir kokum var yani?"

"Sayılır. İlla tanımlamak gerekirse daha çok... Cezbedici."

"Ciddi misin?"

"Maalesef."

"Yem gibiyim yani?"

"Hayır. Ucunda ölüm olan av gibi. Kokun gerçekten arzulu bir tehlike yayıyor. Sirenler şarkı söylediğinde beliren kokudan bile daha ağır." Havayı derince kokladı. "Şimdi daha seviyeli ama. Yine de yaklaşınca çoğalıyor. Neyseki Tüten Eşyalar ve Ruhevi dersi bunun için var."

"Tüten Eşyalar'daki amaç ne?"

"Bazı derslerde Profesör Accalon sana bir eşya veriyor, bazılarında da İksirler ve Patlamalar dersinde yaptığın iksirleri döktüğün kendi eşyanı getiriyorsun. Dersin sonuna kadar eşyayı kullanıyor ve patlamaması için uğraşıyorsun."

"Bir eşya neden patlar ki? Büyülenmiş mi?"

"Bunlar genelde duyguya hassas eşyalar oluyor. Dersin öncesinde büyüleniyor, evet. Mesela muhtemelen ilk ayın eşyası bir çanta olur. Ders boyunca boynuna takarsın ve en az seviyede tütmesi için uğraşırsın. Bu sırada da istediğin eylemi gerçekleştirebilirsin." Üçüncü kulenin girişine yaklaşmıştık, etraf tanıdık geliyordu. Delodey adımlarını yavaşlattı. "Dersin öncesinde içinde varolan duyguları en sakin seviyeye indirmen gerekiyor. Burada da Ruhevi dersindeki meditasyonlar yardımcı oluyor. Genelde öğrenciler ilk Ruhevi, sonra Tüten Eşyalar dersine girecek şekilde program düzenlenir."

"En azından İstatistik yok."

"Ne-tik?"

"Boşver."

Delodey durdu. "Burada yollarımız ayrılıyor." dedi. "Şu sesle ilgili bir şey olursa Profesörlere haber vermen çok önemli, unutma olur mu?"

"Bilindik biri falan mı?"

Dudaklarına hayali bir fermuar çekti, ardından da çıktığımız merdivenden inmeye başladı. "Senin yüzünden zaten kırbaçlanacağım, başka bir ceza almaya niyetim yok."

"Neleneceksin? Dalga mı geçiyorsun Axel?" dedim arkasından ama çoktan uzaklaşmıştı.

İç çekerek birkaç kişiyle birlikte merdivenleri çıktım ve odamı aramaya koyuldum. Eski yerinde değildi, çok fazla yürümem gerekmişti. Bulduğumda ise neredeyse mutluluktan ağlayacaktım.

İçeri girdiğim anda ilk tavana bakındım. Faylinn yoktu ve yatağı hala devrik şekildeydi. Yatağının halini görüp görmediğini düşünürken masamın aynasının kırık olduğunu fark ettim. Üstünde kırmızı(muhtemelen bu örümcek kanıydı çünkü yakından bakınca boyanın üstünde kopmuş örümcek ayakları vardı) bir renkle DEFOL yazdığını gördüm.

Omuzlarımı indirdim ve Faylinn'in dolabına yürüdüm. Dolabını açmaya çalıştım ama olmadı. Masasının çekmecelerini karıştırdım fakat yazıyı silebilecek bir şey bulamadım. Ben de Faylinn'in yatak örtüsünün bir kısmını kopararak kullandım, ardından da ters dönmüş karyolaya doğru attım.

Ruloyu açarak ders saatleriyle yemek ya da aktivite zamanlarını okudum. Uykuyla aram olmazdı, fazla uyumazdım da ama yarının enerji gerektiren bir gün olduğunu düşünerek erkenden yatağa girdim. Kendimi ilkokuldaymış gibi hissettim. İlkokul anılarımın bir kısmı güzeldi ve kendime onları hatırlatarak sakin kalmaya çalıştım.

"Sabah uyandırabilirseniz çok sevinirim," dedim örümceklere. Çünkü alarm yoktu bir şey yoktu, nasıl hallederdim bilmiyordum.

Bir süre sonra uykuya daldım. Uzun bir sürenin ardından da örümceklerden uyandırmalarını rica ettiğim için küfrederek uyandım. Yüzümde, örtünün üstündeki kollarımda savaş veriyormuş gibi kıpırdanarak uyandırmışlardı beni.

Silkelenmemek ya da birkaç tanesini ezmemek için zor durdum, yavaş hareketlerle doğruldum. Örümcekler de hızla kayboldu ve yine biri önümde ağdan saat ördü. Kahvaltıya inmeden bolca hazırlanacak zamanım vardı.

Tabanlar dersi için şort ya da eşofman tercih etmem gerektiği yazılmıştı. Bu soğukta donacağımı düşünerek eşofman takımı giydim. Pelerinimi de üzerime aldım. Kırık aynada kendime bakarak gülmeye başladım. Sinirlerim bozulmuştu gerçekten. Harry Potter izlediğimde hep büyücülerden ya da sihirbazlardan biri olmak isteyip hayatımdan kaçmayı arzulamıştım ama bu kadarını beklemiyordum. En azından -keşke- Roughbourne Akademisi, Hogwarts gibi temiz, güzel yemeklerle dolu olsaydı.

Birden omzumun üstünde bir surat gördüm ve öne doğru irkilerek arkamı döndüm. Kalbim bir anda hoplamıştı. "Deli misin nesin?"

