Counterclockwise | Yoonmin

By sadqueenx

133K 12.1K 11K

Bir kum saatinin içindeki kum aksa da tükenmez, tükenmediği gibi size geri döner. - Yoonmin x Omegaverse 19.0... More

Counterclockwise
OMEGAVERSE
1|Green grapes and sweet almonds
2|Submissive kitty
3|Bound with ring
4|Our birthmarks
5|Olly olly oxen free
6|Scent
7|Do you want me to stop?
8|Don't...
9| Can i sleep next to you?
10|More than love
11|Dragon blood and cinnamon
12| Round table wolf
13| Our scars 1/2
14| Our scars 2/2
15| Touch
16| 'Yi ri san qie'
17| Liar's candle
18| Last favor
19| Goodbye, dear friend
20| End of everything
21|'Shuushi'
22| 'Unmei no akai ito' 1/2
23| 'Unmei no akai ito' 2/2
24| God hates lovers
25| Sands & Clocks
26| Hamlet, Romeo and other lovers
27| As before
Final
-Teşekkür-
special episode 1
special episode 2
Special episode 4
Special episode 5
-başka bir evrende, en güzel halleriyle-

Special episode 3

2.7K 234 267
By sadqueenx

"Seninle karşılaşıncaya kadar gerçekleşmekte olan bu değişimi adlandırmaktan acizdim. Bugün ilerlemiş yaşımda koyduğum ad ise: aşkın içe işleyişi."

Günlerimizin nasıl geçtiği hakkında hiçbir fikrim yoktu, Jimin'le her anım bir öncekinden daha değerli, daha güzel ve daha anlamlı geçtiğinden bazen hangi günde olduğumuzu unutuyordum ve açıkçası hatırlamama Jimin'in ay ay büyüyen karnı sebep oluyordu. Aslında karnından öte, her ay doktor kontrollerinde kızımızın ultrason fotoğrafının altındaki minik tarihten biliyordum günü. Sekizinci ayımızın ortalarıydık bugün, Jimin son aylarda olduğumuz için oldukça huysuzlaşmaya başlamıştı ve bu yüzden de beni sürekli yanında istiyordu. Olmadığım zamanlarda onu yatağın içinde kıyafetlerimi hınca hınç doldurup arasında uyurken buluyordum. Bazı zamanlar da onları bir daha yerine toparlamaya üşendiğinde dolabımın içinde uyuduğu da oluyordu. Bunun önüne geçebilmek içinse artık evden çalışıyor, haftada sadece birkaç kez olacak şekilde kurul çalışmalarına katılıyordum. İş seyahatleri ise kesinlikle kabul edilemezdi. Çünkü kimse hamile, huysuz ve istediği olmadığında son derece hırçın bir omegayla birlikte olmanın ne demek olduğunu benden iyi bilemezdi.

Salonda sandalye tepesinde raporları karşılaştırırken bir yandan da Jimin'in yatak odasında oradan oraya koşturuşunu dinleyip karmaşık hisleriyle mücadele ediyordum. Zaman yaklaştıkça biraz huysuzlaşmıştı, kafası karma karışıktı. Dolap seslerinden hemen sonra içimi ani kaplayan hüzün dalgası ve peşi sıra gelen Jimin'in ağlama sesine ayaklanıp koşturdum.

Oturduğum yerden odaya geçişimin iki saniyeyi bulmadığına emindim ve Jimin yatakta üzeri çıplak, kot pantolonla sırt üstü yatarak ağlarken ne olduğunu bilemez bir halde yanına ulaştım "Ne? Ne oldu?" yanına geçip omuzların tuttuğumda elleriyle gözlerini gözlerini ovuşturarak ağlamaya devam ediyordu. Ellerim çıplak karnına ulaştı, kızımızda bir sorun olmadığına emindim"Jiminie, bebeğim neden ağlıyorsun."

Dudak bükerek gözlerindeki ellerini çekerken yüzünü buruşturmuş bir halde yaşlı gözlerle "Olmuyor işte. Olmuyor, baksana olmuyor." diye yakındı. Neyin olmadığını tam olarak anlayamamıştım ama elleri kotunun kapanmayan düğmelerine gittiğinde ve bir kez daha hıçkırdığında anlamıştım. O ise devam etmişti konuşmasına ağlayarak "Bu da olmuyor işte. Hiçbir pantolonum kapanmıyor."

Onu böylesine çileden çıkartıp ağlatan şeyin basitliği karşısında gülümseden edemedim. Zaman zaman garip duygu selleri içine girdiği oluyordu, bu da onlardan bir tanesiydi ve bence en güzeliydi. Ellerimle çıplak ve kocaman karnını birkaç kez okşayıp yüzüne eğilirken yattığı için ekstra dolgun görünen yanaklarını hafifçe okşadım, yanaklarındaki yaşları temizleyerek iç çeken omegamın burnunun ucuna minik bir buse kondurdum "Bunun için mi ağlıyorsun yani? Bir tanecik düğme kapanmadı diye?" Parmaklarımla yüzünün her bir noktasını, gün batımı rengindeki gelincik çiçeklerinin alt kısmını okşayarak devam ettim "Çok güzelsin, bir tane düğme kapanmadı diye güzelliğinden gram kaybetmedin."

