Counterclockwise | Yoonmin

By sadqueenx

132K 12.1K 11K

Bir kum saatinin içindeki kum aksa da tükenmez, tükenmediği gibi size geri döner. - Yoonmin x Omegaverse 19.0... More

Counterclockwise
OMEGAVERSE
1|Green grapes and sweet almonds
2|Submissive kitty
3|Bound with ring
4|Our birthmarks
5|Olly olly oxen free
6|Scent
7|Do you want me to stop?
8|Don't...
9| Can i sleep next to you?
10|More than love
11|Dragon blood and cinnamon
12| Round table wolf
13| Our scars 1/2
14| Our scars 2/2
15| Touch
16| 'Yi ri san qie'
17| Liar's candle
18| Last favor
19| Goodbye, dear friend
20| End of everything
21|'Shuushi'
22| 'Unmei no akai ito' 1/2
23| 'Unmei no akai ito' 2/2
24| God hates lovers
25| Sands & Clocks
26| Hamlet, Romeo and other lovers
27| As before
Final
-Teşekkür-
special episode 1
special episode 2
Special episode 3
Special episode 5
-başka bir evrende, en güzel halleriyle-

Special episode 4

2.9K 243 234
By sadqueenx

"Çünkü birçok olayda benimlesin. Her şeyi sana duyururcasına yazıyor, yaşıyor, görüyorum. Her anımı seninle bölüşüyor, içimden sana anlatıyorum"

Jimin:

Bir ailem olmamıştı, küçükken ve büyüdükten sonra çizdiğim resimlerdeki baba figürü hep boştu, annem ve benden ibarettik her zaman ancak bir aile olmanın, aile kurmanın hayalini kurduğum zamanlar olmuştu. Kalbimi açıp, tamam, işte bu o dediğim insanı hayal etmekte çokça zorlanmıştım çünkü benim için alfalar her zaman kızgınlıklarımı atlattıklarımdan ibaretti. O alfaların herhangi birinden de bir çocuğumun olması ilerleyen zamanlarda hayalini bile kurmayacağım uzak bir ihtimalde kalmıştı.

Fakat Yuna'yı kucağıma aldığımda en uzak diyebileceğim ihtimalin gerçekleştiğini gözyaşları içinde kabullenmiştim. Üstelik babası, bir zamanlar hayalini kurup sonradan onu da uzak ihtimale ittiğim, tamam, işte bu o dediğim adam olmuştu. Min Yoongi, bana sıcaklığını yaşayamadığım aile kavramını Yuna'yla bağışlamıştı. Yoongi'nin kokusu benim için dünya üzerindeki en güzel kokuyken sıralamamda ikinci sıraya kaymıştı, dudaklarım başının üzerine değdirdiğim anda güzel kokusu her şeyim oluvermiş. Yüreğimi öyle güzel attırmıştı ki, hele titreyen ellerimle ona dokunduğumda minik parmaklarının gevşekle işaret parmağıma sardığı an... Burnumu çekerek Yoongi'ye bakmıştım ıslak gözlerle.

"Yoongi..." demiştim dudaklarımı ağlayarak bükerken. Ameliyattan kalan izlerim hala acıyordu ama yaşadığım an çok değerliydi "Çok güzel, Yuna'mız çok güzel kokuyor."

Yoongi ben ağlamamı durduramazken eliyle başımı okşayıp öpmüş, Yuna'nın da elini tutarak "Evet, çok, çok güzel kokuyor bebeğim." demişti. O an yaşadığım hisleri bir daha yaşayamayacağımı düşündüm ama günler ilerledikçe daha değişik duygularla karşılaşmıştım. Mesela, ilk kez kime baba diyeceği an için Yoongi'yle yarışıyorduk. Elbette ben kazanmıştım, işe gittiği günlerden birinde, yere onun için ayıcıklı bir örtü serip oyuncaklarla eğlendirirken birden sinirlenip kafama bir lego fırlatmış, sonra da tombul dudaklarından bir yarım yamalak bir baba sesi çıkartmıştı. Ağlayarak Yoongi'yi aramıştım hemen, toplantının arasında bir şeyler olduğunu mührümüz sayesinde anladığı için ilk çalıştı açıp sormuştu telaşla. Bana baba demesiyle hissettiklerimi ağlayarak anlatırken bile bütün her şeyi anlatabildiğimden emin bile değilim. Sonra ise, Yoongi, Yuna'nın baba demesini kendine pay biçti, çünkü çok sevgili kızımızı kucağımda bana baba demesi için zorlarken o, ellerini açıp gülücükler saçarak doğrudan Yoongi'ye gitmek isteyip baba demişti. Böylece Yoongi, bir kanıt olmadığı için önce kendine baba dediğini büyük bir gururla başıma kakmıştı. Bunlar güzel olan birkaç şeyden biriyken her zaman bu yönde ilerlememişti tabi.

Yuna çok ağlayan bir çocuk olduğunu belli etmişti, gece susmayıp gündüzleri uyuduğu için bütün düzenimiz mahvolmuştu. Eğer ona güzelce bakarsam sıfır sorunsuz bir bebeklik dönemi atlatacağımızı düşünmüştüm, çok büyük yanılmıştım. Hesapladığım hiçbir şey yolunda gitmiyordu çünkü Yoongi her ne kadar bana yardım etse de hamilelik döneminde huysuzlandığımdan dolayı uzunca izin alması, doğumdan birkaç ay sonra işe dönmesine neden olmuştu. Buna rağmen gerçekten çok çabalıyordu. Sadece, bazı geceler, gerçekten çok yoruluyordum çünkü Yoongi'yi uyandırmak istemiyordum. Uyandırsam da asla itiraz etmeden nöbeti devralırdı ama ben onun ruh eşiydim, akşam yemeğinde otururken elinin istemsizce ağrıyan boynuna gittiğini görüyordum, omuzlarını sürekli oynatarak rahatsızlığını bana fark ettirmeden gidermeye çalışıyordu. İşte çok yoruluyordu, anlıyordum.

Yine Yuna'nın çok ağladığı bir gece yarısı Yoongi uyurken, kucağımdaki kızımızı yatakta oturmuş kucağımda pat pat vurarak uyutmaya çalışıyordum. İnanılmaz uykum vardı, Yuna susmuştu ama elimle vurmayı durdurduğum anda da ağlamaya başlıyordu. Gözlerim birkaç kez kaydı ve sanki uykum yok gibi devam etmeye çalıştım ama başarılı olamadım. Sağa doğru kayarken omuzlarım üzerine yumuşak bir battaniye konulması ve başımı sıcak bir sertliğe dayamamla gözlerimi araladım, Yuna hafifçe kollarım arasından alındı, kollarım kucağıma düştü.

"Şhh," dedi bana ninni gibi gelen bir sesle Yoongi "Sen uyu, ben hallederim."

Elimle giydiği pijamasını sıkıştırıp yatakta oturur vaziyetteki göğsüne yerleştim mırıltıyla "Mhh, sadece beş dakika." dedim, sonrasında ise her şey sabah gözümü açmamla aydınlandı. Deliksiz uyumuştum ama hala yorgundum ve uykum vardı, yine de sağ tarafımda uyuyan Yoongi'yi, çıplak göğsüne yanağını dayayarak tombul yanakları yüzünden sıkışan dudaklarıyla Yuna'yı görmek bile yetmişti bana. Dikkatle baktım onlara, Yoongi'nin yastığa dağılmış uzun, siyah saçları, huzurlu uyuyuşu arasında Yuna'nın sırtından ve poposundan her ihtimale karşı tutuşu... Her an ağlayabilirdim çünkü bu an gerçekleşmişti, uzak geçmişte kurduğum hayalin ötesinde bir şeydi.

Bütün bunların yanısıra gerçekten pes ettiğim dönemler de olmuştu. Çünkü bazen, sınırı ulaştığınızda patlardınız, elinizden gelen tek şey ağlamak olurdu. Yuna doğduktan sonra iyi bir baba olmak için çok çabalamıştım çünkü benim hiç gerçek bir baba diyebileceğim kimse olmamıştı, bu yüzden de elimden gelenin en iyisini yapmak, mükemmel olmak için çok çabalamıştım. Bir omzunda eli olan adama dönüp baktığında söyleyeceği baba kelimesini hak etmek istemiştim. Bu mükemmellik çabası ise bir süre sonra ağır gelmişti.

Yuna'nın iki yaşına girdiği yıldı, sabah tıpkı Yoongi'nin uzun saçlarının yastığına dökülüşü gibi Yuna'nın minik siyah saçları Yoongi'nin çıplak göğsüne dökülüyordu. Doğduğundan beri en huzurlu uyuduğu yer Yoongi'nin çıplak göğsü olabilirdi diyebilirim. Bir şekilde Yoongi'nin kalp atışları ona huzur veriyordu ve bu benim her gördümde gözlerimi dolduruyordu. Bu görüntü beni her şeyden çok mutlu etmesi bir yana, ikisinin birbirine karışan feromonlarını solumayı hiçbir şeye değişmezdim.

