KAİSA

backstabberelff

2.2K 1K 311

Caissa ('Kaisa'): Mitolojide satranç ilahesi' demektir. ♕ "Onun bilmediği her bilgiye sahiptim... Zamanı geld... Еще

-GİRİŞ-
1. Bölüm | Günlükler
2. Bölüm | 1. Cilt
3. Bölüm | 2. Cilt
4. Bölüm | Renkli Acılar
5. Bölüm | Kural Bir!
6. Bölüm | Kaderin Ağları
7. Bölüm | 3. Cilt
8. Bölüm | Ortak
9. Bölüm | Yeni Adımlar
10. Bölüm | Ela Gözlerin Geçmişi
11. Bölüm | Üçüncü Hâmle
12. Bölüm | Beş Ajan
13. Bölüm | 4. Cilt
14. Bölüm | Yeni Plan, Yeni Hedef
15. Bölüm | Kum Saati
16. Bölüm | Polaroid
17. Bölüm | Tutsak
18. Bölüm | Kanlı Vezir
20. Bölüm | 5. Cilt
21. Bölüm | Kural Dokuz!
22. Bölüm | Sebepler
23. Bölüm | Ace's ve Queen
24. Bölüm | Açığa Çıkan Sırlar
25. Bölüm | On Üç
26. Bölüm | Kıyamet Soytarısı
27. Bölüm | Kanatları Kanlı Melek
28. Bölüm | Bez Bebek
29. Bölüm | Maça Ası'nın Karanlığı
30. Bölüm | Sınırları Aşmak
31. Bölüm | Üzeri Çizilemeyen Tarih
32. Bölüm | Sır Perdesi
33. Bölüm | Öğrenilmiş Geçmiş

19. Bölüm | Karanlığa Boyanan Turuncu

45 31 1
backstabberelff

"Oradan Kurtulsan bile Yaşanan her şey Bedeninde bir İz Bıraktı. Bedeninde ki o İzler Her Zaman Seninle Olacak, Mahkûm Olduğun bu Yaşananlardan kurtulamayacaksın çünkü Sen Artık Oraya Mahkûmsun."

Bir Hafta Sonra:

Piyon rolü üstlenerek gece yarısı parlaklığı ile gözlere yaptığı şovla harikulade bir görünüme sahip Ay'ın aslında bir piyon olduğunu bilmek için bazı araştırmalara başvururuz. Bu araştırma sonucunda aslında gerçek parlaklığını güneşten elde etmesi sonucunda parladığını görürüz.

Güneş onları arka plandan yönetiyordu gece yarısı çöktüğünde... Ay o gün sönük bir hâle gelirse ise sorunun onda olduğunu düşünerek ona bakmaya tenezzül bile etmeyiz ancak güneş yine sabah olduğunda insanların gözdesi olarak gece yarısına kadar gökyüzünde vaktini geçirir.

Güneşin parlaklığını alan ay bir gün piyon olduğunu herkese gösterdiğinde bütün gözler güneşe çevrilecektir. Bunu ay ne kadar istese de güneş ifşa olmayı istemez. Neden istesin ki? Bütün kirli işler piyona atıldığı için ona kimsenin zararı dokunmaz. Ta ki öğrenilene kadar...

Şu bitmek bilmeyen operasyonu bitirip Türkiye'ye dönmek istiyordum. Sanırım bu imkânsızdı...

Caleb dün gece taburcu olmuştu. Kendini gayet iyi hissettiği için operasyona katılmak istediğini söylemişti. Elbette reddedildi ancak o kadar inatçıydı ki Anton'u ikna etmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Eh, tatlı Anton'umuzda bunu zorla da olsa kabul etmişti.

Aniden sancı girdiğini gördüğü dünkü akşam yemeğinde kararından pişman olduğu Caleb'a gösterdiği kızgın bakışları, her şeyi açıklıyordu.

Girdiğimiz sanat galerisinde kenarda tabloları inceliyor gibi yapıyordum. Karşısında durduğum bu tablo Leonardo Da Vinci'nin 'Son Akşam Yemeği,' tablosuydu. Yaklaşık ön üç kişinin yer aldığı bir yemek masasını ele almıştı Leonardo Da Vinci.

Ortada oturan İsa, yanındakiler ise havarileriydi.

Yanımıza gelen rehber tabloyu anlatmaya başladı.

"Leonardo Da Vinci'nin 'Son Akşam Yemeği,' tablosu, sanat eserleri arasında en çok bilinen, en çok beğenilen ve tekrar tekrar resmedilmiş bir eserdir. Bu çok kez tekrarlanan eser, dünyada en kolay bulunan sanat eserlerinden biri olmasına rağmen orijinali Milano şehrindeki Santa Maria Delle Grazie Manastırı'nın duvarına yapılmıştır. Tabloda İsa'nın yakalanıp çarmıha gerilmeden önce havarileriyle yediği son yemeğini tasvir eden Leonardo Da Vinci, aslında İsa'nın arkadaşlarından birinin ona ihanet edeceğini açıklamasından hemen sonraki tepkileri göstermek istiyordu. Leonardo da Vinci, tablosuyla ilgili bir yorumunda: "Bu resim, İsa'nın Hıristiyanlar için kutsal sayılan ekmek ve bir kâse şaraba uzandığı Ökaristi'nin (Ekmek-Şarap Ayini) doğuşundan hemen önceki anı resmeder," diyordur. Ünlü ressamın bu eserini yaparken taş üstüne tempera boyası kullanarak kendine has bir teknik icat ederek yaptığı bir resimdir."