Normal bir omeganın bu söylediklerim üzerine gülümsemesi, ya da ağlamaya devam ederek nazlıca inkar etmesi gerekirken Jimin'in sıradan bir omega olmadığını kaşlarını çatmasından belli oluyordu. Peşi sıra kafamın arkasına inen hafif tokat da bunun ispatıydı.

Ağlayan ruh hali anında yerinde yeller esercesine öfkeye şekillenmiş bir şekilde burnundan soludu ama ağlamaya da devam etti "Ben sana çirkinim demedim ki? Güzel olduğumu biliyorum. Ama düğmem kapanmıyor işte. Çok saçma, daha geçen ay almıştım bunu."

"Tamam, öğlen çıkar bir tane daha alırız. Hatta iki tane alırız. Bunun için ağlamana gerek yok."

Başını sağa doğru çevirip "Yok, boş ver almayalım. Ben eşofman giyerim." diyerek bana bakmaktan kaçınmasına kaşlarımı çattım. Sabah da böyle yapmıştı, bir şey konuşurken aniden çekingen bir tavra bürünüyordu.

Elimle çenesinden tutup bana bakmasını sağladım ve sordum "Neyin var senin?" bir şey demedi ama gözlerinin doluluğunu gördüm, kurdundan da biraz kırgın olduğu sinyallerini alırken tavrımı yumuşatarak yeniden ama bu sefer daha alçak bir tonla sordum "Neyin var bebeğim?"

Aşağıda parmaklarıyla oynadığını gördüğümde biraz da streslendiğini de fark etmiştim. Doktor son aylarda böyle şeylerin olacağından bahsetmişti ama bu stresi doğumla ilgili değildi. Tamamen farklı olduğunu yüzüme bakmamasından anlamıştım elbette, Jimin ne olursa olsun kırılmadığı sürece yüzüme bakmamazlık etmezdi.

"Bu sabah... Kızımızı öpmedin. Her sabah öpüp severdin ama yapmadın. Bana kız ama ona kızma."

Hayretler içerisinde ona bakakaldım. Bu kanıya dün alışverişe gittiğimizdeki tartışmamızdan sonra varmış olmalıydı, hatta yeni kıyafet almayı reddetmesi de bu yüzdendi herhalde ama her şey gayet normal görünüyordu. Neden böyle düşündüğünü gerçekten anlayamadım, bu yüzden de uzamış saçlarını alnından tutam tutam geriye çekerek dudağına bir öpücük kondurdum "Jimin, tuvalet öncesi eğitim için pembe sıçan flamingo oyuncağını sana gereksiz ve pahalı diye aldırmadığım için kızımızı neden öpmeyeyim? Ayrıca, sana kızmadım, bunun kızımızı öpmememle ilgisi yok. Öpmedim çünkü telefonum çaldı, sonra da bana zeytinli kekikli baget ekmek istediğini söylediğin için evden ayrıldım."

Omuzlarının silkip bir iç çekti, dudakları hala somurtkan bir vaziyette büzülmüştü. Dünyanın en güzel insanıydı, bu haliyle bile öyle güzeldi ki sonsuza kadar onu öpmek istememe sebep oluyordu.

Büzülmüş dudaklarına bir öpücük kondurdum, sonra bir tane daha ve bir tane daha. Taa ki, gözleri benimkileri bulup kısılıp gülene kadar. Üçüncüden sonra dayanamadı, kıkırdayarak eliyle yüzümü ittirdi, durmadım elbette, yüzünün her noktasını öptüm, oradan boynuna çenesine geçerek hiçbir yerini unutmadan devam ettim.

"Yoongi! Yoongi yeter, tamam." dedi kaçmaya çalışarak deli gibi ittirdi beni. İçime güneş gibi doğdu kıkırtıları, cidden, sabahtan beri kurduma hakim olan buhran duman gibi dağılmıştı.

"Kızımızı öpebilir miyim şimdi, hm?" derken elimle çenesini okşayıp tebessüm etmiş, başını salladığında da kocaman şişmiş karnını hafif hafif okşayarak koklarcasına öpüp geri çekilmiştim. Dudaklarım Jimin'in karnına yaslanmışken hissettiğim duyguların tarifini kelimelere sığdıramazdım. Artık büyüdüğü için kokusunu daha yoğun alabiliyordum, bir alfa için güçlü bir kokusu vardı ama biraz da rahatlatıyordu, bir kış günü içilen sıcak, aromalı bir şarap gibiydi. Hareketlerini bile hissedebiliyordum resmen, çok, çok güzeldi ve az kalmıştı kavuşmamıza.