Yine de Yuna bir alfa olduğu için çok hızlı gelişiyordu, artık neredeyse Yoongi'nin göğsüne sığamayacaktı. Bu yüzden onu dikkatle kaldırıp odasına götürüp yatırarak odamıza geri döndüm. Dün gece yine Yuna huysuzluk edip ağladığı için Yoongi bakmıştı, yorgunluktan gözünün önüne gelen saçları ittirip onu izlediğimi bile farkında varmadı. Normalde o uyurken dokunduğumda uyanırdı, şimdi sadece mırıldanıp yastığa daha çok gömülmüştü.

Parmaklarımla dudaklarının köşelerine dokunup elimi çenesinde gezdirdim. Bana karşı eskisinden nazik olsa da görünüş olarak soğuk bir ifadesi vardı ancak uyurken o ifadesi gidip yerine çok masum bir ifade geliyordu.

Parmaklarımı ruh eşi çiçeklerimiz olan, boynundaki yara izini gizleyen gelincik çiçeklerine değdirmemek için aşağıya, köprücük kemiklerine kaydırdım. Beyaz, yumuşak tenine her dokunuşumda onu ne kadar çok özlediğimi an be an kafama kazıdım. Yuna'nın doğumunda iki yaşına kadar cinsel hayatımız oldukça durağandı. Hızlı ve çabuk sekslerle geçiştiriyorduk, kızgınlıklarımız da genelde bu şekildeydi ve inanın bana çok zordu. Şimdi burada, güneşin odayı aydınlattığı bembeyaz teniyle uyurken ellerimi, göğsünden aşağıya doğdu indirip pijamasının lastiğinde dolaştırmaktan geri duramadım. Feromonlarımı tutmakta zorlanıyordum, ona olan özlemim yüzünden inlememi bile bastıramamıştım.

"Yoongi," diye mırıldanıp kendimi ona yasladığımda başımı kaldırıp gözlerimi kısıkça ona döndürdüm. Ellerim çoktan uzunluğunu sardığı için kaşları hafifçe çatılmış dudakları aralanmıştı. Islak dudaklarının vücuduma ettiği teması hayal ederken ve büyük elleri yatağın üzerinde soluklanıyorken çoktan sertlemiştim. Bana dokunmasına öyle ihtiyacım vardı ki, bir kez daha inlemem onu uyandırdı.

"Jimin, ne yapıyorsun?"

Uyku sersemi bir halde eli uzunluğunu sardığım elime giderken ona engel olmak için baş parmağımla ucumu okşayıp dudaklarımı çiçeklerimize değdirdim. Onunla eş olan, yüzümdeki çiçeklerim beni baştan aşağıya titretmişti ve neredeyse ağlamamı sağlayacaktı. Bu onu afallattı ve boynunu açığa çıkarmasını sağladı, hassas olduğumu hissettiğini anladığı için bana narince dokunmuş, belimi hafifçe okşamıştı.

"Yoongi," derken parmaklarının iç çamaşırımdan süzülüp kalçalarımın arasından beni okşaması iliklerime kadar titrememi sağladı. Neden böyle olmuştu bilmiyorum fakat onunla uzun zamandır çok fazla yorgun ileri gidemiyorduk. Duygusal ve cinsel açıdan bana dokunması çok açtım, omegam alfasını istiyordu ve bana her seferinde acımazsızca çocuğumuzun olmadığı günlerde sabahlara kadar evin her köşesini işgal edişimizi hatırlatıyordu.

Yoongi'nin uzun parmakları ona olan açlığım yüzünden ıslandığım için omega sıvıma çoktan bulanmış bir vaziyette, yavaş yavaş içeri girerken ben de elimin hareketlerini hızlandırdım fakat bu anımız aniden bozuldu. Yoongi neredeyse yarıya kadar soktuğu parmağını çıkarttığında ve penisinde sarılı parmakları kendinden uzaklaştırdığında boşluğa düşmüştüm.

Dudaklarım titreyerek ona uzanmaya çalıştım "Yoongi, beni böyle-" dedim ama o çoktan komodindeki ıslak mendille ellerini silerek sözümü kesti "Yuna uyandı, şimdi olmaz güzelim."

Anında da Yuna'nın sesi yükselmeye başlamasıyla Yoongi odadan ayrıldı. Ağlamamak için kendimi çok zor tuttum, bunu nasıl yaptığını anlamıyordum ama Yuna'nın uyurken değişen kokusunda bile ne zaman uyanacağını, ağlayacağını ya da kötü bir rüya görüp görmediğini çok kolay hissedebiliyordu ama ben yapamıyordum. Bana dokunurken kendimden öyle çok geçiyordum ki dış dünya siliniyordu. Kendi çocuğunun kokusundaki değişimleri bile hissedemeyen, omegamın zevkine odaklı tıpkı olmaktan korktuğum o adam, delta babam gibiydim, bu yüzden de kendimi bok gibi hissediyordum.

İçeriden Yoongi ve kızımızın sesini duymamak için kulaklarımı kapatıp odaklanmaya çalıştım. Öyle bir insan değilim, diye defalarca kendime tekrar ettim, ne kadar sürenin geçtiğinden bile emin değildim. Sadece gerçek anlamda kendimi çok kötü hissediyordum, yetersizmişim gibiydi, buna engel olamıyordum.

Yataktan kalkıp elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra aynadaki yansımama gülümseyip doğruca içeriye gittim. Yoongi onu tezgahın üzerine oturtmuş, eline de biberonu vermişti. Tombul bacaklarını sallayarak babasının onun için muzu ezerek yumurta ve esmer unla karıştırıp minik pancakeler yapmasını izliyordu sütünü içerken. Muhtemelen içinden iki tane yediği gibi diğerlerini bırakacaktı ama bir tane bile yese bizim için kardı bu. Beni gördüğü zaman ellerinden birini uzattı hemen ve biberonunu ağzından çektiği gibi dönmeyen diliyle konuştu. Sanki hiç ağlamamış gibi neşe doluydu.

"Günaydın, günaydın, günaydın."

Tıpkı onun gibi gülerek "Günaydın, minik bebeğim." deyip minik bedenini sardım ve başının tepesine öpücük kondurdum. İlgisi babası pancakeleri çevirirken benden kaydı hemen. Bu kadardı işte, gün içinde elli milyon kez beni delirtip ağlardı ama Yoongi ne zaman onunla vakit geçirse, ne zaman bir şeyler yapsa hülyalı hülyalı sessizce izler dururdu. Sanki bana karşı özellikle yapıyordu bunu.

Sessizce masayı hazırlamaya yardım ettim, hiçbir şey belli etmemeye çalışmıştım yemek boyunca fakat bir şekilde Yoongi aptal değildi. Son zamanları da hesaba katarsak fark etmiş olmalıydı. Salonda Yuna için ayırdığımız oyun alanında oyun oynarken Yoongi de onunla işe gitmeden geçireceği birkaç saati yerde eşlik ederek geçiriyordu. En azından ben atıkları ayırırken öyle düşünüyordum, Yoongi'nin elleri belime sarılıp dudakları boynuma değene kadar.

"Neyin var, omegan çok huzursuz? Özellikle de bugünlerde."

Yuna'nın yanında kavga etmek, bağırmak, çağırmak istemediğimden belimdeki ellerini ittirip onu kendimden uzaklaştırdım "Yok bir şey."

"Var bir şey Jimin, ne olduğunu söylemezsen anlaşamayız. İkimiz de etkileniyoruz, biliyorsun." Eliyle bana uzanıp bileğimden hafifçe tuttuğundan devam etti konuşmasına "İstersen odaya gidelim ve konuşalım, Yuna'nın dikkati başka bir yerde."

Yine yapmıştı işte. Gözlerimi devirip histerikçe güldüm ve bileğimi ondan kurtararak anlık sesimi yükselttim "Yapma şunu!" yaptığım şeyi fark ettiğimde ise daha sessiz bir şekilde karşılık verdim "Yuna'ya karşı kendimi yetersiz hissettiriyorsun. Sanki ben içeride konuşmayı bilmiyorum, sanki ilgisinin başka yerde olduğunu görmüyorum!"

"Jimin-"

"Konuşmak istemediğimi söyledim."