"Öyleyim. Örtümü yırtmışsın."

"Aynamı kırmışsın."

"Sen de yatağımı kırmışsın."

"Çünkü yüzümde örümcek patlattın. Bana vurmuş sayılırsın."

"Doğmuşsun."

"Ne?"

"Aptal."

"Ya sen de bir siktir git cidden," desem de odadan çıkan ben oldum.

Hızla merdivenleri indim ve diğerlerini takip etmeye başladım. Tek tük öğrenci bu saatte ayaktaydı. Kahvaltı başlangıcıyla derslerin başlangıcı arasında iki saat vardı. Bu sebeple az kişi olması ve çoğunun son dakikaya kadar kalkmaması normaldi muhtemelen.

Yemekhaneyi bulduğumda yemeklerin, tabakların başına biri oturdukça alevlenip belirdiğini gördüm. Yemek yemek iyi bir fikir olmayabilirdi ama çok acıkmıştım. Sadece çorbayla duruyordum ve ondan da bir kase içmiştim. Kaldı ki ben yemek yemek için yaşayanlardım. Bir de üstüne üstlük yemeklerdeki azdırıcı problemi vardı. Neyseki bana etki etmemişti. Az ve yavaş yersem kaldırabilirdim. Her ne kadar az yemek beni olumsuz etkileyecek olsa da... Buna bir çözüm düşünmeliydim.

Yemeğimi etrafımda neredeyse kimse olmadan yedim. Pelerinimin cebindeki kağıtların arasından rulomu çıkardım. Dersin ikinci kulenin bahçesinde olduğunu okudum ve yine herkese sora sora yolu buldum. Bir garip bakıyorlar, nerede olduğunu bilmememe şaşırıyorlardı. Onları umursamadım.

Daha vakit olsa da bahçeyi buldum. Bahçeye okulun içinden giriliyordu ve okulun dış duvarları da bahçenin etrafını yuvarlak şekilde sarmıştı.

Bahçeye çıktığımda beklenmedik bir manzarayla karşılaştım: Yarı çıplak erkek bedenleri. Hatta bunların içinde Julius, Axel, Gunnar ve Raymond da vardı. Axel dizlerinin üzerine eğilmiş soluklanıyordu, Julius yere oturmuş meditasyon yapıyordu. Raymond kocaman bir şişe suyun sonunu içiyordu... derken bakışlarım çıkıp inen adem elmasına kaydı ve gözlerimi başka yöne çevirmeye çalıştım. Başka bir erkek gövdesi gördüm ve bir tane daha, sonra bir tane daha. On iki tane. Başlarında duran Profesör Demetrius ise tam bir Beden Eğitimi öğretmeni gibi giyinmişti. İtiraf etmek gerekirse şu ana kadar gördüğüm hiçbir beden öğretmeninin vücudunu onunkiyle kıyaslanamazdı.

Birkaç tanesinin gözleri bana döndüğünde Profesör de omzunun üstünden bana baktı, ardından kolundaki saate. Yine bana döndüğünde gözleri sorgulayıcıydı. "Dersinin başlamasına bir saat var çaylak."

Vücudumu basan ateşi yelpazelememek için ellerimi yumruk haline getirerek iyice sıktım. "Evet? Erken geldiğim için bir tebrik alırım diye düşünmüştüm."

Bazı oğlanların yüzü buz kesti, gözleri kısıldı ve ilgiyle bana bakmaya başladılar. Bir de gözler, Profesör sanki üzerime atlayacakmış gibi ona dönüyordu.

"Demek öyle." dedi Profesör, tamamen bana dönerek. O an gerçekten de saçı olmadığını, hatta kafasının tamamında değişik bir alfabeyle yazılmış dövmeler olduğunu fark ettim. "Başla o zaman. Seni griye alsam da grilerle bile koşamayacak kadar kötüsündür eminim."

Yerler çimden oluşuyordu. Herhangi bir koşu çizgisi yoktu, sadece fazlasıyla aşınmış çimler vardı ama onlar da iyileşiyor gibi görünüyordu; hatta birkaç saniye sonra tekrar çıkmaya başladılar.

Huzursuz bir şekilde "Ne yapmam gerek?" diye sorduğumda Profesör Demetrius'un avucuna düştüğümü fark ettim.

"Isınmayla başla."

Buradaki çoğu durumun dünyadaki gibi olmadığını düşünerek, tamamen bilgiye aç kalarak zihnimi boşaltmıştım. Gülümseyerek sinirle dilimi dişlerimde gezdirdim. "Ve o da nasıl oluyor?"

Proseför fazlasıyla eğleniyormuş gibi bana yaklaştı. "Kolunu kaldır." Normal bir esneme hareketi yapacağımı düşünürken parmak uçlarıma doğru alev üfledi. Elimi şokla geri çektiğimde "Koş çaylak, koş." diyerek tekrar derin bir nefes aldı.

Üfleyeceğini fark ettiğimde "Hassiktir." diyerek ondan kaçtım. Adam peşimden koşmaya başladı. Bu. Adam. Herkesin. İçindeki. En. Manyağıydı.

"Daha hızlı Olesya!" dediğini duydum Axel'in.

"Kes sesini Delodey!" dedi, arkamdaki Profesör.