"İlgi çekici," diyen yaralı Caleb yanımıza gelmişti. "Satın alsak mı sizce?" Elbette almayacaktık ama konu açılsın diye verdiği uğraşın bir parçasıydı. Rehber yanımızdan ayrıldığında rahatça etrafa bakınmaya başladım. "Ayak üstü bilgilendiğimize göre bizde çarmıha kimleri gereceğimize karar verelim."

Düşünceli bir şekilde etrafa baktım ve birini işaret ettim. "Şu kadın gözüme pek hoşuma gelmedi. Ondan başlayalım mı?"

"O kadın bize lazım o yüzden olmaz. Yanında ki daha ideal." Kısık gözlerim, tabloya ilgiyle bakan gözlere döndü.

"Yanında ki daha çok işimize yarayacaktır."

"Arkadaşlar ikiniz de yanılıyorsunuz. Asıl ihtiyacımız olan-"

"İhtiyacınız olan ne? Biraz kulak misafiri oldum kusura bakmayın." Asıl hedef tam yanımızda durmuş bize merakla bakıyordu. Ona tatlı bir gülümseme ile baktım.

"Bizi yalnızca siz dinlemediğiniz için alışkınız." Kadın bomboş gözleriyle bir bana birde burada yokmuş gibi duran iki beye çevirdi bakışlarını. Aksine devam ettim. "Tablodan bahsediyorduk, başka neyden bahsedebiliriz ki?"

Şüpheyle kısılan gözleri oldukça tanıdıktı. "Çarmıha gerilmesi gerekenler listesi yapıyordunuz sanırım."

Ona hâk vererek parmağımı şıklattım. "Çok iyi duyan kulaklara sahipsiniz." Kadın altında yatan mânâyı anlamadığı için gülümseyerek saçlarını kulağının arkasına koydu. "Sizce de tabloda ki herkes suçlu gibi görünmüyor mu? Şu ortada ki kadın kurnazca bakıyor gibi."

Kaşlarını çatarak tabloda ki kadına baktı. "Hayır, mutsuz görünüyor. Hâttâ bütün herkesin gözleri onu rahatsız ediyor gibi. Özellikle ona bir hâyli yaklaşan adam."

"Orada ki adam kulağına bir şeyler söylüyor, kadın o yüzden ona doğru eğilmiş. Gözleriniz kulaklarınız kadar pek iyi görmüyor sanırım." Ortağım nokta atışı yapmıştı. Kadın son cümleyi duymamış gibi ona büyülenerek bakmıştı.

Kadının daha çok dikkatini çekmek için elini uzattı. "Sizin gibi tablolara hayran bir kadının ismini öğrenmek isterim." Kadın hiç beklemeden elini sıktığında tatminlikle gülümsedim.

"Monica Artman, siz?" Bir kadının bu kadar kolay oltaya düşmesinden nefret eder, bir erkeğe bu kadar hayranlıkla bakan kadınları nefret saçan gözlerle izlerdim ancak şu an işime odaklandığım için görmezden gelmeye çalışıyordum.

Ellerim cebimde etrafa bakmaya devam ediyordum, kulağım ise onlardaydı. Hangi ismini söyleyeceğini merak ederken bir isim söyledi. Beklemediğim bir isim...

"Spades Allister. Tanıştığıma memnun oldum." Sanırım Maça Ası'na olan hayranlığı ikinci isim olarak kullanmasından belliydi. Oda aynı benim gibi takıntılı bir manyaktı...

Kadın daha çok gülümseyerek ona bakmaya devam ediyordu. Onların aralarında ki etkileşim beklenilen gürültü ile son buldu. Derin bir nefes alarak döndüğüm tarafta ki olay mahalline dikkat kesildim.

Silahla karşısında ki CIA'nın ajanına doğrulttuğu silah herkesin çığlık seslerini yükseltmişti. Ajan korkuyla silaha bakıyor, kaçmaya çalışıyordu. Adam havaya açtığı ikinci kurşunla herkesin orayı terk etmesini sağlamıştı. Artık yalnızca biz ve ona mâni olmaya çalışan korumalar kalmıştı.

Biz ortalıktan çekilip kuytu, köşede bir yere yerleştik. Ajan vurulduğunda yere kanlar içinde yığılmıştı. Hızla silahı imha etmek isteyen adam çıkışa koşmaya başladı. Bazı korumalar ajanı alarak çıkarken diğerleri de adamı yakalamak üzere peşine düşmüşlerdi.