Yoongi kocaman bir duvara çarpmış gibi şaşkınca ve anlamak istercesine yüzüme bakarken simsiyah gözlerindeki kırgınlığı fark etmiştim fakat kafam o kadar çok doluydu ki elimden sadece bakmak geldi. Hep şiddetli tartışmalarla geçinip sakin konuşmalar yapmıştık ama Yuna'dan beri Yoongi tartışmaktan kaçınıyorduk. İkimiz de kızımız için en mükemmel baba olmak için çabalarken ilk kez kendimi geride görmüştüm, özgüvenim yoktu sanki. Yoongi kendimi kötü hissetmemi sağlıyordu ve şimdi onu kırdığım için daha da kötü hissediyordum.

Başını iki yana sallayıp eliyle şakaklarına dökülmüş saçlarını ittirdiğinde sakince "Bence biraz düşünmeye ihtiyacın var. Akşam geldiğimde sakinleşmiş olursan öyle konuşuruz Jimin." diyerek arkasını döndü ve Yuna'nın yanına gitti. Alfanın içinde fırtınalar koptuğunu hissettim fakat Yuna'nın yanına oturup ona bir öpücük verdiğinde hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyor, kızımızın ona tatlı tatlı bir şeyler anlatışını dinliyordu. Çok kötü hissettim ve suçluluk duygusuyla kaplandım. Ama daha da kötüsüne gelecek olursam Yoongi takım elbisesini giyip evden çıkmadan hem Yuna'yı hem de beni öpmüştü. Beni öpmesi her şeyden çok üzdü beni, ne olursa olsun evden çıkmadan hep öperdi, yine yapmıştı, onu üzmeme rağmen asla aksatmamıştı.

"Baba, su, su, su..."

Yuna oturduğu yerde ellerindeki oyuncak hayvan figürlerini yere vurarak zıplamaya çalışırken düşüncelerimi bölerek onunla ilgilenmem için çabalamıştı. Tıpkı Yoongi gibi gülümsemekte buldum çareyi ve kızımızla ilgilendim. Öğleden sonraya doğru ise onu uyutup kendimi salondaki koltuğa attımda içimdeki boşluk hissi yüzünden daha fazla tutamadım kendimi ve ağlamaya başladım. Hiçbir sebebi yoktu aslında, her şey kendi kuruntumdu. Yorgunluk, Yuna, ev işleri, ilgi duyduğum resme olan tutkumu sık sık gerçekleştirememem... Ve diğer şeyler derken son noktama gelmiş, kızımızın içeride uyumasını fırsat bilerek sessizce dökmüştüm yaşlarımı.

Dirseklerim dizlerime dayanmış, öne doğru eğilerek kapattığım yüzümde istemsizce çiçeklerimi ıslatıyordum. Muhtemelen Yoongi çok telaşlanmıştı ama engel olamıyordum, durmaksızın içimdekileri boşaltmak öyle rahatlatmıştı ki beni en son kendimi tutamamış hafifçe sesli hıçkırıklara dönmüştüm. Biraz ileriden pıtı pıtı seslerle gelen ve karşımda saçının tepesinde dağılmış minik tepecikli saçı, gözlerini ovuşturan kızımızla gözlerimde yaşlarla karşılaşmak en son isteyeceğim şeyken, Yuna tam da bana bakıyordu. Bir eliyle ona uzun gelen tişörtünün ucunu tutarak birkaç paytak adımla yanıma geldi ve koltukta yanıma çıkıp kolumun üzerini öperek elini yüzüme uzattı. Tombul parmakları beceriksiz hareketle yüzümdeki ıslaklıkları sildiğinde ise büzdüğü dudakları yeniden koluma bir öpücük bırakmıştı.

"Üzülme baba, geçicek," derken devamında kurduğu cümle kalbimi titremişti "Ben hep yanındayım. Seni çok seviyorum. Babam da seni çok seviyor."

Minicik kızımızın sevgi dolu cümlelerine çok şaşırdım. Zar zor yutkunup onu kucağıma aldığım gibi sarılıp kokladım, mis gibiydi, ellerimle küçücük bedenini sarmalayarak toparlanmaya çalıştım "Çok mu seviyorsun gerçekten beni?"

Yuna, beyaz tişörtümdeki çiçek işlemesiyle oynarken başını salladı "Hı-hı, seni aydan yıldızlara, çimenlere, yapraklara, çiçeklere ve çiçek yapraklarına kadar seviyorum."

"Yuna," dedim, söylediği kelimeler o kadar güzeldi ki beni çok şaşırtmıştı "Bunlar çok güzel kelimeler, nereden öğrendin?"

"Alfa babam söyledi. Babam beni böyle seviyormuş, seni de böyle seviyormuş öyle söyledi. O söylediyse güzel bir şeydir değil mi baba?"

Yuna'nın küçük başını elime sarıp göğsüme bastırdığımda ağlamamak için titreyen bir nefes bıraktım "Evet bebeğim, güzel bir şey, çok güzel bir şey..."

Düşündüğüm şeylerden çok utandım aniden, Yoongi'yi kırmıştım, aptalca bir sebepten ve aramızdaki sevgiden şüphe etmiştim. Neden olduğunu bile anlamadan sahip olmuştum bu hislere, korkunçtu resmen.

Yuna minik elleriyle hala çiçek işlemelerine dokunuyorken saat üçü göstermesine rağmen kapının şifresi girilerek Yoongi girdi içeriye. Elinde tuttuğu çantasını kapının solundaki portmantoya bırakıp giydiği ince kabanı asarak salona, bize doğru gelmeye başladı. Bir anda babasını fark eden Yuna dudakları arasında şaşkınca bir sesle kucağımdan atladı ve kollarını açarak koşturdu babasına doğru. Yoongi bunu görür görmez tebessüm ettiği dudaklarını kulaklarına kadar çıkartmıştı adeta.

"Baba, baba, baba!"

"Minik kuşum."

Biri büyük adam ve biri küçük kız çocuğunun birbirlerine sanki günlerdir görüşmüyorlarmış gibi sarılmasını dudak büküp gülümseyerek izledim. Yuna çoktan babasının kucağında yer alarak minim kollarını dolamış öpücüklere boğuyordu, Yoongi de aynı şekilde karşılık vererek öpüp kokluyordu onu, bir yandan da bana doğru yürümüş önümde durmuştu. Hiçbir şey yapamadım, sabah onu kırdığım için sadece izlemek istemiştim tepkilerini, ona göre hareket edip toparlamak istiyordum.

Eliyle başımı okşadı yavaşça ve hem Yuna'ya hem de bana ithafen hafifçe konuştu "Bugün dışarıda yiyelim olur mu?"

Eğer Yoongi istiyorsa benim için her şekilde tamamdı. Zaten Yuna çoktan yere inip kıyafet seçmek için odasına gitmeye başlamıştı. Ben de, Yoongi'nin elini tuttum hemen ve hafifçe dudaklarımı değdirerek mırıldandım "Çok üzgünüm, bana ne oldu bilmiyorum. Sadece seni çok özlemiştim ve, ve çok yorulmuştum. Bir an çok kötü şeyler düşündüm, engel olamadım kendime."

Ben ardı arkası kesilmeden kelimeleri dökmeye başlarken Yoongi koltukta yanıma oturup eliyle ensemden tuttu ve başımı göğsüne dayayarak beni sardı "Farkındayım. Çok yorucu olduğunu da biliyorum güzelim. Bazen olur, ağlamanda ya da düşüncelerinde sorun yok, hislerinin hepsini ben de hissediyorum. Sen görmesen de ben de aynılarını yaşadım."

"Nasıl?" dedim burnumu çekerek "Hiç öyle durmuyor, baba kavramını en çok sen hak ediyormuşsun gibi. Çok mükemmelsin, sana uyum sağlamak için çabalıyorum ama yeterli gelmiyor. Bunu nasıl yaptığını anlayamıyorum."

Yoongi güldü ve eliyle omuzumu sıvazladı hafifçe. Sıcak dokunuşları ve baskın feromonları benimkine karışırken uzun zama sonra kendimi rahatlamış hissediyordum.

"Belki komik gelebilir ama, bir önceki hayatımı düşünüyorum. Jungkook'un bir kızı vardı, Heran, hatırlıyorsun değil mi?"

Gözlerimi televizyonun yanındaki duvarda asılı duran Taehyung ve Jungkook'un çerçevesine çevirdim. Gülümseyen yüzleri gözümün önüne eski hallerini getirdi, ikisi ve minik kızları Heran... Tıpkı babası Jungkook gibi çok bilmişti, saklı anılarımda onunla çok fazla vakit geçiremediğimi bilsem de hatırlıyordum. Yoongi'yle, daha doğrusu Komutan D ile nasıl iyi anlaştıklarını. Acaba, yaşasalardı, bu hayatta çocuklarının yüzleri geçmiş hayatlarındaki Heran gibi mi olurdu diye düşünmeden edemedim.

"Evet, hatırlıyorum." dedim üzgün bir mırıltılı, düşünceli bir tavırla.