Jimin, ben ikinci bir öpücüğü karnının sol yanına bırakırken elini saçlarımın arasına götürüp hafif hafif okşadı. Bakmasam bile dudaklarının kıvrıldığını kurdum sayesinde anladım. Hayatımdaki en iyi şey, Jimin ve kızımdan sonra, sahip olduğumuz birbirimizin mühürleriydi. Dediği gibi yemek yerden aldığı keyfi, uyurken gördüğü tatlı rüyaların yarattığı mutluluğu, sıcak bir duştan sonraki mayışıklığını, her bir ince detayı hissediyordum. Kızımızın ilk tekmesinde yanında olamamıştım ama, tarifi imkansız bir mutlulukla dolan kurdunu hissedip onu aramış, sevincine ortak olmuştum.

Karnını yavaş yavaş okşayıp çenemi dikkatle, bastırmadan yaslayarak beni izleyen yüzüne bakarken eliyle hala saçlarımı okşuyordu.

"Oldu mu, çözdük mü?"

"Hı-hm... Çözdük. Ama o flamingoyu istiyorum." tanrı aşkına... Jimin ne kadar hamile olup duygusallığın dibine vursa da Jimin'di işte. Dediğini yaptırana kadar durmayacaktı "Ve sen de alacaksın."

Göz devirdim "Hazırlan da seni rehabilitasyon merkezine bırakayım." sonra son kez karnına minik bir öpücük bırakıp ayaklandım. Kaçınmak en iyisiydi, henüz yeni bir kavgadan çıkıp bir diğerine geçersek muhtemelen Jimin bu sefer ağlamaktan ziyade cinnet geçirerek üzerimde bir şeyler parçalamaya başlayabilirdi ve ben bunu pek istemiyordum. En azından koca bir tartışmanın arasında onu kendimi çekip öpecek, kıyafetlerimizi parçalayarak çıkartacağımız vahşiliğe yeniden erişinceye kadar. Jimin böyle zamanlarda bir sorun olmadığını söylese de ben pek rahat olamıyordum çünkü onu inciteceğimden korkuyordum. Ama memnundum durumdan, sonuçta dünyanın en güzel omegası, dünyanın en özel ve güzel kızını karnında taşırken, nasıl olur da bundan memnun olmazdım ki?

Böyleydi işte, Jimin'le kendimize kurduğumuz dünyada olabilecek en güzel şekilde yaşıyorduk. Bir de, ufaklığımız vardı.

&&

Jimin;

Arabada seyahat etmekten oldum olası nefret ederken bedenimdeki değişimlerle birlikte oturduğum en rahatsız koltuk bir anda dünyanın en rahat yerine dönüşüyordu benim için. Hareket halindeki her araçta kafamı koyduğum anda uyuma alışkanlığı edindiğim için Yoongi'nin güvenle sürdüğü araçtaki koltuğumda etrafı izlerken gözlerim kapanmış, yüzümde gezinen parmaklarla da tekrar aralandığında gördüğüm yeşilliklerden geldiğimizi anlamıştım.

"Mhhh..." diye bir mırıltıyla başımı biraz daha yerleştirdiğimde uykulu uykulu ekledim "Birazcık daha uyuyayım, hmm..."

Yoongi'nin parmakları uzamış saçlarımı yüzümden çekerken fısıltı gibi sesi gözlerimi yeniden aralamamı sağlamıştı "Geleli bir saat oldu, bebeğim."

"Ne? Neden söylemedin?"

"Dün gece döndün durdun, uyandırmak istemedim."

Uykulu uykulu gülümsedim ona, beni uyandırmamasının sebebi biraz da uyandığımda agresif olacağımı bildiğindendi. Kendini gazabımdan koruduğuna yemin edebilirdim.

Geriye yatırdığım koltukta doğrulup ağzımı şapırdatırken elimle açılmış göbeğimin tişörtünü aşağıya çektim. Bu sırada ne kadar çok susadığımı düşünürken Yoongi arka koltuktaki termosu bana uzattı. Benden önce istediklerimi hissetmesini, tek kelime etmeden bunu yapmasını çok seviyordum. Beni mühürlemesine izin vermek hayatımda yaptığım en doğru ikinci tercihti, ilki ondan bir canı taşımaktı.

Suyu heyecanla kana kana içtikten sonra Yoongi parmağıyla çeneme doğru akan suyu silip arkadan poşetleri alarak kucağıma koydu "Dikkatli ol, seni aradığımda da telefonunu aç tamam mı?"

"Bakarız." dedim dün yaptığım poşetlerin içindeki kaplara koyduğum çörekleri kontrol ederken. Bana baktığını bilsem bile oralı değilmişim gibi davrandım.