Küfürler ederek koşmaya devam ettiğimde birilerinin alayla güldüğünü duydum. Nefes nefese kalmıştım anında ve bacaklarım kelimenin tam anlamıyla ağlıyordu. Birden ayaklarım birbirine dolandı ve on iki erkeğin önüne düştüm. Kendimi hiç bu kadar rezil ve alay konusu gibi hissetmemiştim. Ve öfkemi de böyle güçlü.

En son bu öfke, babam için açığa çıkmıştı.

Göğsüm hızla kalkıp inerken avını ağına çoktan dolamış örümcek edasıyla bana ilerleyen profesörü gördüm. Yalpalayarak ayağa kalktım. Nefes nefese ellerimi kaldırdım, "Bir daha denerim ama biraz dinlenmem-"

"Dinlenmek yok," diyen Proseför ellerime ateş püskürdü. Acıyla ellerimi geri çektim, çığlık atamayacak kadar şoktaydım. Parmaklarım buruşmuştu.

Adamın ateşi tekrar üzerime doğru geldi, son anda kaçmak için çekildim ama saçımın sol tarafı yanmaya başlamıştı. Hızla elimle söndürmeye çalıştığımda canım o kadar yandı ki gururum olmasa ağlamaya başlayacaktım.

Profesör Demetrius iyice yakınıma geldiğinde onu ittirmek için kolunu tuttum ama adam yerinden oynamadı, olan yine benim acıyan parmaklarıma olmuştu.

Dolan gözlerimi kaldırdığımda çarpık sırıtışını gördüm ve fevrim döndü.

Kükrercesine bir çığlık atarak adamın diğer kolunu da tuttum ve destek alarak öfkemin tüm gücüyle adamın göğsüne iki ayağımla da vurdum.

Sırtüstü yere düştüm ama gözlerim adamın geriye, akademinin duvarlarına vuran bedenindeydi. Duvarlarda göçük oluştu, adam içinde oturur gibi kaldı.

Herkes şok geçiriyordu. Ben ise memnumdum, ta ki memnuniyetim inanılmaz bir acı ile ağrıyla kesilene kadar.

Çaresizce inleyerek hasarı aradım, ilk önce yanık ellerime baktım ama onlar bile muhattabım değildi. Doğrulmaya çalıştığımda gördüğüm şeyle çığlık attım. Dizlerimin altındaki kemik derimden fırlamış, kırılmış haldeydi. Kanlar içindeydim. İğrenç görüntüye karşı bayılmamak elde değildi. Acı da o kadar yoğundu ki gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı.

Biri yanıma küfrederek geldi, rüzgarını hissettim ve bu ayaklarımın daha da acımasına sebep oldu çünkü hareketsiz duruşum o rüzgarla sallanmıştı.

"Doktor Effelia'ya götür onu." dediğini duydum Profesör'ün. Kıvranırken ona bakmaya çalıştım. Toparlanmış, üstündeki tozu silkeliyordu. Biraz da şaşkınlık seziyordum sesinde ama dünyam durmuş gibiydi.

Başım dönüyor, midem bulanıyor, kan kaybediyor ve deliler gibi ağlamak istiyordum.

"Nasıl tutacağım?" dedi Axel. Başımı ona doğru çevirdiğimde yüzündeki şok benimkinden büyük gibiydi.

Biri Axel'i ittirdi, kim olduğunu göremedim. Kimin beni taşıdığını da anlayamadım çünkü görüşüm gidip geliyordu. Canım, hareket ettirilmemle birlikte daha da yanıyordu.

Ellerimde yanıklarla, saçımın bir kısmı çeneme kadar kısalmış halimle, dizlerim paramparça bir şekilde yatağa yan şekilde yatırıldım.

"Olesya. Olesya." dediğini duydum, Doktor Effelia'nın. "Bayılmazsan çok daha kolay olur. Sesimi takip et lüften..." diyerek konuşmayı sürdürdü. Ne anlattığını anlayamadım ama dinledim. "Tut onu." dediğini duydum bir ara. "Omuzlarını tut, gövdesini hareket ettirmesin."

Bir gerdanıma sarıldı, parmaklar da omurgamı tuttu. İniltilerim, Doktor Effelia'nın sesini bastırıyordu.

Bacağıma bir şeyin döküldüğünü hissettim, ya da kanım tamamen tükenircesine akıyordu. Sol bacağım öyle bir yandı ki öne doğru eğilmek istedim ama kol beni çok sıkı tutuyordu.

Yanıklardan geçilmeyen ellerimle kolu tuttum ve çekmeye çalıştım, bir yandan bağırıp çağırmaya devam ediyordum.

Sol ayağımdaki acı hızla gittiğinde çığlıklarım sustu ama iniltilerim devam etti.

"Diğer tarafa çevir."

Hareket ettirildim ve gözlerimdeki yaşlar akmaya devam ederken döndürüldüm. Bu sefer kol omuzlarıma sarıldı, el ise göğsümün üstüne konuldu. Gözlerimi yavaşça araladığımda tüm görüşümü kaplayan çıplak teni gördüm, titreyerek başımı kaldırdım. Raymond, yüzünü sola çevirmiş ve burnunu sol omzuna gömmüş bir şekilde beni tutuyordu.

Sağ bacağımda az önceki hızla gelip geçen acıyı hissettiğimde dudaklarımı ısırdım, kan tadını ağzımın içinde aldım. Ellerim de çılgınlar gibi Reymond'u tırmalıyor, yumrukluyor ve onu uzaklaştırmak istiyordu ama Doktor Effelia "Bırakabilirsin." diyene kadar Raymond geri çekilmedi.