"Onun doğumunun her anına şahit oldum, büyürken de yanındaydım, beni küçükken çok benimsemişti. Temelinde bütün çocuklar aynı bence. Sevgiyle besleniyorlar, bir de kahraman arıyorlar. Yuna da aynı, onun da bir kahramanı var ama bence ben, o kahraman değilim. Sensin."

Kendimi göğsünden çekip kaşlarımı kaldırarak gülümseyen yüzüne baktım ve "Saçmalama," dedim ona "Sana tapıyor, her şeyini hissediyorsun, senin göğsünde huzurla uyuyor ve Yuna bütün bunları dikkate alıyor. Ben bunların hiçbirini yapamıyorum, koku değişimlerini bile anlayamıyorum bazen. Onun en büyük kahramanı sensin."

"Jimin, ne söylediğini farkında değilsin bence ama ben bunları tek başıma yapmıyorum. Yuna bunları ne zaman yapsa sen de yanımda oluyorsun, tek başımayken seninle nasılsa benimle de öyle. Ama yanımda sen olduğunda, ikimiz birlikte olduğunuzda hep sakin. Bunun dışındakileri de söylememi ister misin? Ağlarken ya da üzüldüğünde hep sana uzatıyor ellerini, ilk kar yağarken onları yakalayıp sana getirmişti karlar elinde eridiğinde sana da gösteremediği için çokça ağlamıştı, yaptığı şeyleri doğrulaman onay vermen için gözü hep üzerinde, çünkü sen onun güvenli yerisin. Yuna'yla olan bağın bizim bağımız gibi değil. Çiçeklere ya da bir mühre ihtiyacınız yok, benim de yok. Biz Yuna'yla dünya üzerindeki en özel bağ ile bağlıyız, babasıyız."

Her kelimesinde gözümdeki yaşlar daha çok toplandı. Söylediği şeylerde haklıydı, kendimi o kadar kaptırmıştım ki görememiştim anlattıklarını. Yoongi sakince düşünüp, görme konusunda gerçekten iyiydi, şaka yapmıyorum. Nasıl bu hale geldiğimize şaşırıyordum ama geçmiş hayatlarımızı hatırlamak ikimizin de dönüm noktası olmuştu resmen. Çok temkinliydi, kabul etmese bile hem kendini hem de beni toparlayacak kadar mükemmel bir adama dönüşmüştü. Geçmişte verdiği her sözü tutuyordu, beni çok seviyordu ve bütün hatalarımdan öpüyordu. Önemli olan bütün kavgalarımızda alttan alarak ikimizi de yönlendiriyordu, kavgalarımızın önemsiz olduğu yerlerde ise her zaman yaptığımız gibi bedenlerimizi konuşturuyorduk. Memnundum, bazen onu hak etmediğimi düşünüyordum ama o tam tersime birbirimizi hak ettiğimizi bana gösteriyor, öğretiyordu.

Yuna konuşmamızı hissetmiş gibi elinde tuttuğu ikisi de kot olan iki ayrı renk tulumu sallayarak paytakça salona girerken iki renkten birinin çok çirkin olduğunu gördüm. O elbiseyi neden aldığımı bile hatırlamıyordum, muhtemelen sırf Yoongi'yi sinir etmek için gereksiz yere para vermiştim.

"Hangisi?" diye sordu yarımca Yuna. Yoongi hemen benim seçmeyeceğim yeşil rengi seçti fakat Yuna'nın küçük kahverengi gözleri benim üzerimdeydi, benden bir onay bekliyordu. Tıpkı Yoongi'nin dediği gibi.

"Mavi renk olan." dedim hafifçe gülümseyerek. Yuna, elindeki kıyafetlere baktı anlamaz gibi, sonra da dudak büzerek sordu "Mavi hangisi baba?"

"Şu, bebeğim."

Elimle işaret ettiğimi sıkıca göğsüne bastırıp diğerini yere bırakarak gözden kaybolduğunda hala gittiği yere bakmaktaydım. Yuna minicik bir çocuktu ama hissettirdiği şeyler içimden taşıp beni gözyaşlarına boğacak kadar fazlaydı. Sanırım, bu herkes gibi çokça sıkılıp duyguların patladığı bir dönemdi ama şimdi çok iyi hissediyordum. Yoongi en büyük destekçimken başka hiçbir şeye ihtiyacım yoktu, bazen böyle hatalar yapıp onunla konuşmayı geciktiriyor olsam toparlıyor olmak en önemlisiydi.

Yoongi bir kez daha başımın üstünü öptükten sonra hemen giyinmek için odaya geçtim. Siyah, örme bir kazakla dar bir kot geçirdim üzerime. Doğumdan sonraki bütün aldığım kilolar uçup gitmiş, eski formuma dönmüştüm hatta o zamandan daha iyi durumdaydı. Keşke vaktim olsaydı da Yoongi'ye uzunca sergileyebilseydim, kurdum bunun için iki yıldır deliriyordu.

Birlikte Ham nehrinin yakınlarındaki bir restoranda güzelce yemek yedik. Rahatça geçirmiştik vaktimizi, Yuna zaten ev haricinde huysuzluk yapmıyordu, dışarıda daha sakin ve usluydu birçok çocuğun aksine.

Yuna durmadan bir şeylerin ne olup olmadığını sorarken gördüğü bir sokak satıcısındaki pamuk şekerlerden istediğinde Yoongi bana baktı hüzünle. Çok fazla şekerli şeyler yemesi yasaktı ama uzun zamandır da yemediği için Yoongi'ye onay verdim. Ben de onlar ilgilerini başka şeylere yönlendirmişken tuvalete gidip hemen döndüm. Döndüğümdeyse arkamızda oturan çiftlerden birinin bizim masaya bakışlarını yakaladım ve durup ben de izledim.

Yoongi, Yuna'nın elindeki pamuk şekeri alarak havada sihir yapar gibi döndürüp sormuştu Yuna'ya "Sihirli bir şey görmek ister misin?" diye sormuştu. Küçük kızım her şeyden bihaber hevesle oturduğu bebek sandalyesinde tepinerek ona evet dediğinde Yoongi elindeki pembe pamuk şekeri iki eliyle ezip bir topçuk haline getirdiğinde büyük elleri arasında ufacık kalmasını sağladı.

"Hokus pokus! Bak."

Yuna babasının elinden aldığı ceviz büyüklüğünde kalmış pamuk şekere şok içinde bakarken tombul alt dudağı titremeye başlayıp hüzünlü bir mızmızlıkla yakındı "Yaaa, baba ne yaptın?"

Yoongi bununla da yetinmeyip gülerek pamuk şekerden bir ısırık aldı ve zaten küçülmüş olan şekeri daha çok yarım bıraktı.

"Yaa, pamuk şekerim!"

Pekala, sanırım Yuna ağlamadan devreye girmem gereken kısım burasıydı. Elimle Hemen Yoongi'nin ensesine vurup parmaklarımı o kısma geçirerek dikkatleri üzerime çektim ama Yuna'ya gülerek cevap verdim. Bu aynı zamanda da Yoongi'ye de bir uyarıydı "Baban şimdi gidip yenisi alacak bebeğim, sen merak etme."

"Yoo-ah!"

"Biz de seninle yürüyelim olur mu minik kuşum, baban da o sırada şekerciyi yakalar."

Yoongi bükülerek elimin altından kurtulduğu gibi hesabı ödedi ve pamuk şekerciyi yakalamak için koştur koştur Han nehri boyunca dolandı durdu. Biz de kızımla el ele tutuşarak hava serinleyene kadar dolaştık. Sonra Yoongi'nin getirdiği şekeri arabada eve giderken yedik. Yuna, yarı yolda ellerim elleri arasındayken uykuya daldı. Küçükken de hep böyleydi, araba yolculuklarında help gözleri kapanır ve uyuyup giderdi.

Eve vardığımızda Yuna'yı dikkatle kucakladım ve Yoongi'nin yardımıyla eve girdim. Dışarıda uzunca vakit geçirdiğimiz zamanlar yorgun oluyorduk, Yoongi bu yüzden odaya geçti kızımızı hafifçe öpüp. Ben de ona Yuna'yı yatırdıktan sonra geleceğimi söyleyerek kızımızın soluk lavanta rengindeki odasına geçtim. Birkaç saat uyuyup ağlayarak uyanmadan önce hala zamanım vardı uyumam için. Işığı söndürdüğüm gibi parmak ucumda odamıza girdim. Kolu indirip adımımı attığım anda hızla içeri çekildim, kapı ise sertçe çekilmemin aksine sessizce kapatılmıştı.