"Jimin, ciddiyim."

Arabadan çıkmadan önce Yoongi'nin bana bakan ters ifadesini önemsemeden çenesinden tuttum ve öperek "Gelirken gyeranppang ve o flamingo'yu al." demiş hoplaya zıplaya yeşilliklerin arasında hastaneye doğru ilerlemiştim. Sabah beni üzmüştü, biraz da o üzülse ne olacaktı ki?

Danışmaya Hoseok'un ismini verdiğimde bana bahçede olduğunu söylediklerinde oraya yürürken zamanın ne çabuk geçtiğini fark ettim. Dün gibiydi, iliklerime kadar beni korkutan bu hastane koridorundan şimdi gülümseyerek geçiyordum. Çünkü her şey artık daha güzeldi, Yoongi güzeldi, bebeğim güzeldi, Hoseok güzeldi...

Bahçedeki taşların üzerinden geçerek yapay göletin önünde tekerlekli sandalyesiyle yakın arkadaşımı gördüm. Elinde uzun zaman önce Hoseok'un iyileşme aşamasında yardım etsin diye verdiğimiz Yeontan'ın tasması vardı. Hamilelik dönemimde benden iyice haz etmediği için doktorun onayıyla tanıştırmıştık onları. Birbirlerini çok sevmişlerdi, Yeontan'ın mutlu oluşunu bozmak istememiştik ve ondan kalmasının doğru olacağı kararını vermiştik.

Kokumu hissetmiş olmalı ki anında başı döndü ve dikkatlice destek alarak doğruldu oturduğu yerden. Tasmayı hasta bakıcına verdi ve doğru ilerledi. Bilinci ve motor kontrolleri yerine geleli çok olmasa da mücadelesi taktiri hak ediyordu. Doktorlar bile ne olacağını bilmezken o, her şeye rağmen başarmıştı. Vücudundaki titremeler hala vardı ve bazen kriz geçirir gibi bilincini kaybediyordu ama bir keresinde doktora bu zamanlar pek bir hatırlamadığını, acı çekmeğini söylemişti. Çok uzun süreli yürüyemiyor olsa da gerçekten onun adına mutluydum.

Birkaç sarsak adımına karşılık hızlı yürümüş kollarımı boynuna sıkıca dolayarak sarılmıştım ona. Aynı şekilde onun da kolları bana dolandığında yorulmasını istemediğim için belinden destekleyerek geri çekildim ve elimdeki poşeti göstererek "Bak, çörek yaptım sana." diye gülümsedim.

Birlikte, ağaçların altındaki gölgelik masalara ilerledik ve kilitli kutulardan çörekleri, yaptığım diğer küçük tatlıları çıkartarak yemesi için dizdim. Onu ziyarete her hafta elimde pişirdiğim şeylerle gelirdim, gözlerinin içindeki gülümsemenin yenilenmesini görmek hoşuma gidiyordu ve bir de tırnaklarının üzerine bir oje gibi işlenmiş ruh eşi çiçeklerini görmek yaşama tutunuşunu izlemem için çok iyi bir fırsattı.

Şakayık çiçekleri minik minik gün ışığında parlarken tırnak uçlarında hafifçe gülümseyip elini dikkatlice ellerim arasına aldım "Çok güzel, çok canlılar." dedim. Tıpkı benim gibi gülümseyip biraz ilerideki ruh eşine, rehabilitasyon merkezinin sahibine daldı gözleri. Alfa olmasına rağmen ufak tefek bir kızdı, çevredeki insanlarla buranın sahibi olsa bile canı gönülden ilgilenerek ayrım yapmıyordu.

İyileşmeye adım atmadığı ve kötüleştiği dönemlerin birinde geçirdiği krizde bilinçsizce tutunduğu Lea adındaki alfanın bilek içinde, tırnakladığı üç yerde üç tane şakayık çıkmıştı. Kriz geçirdiği haberini aldığımda ödüm kopsa da korkarak ziyarete girdiğim odada yaşama tutunması gözlerimi doldurmuştu. Ve öğrenmiştim ki, aslında Lea, birçok kez Hoseok'la özel olarak ilgilenmiş en başından beri aralarında bir bağ oluşmuştu. Hoseok konuşmakta zorlandığı anlarda bile Lea'yla bir şekilde anlaştığını söylediğinde ona inanmıştım, çünkü bir noktada hissediyordu insan karşıdaki kişinin ruh eşi olduğunu.

"Ee," diye ekledim kıkırdayarak "Seviştiniz mi?"

"Jimin!" Eliyle ağzımı kapadı ama uyanmazca ittirip konuşmaya devam etmekten çekinmedim "Merak ediyorum işte ne var?"

"Böyle şeyler sorulmaz. Ben sana soruyor muyum hiç?"