Kadının kaldırıldığı yerde bir damla kan yoktu, bunun sebebi gerçekten vurulmamış olmasıydı. Silahtan çıkan kurşun özel yapımdı. Vurulan yere yoğun kırmızı boya yayardı. Bu da insanların inanmasını sağlardı...

Etraf sessizleştiğinde Monica'nın korkuyla gittiği o yeri takip etmek üzere ilerlemeye başladık. Kadın döndüğü sol tarafta parmak iziyle açtığı gizli duvarı ittirdi ve arkasına geçti. Koşarak kapı kapanmadan yetişmeye çalıştım. O duvarı her türlü açardık ancak biraz zaman alırdı. Duvarın kapanmasına ramak kala ayağımı araya sokmamla yere düşmem bir olmuştu.

İttirerek açtıkları kapıdan girmeden önce kalkmama yardım etmişlerdi. Kadının gideceği tek yönde ilerlemeye devam ettik. Karşımızda ki Salvador Dali'nin ünlü resimlerinden birinin yer aldığı kapıya bir hâyli yaklaşmıştık. Önünde durduğumuz da girmek için yavaşça kapıyı araladı Benny. Açılan kapının arkasında beklenen görsel bizi pek de iyi karşılamamıştı.

Koltukta oturan kadın ve yanında bizden fazla korumalar yer alıyordu. Buna rağmen içeriye adım attım ve kadına doğru yaklaşmaya başladım, koruma karşıma geçene kadar.

"Tuzağınıza bu kadar kolay düşeceğime inanmanız beni hayal kırıklığına uğrattı..."

"Hayal kırıklığına uğrayan yalnızca siz değilsiniz." Tek kaşı hava da bana baktı.

"Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemezdim ama buna mecburum, Allister." Benden bir anda ona geçmesi beni şaşırtmıştı. Etrafımızda erkekler yer alırken, kadınlarla uğraşmaktan nefret ediyordum.

"O hâlde korumalarını çeker misin?" Simon ve Monica'nın aşk dolu sözcüklerini duymak da istemiyordum.

"Yapamam çok üzgünüm." Gerçekten de üzgün gibiydi. Boş olan bir koltuğa oturdum ve diğerleri gibi onları izlemeye koyuldum. Bir koruma tam yanımda durmuştu. "Allister, sebebiniz ne odama girmek için?"

Kısık gözlerim onun gözlerine baktı. Bilmiyor muydu? Neyi koruduğunu bile bilmeden karşımıza çıkmıştı. Jennie oturduğum koltuğun kolçağına kalçasını yasladı. "Değerli bir tablo varmış, doğru mu?"

Önce etrafına sonra yeniden ona baktı. "Bundan pek emin değilim ama yalnızca bir tablo var elimde. Oda kimseye gösterilemez."

Korumalara rağmen ona doğru ilerlemeye başladı. Korumalar Monica'nın emri üzerine ona karşı gelmediler. Kadın geri zekalı mıydı? Ya da blöf mü yapıyordu? Simon'ın asıl amacı ortadayken bu kadar salağa yatması tuhaftı. Yanına vardığında kadının hayran bakışları onu takip ediyordu. Masaya yaslandı ve kadınla göz göze geldi.

"O tabloya bakmak isterim." Kadın ona doğru sandalyesini döndürüp rahat bir tavır aldı.

"Yaşınız kaç, Bay Allister?" Kadın düşünmek için zaman kazanmaya çalışıyordu.

Oda buna izin verdi. "Tahminde bulunun, mesela kaç yaşındayım Bayan Artman?"

"Otuz?"

"O kadar yaşlı mı görünüyorum?"

"Aksine daha genç... Imm yirmi sekiz?"

"Yaşımdan büyük görünmem çok acı."

Sahte bir kahkaha kulaklarımda çınladı. "On dokuz deyin de şurada bayılayım!"

"Bayılmanız isteyeceğim son şey. Eminim siz benden de gençsiniz."

Kadın ayaklandı. "Bu iltifatınız sizi ödüllendirmemi sağladı. Buyurun şu tarafta." Yerimden doğrulduğumu gören kadın bana baktı. "Yalnızca ikimiz gideceğiz." İkisi kapıdan çıktığında eski halime yeniden dönememiştim. Arkasından üç dakika işaretini gösteren ortağım, o süre zarfında yapacağı hamleleri hesaplamış olmalıydı.

Fakat üç dakikadan sonra hamleleri hâlâ hazır değildi. Bu demek oluyordu ki benim hamlelerim ile devam edecektik. Bu iyiye mi yoksa kötüye mi işaretti bilemiyordum.

Oturduğum koltukta ayaklarımı yere vuruyordum. Beyaz mermer zeminde çıkan ses herkesin dikkatini dağıtırken aksine benim odaklanmamı sağlıyordu.

Bir dakika, yedi saniye sonunda ayaklandım.

Her biri ile göz göze gelerek yapmaları gerekenleri onlara anlattım. Odada ki korumalar hâlâ yerli yerinde duruyordu.