Ne olduğumu şaşırmama bile fırsat kalmadan Yoongi tarafından dudaklarımı işgal edilen dudaklara yoğun feromonları eşlik etti. Elleri kalçalarımı sertçe okşuyor, düzensiz öpüşmesi yüzünden nefessiz kalarak bocalıyordum.

Başımı gerine attığımda Yoongi boynumu emerek ısırdı ve fısıldadı "Yuna'nın feromonları çok huzursuz." sonra beni aynalı komodine ittirerek kazağımdan ve pantolonumdan hızla kurtuldu. Ben de giydiği siyah gömleği düğmelerinin kopmasını umursamadan hızlıca açtım ama sıra pantolonuna geldiğinde henüz fermuarını indirmişken beni döndürüp boynumdan kavradığı gibi sert suntanın üzerine bastırdı.

"Ah!" diye bağırdım ama çıkarttığım sesi farkına varmamla bir elimi ağzıma dayamam bir oldu.

"Her an uyanabilir. Hızlı olacağım, güzelim, oldukça hızlı. Tamam mı?" Eş zamanlı da boştaki elimi bileğimde bel çukuruma bastırdı "Üzgünüm kısıtladığım için ama bana dokunamazsın. Yoksa kendimi kaybederim ve Yuna'yı unutabiliriz."

O kadar çok heyecanlanmıştım ki kurdum delirmiş gibiydi. En son Yuma doğmadan böyle bir seks yapmıştık ve şimdi hayal gibiydi bu. Bacaklarımı araladığımda aniden içimde hissettiğim parmakları yüzünden gözlerim kaysa da konuşmayı başardım "Seninleyken asla kısıtlanmaktan korkmadım. Aksine bunu daha sık yapmanı istedim."

Dediği gibi hızlıydı ama ben de çoktan hazırdım. Parmaklarının birkaç kez hareket etmesiyle bile onun için her zaman hazır olurdum ve o bir bacağımı kaldırıp bükerek açabildiği en geniş yere, başımın hizasına kadar çıkartıp bastırdığında penisini tamamiyle içime yerleştirmesiyle çığlık atma isteğimi elimi ısırarak bastırdım.

Çocuklu bir evde, ruh eşimle cinsel aktivitelerde bulunmak çok zordu. Deli gibi bağırmak istiyordum, özellikle hızlı olmak için vurup durduğu o küçük nokta yüzünden küfürler sıralamak, Yoongi'nin tenine dokunarak çizikler bırakmak istiyordum. Hızlı ve sert olduğu her dakika öne doğru savrularak mobilyaların hareket ettiği sese boğuk inlemelerimle bana çarparken çıkan tenlerimizin sesleri karışmaya başladı.

Kafayı yiyecektim. Kulağımın dibinde beni hem gerçekten, hem de fısıldadığı kirli kelimelerle becerirken feromonlarım rayından çıkmıştı. Kendini sıkarak daha sert ve daha sık ancak doğru noktaya vurmaya başladığı anda alnımı yasladığım yerden çevirip ıslanmış gözlerle ona bakındım. Üzerimde hakimiyet kurarken onu izlemek kaliteli bir filmden aldığım hazdan daha kuvvetliydi. Ona tapabilirdim, o benim için sahip olduğum en değerli şeydi.

Uzun saçları terden sırılsıklam olmuş beyaz tenine yapışmıştı. Gözleri simsiyahtı ve alt dudağımı ısırarak belime sertçe bastırırken bileklerimi aniden hırlayıp üzerime kapandı ve dişlerini mührümüzün üzerinde hissettim. Bu, seks sırasında bir başka keyif aldığım şeylerden birisiydi. Beni yeniden ısırmıştı, bütün bedenim, kan akışım, kalp ritmim yeniden birleşti onunla. İlk sefer yaptığından daha farklıydı, sanki, iki yerden orgazma yakalanmışım gibiydi. Delirtiyordu insanı. Ruhum, bedenim, kurdum, her şeyim Min Yoongi için deliriyordu.

Köpek dişleriyle beni yeniden mühürlüyormuş gibi ısırmasıyla ikimiz de aynı anda boşalmaya başladık. Dediği gibi gerçekten kısaydı ama öyle güzeldi ki, bacaklarım arasından akan omega sıvımla onun sıvılarının sıcak hissi yüzünden mayışmıştım.

Elimle kapattığım ağzımın arasında bir hıçkırık kaçarak sulu gözlerimi sıkıca yumup orgazmın bana yaptıklarını ağlayarak dışarı attım. Yoongi arada sırada hassaslıkla hala içime sızdırırken mühür yerimin kanayan yerlerini yalayarak temizliyor, bazen de öperek güzel kelimeler fısıldıyordu. Tarif bile edemeyeceğim hislerdi bunlar, ağlamam durmuş olsaydı, ona onu sevdiğimi söylerdim hatta kurduma kapılıp beni sabaha kadar evin her köşesinde becermesi için yalvarırdım ama yapamadan Yuna'nın ağlayan sesi yükselmeye başladı.

Bütün bedenim titrerken elimi arkaya, Yoongi'nin nemli saçlarına attım ve nefes nefese zor da olsa konuşmak için çabalasam da beceremedim. Ancak Yoongi yavaşça benden ayrılıp çiçeklerimin üzerine bir öpücük kondurdu "Ben hallederim." diyerek pantolonunu çektiği gibi lavaboya koşturdu. İki dakika içinde ellerini ve yüzünü yıkamış, saçlarını da ıslatıp geriye atarak çıplak üstüyle çıkmıştı lavabodan. Ben ise bıraktığı gibi titrek bacaklarla hala komidinin üzerine eğilmiş vaziyette bana dudaklarını yalayarak göz kırpıp geçip giden adamı izlemiştim.

"Sikik." diye mırıldanıp gülümsedim komodine sıkıca tutunup alnımı yaslarken. Bacaklarımı hala hissetmiyordum, kalbim de deli gibi atıp duruyordu. Birkaç dakika daha öylece kalıp içeriden Yoongi'nin Yuna'yı uyutmak için ninni mırıldanmasının seslerini dinledim ve kendime geldiğimde de banyoya giderek temizlendim. Döndüğümde ise sıcacık yatağımda beni bekleyen alfamı buldum. Kolları arasına girdim ve beni sarıp sarmalamasına izin verdim.

Böyleydi işte, bazen mutluydum bazen de her şeyin fazla gelmesini kaldıramıyordum. Fakat günün sonunda iyiydim, çünkü sahip olduklarımın değeri pahabiçilemez derece özeldi. Ailem diyebileceğim insanlar, benim sahip olduğum tek şeydi.

&

Yoongi:

Yuna'yı ilk gördüğüm o anı tam olarak nasıl anlatabilirim bilemiyorum fakat minicik kızımla göz göze geldiğim ilk an gözlerimin yaşarmasına engel olamamıştım. Jimin'in doğumuna ağrılarım kesildiği zaman apar topar girmiş, omegamı kucağında kızımızla gözü yaşlı görmüştüm. Kızımız minik elleriyle Jimin'in parmağını tutarken bana kokusunun çok güzel olduğunu söylüyordu. İkisinde öyle güzel, öyle narindi ki yanlarına gittiğimde ne yapacağımı bilememiştim. Hatta hemşire Yuna'yı Jimin'den alıp bana uzatarak kucağınıza alın dediğinde alamamıştım. Küçücük bedeni çok narin gelmişti gözüme. Ellerim ne kadar da büyük demiştim kendi kendime parmaklarına dokununca. Çünkü ellerimin o küçücük bedene küçücük bir zarar verme düşüncesi kafanın içinde dönüp durmuştu. Fakat onu kollarım arasında tuttuğum ilk an... Kızgın kumlardan serin sulara atlayarak derin bir oh hissi oluşturmuştu bende. Elleri, ayakları, yüzü, küçücük burnu ve sağlığı yerinde olan bir bebekti.

Bütün ilk anlarına şahit olamamıştım ancak Jimin'le olan bağımız sayesinde hiçbir duygudan eksik de değildim. Hiçbir şekilde de pişman değildim, sadece... Pişman olduğum tek şey, tuvalet eğitiminin faydalı bir parçası olduğunu düşündüğü için Jimin yüzünden bir dünya para döktüğüm pembe sıçan flamingo oyuncağıydı. Siktiğimin oyuncağı ağzına pembe bir yeme benzer kum döküp şarkı söylemeye başlıyor sonra da karnını tutup tuvalete gitmesi gerektiğini söylüyordu. Tuvalete oturttuğunuz flamingo ıkınarak şeffaf klozete pembe sıçıyordu. Yuna oyuncağın başında otururken biz de şok içinde oyuncağa bakmıştık, güya kızımızın tuvalet eğitimine destek olacaktı. Tam aksine Yuna flamingonun ıkınma seslerine ağlamış, eliyle fırlatarak oyuncağı paramparça etmişti. Bu durumda dava edebileceğim oyunca da yok olduğunda suçlunun Jimin olması gerekiyordu değil mi? Hayır, suçlu ben olmuştum çünkü neymiş efendim, ona oyuncağı neden almışım biraz daha zorlasaymışım vazgeçecekmiş... Gerçekten şok oluyordum olan bazı şeylere.