Yüzümü kırıştırıp kocaman karnımı göstermekte gecikmeyerek "Sormana gerek yok ki, bence gayet açık." dedim. İkimiz de kıkır kıkır güldük, tanrım, onu gerçekten öyle çok özlemiştim ki ne söylesem, nasıl tarif etsem olmazdı. O benim yakın arkadaşımdı, şimdi de geçmişte de öyle olmuştu. Hatalar da yapılmıştı ama yine de telafi edilmişti.

"Yaptınız değil mi?" diye yeniden sordum ama yine anı cevabın farklı bir reddedilme versiyonunu aldım "Buna cevap vermeyeceğim."

Yalan söylediği o kadar belliydi ki, çıkık elmacık kemikleri kıpkırmızı olmuştu resmen. Dayanamadım ve dilimi ısırarak gülmeden önce onu daha fazla utandırdım "Yapmışsınız işte. Tanrım..."

"Tamam, yaptık sus işte."

"Nerede?"

"Aman tanrım Jimin susacak mısın?"

"Tamam bunu söyleme. Gerçekten duymak istemediğimi fark ettim. Ama onu benden çok seversen tırnaklarım rahat durmaz."

"En çok seni seviyorum, merak etme."

Ağzıma kocaman bir çörek atarak "Sakın Yoongi'ye söyleme ama ben de en çok seni seviyorum." dedim. Sonrasında biraz etraftakileri çekiştirdik, ailesinden konuştuk. Bir saat kadar sonra Hoseok'un elinin titrediğini fark ettim, demiştim ya, hala bazı zamanlar motor kontrollerini sağlamakta zorlanıyordu. Şimdi de durduk yere titrerken bana bakış şeklinin değiştiğini fark ettim. Gördüğüm kişi Joseon dönemindeki pişmanlığıyla bana bakan omegaydı.

Lea durumu fark etmiş olmalı ki hiç fark etmediğim bir şekilde elini ruh eşinin titreyen elinin üzerine koyarak bizi transtan çıkartmış, onun biraz dinlenmesi için izin vermemi, ziyaret saatinin bittiğini söylemişti. Karşı çıkamadım, alfanın en yakın arkadaşımın belinden kavrayıp kaldırmasını, birbirlerine sarılarak yürümelerini izledim.

Bir süre ellerim karnımda çöreklerin başında oturdum, sonra da Hoseok bana yukarıdan el sallayarak iyi olduğunu bağırdı. Ona kocaman kocaman öpücükler atarak masada duran çörekleri dağıtmaları için hasta bakıcılara vererek otoparka gittim. Sanki hissetmişim gibi Yoongi de eş zamanla ormanlık yoldan arabasıyla içeri girmişti. Araba eşofmanımın ipiyle oynarken yanımda durduğunda hemen arabaya atladım, eğilip beni öptü ve ben de elimle saçının arkasını hafifçe kavrayıp okşadım ve geri çekildiğimde beklemeye başladım. Gyeranppang'ımı bekliyordum hevesle, gerçekten Hoseok'u öyle görmek beni üzdüğü için ondan yemem gerekiyordu ama Yoongi hiç oralı olmadan arabayı çıkışa sürerek bizi yola çıkarttı.

Ellerimi göğsümde kavuşturup somurtarak dışarı izlemeye başladım. İyice koltuğa gömülmüştüm, dünya üzerinden hiçbir şeyi sevmez gibi bakıyordum. Gerçekten, herkesten nefret edebilirdim.

"Jiminah, iyi misin?" Yoongi, tek eliyle direksiyonu sağa çevirdikten sonra hızlıca dönüp yeniden odaklanmıştı. Ona cevap vermedim. Yine konuştu "Bebeğim?"

"Ne?"

"Bir sorun mu var? Bir şey mi oldu?"

"Neden almadın?

"Neyi?"

"Ne demek neyi? Dalga mı geçiyorsun benimle? Söylediklerimi ciddiye almıyor musun?"

Yoongi yola odaklanarak susmayı tercih ettiğinde daha çok sinirlendim. Hiç istifini bozmuyordu ve üstelik sinirli oluşumu umursamadığını da biliyordum çünkü omegam deli gibi alfasına öfkeliydi.

Trafik ışıklarında durduğumuz esnada onun kayıtsız kalışına daha fazla katlanamayız omzuna bir yumruk attım burnumdan soluyarak "Gerçekten susacak mısın?"

"Hayır, öpeceğim" dedi elimi hızlı bir refleksle yakalayıp avuç dudaklarına götürerek sulu bir öpücük bırakıp beni daha çok sinir ederken. Kaşlarımı daha çok çattım, elimi de çekmeye çalıştım ama dudakları tarafından istila altındaydım "Of bırak. Dokunma bana, istemiyorum. Öpme de, hatta durdur arabayı taksiyle gideceğim."