Beş ajan arasında kademe farkı vardı. İlk sırada tahmin edersiniz ki Simon Allister, vardı. İkinci sırada ise ben vardım. Simon olmadığı zaman emir komutu bana geçerdi. Benim olmadığım zamansa Jennie'e. Simon ortaya çıkana kadar bütün emirleri ben verirdim, bu zamana kadar. İkinciliğe düştüğüm için yenilmiş miydim? Hayır. Aksine birinciliğe oynamak için hırslanmıştım.

İki dakika, otuz saniye...

Odanın kapısına ulaştığımda korumalar engellenmişti. Jennie benimle geliyordu, bütün odalara teker teker bakmak yerine, kendini belli etmeyen odalara baktık. Yalnızca siyaha boyanmış bir kapıyı ittirdim ancak açılmadı. Kapının her yerine kör misali dokunmaya başladım. Jennie ise elinde ki alet ile buraya girdiler mi diye emin olmaya çalışıyordu.

"Alet buraya girdiklerini gösteriyor." Quantumdan yapılan bu alet, hareket dalgalarını analiz edebiliyordu. Yalnızca üstlerin kullanabildikleri bu alet, pek çok kez bizi doğru yola götürmüştü.

"Nasıl açacağız burayı?" Tekmelerim hiçbir işe yaramıyordu. Elime gelen elektrik akımının önüne perde olmuş mekanik, ona doğru hızla eğilmemi sağladı. Parmak izi isteyen bu alet, cebimden bant çıkartmamı sağladı. Yapıştırdığım bant eski parmak izini tanımladı ve kapıyı açtı.

Açılan kapıdan girdiğimizde bomboş oda gözümüze çarptı. Odanın içinde ki başka bir kapıyı açtığım da görmek istediğim görüntü gözlerime dolmuştu. Simon, tabloyu elinde tutuyor bir eli de kadının kolundaydı. Silah tutan kadının kolunda!

"Bir erkek ya da bir kadın beni etkileyemez. Buna düşecek kadar beyinsiz değilim." Yavaşça arkasından yaklaşmaya başladım. "Kimse beni kandırmaya cüret edemez!"

Delirmiş gibi attığı çığlık beni yerimden sıçratmıştı ancak tam arkasında durmama engel değildi. Silahı kontrolsüzce sallıyordu. Elinden almam için sakin olması gerekiyordu.

"Seni kandırmaya tabii ki kimse cüret edemez. Sen çok güçlü bir kadınsın." Kadın çığlığı arasından duyduğu sesle, sakince ona baktı. Silahın namlusu yeniden ona dönmüştü. Elimi uzattığım silahı parmaklarımın arasına almadan önce namludan çıkan kurşun tavanı nişan almıştı. Simon'ı son dakika değecek kurşundan kurtarmıştım. Silah parmaklarımın arasında kendine yer bulduğunda kadın öfkeyle bana döndü. Burada olduğumuzu yeni görmüştü.

"Bana öyle bakmayı kes ve yürü." Sırtından iteklediğimde kapıya yaslandı ve tavana baktı. Tanrı'ya yalvaracaktı sanırım.

Tam tersi bir hareket ile olduğumuz yerde kaldık. "Sasha bütün kapıları kilitle," dediği an bütün kapılar otomatikman kilitlendi.

Siktir!

Üçümüz burada kapana kısılı kalmıştık.

Kulaklıktan Anton'un sesi duyuldu. "Sisteme girmeye çalışıyoruz, kadına dikkat edin. Tek bir saldırı anında gerekirse öldürün..."

Emri aldığımıza göre bunu şimdi yapabilirdim. Anlamış gibi dik dik bana bakan Simon hafifçe öksürdü. Jennie kadının yanına ilerlediğinde kadın deli rolüne bürünerek gözleri kocaman açıldı.

"Hanım efendi, neden bizi buraya kilitlediniz? Çok merak ediyorum?"

Kadın dehşetle ona baktı. "Sence neden olabilir?! Tabloyu alamazsınız."

"Tablo yerine seni mi alalım o zaman?" Kadın yüzünü buruşturarak bana baktı. "Seni almamızı istiyorsun bence?"

"Siz deli misiniz?!"

"Tam şu an aynısını senin için düşünüyordum!" Ortağım derin bir soluk bırakıp yere oturdu. Yapacak bir şey yoktu ve o bunu çoktan ön görmüştü. Kadın da yere oturdu ve sırtını kapıya verdi. Bulunduğumuz yeri yalnızca tek bir ışık aydınlatıyordu ancak siyaha boyanmış duvarlar ışığın yayılmasını engelliyordu. Olduğum yere çömeldim ve aynı onlar gibi beklemeye başladım.

"Tablo neden sizin için bu kadar önemli?"

"Sizin için neden önemliyse o yüzden."

Kadın tablo hakkında hiçbir şey bilmiyordu.

"Tablo," diye söze başladı Simon. "Bizim için neden önemli olduğunu anlatacağım." Kadın dahil hepimiz ona dikkat kesildik. "Tablo binlerce suç barındırıyor. Belli ki senin hiçbir şeyden haberin yok bu nedenle seni hapse atmamıza gerek kalmaz, tabii bizi burada esir tutmaya devam etmezsen... Eğer bu tabloyu bize verirsen, galerin kapatılmaz. Ha, her şeyi göze alıp hiçbirini onaylamazsan, her türlü bu tablo bizimle gelecek ancak tabloyla beraber sende gelmek durumunda kalacaksın. Hangisini istersin?"