Zaman ilerledikçe ve Yuna büyüdükçe, Jimin'e olan benzerliği yavaş yavaş yerini bana benzemeye bırakmıştı. Huyu da suyu da bendim ama bazen hatta çoğunlukla beni sinir eden huyları Jimin'e aitti. Yine de her şeye rağmen memnundum hayatımdan.

Gizlice içtiğim sigaramı söndürüp cebimdeki lavanta kolonyasını elimi boca ettim ve bir de naneli şeker alarak oturduğum duvarda kollarımı kavuşturdum. Yuna'nın kreşten çıkmasına birkaç dakika vardı, haftanın belli günleri Jimin atölyesindeydi. Yıllardır ertelediği sergisini, Jungkook'un yıl dönümü olan kelebek festivali için yetiştirmeye çalışıyordu. Kısa süreli olan arkadaşlıkları ve olan her şeyi Jungkook'un günlüklerinden yola çıkarak resmettiğini bildiğim kadarki kısmıydı fakat üniversitedeki animasyon dalında çalışmaları olan arkadaşlarıyla da çalışmaya başladığını gördüğümde kafasındaki şeyin sıradan bir resim sergisi olmadığını anlamıştım. Bugün de o günlerden biriydi, Jimin atölyesindeydi ve ben bekliyordum ama bu sefer bir eşlikçim daha vardı.

"Ajussi, ben de şeker istiyorum."

Sol tarafımdan ceketimin çekilmesine döndüm ve yaklaşık olarak dört yaşlarında erkek bir omega çocukla karşılaştım. Kokusu kışın han nehrinin kenarlarında buram buram kokan sümbüller kadar tazeydi ve saçları tas gibi kesilmişti. Buna rağmen çocukluğun saf ve masum güzelliğine sahipti.

Ona yukarıdan bakarken ceketimin cebindeki naneli çekeri çıkarmak için davrandım ama sonra tek kaşımı kaldırıp etrafa bakındım "Şeker alerjin var mı?"

"Yok." dedi ama aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını çattı "Ama ajussi, ben bir çocuğum. Şeker yemek için yalan söyleyebilirim."

"Yani, yalan mı söyledin?"

"Hayır."

"İnanmadım."

"Şeker alerjim yok."

"Bundan emin değilim. Ailen nerede?"

"Evim şurası. Ajussi, şeker yemek istiyorum."

Cebimden şeker yerine bir sakız çıkarttım ve ona uzattım "Sakız çiğne. Şeker zararlı."

"Siz yetişkinler," diye iç çekip bacaklarını salladı ve devam etti "Hep bize zararlı diye yasaklar koyuyorsunuz ama o zararlı şeyleri siz de kullanıyorsunuz."

Kendi çocuğum var diye başkalarının çocuklarını sevmem gerekmiyordu bence. Çünkü yanımdaki büyümüş de küçülmüş velet beni biraz daha zorlarsa çığlık atacaktım. Ama babalık iç güdülerime yenik düşerek güzelce cevapladım "Bunları söylüyoruz ki büyüyünce bizim gibi olmayın."

Sakızı alıp ağzına attı hemen ve "Kötü bir bahane ama ikna olmuş gibi yapacağım." diyerek ayaklarını sallandırdı.

Yüzümü buruşturup şöyle bir çocuğa bakındığımda başını eğmiş iç çekerken yakaladım. Küçük parmaklarının ucuna sürekli kazağının çıkmış ipini dolayıp duruyordu. Gören de bu yaşta büyük bir derdi var sanırdı, öyle bir kasvet vardı üzerinde.

"Ne derdin var senin?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak.

"Biraz heyecanlıyım. Birazcık da korkuyorum."

"Ne için?"

"Sevgili meselesi... Aramızda engeller var ama çözeceğim."

"Nasıl engellermiş onlar? Bu yaşta nasıl bir meselen olabilir ki senin?"

"Beni sürekli itiyor, tam buramdan." deyip omzunu gösterdi ama gülümsüyordu "Burası o günden beri yanıyor ama çok hoşuma gidiyor."

Çocukluk yaşlarında her çocuğun mutlaka ilk aşkı olurdu, benim de vardı. Bu çocuğun da vardı, barizce belliydi sürekli kıvranmalarından ama dediğim gibi yaşı küçüktü, oyun sandığı şeylere bile aşk adı verebilirdi. Yuna da birçok şeye aşık oluyordu, mesela geçen gün Jimin'in yaptığı kurabiyeleri bir kaba koyup onlarla uyumak için huysuz bir direnişe geçmişti. Benim için pek anormal şeyler değildi bunlar.

"Belki de biraz daha zaman vardır ilişkiniz için?"

"Hayır yok. Bugün bu işi kökünden çözeceğim."

"Nasıl yani?"

Çocuk cebinden ufak bir kutu çıkartıp açtığında ağzım neredeyse yere düşecekti şaşkınlıktan. Işıklı bir mücevher kutusunda kocaman bir pırlanta bir taş vardı, ışığından gözlerimi alamadığım için söylediklerine odaklanamadım çocuğun "Ona bugün evlenme teklifi edeceğim, reddedemeyecek çünkü bir keresinde onu tam çenesinden öptüm, o da gülümsedi." Sonra yüzüğü kapatıp cebine koyarken küçük parmakları ileriyi gösterdi "Bak, geliyor işte. Ne güzel, ışıl ışıl parlıyor."

Yuna elimdeki siyah çantasını diğerinde de beyaz bir kağıdı sallayarak bize doğru, beyaz uzun kollu elbisesi ve üzerinde küçük küçük sarı arılarla dolu külotlu çorabıyla koşturuyordu. Her zıpladığında Jimin'in tepeden bağladığı ve onu tavşan gibi gösteren iki kulak gibi duran saçları titreşiyordu. Beni gördüğü için gülümsemesi kocaman kahkahalara dönüşmüştü. Bir yandan da bağırıp duruyordu "Baba, baba, baba! Bak ne yaptım."

Pekala... Sakin olmalıydım, değil mi? Evet, bence de, sakin olmalı ve hiçbir şey yapmamalıydım çünkü yanımdaki velet 4 yaşlarındaydı. Zaten 4 yaşında olmasa da bir şey yapamazdım çünkü öylesine şoktaydım ki herhangi bir şeye bile odaklanamıyordum. Kafamda sürekli pırlantalar, evlenme teklifi ve yanımdaki veledin kızımı çenesinde öpmüş olduğu görüntüler dönüp duruyordu. Kabustan hallice bir gerçekliği Yuna yanıma gelip de hani belki ben parçaları yanlış birleştirdim düşüncemi alt üst edercesine çocuğa bakındı. Sonra bana baktı ve sonra çocuğa tekrardan dönerek eliyle ittirdi.

"Senin ne işin var burada?" dedi bıcır bıcır sesiyle sanki sinirlenmiş gibi. Beynimden vurulmuşa döndüm, çocuk da olsa büyük de olsa Yuna benim kızımdı, yakın çevresindeki bütün ırklar benim için tehdit oluşturmaya müsaitken sakin kalmak benim için zordu ama işte içime içime öfkelenmekten başka bir seçeneğim de yoktu. Kurdum bir kıskançlıkla koruma iç güdüsü içine girmişti.

"Sen," dedim çocuğa dönerken "Bahsettiğin sevgili meselesi bu mu?"

"Evet Ajussi, çok güzel değil mi? Mühürlü olmasan sana da omega babasını ayarlardık. O da çok güzel."

"S-sen... N-ne..." işaret parmağımı ikisi arasında dilim tutulmuş bir vaziyette gezdirirken önünde duvarına oturarak yaslandığım bahçeli evin kapısı açıldı ve bir kadın bağırdı "Juwoon-ah! Buraya gel ve yüzüğümü geri ver!"

"Upss, yakalandım. Bugün de başaramadık ajussi. Görüşürüz Yuna."

Kızıma el sallayıp duvardan atladığı gibi arkadaki eve doğru koşturmasını izlemiştim. Sanki kocaman bir hikayeyi dışarıdan izliyor ve akışı değiştirmek için çabalamaya fırsatım olmadığı için de hikaye kocaman bir kabusa evriliyordu. Bir şeyleri değiştirmek için geç sayılmazdı değil mi? Yuna'nın elinden tutup arabaya götürerek arkaya oturttum ve kemerini bağlayarak eve doğru sürdüm. Yuna yol boyu sustu ve kollarını göğsünde kavuşturdu. Dikiz aynasından sürekli birbirimizi kaşlarımız çatık kaçamak bakışlat attık. Hatta eve vardığımızda arabadan inerken önden önden giderek sanki bir suçum varmış gibi gereksiz bir triplenme göstermişti. Hatta ve hatta kapıyı açtığımda sırtındaki minik çantasını holün ortasına bırakarak salona güya çok ses çıkarttığını düşündüğü minik ayaklarını vurarak girdi ve masa sandalyesine zorlanarak tırmandı.