"Jimin, iki kere düşünmeden hemen parlıyorsun." Karşımda aptalca gülümsemesini bozmadan elini arkaya uzattı ve bir poşeti kucağıma bıraktı. Gyeranppang sıcak kalsın diye özel bir kutuda, o poşetin içindeyken kokusu hiç burnuma gelmemişti bu yüzden almadığını sanmıştım ve hiçbir şey olmamış gibi gülümsemesi de bundan dolayıydı. Yoongi'm istediğim şeyi almıştı.

Sonra Yoongi bir kez daha arkaya uzanıp pembe bir paketi kucağıma bıraktı "Eğer tuvaletini yapmayı öğrenmezse, bu şirkete dava açmama engel olamazsın."

Bir mucizeye bakarcasına elimde tutup ışıldayan gözlerle pembe flamingoya bakındım. Bir an önce tuvalet eğitimine geçmek istiyordum, tanrım, saçlarını örüp boncuklarla süslemek, simli etekler giydirip renkli çoraplarla parka götürmek istiyordum onu. Suç ortağı olup Yoongi'nin kredi kartını üst limite kadar kullanmamız gerekiyordu, bunu öyle çok istiyordum ki bir an önce onu kucağıma alacağım zamanı gözlüyordum.

Elimi karnıma koyup paketin içinden yumurtalı ekmeği kemirmeye başlarken "Bak Yuna-ya, sana ne aldık!" diye hevesle sanki görebilirmiş gibi önümde salladım onu. Öyle çok mutluluk dolmuştum ki Yoongi agresif, tatlı bir alınganlıkla söylenirken bile dikkatimin hepsi oyuncaktaydı.

"Yani, biz de bir teşekkürü hak ettik en azından ama neyse. Sen kızınla ilgilen ben ayakçılık yaparım."

"İşin ne, yapacaksın tabii." dolu ağzımla sözce onunla ilgilenmiyorum tavırlarımdan birini takınmıştım ama bir gözüm üzerindeydi. Direksiyonu tutarken bana tatlı bir şokla bakmıştı, ben de elimle çenesini kavrayıp önüne dönmesini sağladım "Tamam, tamam, teşekkürler. Şimdi ağlama da önüne bak. Randevuya gecikeceğiz."

O sessizce arabayı sürdü ben de bir güzel yemeğimi yedim. Fazla yediğimi biliyordum ama canım o kadar çok çekmişti ki kendimi durduramamıştım. Öyle konsantreydim ki hastane otoparkında son kırıntıları ağzıma tıkarken oyuncağı ve poşetleri arkaya koymuş hızla arabadan inmiştim.

"Bekle beni, yavaş ol."

Cüzdanı ve telefonunu ceketinin iç cebine koyarken parmak uçlarımda sallanarak onu bekledim. Hastanede Yuna'yı göreceğimiz her zaman koşturma isteğimi engelleyemeden yerimde kıpırdanıyordum. Yoongi hep beni durduran taraftı bu yüzden, tıpkı şimdi olduğu gibi.

"Hadi, hadi, hadi, hadi..." diye sabırsızca elimi tutması için uzattım ama tuttuğunda çekemeden o beni kendine döndürüp elini dudaklarıma gördü. Baş parmağıyla birkaç kere dudaklarımı silmiş, sonra kendi dudakları arasına aşıp emmişti "Şimdi gidebiliriz."

Bu ilk yapışı değildi ama aniden heyecanlanmadan duramamıştım. Cinsel hayatımız eskisi kadar sık olmasa da her açıdan aktiftik ama öpüşmelerimiz oldukça fazlaydı. Onunla öpüşüp koklaşmadan geçirdiğim en uzun süre buydu sanırım. Sanırım eve gittiğimde onu bir güzel öpecektim.

Doktor Jonghyung'la olan randevumuza zamanında yetişmiştik. Yuna ultrasonda oldukça hareketli olduğu için doğru düzgün fotoğrafını çekemedik ama doğum detayları hakkında çok fazla konuştuk tekrardan. Aslında her şey tam anlamıyla planlıydı, yolunda gittiğinden de emindik fakat yine de konuşmak istedim. Herhangi bir sorunum olmadığından kese incelip doğuma hazır hale gelene kadar doktorun da onayıyla ilaç almadan geçirecektim. Kese inceldiğinde ise spinal anestezi ile gerçekleşecekti doğum. Doğum anında ayık olacaktım ama acı hissetmeyecektim. Fakat Yoongi biraz tedirgindi ama sanırım benim için değildi bu tedirginlik. Bağımız yüzünden benimle aynı acıyı yaşayacağından nasıl bir acı olacağını bilmiyordu kesenin açılırken. Ben de bilmiyordum zaten, sadece içimden bir ses böyle olması gerektiğini söylüyordu. Acı pek de umurumda değildi, derecesi ne kadar olursa olsun.