Kadın düşünmeye başladı. Başımızın üstünde ki ışık titreyerek simsiyah duvarların gölgelerini hareket ettiriyordu adeta... Titreyen ışık geçmişten bir silueti gözümün önüne sürüyordu usulca... Siluetin arkasında ki karanlık gittikçe büyüyor beni kendine çekiyordu.

Geçmişimizi soran insanlara yalnızca küçük kısımlardan bahsederiz öyle değil mi? Aslında kimse gerçek geçmişimizi bilemez. Kimse de söylediklerimizin daha fazlasını kurcalamadan dinlemeye devam eder, o canımızı yakmayan kısımları. Canımızı yakan o kısım kalp ve beyin arasında kalan boşluktaki sırda gizliden yaşamaya devam eder. O yaşadıkça sen ölürsün, gittikçe seni zehirler ve bedenine virüs gibi yayılmaktan kendini alıkoyamaz. Bazen kendini kaybedersin ve ne yapacağını bilemezsin...

Yıllardır kaybolduğu yerden kurtulamayan biri olarak bunu çok iyi biliyor, çok net görebiliyorum. Kapana kısılınca ne yapacağını gayet iyi bilen o beynim kendini kapatıyor ve kendimi kaybetmemi sağlamaya devam ediyor. O zindan kurtulamayan ruhumu çıkarmam gereken, o yer bana bir hayli uzaktı. Belki iki, belki beş saat. Geçmişin her izi beynimi alt üst ediyor ve yeniden kendine çekmeye çabalıyordu. Siluet karşımda durmuş bana elini uzatmıştı. Elini bu sefer tutmayacaktım, tutarsam eğer bir daha bu halime dönemezdim.

Kendimi kaybedemezdim...

Siluetin içinden geçtim ve başka bir silueti yakasından tuttum. Şaşkınlıkla ağzından çıkan çığlıklar beni hala kendime getiremiyordu. Her şey hayal gibiydi. Hayır her şey gerçekti ve yakasından tuttuğum siluet geçmişimi mahveden o bedene aitti. Belki de geçmişim yeniden gelmişti ve aynı sahneler farklı şekillerde yaşanıyordu belki?

Belime sarılan eller olmamalıydı. Geçmişte iki kişiydik ve yeniden yaşanıyorsa iki kişi olmalıydık. Nefes alış verişler kesiliyor ve zorlukla çıkıyordu. Buna rağmen kollarımdan kurtulmasına izin vermiyordum.

"İdil!" Hayır İdil değildim, hiç olmamıştım.

"X!" Hayır X'de değildim, hiç olmamıştım.

"Sakin ol!" Olamazdım.

"Ölecek!" Amacım daha fazlasıydı.

Yakasını tuttuğum siluet ellerimden kayıyordu ancak onu yeniden tutamayacak kadar uzaklaşmıştım. Sırtım soğuk duvara yaslandığında gözlerim hala o siluetin, hayır o kadının gözlerindeydi. Gözlerimin önüne tutulan çakmakta ki ateş beni başka bir yere çekti.

Yemyeşil parlayan gözlere...

"Sakin ol..."

"Sakinim."

"Değilsin."

"Öyleyim."

Elinde ki çakmağı hala söndürmemişti...

Yeniden yere oturduğumda karşımda bir dizini kırarak oturdu ve bana yukarıdan bakmaya devam etti. Konuşmamı bekliyordu ancak ona istediğini veremeyecek kadar dilim tutulmuştu.

Kadının nefes alışları bütün odayı dolduruyordu. "Beni öldürmeye çalıştı!"

"Hayır onu yapm-" Jennie'nin sözünü kestim.

"Evet seni öldürmeye çalıştım ve sen hala kapıyı açmamakta ısrarcısın."

"Ne yaparsanız yapın açmayacağım!"

Ayağa kalkmaya çalıştım ancak bana bakan gözler buna izin vermedi. "Emin misin?"

Kadının bir anlığına titreyen gözleri yerden bana çevrildi. "E-eminim."

Belime uzanan elime başka bir el kondu. Hırsla ona döndüm. "Bırak!"

"Yapamazsın!"

"Sen öyle san!" Elini umursamadan ayağa kalktığımda eli kolumdan çekilmişti. Belimde ki silahı çıkardım ve emniyet kilidini açtım. Kadın titreyerek yerde sürünür halde geriye kaçmaya çalışıyordu. O kaçtıkça daha fazla yakınlaştığım kadın duvara yaslandığında her şeyin bittiğini anlamıştı. Yanına eğildiğim kadının karnına namluyu bastırdığımda tiz çığlığı odada duyuldu. "Bizi buradan çıkaracaksın, yoksa inan bana seni öldürmem ancak bağırsaklarını eline alırsın."

"Yapma lütfen yapma..."