"Ne oluyor, ne bu öfke ikinizde de?"

Jimin eve yeni girdiği belli olan sabah çıktığı kıyafetleriyle dolaptan paket ramenler çıkartarak üçümüz için de mikrodalgaya attı. Bugün ramen günüydü, Jimin'in üst üste atölyeye gittiği günler ben de yoğun olduğum için pratik yemekler yemek durumunda kalıyorduk.

"Yuna'ya sor o anlatsın." dedim, bir yandan da dolaptaki kimchiyi ve yemek çubuklarını çıkartarak Jimin'e yardım ediyordum "Ayrıca ellerini yıkamadın, masadan kalk ve ellerini yıka."

"Sen de yıkamadın ama."

"Sen-" diye hazır cevaplılığına kızmaya hazırlanıyordum ki Jimin boğazını seslice temizleyip mikrodalganın kapağını hızlıca kapatarak bana bir uyarı gönderdi. Bazen Yuna'nın dörtlerinin sonunda bir çocuk olduğunu unutup kavga etmeye çalışıyordum ve genelde yeniliyordum, çünkü Jimin kadar inatçıydı.

Oflayarak ortak banyoya gittik birlikte. Lavabonun önünde durdu ve üçlü merdiveni çekmemi kollarını bağlayarak bekledi asık suratla. Önce ben yıkadım ellerimi, sonra da onun için merdiveni çekip dirseğinden destekleyerek yukarı çıkarttım ve ellerimi yıkamasını bekledim. Lavaboya benimle gelmişti ama indiğinde en önden gitti. Masadaki yerine yerleşmiş bir şekilde buldum onu.

Jimin kimchisini çiğnerken konuya girdi hemen"Evet, şimdi anlatın derdiniz ne sizin? Yuna, önce sen başla."

"Babam yüzünden. Ben hiçbir şey yapmadım."

"Ben mi? Ben hiçbir şey yapmadım asıl, yapsaydım muhtemelen karakolda olurduk çünkü o velete uzaklaştırma çıkartırdım." dedim agresifçe.

"Ne yapayım baba. Ona biri anne babacılık oynamak istersen senin tembihlediğin gibi, anne babacılık oynamak istemediğimi, asla evlenmeyeceğimi söyledim. O da bana-"

"Yoongi!" diye hayretle bağıran Jimin kaşlarını çatıp masanın altından ayağıyla vurmuştu bana. Jimin'i elimle kesip masadan Yuna'ya eğilerek sordum "O da sana ne? Ne dedi?"

"Şimdi sadece oyun oynarız ilerde evleniriz, dedi. Ben de ona bana pasparlak bi hediye getirirsen olur dedim. O da bana-"

Ne?

"Ne? O velet bu yüzden mi annesinin yüzüğünü sana verecekti yani?" Yemek çubuklarını masaya koyup yılgın bir öfkeyle kendimi sandalyemde geriye attım. Fenalaşacaktım şuraya şimdi "Devam et, sana ne dedi?"

"Babanın parmağında yüzük yok ama ben sana en güzelini büyüyünce alıcam dedi."

"Ne?! Ona neymiş yüzük yoksa? Belki var da takmıyor nereden biliyormuş o velet?"

"Ama baba..." dedi Yuna ramenini çiğnerken "Babamın yüzüğü yok ki, olmadığı için takmıyor."

"Kim, kim demiş yok," kaşlarımı kaldırıp başımı iki yana sallamıştım. Birinin Jimin hakkında konuşmasını bile kaldıramıyordum "Var, bak. Yalan konuşmasınlar söyle onlara."

Yemek çubuklarını atarak ceketimin iç kısmından kadife rengindeki büyük kutuyu çıkartıp içerisinde aylar önce yaptırdığım çok da kalın olmayan altın rengi yüzüğün üzerine yerleştirilerek gömülmüş pırlantalı alyansı Jimin'in parmağına geçirdim. Sonra aynı yüzüğün mavi safir taşlı olanını kendi parmağıma geçirerek Yuna'ya uzattım. Bendeki taşın mavi olmasının sebebi, bir önceki hayatımızda bana verdiği safir taşlı broşu göğsümde taşımış olmamdı, şimdi de parmağımda taşıyacaktım.

"Gördün mü, çok konuşmasınlar."

Derin bir sessizlik oluştu odada. Elini tuttuğum Jimin'e döndürdüm ve yanakları şiş, ağzından hala sarkmakta olan ramenlerle gözleri kocaman olmuş bir adamla karşılaştım. İçine içine öksürüp eliyle ağzını yellerken önündeki suyu kaparak yanan ağzı için sesler çıkarttı.

Siktir, dedim içimden. Aylardır vakit bulup da konuşamadığımız için ona veremediğim yüzüğü ağzında ramenlerle parmağına sıkıştırmıştım resmen, yemek çubuklarını kulaklarıma soksa hakkıydı. Yuna'ya hamile kaldığında bana evlenmek istemediğini söylemişti evet, ama yüzükle ilgili hiçbir şey de söylememişti. Her şekilde doğruca verilmesini hak ediyordu.

"Off, baba çenem yine çok kaşınıyor. Yine krem sürelim mi?"

Gözlerimi kırpıştırıp düşüncelerimi Yuna'ya çevirdim ve kaşıdığı çenesine baktım. Bugün her şey üst üste geliyordu ve Yuna elini kızarmış noktada gezdirirken gözlerim bir başka gerçeklikle büyüdü. Sandalyemden öyle hızlı kalkıp bağırdım ki henüz öksürmekten kendini toparlayamamış Jimin bile irkilmişti.

"Hayır! Bunu kabul edemem!"

Juwoon veledinin kreşin oradayken kurduğu cümleler kafamda yeni bir kabus gibi dönüp durmaya başlamıştı. Bu gerçekten olabilir miydi yoksa tamamen zihnimin yanlış anlamasından mu kaynaklıydı emin olmak için elimle ağzımı kapayıp yeniden düşündüm.

Beni sürekli itiyor, tam buramdan. Burası o günden beri yanıyor ama çok hoşuma gidiyor.

Bir keresinde onu tam çenesinden öptüm, o da gülümsedi.

Siktir. Jimin ile kendimi düşündüm. İlk zamanlar, çiçeklerimiz çıkmadan boynumdaki yara izim kaşınıyordu zaman, Jimin'i de doğum lekesinden öptüğümde çok hoşlanmıştı. Bazen de, o kısmı kaşıdığına şahit olmuştum. Sonra tam o noktalarımızda çiçeklerimiz çıkmıştı. Ruh eşleri yaratılışın başından, Navarin'in Ekibya'yı ısırmasından beri belliydi. Kimisi eşini küçükken bulurdu, kimisi de yetişkin olduğunda ama mutlaka hayatının bir noktasında yüksek ihtimalle karşılaşırdı o insanla. Çiçekler ise ergenlik dönemine girdiklerinde çıkarlardı, çok küçükken bu mümkün değildi ancak şu an bunun ihtimali...

"Sen, aman tanrım, hayır. Jimin, o veletin öptüğü yer kaşınıyor!" diye bağırdım yeniden. Sanırım bu sürekli bağırmamdan ve kontrol edemediğim duygu geçişleri çok olan feromonlarımdan Yuna çok etkilenmiş olmalıydı, dudakları titreyerek ağlamaya başladı. Minik beyaz burnu kıpkırmızı oldu ve yanaklarından yaşlar tane tane süzüldü.

"Sesini alçalt ve feromonlarını düzene sok. Ben Yuna'yla ilgilenirken de buraları hallet."

"Ama-"

"Yoongi sonra konuşuruz."

Jimin Yuna'yı kucakladığı gibi kızımızın odasına gidip kapıyı kapattığında derince bir of çektim. Karnıma kramplar girmişti resmen, ben bugün ölmediysem bir daha da zor ölürdüm çünkü bugün yaşadığım bütün duygular çalışan bir kalbe verilmiş elektroşok gibiydi. Önce küçücük kızıma tutuk bir veletle sohbet etmiştim, sonra o veletle ruh eşi çıkma ihtimali olduğu gerçeğiyle yüzlemiştim ve bir de Jimin'e şok geçirterek taktığım yüzük meselesi vardı.