Hastaneden çıktıktan sonra Yoongi beni birkaç kez daha ağrı kesicilerle ilgili darladı ama ağzının payını alınca darlamasıyla kaldı çünkü Yuna'nın aniden bu kadar hareketli olması belimi ve kasıklarımı ağrıtmaya başlamıştı.

Oflayarak koltukta debelendim ve emniyet kemerini elimle gevşeterek Yoongi'ye döndüm. Küçük burnuna, dudak çizgisine, uzamış saçlarına baktındım. Büyümüştük ikimiz de ama o, bir farklı büyümüştü. Sorumluluk hissinin omuzlarına bindirdiği yükle gerçekten tahmin bile edemeyeceğim bir adama dönüşmüştü. Hala gıcık yönleri vardı, o yönleri asla değişmemişti zaten değişsin de istemezdim. Garip bir şekilde uyum içindeki kavga, dövüş ve sekslerimizden keyif alıyordum. Anlaşma şeklimiz değişmemişti kısaca. Sadece artık daha iyi tolere edebiliyorduk birbirimizi. Bana gerçekten inanılmaz destek olmuştu, özlemini çektiğim bütün duyguları en güzel, en özel şekilde hissettirirken yaşadığım hiçbir andan pişman olmamıştım. Geçmişimde de geleceğimde de onun olmasından memnundum.

"Ne? Neden bakıyorsun bana?"

Yoongi gülümseyerek sorduğunda elini ağrıyan karnım ve kasıklarıma götürüp hafif hafif okşama başladı.

"Hiç, öylesine." dedim elinin sıcaklığı ve artar feromonlarının güzel kokusuyla mayışıkça. Yoongi ısrar etmedi çünkü aklımdan geçeni biliyordu. Ona bakış şeklimden ne düşündüğümü, ne yapacağımı ya da ne yapmak istediğimi anlayacak kadar tecrübeliydi. Bu bazen korkutsa da birinin isteklerini konuşmadan anlatıp gerçekleşmesi çoğu zaman özel hissettiriyordu.

Karnımı ovup duran elini tutup gözlerimi kapattığımda Yoongi feromonlarını arttırıp rahatlamamı sağlamıştı "Yoongi... Şarap..." diye fısıldadım dudak büküp. Devamını getirmedim, elbette bunu da anlamıştım, şarap derken neyi kast ettiğimi, amacımı... Bu yüzden eve gittiğimizde küveti yarıya kadar doldurup jakuzi sistemini açarak beni rahatlatan bir tarçın tütsüsü yakmış, soyunarak içine girmişim ben de. Birkaç dakikaya elinde bir kadeh ve şarapla gelerek soyunmuş arkama oturarak beni kucağına çekmişti.

Hevesle şarabı içmesini bekledim. Çünkü bu, hamile olduğumdan beri en keyif aldığım şeylerden biriydi. Alkol alamıyordum ancak Yoongi'nin içerken aldığı keyfi, biraz çakır olduğundaki ruh halinin beni sarıp sarmalamasına bağımlı olmuştum. Bu, kafanın boşalarak elinin ve ayağının tutmadığı gerçek bir bağımlılıktı.

Birkaç yudum alıp meyve şarabının tadının beni kaplamasını beklerken Yoongi lavanta yağının kapağını açmış omuzlarıma damlatarak hafif hafif ovuşturmuştu. Elimi suyun içine soktum ve dizlerini ovuşturup başımı rahatlatarak geri attım, parmak uçları omurgamın altına kadar ilerleyip yukarıya çıktı, oradan da kollarıma. Şarap molası verdiğinde ise göğsüne bıraktım kendimi, o da ellerini karnıma ilerleyip masaj yaptı.

Sıcak suyun kasıklarımdaki ağrılara iyi gelmesi bir yana, Yoonginin uzun parmaklarının yaptığı masaj beni mest etmişti adeta. Sürekli mırıldıyor, bana hissettirdiği şeyin güzelliğiyle ilgili yarım yamalak şeyler söylüyordum. Aylar geçtikçe Yuna'nın kokusunu hafif hafif almaya, keyifli mi keyifsiz mi anlamaya başlamıştım. Şu an, tam Yoongi'nin lavanta yağıyla ovaladığı yere doğru dayanmış, orada ufak bir yükseklik oluşturmuştu. Halinden memnundu yani.

Yoongi'nin dudakları boynuma dokundu, sıcak nefesi mühür yerime değerken elleri kasıklarımın altına ilerledi. Birkaç haftadır Yuna'nın oldukça artan hareketleri yüzünden ağrılarım arttığından cinsel hayatımızı biraz hafifletmiştik ama şimdi parmak uçlarıyla tenime yaptığı basınç ve masaj hareketlerine içtiği şarapla yükselen feromonları eşlik ederken tam şu anda onu istiyordum.

Tüylerimi diken diken edip her tarafımın hassaslaşmasını sağlayan elini yakalayarak kasıklarımdan aşağıya indirdim ve "Ellerin..." diye inledim "Çok güzel hissettiriyor."