Uzaklaştığında Doktor Effelia onun yerine geçti. "Ellerini uzat, Olesya." Hareket etmediğimde bileklerimi tutarak kendine çekti. Ellerimde enseme sürdüğü yumuşak kremi kullandı ve anında acı yok oldu. Göz yaşlarım durdu. "Saçın için bir şey yapamam." dedi sakince.

Cevap vermedim. Şoktaydım.

"Sana Profesör Salvador'un sakinleştiricilerinden vereceğim."

Önümden çekildiğinde volta atan Axel'i gördüm. Julius ve Gunnar da vardı, fısıltıyla hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Axel ona baktığımı fark edince dolaşmayı kesti ve bana yaklaştı, Raymond kolunu Axel'in önüne koyarak engelledi. Axel, Raymond'a bakarak bana doğru gelmekten vazgeçti ve bir ileri bir geri yürümeye devam etti.

Doktor Effelia, bana uzun şişede bir şey içirdi. Bir süre gözlerimi kapatarak ölüm sessizliğini dinledim, ardından da yavaşça açtım. Doğrulmaya çalıştığımda Doktor Effelia'nın yavaş hareket etmemi söyleyen uyarısını dinledim.

Ellerimi kucağıma koyarak kanlı ama iyileşmiş bacaklarıma baktım. "Ne sikim oldu öyle?"

Axel bu anı bekliyormuş gibi patladı, bana yaklaştığında bu sefer Raymond onu durdurmadan izledi. "Kesinlikle. Aynen aklımdaki soru bu. Daha terbiyelisiydi ama buydu yani."

"Nasıl yaralandın, Olesya?" diye soran Doktor Effelia'ya baktım.

"Ben... Profesör Demetrius'a tekme attım." dedim yavaşça, ağzımın içinde kan ve göz yaşı tadı vardı; biraz da sümük.

"Ne? Demetrius'un vücudu bükülemez. Sen... İyi kurtarmışsın. Çok iyi."

"Profesör D uçtu." dedi Axel, çıldırmış gibi.

"Anlamadım?"

"Duvara uçtu. En son oluşan göçükte şokla oturuyordu adam."

"Sinirlerim bozuldu resmen." diyerek gülmekle ağlamak arası bir ses çıkardım. "Pislik herif."

"Vulcan?" dedi, Doktor Effelia.

"Doğru." Raymond'un başıyla onayladığını gördüm. "Kaburgalarının sesini duydum ama hızla düzelmiş olmalı. Buraya gelmez."

"Gebersin piç."

"Olesya!" dedi Doktor Effelia, uyaran bir tonda ama o da gülse mi kızsa mı bilemiyordu. Herkes hala şaşkındı.

"Ama beni kovaladı! Bir... Bir böcek gibi." diye itiraz ettim.

Axel dudaklarına yumruğunu bastırarak histerik bir sesle konuştu: "Saçını şimdiden kazıtsan iyi olur."

Oflayarak başımı arkaya attım ve yastığa yaslandım. Vücudum uyuşmuş, sanki az önce gebermek üzere değilmiş gibi rahatlamıştı.

"Çok aç hissediyor olmalısın." Doktor Effelia'nın sesi yakından geldi. "Delodey, yemekhane hala açıktır. Bir şeyler getirir misin?"

Tıh tıh diye bir ses çıkardım. "Olmaz. Onlarda azdırıcı varmış. "Axel, Gunnar, hatta Julius bile domuz gibi sesler çıkararak gülmeye başladılar. "Komik değil. Çok ciddiyim."

Gülmeleri durmadı. Julius'un gülmesi garibime gitmişti. Yani bileyim, buradaki dev gibi varlıkların arasında bile gördüğüm en uzun kişiydi. En irisi ve meymenetsizi(Raymond yaaani) değildi fakat suratıyla duruşu mesafeli, soğuktu. Raymond'ta 'belki sizi korurum' havası varken Julius'ta 'ne yaparsanız yapın umurumda değilsiniz' tavrı vardı.

Doktor Effelia da dudaklarını öyle bir bastırmıştı ki birbirine, yanaklarında göçükler oluştu. "Üzerindeki iksiri toplayacağım, Olesya."

"Peki." Axel'e baktım. "O zaman çikolatalı keklerden de istiyorum."

"Nasıl istersen, Prenses." diyerek reverans yaptı. Ardından Raymond'a döndü. "Gidiyorum?" Raymond başıyla onayladı.

Julius, "Biz de Profesör D'ye bakalım mı?" diye sordu. Raymond tekrar onayladı. Doktor Effelia, Raymond'un burada kalacağını fark ettiğinde beyaz bir kazak verdi ona. "Merhem ister misin?"

"Birazdan iyileşirler." dediğinde bakışlarımı karnında ve kollarında oluşturduğum çiziklere çevirdim.

Kendimi çok rahatsız hissettim. "Özür dilerim."

Raymond, kazağı alırken bir anlığına bana baktı. Hiçbir şey demeden kazağı giydi.

"Sana ihtiyaç yok, Vulcan. İstersen gidebilirsin."

"Profesör Demetrius aksini söyleyene kadar burada kalmam lazım."

Doktor Effelia başını tebrik edercesine salladı. "Anladım."

Profesör Salvador, kapıyı tıklatarak içeri girdi. Yüzünde muzip bir gülümseme vardı. Doktor Effelia'ya ve Reymond'a selam verdikten sonra gözleri direkt beni buldu. "Nasıl hissediyorsun?"