Masayı toplayıp plastikleri yıkarken kafamda hep bu ve bunun türevleri vardı. İçerideki ağlama sesi çoktan sessizliğe dönüştüğünde Yuna'nın uyuduğu düzenli feromonlarını alıyordum fakat Jimin'in neden gelmediğini anlayamadığım için çabucak işleri bitirip odaya girdim.

Kızımızı, biricik omegamın kollarında yarısı korkuluklu yatakta kaşık pozisyonunda uyurken buldum. Bütün sinirim, kurdumun kıskançlığı ve öfkem aniden bitti gitti. Jimin de bana mayışıkça gülümsediğinde artık kafamı meşgul eden hiçbir düşüncem kalmamıştı. Sanırım aile olmak böyle bir şeydi, tek bir kez bana bakıp gülümsemeleri yetiyordu, işte o zaman gerçekten ne için yaşadığımı biliyordum.

"Gelsene," diye mırıldandı Jimin yorganı açarak. Kapının eşiğindeki koltuğa ceketimi atıp hemen yanlarına kıvrılmıştım bekletmeden. Ortamızda kalan Yuna hemen bana doğru dönerek kolunu tuttuğum elimi micik elleri arasına alıp sarıldı ve bunu yaparken bir kez bile uyanmadı. Bugün tepkilerim gereğinden fazlaydı, biliyordum ama Yuna sanki içten içe çocuk olmasına rağmen biliyor, o güzel kalbiyle tepkilerimi umursamadan bana sarılıyordu.

"Kızımı o velete kaptırmayacağım. Daha çok küçük." diye fısıldayarak tuttuğu minik parmaklarının üzerine öpücük kondurdum.

"Onlar daha çocuk, hiçbir şey belli değil hem. Bu kadar tepki vermene gerek yok."

"Çocuk dediğin omega bacak kadar boyuyla annesinin pırlanta yüzüğünü çalıp kızıma evlenme teklif edecekti. Üstüne bir de mühürlü olmasam seni bana ayarlayacakmış. Laflara bak, hem suça meyilli hem de çöpçatan."

Jimin Yuna'yla arasındaki boşluğu kapatıp sessizce kıkırdarken gözleri kaybolmuştu. Gözünün köşelerindeki minik kırışıklıklara bakınıp ben de onun gibi gülümsedim.

"Cidden böyle mi dedi?"

"Dedi tabi. Bekle bir saniye," anlık bir aydınlanma yaşamıştım "Yuna'nın pasparlak diye bahsettiği hediyenin fikri de sana aitti, değil mi?"

"Fikir vermeme gerek yok, Yuna benim de kızım."

"Birdiniz iki oldunuz. Üç olursaydınız olacakları tahmin bile edemiyorum."

"Öğrenmek ister miydin ki?"

"Ne?"

"Üç olsaydık, öğrenmek ister miydin?"

Başını koyduğum küçük yastıktan kaldırıp kocaman gözlerle kızımızın saçlarını okşayan omegama baktım. Kurdum çoktan harekete geçmişti, bir şeyler anlamış, onaylanmasını bekliyordu dört gözle. Çünkü artık ikimiz de mühürlü olduğumuz için korunmamıza gerek yoktu ya da Jimin'in doğum kontrol aşısı yaptırmasına. Bu noktadan sonra istek tamamen omegaya kalıyordu, eğer Jimin bir yavru isterse ve buna çok odaklanırsa sevişme sırasında kurtlarımız da birleştiğinde hamile kalabiliyordu. Yuna'ya hamile kaldığındaki karar sürecini zor geçirmişken şimdi böyle bir şey duymak...

"Ben doğru mu anladım? Yavru isteyip istemediğimi mi soruyorsun bana şu an?"

"Bilmem, soruyor muyum?"

"Jimin, Yuna çok derin uyuyor ve benim de kızgınlığıma az kaldı. Bence soru sormanın değil, eyleme geçmenin tam sırası."

"Sakin ol alfa, sadece dalga geçtim." göz devirip başımı yastığa geri koymuştum ki cümlesini devam ettirdi "Yuna 2 hafta sonra kreşle 2 günlüğüne Jeju'ya, istiridye toplamaya gidecek. O 2 gün içinde beni ikna edersen, belki..."

"Hay sikeyim, sus. Sus yoksa 2 hafta bekleyemem."

Jimin mayışık bir cilveyle kıkırdadı ama sonra yüzüne sadece minik bir tebessüm kondurup Yuna'nın tuttuğu elimin üzerine elini koyarak masadayken taktığım alyanslarımızın çarpışmasını sağladı.

"Özür dilerim," diye fısıldadım yakaladığım parmaklarından birini kızımızı rahatsız etmeden okşarken "Daha doğru bir anda parmağında olmayı hak ediyordu."

"Dileme. Senden asla bir yüzük istemedim, biliyorsun. Yaşadığımız şeyler bana değerli olanın maddeler değil insanlar olduğunu öğretti. Benim en doğru anım, yanımda olduğun her an."

Gözlerini yüzümde gezdirirken ben de aynısını yaptım. Güzelliğinden gram eksilmemiş yüzünü sanki ezbere bilmiyormuşum gibi tüm ayrıntısıyla hafızama kazıdım.

"Olsun, ama istersen takmaya da bilirsin. Yuna öyle söyleyince bir an gaza geldim."

"Hayır çok güzel. Çok teşekkür ederim Yoongi, takacağım ama..." Jimin'in ellerimdeki elleri saçlarımın arasına girerek hafifçe okşadı, gözleri parıl parıl bakıyordu bana. Normalde amadan sonrası beni ilgilendirmezdi ancak Jimin'in şefkatle söylediği her şey benim için önemliydi "Şunu bilmen gerek. Yüzük ya da evlilik benim için çok önemli değil. Bunu sana zaten söylemiştim ama Japonya'da, Ukiyo'nun altında öptün beni. Biz zaten birbirimize bir sonraki hayatımızda, öteki dünyada ve varsa eğer başka evrenlerdeki hayatlarımızda da birbirimizin tek kaderi olacağımıza söz verdik. Benim için bir imzadan, bir yüzükten daha değerli olan şey verdiğimiz sözler. Yuna da zamanı geldiğinde çevresindeki insanların söylediklerini değil, ailesinin sözlerinin kıymetini anlayacaktır."

Hafifçe bana yaklaşarak öptü beni sonra. Dikkatli ve hafif bir öpücüktü, hissettirdikleri çok büyük ve kalbime dokunmuştu.

"Bazen dünyanın en sinir bozucu omegası olabiliyorum ama sana bunu çok uzun zamandır söylemek istiyorum. Eksikliğini çektiğim her şeyi seninle kapattım, en dibi de gördüm en yükseğe de çıktım. Sen, benim sahip olduğum en değerli şeysin. Verdiğin bütün sözleri tuttuğun için teşekkür ederim Yoongi."

Ağlamayı çok sevmiyordum artık, en azından Jimin'in karşısında bunu yapmadan güçlü olmaya çalışıyordum. Bana açık yüreklilikle teşekkür ettiği ilk andı diyebilirdim. Bunları elbette biliyordum ama kelimelere dökmesi ve gözlerimin içine bakarak söylemesi beni duygudan duyguya sürüklemişti.

Mutluydum onunla, ailemle olduğum için, beraber gülüp, beraber ağladığımız, göğsüne yaslandığım, elini okşadığım, karşısında en saf duygularla ağlayabildiğim için. Jimin ve Yuna'yla olmak bir ana sonsuz mutluluk sığdırmaktı benim için. Sonsuz mutluluklarımızın olduğu o anda da her zaman onlar vardı benim için.

Yuna 😭😭

Planladığım son 1 special bölüm kaldı :'(

İlginizi çekerse profilimde "lacrima" isimli bir yoonmin oneshot var. İlgililere duyurulur

Continue Reading

You'll Also Like

544K 28.3K 44
"Çok geç Bay Kim." Alfa Taehyung Omega Jungkook Yan Ship: NamJin-YoonMin- Seokgum - ChanBaek Omega versiyon. 34.bölüme kadar düzenlendi Başlama Tar...
12.5K 1.3K 6
Mustang, son ses açılmış bir radyo, 60'ta giden arabalar, dağınık saçlar, deri ceketler, dudakta boşa tüten izmaritler, sen ve ben; bil ki, yerim yur...
18K 2.5K 11
Min Hanedanlığı'nın Veliaht Prens'i Min Yoongi o sezon evlenmekte kararlıdır. Güzelliği dillere destan Park Jimin ise onu çoktan reddettiğini bilmede...
323K 40K 23
Kim Taehyung çok ünlü seçkin bir iş adamıydı. Aynı zamanda normal insanlar gibi davranmaya çalışan, insanların monoton hayatına uyum sağlayan safkan...