"O zaman bizi çıkar."

"Yapamam..." Elim sertçe saçlarını kavradığında yeniden çığlık attı.

"O zaman ölmek için yalvaracaksın. Hangisi?"

"İkisi de değil!"

Namlu karnını delecekmiş gibi bastırmaya devam ettiğimde nefesi kesildi. Bambaşka ses beni esir aldı.

"X! Onu öldürmene gerek yok." Anton'un sesi hemen yanımdan geliyordu. Eli, silahı tutan elime kondu ve beni tutarak ayağa kaldırdı. Açık kapıdan süzülen ışığı gördüğümde silahı Anton'a verip orayı terk ettim. Koridora ulaştığımda yürümeye devam ettim. Zayıftım, o kadar zayıf biriydim ki bazen ben, ben olmaktan çıkıyordum.

Hala küçük bir çocuk gibi davranmak midemi bulandırıyor, kendimden nefret etmemi kolaylaştırıyordu. Geçmişi yok etmek için ne yapacağımı da bilmiyordum, sanırım kapana kısılı kalmış ruhum oradan asla kaçamayacaktı...

Yine karanlık beni karşılamıştı ancak az önceki kadar korkunç ve geçmişi yad eden bir korku içime işlememişti...

Uzaktan bana doğru koşan korumam hemen yanımda durdu. "Efendim, size önemli bir haber vermem lazım."

"Nedir?"

"Zerrin Güleri aniden geçirdiği kalp krizi sonucu hastaneye yatırıldı..." Cebime attığım elim orada asılı kaldı.

O bugün ölemezdi!

O yaptıklarını ödemeden bugün ölemezdi!

İzin vereceğim son şey bile değildi!

"Eşyalarımı alın hemen çıkalım." Telefonum dâhil her şey istihbarattaydı. Uzattığım elime kendi telefonunu bırakıp benimle yürümeye başladı. Yanıtlanan çağrı ile karşı tarafın konuşmasına izin vermeden konuştum. "Zerrin Güleri ölürse kendinize yeni iş arayın. Anlatabildim mi?"

"Evet efendim."

"Güzel, iki buçuk saate oradayım."

Açılan kapıdan bindiğim araba hızla yola çıkmıştı.

İstanbul / Türkiye:

Ellerime siyah deri eldivenlerimi geçirerek girdiğim hastane koridorunda temkinli adımlarla ilerliyordum.

Yanımda ki doktora döndüm. "Durumu nasıl?"

"Durumu stabil, yarım saat önce uyandı yakınları bir an olsun yanından ayrılmıyor."

Sinir bozukluğu ile güldüm. "Bize verdiği öğütlerin çöp olduğunu biliyordum."

Doktor anlamayarak bir anlığına çevirdiği bakışlarını yeniden karşısına dikti. Sola döndüğümüz koridorda binlerce insan orada bekliyordu. Kimisi volta atıyor, kimisi yere ya da sandalyeye oturmuştu, kimisi telefonla konuşuyordu, kimisi ağlıyordu. Ölmeyen bir insan için ağlamak bilmiyorum ama saçmaydı...

"Doktor Bey!" Hüngür hüngür ağlayan kadın yerinden kalkıp bize yürümeye koyuldu. "Annem iyi olacak mı?! Lütfen iyi olacağını söyleyin!"

Doktor kadının tuttuğu yakasını kurtarmaya çalışıyordu. "Hanım efendi anneniz şu an gayet iyi ancak yeniden kalp krizi geçirme ihtimali yüksek."

"Peki, tahliller? Olumlu bir sonuç çıktı değil mi?"

Doktor çenesini kaşıyarak ne diyeceğini bilemedi. Gülümsedim ve karşımda ki odaya ağır ağır yürümeye başladım. Kapının kolunda ki elim bana yönelik konuşma yüzünden duraksadı.

"Teyzemin nesi oluyorsunuz? Sizi hiç görmedim."

Aynı gülümseme ile ona döndüm. "Bende sizi hiç görmedim. Eğer kim olduğumu merak ediyorsanız teyzenize sormanız yeterli."

Tam karşımda ciddi bir tavırla gözlerime baktı. "İçeriye girmenize izin vermiyorum!"

Göz devirerek kapının kulpunu aşağı indirdim. Aralanan kapıdan giremedim çünkü kolumdan tutan kişi beni duvara fırlattı. Sırtım duvara çarpmanın etkisiyle sızlamaya başlamıştı. Tam karşımda durup yakamdan tuttu.

Ona iki buçuk saat önce bir operasyonda delirdiğimi anlatmalı mıydım? Ek olarak diğer bilgileri de eklemeli miydim?

Yakamdan tutup beni ayağa kaldırdı ve yüzüme atacağı kafayı sağ tarafa çektiğim başım ile kurtuldum. O ise duvara kafa attı.

Kenara çekilip ellerimi cebime soktum. Burnundan akan kanı elinin tersiyle sildi. "İlk kavgan mıydı bu?"