"Uyuşmuş." dedim sitemle.

"Ve belki biraz mutlu? Profesör Demetrius'a hasar verebilecek kadar ileri gidebilmiş tek kişisin." Profesör Salvador yanıma geldi, ardından da yırtılmış eşofmanımı ve kanı inceledi. Omzunun üstünden Raymond'a baktı. "Değil mi Vulcan? Senin yumruğun bile onu sadece yalpalatmaya yetmişti."

Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırarak Raymond'a baktım. "O herife- Şey yani, Profesör Demetrius'a yumruk mu attın?"

Raymond alayla "Öfkeden değil." dedi. Sanki kendime Profesör Demetrius'a karşı çıkan arkadaş arıyormuşum da o beni reddetmiş gibi yüzümü buruşturdum. "Sadece antrenmandı."

"Aman, iyi." diye homurdandım.

Doktor Effelia iç çekti. "Yaklaşık yedi saat kadar dinlen, Olesya. Böylece bacaklarındaki hassasiyet de tamamen yok olur."

Onu başımla onayladığımda pelerinini giymiş Axel, dolu elleriyle içeri girdi. "Ben geldim."

Ellerimi çırptım ve Doktor Effelia'nın yemekleri kontrol edişini izledim. Profesör Salvador, "İksiri mi alıyorsun?" diye sorduğunda başıyla onayladı. Aralarında garip bir bakışma geçti. Profesör bana döndü. "Sana bir rahatlatıcı iksir, bir de etkisizleştirme vereceğim. İhtiyacın olduğunu hissettiğin anda rahatlatıcıyı alabilirsin, yemekten önce de etkisizleştiriciyi."

Buna son derece mutlu olmuş bir şekilde teşekkür ettim. O kadar çok özür dilemiş ve teşekkür etmiştim ki kendime şaşırıyordum.

Yemeğimi yerken Raymond'a el mesajı geldi ve Axel'in pelerinindeki kağıdı kullandı, ardından Axel ile gitti. Profesör Salvador ile Doktor Effelia da bana vereceği dozun miktarlarını tartıştılar. Bir süre sonra çok yorgun olduğumu hissederek hiçbir şey demeden uyudum.

Uyandığımda hava iyice solmaya başlamıştı. Esneyerek doğrulduğumda Doktor Effelia'nın dikkatini çektim. Bir bardak aldı ve bana uzattı, "Su."

Suyu kana kana içtim, bardağı geri verdim. "Saat kaç acaba?"

"Üçe geliyor."

Ruhevi dersini kaçırmıştım ama Tüten Eşyalar'a hala gidebilirdim. "Ben gideyim o zaman."

Doktor Effelia başıyla onayladı. Kalkarken ve bacaklarımı esnetirken beni izledi, hareketlerimden tatmin olmuşçasına başını salladı. Ben de ikinci kulenin yolunu tuttum. Üzerimi değiştirip derse gitmem gerekiyordu.

Etrafta çok az öğrenci vardı. Bana baktıklarını fark ediyordum, rahatsız olmuştum da. Adımlarımı hızlandırdım ve yine sorarak yolumu buldum.

Tekrar yıkandım, üzerimi değiştirdim ve yeni bir pelerin aldım. Diğerini çimlerde bırakmıştım çünkü. Yırtık kıyafetleri de dolaba tıktım. Masayı karıştırarak küçük bir makas buldum ve saçımı omuz hizama kadar yanmış boyuta getirdim. Makasla, her seferinde Profesör Demetrius'a batırıyormuşum gibi öfkeyle giriştim saçıma. Gözümün önüne bacaklarımın dehşet verici görünüşü gelip duruyordu. Sonuç olarak berbat şekilde kestim ama dalgalı olduğundan, kuruyunca iyice kabaracak ve belli olmayacaktı.

Odadan çıkarak kulenin merdivenleri indiğimde parmaklarımı inceliyordum, ta ki birine çarpmak üzere olduğumu fark edene kadar. Başımı kaldırarak uzun, ince ama zayıflığının bile kaslardan oluştuğu belli olan bedenin sahibine baktım. Bu, Cliff'ti. Yanımda otururken bu kadar uzun görünmüyordu, muhtemelen bacakları masayı aşarak karşımızdaki oturağa değebilecek kadar uzundu.

"Duyduklarım gerçek mi?"

Bir süre etraftakilerin de susup durarak cevabımı beklediğini gördüm. "Ne duydun bilmiyorum ama gerçektir herhalde."

Kaşları kalkık, yüzü bana doğru eğikti. "Profesör D'ye tekme atmışsın. Hem de etkili bir tekme."

"Ha, evet." Bacaklarıma baktım bir an. "Ama etkisini Profesör'den çok kendi bacaklarım hissetti."

Dudakları şaşkınlıkla büküldü, hatta bunu bugün bolca yapmış olmalıydı ki sanki dudaklarında yer edinmişti. Ardından yavaşça gülümsedi. "Keşke görebilseydim."

Görüntüler tekrar gözümün önüne gelince burun kıvırdım. "Görmemen daha iyi. Neyse, Siber'i mı bekliyordun?"

"Hayır, o şu an Boşluk dersinde. Benim Boşluk'um bordo, onunki eflatun." Saçını karıştırdı. "Seni bekliyordum. Tüten Eşyalar dersinin eflatun olduğunu söylemiştin, benimki de öyle."

"Gerçekten teşekkür ederim," diyerek ellerimi göğsümün önünde birleştirerek minnettar şekilde baktım. "Yolumu sorarak buluyordum ama en son herkes olması gerekenden daha garip tepki veriyordu bana."

"Hem yenisin, hem de... Eh, Profesör D'yi yerinden oynatabilen sayılı kişilerdensin. Tonlarca senaryo dinledim, herkes o anı konuşuyor." diyerek ilk benim yürümemi bekleyerek bana yolu göstermek için harekete geçti. "Bazıları Profesör D'nin duvara uçtuğunu ve şokla oturup kaldığını, göğüs kafesinin kırıldığını söylüyor."

"Doğru." diye mırıldandım. "Raymond kaburgalarının sesini duyduğunu söyledi ama hemen iyileşiyormuş galiba?"

"Raymond? Raymond Vulcan mı?"

"Evet."

"Hım," dedi, ifadesinden rahatsız olduğu belliydi. "Profesör D, çabuk iyileşir ama zaten derisin altı çelikten yapılmış gibi serttir. Yani hasar da kolay kolay almaz, iyileşmesi gerekmez."

"Tüh," diyerek buna gerçekten de sinirlendiğimi fark ettim. "Herkes hızlı mı iyileşiyor?"

"Hayır, çoğu Doktor Effelia gibi şifacılar olmadan iyileşemez. Birkaç kurt, ateşçağıran ve vampir dışında." Dudaklarını ıslattı. "Ruhevi ya da Boşluk'a girseydin kimlerin hangi tür olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlardın."

"Girmediğimi nereden biliyorsun?"

"Ruhevi'de ben de eflatunum, yani aynı derste olmalıydık."

"Hangi derslerde eflatunsun?"

Bana nasıl bilmediğimi sormadan çoğu şeyi açıklamasından son derece memnundum. "İksirler ve Patlamalar dışında hepsinde. Geçen senenin sonunda bordodan yeşile düştüm. Ruhevi'de de fazla kalabileceği sanmıyorum aslında. Muhtemelen birkaç haftaya Siber ile yer değiştiririz. Elflerin midesi iksirlere pek dayanıklı değildir; Proseför Salvador gibi istisnalar dışında tabii. Her şey kendini ne kadar geliştirebildiğine bağlı."

"Ben de yeşilim. İksirler ve Patlamalar'da."

"Programını bana gösterirsen derslere gitmene yardımcı olabilirim."

Pelerinimin içini yokladım ama son anda orada Dünya ile ilgili bilgiler yazdığını fark ettim ve duraksadım. "Yanımda değil ama bir ara yazıp veririm."

"Mesaj gönderebilirsin. El ile."

"Bilsem yapardım."

Nazikçe gülümsedi. "Gösteririm ama şu an derse geç kalmak üzereyiz."

Adımlarımızı hızlandırdık ve normal görünen bir sınıfa girdik. Büyük sınıfta ikili masalar vardı, çoğu doluydu ve kızlarla erkekler eşit sayıdaydı. Gerçi kızlar, yemekhanede yanımda beliren siren gibilerdi.

Bir sıraya Cliff ile yerleşirken birinin, önümdeki masada oturan kıza yaklaştığını gördüm. "Hadi ama Agnes, seninle oturmama izin ver. Delodey derse gelmeyecek zaten. Benim gibi biri, şu ortamda bulabileceğin en iyi seçenek."

"Defol Benedict." dedi sırtı dönük kız, umursamaz bir sesle.

"Evet, defol Ben." diyen bir çocuk kızın yanına oturdu. Çocuğun sesi o kadar ürperticiydi ki kaşlarımı çatarak baktım. Kırmızıya çalan koyu ve düz saçları vardı, bedeni ince görünüyordu ama Cliff'inkinden daha büyüktü. Teni, neredeyse siren kızla aynı renkte solgun griydi. Başını yanındaki kıza çevirdiğinde gözlerinin de saçı gibi kırmızı, hatta çok parlak olduğunu gördüm. Kızla konuşmadan önce bir an gözleri bana kaydı, ben de başımı Cliff'ten yana çevirdim.

Cliff gergin bir şekilde kollarını masaya yaslamıştı. Dudaklarını oynatarak "Vampir," dedi.

Sesler birden kesildiğinde başımı herkesin baktığı yöne çevirdim. En önde, bir basamak üstte duran masaya bir adam yaklaşıyordu. Elinde kocaman merdiven tablosu vardı ama sanki küçük paketmiş gibi kolayca taşıyordu. Adamın pelerini hafifçe dalgalanıyor, içine giydiği değişik kumaşlı gömleği açığa çıkarıyordu. Onu daha önce yemekhanede, Profesör Salvador'un yanında görmüştüm. Saçları, önümdeki vampirden daha açık bir kırmızıydı. Gözleri de aynı renk olsa da o kadar parlak değildi, hatta kahverengi gibiydi. Muhtemelen bu adam da bir vampirdi.

"Merhaba sınıf. Senenin ilk Tüten Eşyalar dersine hoş geldiniz." Sesi soğuk ama zarifti. Hareketleri de kibar, sakindi. Hatta gördüğüm en sakin insan olabilirdi. Öğrenciler toplu bir şekilde profesörü cevaplarken tabloyu kendi masasına yasladı.

"Tabloya ihtiyacımız olacak mı Profesör Accalon?" dedi, çaprazımda ve önümde duran çocuk.