Öfke saçan gözlerine, göz devirdim ve odanın kapısına yeniden ilerledim. Bu sefer kimse engel olamamıştı, onları engelleyecek asıl kişiler gelmişti.

Aralık kapıdan içeriye girdim ve kapıyı arkamdan kilitledim. Zerrin Güleri uyuyor gibiydi ya da yanılsamaydı. Sedyeye ilerledim ve tam yanında dikildim. "Tahlillerim nasıl?"

Eldivenlerimi düzelterek psikopat bir gülümseme takındım. "Kansersin."

Gözlerini açmadı, sanırım kapının dışında ki kişilerden biri sanıyordu beni.

"Beklediğim kadar kötü değilmiş." Sen öyle san Zerrin Güleri. Her şeyin iki misli acısını çekeceksin. Her şeyi tane tane hatırlayacaksın.

"Geçmiş kadar kötü olamaz, öyle değil mi?" Yerinde kıpırdandı ancak gözlerini dinlendirmeye devam etti. Akıllıca bir seçimdi, bir daha o gözlerini kapatamayacaktı. "Hapse tıktıklarım bazen demir parmaklıkları kırmaya çalışıyor. Aynı o gecelerde ki gibi... Bazen onlara aynı senin de söylediğin gibi, 'Oradan kurtulsan bile yaşanan her şey bedeninde bir iz bıraktı. Bedeninde ki o izler her zaman seninle olacak, mahkûm olduğun bu yaşananlardan kurtulamayacaksın çünkü sen artık oraya mahkûmsun.' Eli kolu kesilen bir insan oradan çıkamazdı ama bazen sadece beyni ile oradan çıkan kişilerden biri bunun doğru olmadığını kanıtladı." Gözleri açıldığında doğrudan benimle göz teması kurdu. Çatık kaşları hatırlamaya çalıştı, kim olduğumu.

"Kimsin sen?" Kısık çıkan sesi bir hâyli tereddütlüydü.

"Demir parmaklıklardan kurtulan o kişi..."

Siyaha karışan beyazlar onu hâlâ korkunç gösteriyordu. Yaşlanmıştı ancak gözlerinde ki şeytan yerli yerinde duruyordu. Bazen yaşlılık bedenimizin bize getirdiği bir zorunluluktur. Doğumdan ölüme kadar her şeyi harfiyen yaşamak için doğmuştuk ve bunlar zamanla gerçekleşiyordu...

Hafifçe gülümseyerek yerinden doğruldu. "Demek beni ziyarete gelecek kadar unutmadın."

"Unutmayan yalnızca ben değilim."

"Belki de."

"Yeni tutsağın kim?"

"Artık öyle biri değilim."

Ona doğru eğildim. "Bana yalan söyleyecek potansiyelde değilsin."

Gülümsemesi alaycıydı. "Sen hâlâ turuncu pijama giyen o zavallı çocuksun."

Tek kaşımı kaldırarak geriye çekildim ve elimi cebime attım. Çıkardığım şırınga serumunun girişine girdiğinde kadın bir anlığına tereddüt etti.

Şırıngayı seruma aktarmaya başladım. "On dakika sonra felç olacaksın. Hâlâ itiraz edecek kadar vaktin var." Kolunda ki banda parmakları ulaştığında kolunu kelepçeledim. Şok içinde bir bana birde seruma bakıyordu. "Ah, korkmuşa benziyorsun. Aynı çocukluğumda ki ben gibi. Bazen seni öldürmek için planlar yapardım. Aynı o gece gibi..."

Gözleri kocaman açıldı. "Dur, lütfen dur."

"Ah, daha yeni başladım. O gece beni odamdan bodrum kata indirdiğinde korkmuyordum çünkü sen bana kahvaltıda fazladan salatalık vermiştin. Sana güveniyordum ve bu yüzden seni sorgusuz sualsiz takip etmiştim. Yedi buçuk yaşında ki bir çocuğa okulda bir adamın şeker verdiğinde gitmemesini söylüyorlardı ancak kimse bir kadının küçük bir çocuğa zarar vereceğini öğretmemişti! Ben bunu yaşayarak öğrenmek zorunda kaldım, neden?! Sıkıntı neredeydi, eğitimde mi yoksa bu zamana kadar karşılaştığım kadınların bana iğrenerek ya da lanet okuyarak yaklaşması mıydı? Bu zamana kadar karşılaştığım bütün kadınlar bana şeker vererek kandıran adama götürdü. O gece seni takip ettiğimde bana yeniden salatalık vereceğini sanmıştım. Çocuktum çünkü çocuk! Beni götürdüğün o bodrum katında deli gibi korkuyordum ama sen yanımdasın diye bunu dile getirmemiştim, neden biliyor musun? Çünkü küçük bir çocuktum!"

Korkuyla gözlerini kırpıştırdı. "Lütfen şu bandı çıkar öyle konuşalım."