"Bazı duyumlar aldım, Timofey." derken gözleri etrafta dolaştı ve benim üzerimde durdu. "Tedbirli olmak iyidir." Herkes bana baktığında ve bazıları da alayla güldüğünde Profesör Accalon devam etti, "Eşyanızı masanın altındaki bölmede bulabilirsiniz. İlk ay çantayla başlayacağız. Ondan sonra kendi eşyanızı almanızı isteyeceğim."

Cliff'in hareketlerini taklit ederek masanın altındaki göze elimi uzattım ve kahverengi, dikdörtgen, deri askılı çantayı alarak masanın üstüne koydum. "İksirleri olmayan benden alabilir, ilk ders olduğu için anlayış göstereceğim." Birkaç kişi Profesör'e ilerlediğinde Profesör, masasının üstünde duran deney tüplerinden onlara verdi. Bir ara Cliff'e baktı. "İksirini sıra arkadaşınla paylaş, Cliffson."

Cliff, mor renkte sıvıyı pelerinin cebinden çıkarttı. Sınıfta konuşmalar başlamıştı. Çoğu çantasını takmış ve yanındakiyle sohbet etmeye başlamıştı; her şey normal görünüyordu.

Cliff, kendi çantasına iksirin yarısını döktüğünde çantanın derisi su içermiş gibi emdi sıvıyı. "İksiri yarı yarıya kullanacağımız için tütme etkisi azalacaktır, yani telaşlanmama gerek yok."

Tüpü elime aldığımda Cliff çantasının askısını boynuna taktı. Ben de onun yaptığı gibi tüpün kalanını çantaya boşalttım. Boş tüpü ona geri verdim, çantasına baktım. "Zararsız görünüyor."

Gülümseyerek bir yeri işaret etti. Baktığımda sirenlere benzeyen kızın çantasından duman yükseldiğini gördüm ama çok hafifti, kimse de umursamıyordu.

"Tamam o zaman," diyerek çantayı tuttuğumda deri birden ellerimin ısındı. Çantayı kaldırarak omzuma takmak için hareketlendim ama birden bomba patlamış gibi gürültü koptu. Çanta parmaklarımın arasında etrafa saçılarak dağıldı. Kollarıma ve yüzüme gelen deri parçası, tenimi eriterek derimle bütünleşti.

Bir sessizlik oldu. Önümdeki kız çığlık atarak ayağa kalktı, ellerim hala havadayken ona baktım ve sırtının, patlamanın parçalarını taşıyan yerlerin pelerinini, hatta içine giydiği kıyafeti de deşerek tenini yaktığını gördüm.

Sol gözümü açamamaya başladım, canım feci yanıyordu ama sabahki bacaklarımdan sonra bunun acısı tepki veremeyeceğim kadar şoke etmişti beni.

Başımı kaldırarak vampir çocuğa baktığımda onun da üstüne parçaların geldiğini ama teninin hızla düzeldiğini gördüm; yine de ayağa kalkarak kızın yanına gitti.

"Sen...!" dedi kız. "Seni sala-"

"Tabloya lütfen." diyen Profesör Accalon onu böldü, vampir çocuk da sireni yönlendirdi.

Yanımdaki Cliff ayaklandı, yüzünü son anda koluyla kapamış olmalı ki sadece pelerinin bazı yerlerinde ve sağ kolunda hasar vardı. Kalkmama yardımcı olurken sorun olmadığını mırıldandı ama yüzüme baktığında dudakları bükülmüştü.

Sınıf gülüyordu. Ben yine rezil ve acılıydım.

Tablodan girmeden önce Profesör Accalon'un "Sessizlik." dediğini duydum.

Doktor Effelia bizi gördüğünde dudakları aralandı, ardından beni fark etti ve bir şey söylemeden bizi yataklara yönlendirdi; bir süre dolaplarını karıştırdı. Ben ise hala ellerim havada, yatakta oturuyordum. Yine bir şok geçiriyordum muhtemelen. Acıyı hissediyordum ama aklım almıyordu.

Doktor Effelia ilk önce kızın yanına gitti ve sakinleştirici bir sesle "Bunu iç, Agnes. Birkaç dakikaya hiçbir şeyin kalmaz." dedi.

Kızdan öfkeli bir ses yükseldi ama ben karşımdaki yatağa bana dönük oturan Cliff'e bakıyordum. Doktor Effelia ona da bardak verdi. Elindeki son bardakla bana döndüğünde "Hepsini tükürmeden yut." diyerek uzattı.

Onu yarı yarıya görüyordum, sol gözüm tamamen yok olmuş gibiydi. İçeceği, gerilen derimi umursamadan tek seferde bitirdim. Tadı kül gibiydi, öğürmemi bastırarak mideme inmesini bekledim. Yavaş yavaş derimin iyileştiğini, gözümün de normale dönerek açıldığını fark ettim.

Siren kız önüme geçtiğinde vampir çocuk onun kolunu tutuyordu. Kız öfkeyle bana doğru elini salladı. "Benden olabildiğince uzağa otur. Bir daha böyle bir şey olursa seni öldürürüm. Anladın mı beni?"

"Kes sesini Agnes." dedi Cliff, homurdanan bir sesle.

Kız şokla ona doğru döndü. "Sen bana ne dedin?"

Doktor Effelia, "Timofey ve Agnes, derse dönün lütfen." dediğinde çocuk kızı nazikçe çekti ama kız hala Cliff'e bakıyordu.

"Eşyan mı patladı, Olesya?"

"Evet." dedim, gözümü yavaşça ovarak. Tenim karıncalanıyordu ve muhtemelen hala iyileşmeye devam eden bölgelerim vardı.

"Kaç dakika sonra?"

"Hiç dakika." dedim. "Elime aldığım gibi patladı."

"Yarı iksirliydi." dedi Cliff.

"Üzgünüm Cliff." diye mırıldandım.

"Daha önce de olmuştu." diyerek önemli olmadığını belirticesine başını salladı. "Üç sene önce..."

Doktor Effelia iç çekti. "Sana özel bir tablo vermem gerekecek, Olesya."

Ciddi miydi değil miydi anlayamadan birden odaya gürültülü giriş yapıldı. Başımı döndürdüğümde Julius ve Delodey, Raymond ve iki kişinin daha Gunnar'ı taşıdığını gördüm. Gunnar inliyordu. Doktor Effelia derhal onların yanına gitti. "Neyi var?"

"Dönüşümü yapamadan uçurumdan düştü."

"Getirin." dedikten sonra yanımızdan geçtiler ve Doktor Effelia, Gunnar'ın yatırıldığı yatağın perdesini çekerek onları gizledi. "Hepinizin dibimde durmasına gerek yok."

Perdeyi aralayan Delodey ve tanımadığım ama Tabanlar dersindeki rezilliğime şahit olan iki kişinin daha çıktığını gördüm.

"Gunnar'a olan bir gün bana da olacak diye efsane ürküyorum." dedi biri.

"Aklını toplarsan olma-" Delodey'in gezinen bakışları beni buldu, cümlesini kesti. Üstümün halini incelerken yüzü keyifle parladı. Bana doğru ilerledi. "Of ya, derse girmek istemiştim. Eşyanı patlattın, değil mi?"

"Evet." dediğimde Cliff'i fark etti.

Çenesini hafifçe kaldırarak selam verdi. "Cliffson."

Cliff gözlerini kıstı. "Delodey."

"Sıra arkadaşı mıydın?"

Cliff, "Öyleyim." dediğinde Axel, "Dikkat et o zaman," diyerek cevapladı. "Sadece ikiniz mi etkilendiniz patlamadan?"

İsimleri hatırlamak için kısa süre duraksadım. "Timofey ve Agnes da buradaydı."

"Vay canına, en gıcıkları çeken mıknatıs gibisin. İlk Faylinn, şimdi de bunlar."

"Fark ettim ama ilk Faylinn değildi." dedim imalı imalı onu kastederek.

Axel sahte bir şaşkınlıkla konuştu: "Alınıyorum, Prenses."

Kollarımı ovuşturdum. "Eğer takma ad kullanacaksan kraliçe de bari."

Axel güldü ve eliyle asker selamı verdi. "Emredersiniz."

"Delodey." dedi, arkada bizi izleyen iki kişiden biri.

"Konuşuyorum, Cuthbert."

"Delodey." dedi tekrar, üstüne bastırarak.

Axel bir an Cliff'e baktı, ardından kendi kendine gözlerini devirdi ve arkasını dönmeden önce bana göz kırptı.

"Gidelim mi?" diye sordu Cliff.

"Tamam da, derse girmem şu an uygun olur mu?"

"Olmaz muhtemelen ama derse gitmeyeceğiz zaten. Sen çantanı patlattın, bir sonraki derse kadar yapacağın bir şey yok." Ayağa kalkarak boynundaki askıyı çekiştirdi. "Benim çantam da hala sağlam. Gün sonunda teslim ettiğim sürece sorun olmayacaktır."

Peşinden yürümeye başladım. Koridora çıktığımızda "Delodey'i tanıyor musun?" diye sordu.

"Sayılmaz. Rehberim gibi bir şey."

"İlginç."

"Neden?"

"Bir kurdun rehberlik edecek kadar gururundan ödün vermesi görülmüş iş değil."

Üzerimdeki hasarı incelediğimde kazağımın önünün neredeyse tamamen yarıldığını gördüm, pelerini çekerek önümü kapalı tuttum. "Profesör Demetrius, eğer bana rehberlik ederse iki ders boyunca onu yakmayacağını söylemiş."

"İki ders mi? Vay canına, çok fazla." Tedbirli bir ifadeyle bana baktı. "Gerçekten Prenses misin?"

Güldüm. "Hayır. Muhtemelen ona Delodey değil de Axel dediğim için beni sinir etmeye çalışıyor."

Beni inceledi. "Peki, bir siren olabilir misin? Kurtlar, sirenler dışındakilerle konuşmaz pek de..."

"Kesinlikle değilim."

"Nesin peki?"

"Iıı- Bilmem." diye bocaladım.

"Ruhevi'de öğreniriz o zaman." Burnunu parmakalrının arasına sıkıştırıp bıraktı. "Sen biraz farklısın."

"Nasıl yani?"

"Başka bir yerden gibi. Ne Lavia'lı, ne Tau'lu, ne de buralısın sanki." Rahatsız olduğumu anlamıştı. "Neyse, günün son dersi de bittiğine göre yemeği bekleyebiliriz. Belki öncesinde üstünü değiştirmek istersin."

Başımı öne eğerek gözüken sütyene baktım. "Kesinlikle."

Continue Reading

You'll Also Like

180K 15.1K 40
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
100K 7.4K 61
Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyordu. Burası normal bir dövmeci gibi görün...
739K 17.1K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
240K 4.2K 30
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...