Dinlemeden devam ettim. "Beni götürdüğün o bodrum katında bir sandalyeye oturttun ve tam karşıma dikilmiştin. Benimle önemli bir şey konuşacağını sanmıştım, bazen diyorum keşke hiç çocuk olmasaydım. Önce saçlarımı okşadın, seviyorsun sanmıştım oysa ki bambaşka bir sebeptenmiş. Turuncu pijamamın gömleğinin düğmelerini açtığında kendimi geriye çektiğim hâlde yaklaşmaya devam ettin. Belki dedim, belki amacı üstümü değiştirmek. Gittikçe aşağılara indin ve beni çırılçıplak bıraktın. Neden?! Neden ben?! Çok mu acizdim?! Çok mu kolay inanıyordum?! Çok mu saftım?! Küçücük bir çocuğa neden bunu yaptın?! Kıyafetlerimi çıkardığında kendi kıyafetlerini çıkardığında korkmaya başladım. Senden kaçmaya çalıştım ama sen buna izin vermedin!" Boğazlarım patlayacaktı, yıllardır ilk kez gerçekleşen bu yüzleşme bedenime titreme gönderiyordu. Geçmiş hemen yanımdaydı.

"Lütfen."

"Yalvar!" Bağırdığımda yerinden sıçrayarak geriye kaçmaya çalıştı. "Benim o gece ki ve diğer gecelerde ki yalvarmalarım gibi yalvar! Beni o karanlık geceden uzaklaştır!"

Titriyordum, karşımdakine nazaran korkudan değil sinirden.

Kendimi kaybetmeyecektim, kaybedemezdim...

"Sana hiçbir şey yapmadım!"

"Daha ne yapmayı planlıyordun?! Bana daha ne yapabilirdin?! Lanet bir geçmiş bırakmanız dışında bedenimde o izleri taşımak zorunda mıydım?!"

"Zorundaydın! Benim için yalnızca güzel olan sendin ve bunun karşılığını vermek zorundaydın!"

"Güzelim diye tacizi, tecavüzü hâk etmedim! Hiçbir çocuk bunu hâk etmez! Çocuklar sizlerin kullanacağı seks aracı değil!"

"Aynen öylesiniz!" Yutkundu ve devam etti. "Özellikle annesi ve babası olmayan çocuklar bu yüzden varlar. Anneni babanı buldun mu küçük?"

"Buldum!" Şaşkınlıkla bana baktı. "Annemi ve babamı aratmayacak kadar bana değer veren bir kardeşimi buldum. Bazen her şey anne baba değildir. Aynı senin de anne olamadığın gibi."

"Benim çocuklarım kapının önünde sıraya dizildiler benim için. Sen benim yerimde olsaydın kaç kişi kapına sıra olurdu? Eğer hastalanırsan bana haber ver çocuklarımı gönderirim."

Kocaman bir kahkaha attım. "Çocuklarını bu dünyadan kazırım ve inan kimse kemiklerini bile bulamaz. O övündüğün çocukların felçli annelerine bakar mı göreceğiz." Gülümseyerek geri geri yürümeye başladım. "Yeniden görüşeceğiz Zerrin Güleri. İnan bu hâlimi iple arayacaksın. Hoşça kal!" Asker selamı verip arkamı döndüm ve kapının kilidini açıp dışarıya çıktım. Ailesini engelleyen korumalar beni görünce herkesi duvara yasladığında doktorun yanında durdum. "Kanser olduğunu ona söyledim ve serumuna ilave ettiğim şırınganın onu felç edeceğini düşünüyor. Yavaş yavaş kendini kaybettiğinde bana haber vermekten çekinme ve ailesini hastaneden uzaklaştır."

"Sence doğru bir karar mı?"

"Güven bana. Her şeyin bir adaleti vardır ve bunu bu şekilde işleyişe sokmalıydım."

"Pekâlâ. Bir şey olduğunda haber veririm."

"Teşekkür ederim."

Hastane koridorunda hızlı adımlarla ilerlemeye başladım... Çıkışa vardığımda nefes nefese kalmıştım ancak yürümeye devam ederek ana caddeye ulaştım.

Kaçıyordum.

Geçmişimin siluetinden.

Çünkü korkuyordum.

Yeniden karanlıkta kalmaktan...

Uzun zaman sonra merhabalar!

Oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin.

Diğer yeni bir bölümde görüşmek üzere.

Devam edecek...

Продолжить чтение

Вам также понравится

1.8M 48.7K 26
asker ve yeni aile kurgusu Barın elindeki çakıyı incelerken "fazla ses yapıyorsun. Dikkat et." diyerek konuştu. Ses falan yapmıyordum. Askerdim ben...
50K 2.3K 20
Tesadüfen yolları kesişen avukat kızın ve askerin yaşadıkları zorluklar, aynı zamanda beraber geçirdikleri güzel vakitler... Kitaptaki olayların hiçb...
89.5K 4.1K 24
Teğmen Asya Öztürk'ün aylardır peşinde olduğu terörist sonunda kendi kendini mahv edecek bilgileri Asya'nın eline verir . Fakat işler Asyanın istediy...
1.2M 110K 45
~Bu kitap tüm zorluklara inat aşkından vazgeçmeyip aşkı için savaşanlara ithaf edilmiştir.~ -------------------------- "Aşk mıdır beni,sana bu kadar...