Avucunun içinde çoktan erekte olmuş organımı sıvazlarken nefes eşliğinde beni çileden çıkartacak hafif gülüşünü boynum doğru verdikten hemen sonra boyun kıvrımımdan itibaren yalayarak kulağımın altına ulaştı "Daha iyi hissettirebilirim, güzelim. İster misin?" derin sesi suyun içindeki ayak parmaklarımı içe katlayarak kasılmamı sağladı, üstelik dudakları hala kulağıma çarpıp duruyordu "Tam buradan." bir elini kalçalarımdan sürüyerek tam arkadan kavradı beni "Sonra her yerinden."

Dişlerinin arasına kulak mememi sıkıştırdığı anda kendimi ona bastırırken buldum. Emiyor, ısırıyor ve iki kalçamın arasına soktuğu parmağıyla beni okşuyordu. Beni oyalamasından nefret ediyorsun, tamam, bazen yaptığımız sevgi dolu seksleri seviyor olabilirdim ama şu an değil. Gerçekten hiç değil.

Tırnaklarımı bacaklarının üzerine geçirip kendimi eline bastırarak feromonlarımı tutmayı bıraktım ve "Benimle oynama." diye hırladım.

"Neden?" kulağımın altını ıslakça yalayıp öptü "En çok tam buranın öpülmesinden hoşlanmıyor musun?" Penisimin ucunu parmağıyla okşayıp kapattı aniden ve yaslandığım sırtından nefes nefese öne eğildim "En çok bunu yapmamdan hoşlanmıyor musun?" kalçam arasından parmağını hafifçe ittirip geri çıkarttığında ise küvetin mermerine telaşla asılarak inledim "En çok parmaklarımın burada soluklanması seni delirtmiyor mu? Bunu sevmiyor muyuz? En çok birbirimizle oynadıktan sonra yaptığımız sekslerden keyif almıyor muyuz?"

Kafamın içi köpük kıvamına gelse de konu tahrik etme olduğunda Yoongi'nin üste çıkması beni delirtiyordu. Ve bunu bilerek yapıyordu, beni bilerek delirterek onu delirtmemi istiyordu, ben de her seferinde buna izin veriyordum çünkü tam olarak dediği gibi birbirimizi delirttikten sonra yaptığımız seksler en unutulmazlarım arasındaydı.

Kurdum da benimle aynı fikirde olduğu için bunu belirtmesine fırsat bırakmadan geniş küvetin içinde dönerek dizlerimin üzerinde yüzüne eğildim. Uzun saçlarından bir tutam yüzüne düşmüş, çarpık gülümsemesiyle bana sinsice bakarken ne kadar da ateşli bir adama dönüştüğüne bir kez daha hatırladım.

"Evet," diye dudakları üzerine fısıldarken ıslanmış ellerini masaj yağıyla kaplı tenimden yukarıya çıkartarak boynumdan yavaşça kavrayıp başparmağıyla dudağımın altını okşarken devam ettim "En çok bundan keyif alıyorum. Tam bu yüzden," ellerimi boğazındaki çiçeklerimize sürüp, pürüzsüz göğsünden penisine ilerleterek avucumun içinde okşadım "Sadece parmaklarını kullanacaksın."

Yüzünü bana yaklaştırdıkça geri geri gittim ve kucağına tam anlamıyla oturduğumda artık aynı seviyedeydik. Tıpkı benim yaptığım gibi eliyle kavradı penisimi. Diğer elinin parmakları ise kalçamın arasına yerleşti hemen.

Gözleri dudaklarıma kayarak onları yaladığında gülümsemesini iyice arttırarak parmaklarından birini içeriye ittirdi "İkisi de yeterli uzunlukta."

Ah, bunu o kadar iyi biliyordum ki... Her şeyiyle oldukça yeterliydi, hissettiğim doluluk yüzünden başımı geriye atıp gözlerim kayarken sert ve otoriter sesi kurdumu harekete geçirdi ve anında gözlerimi gözlerine kilitledim.

"Bana bak, Jimin. Gözlerini sakın benimkilerden ayırma." Ben onu oda hem beni çekip hem de parmağını hareket ettirirken cevap vermek zorlaştığı için yeniden tekrar etti "Duydun mu beni omega?"

"Mhh-hı," dedim zayıf bir sesle ama onayım onu tatmin etmemiş olmalı ki parmaklarını ikilemesi yüzünden bu kez daha netçe cevapladım "Evet, evet alfa."

Parmaklarının ve ellerinin düzenli bir ritimle hareket edişine karşılık dudaklarımı aralayarak yüzüne karşı ilkelce inlerken aynı ilkellikle bana eşik ediyordu. Kucağında sürekli kıvranıp duruyordu, sert küvetin mermerine tutunmaktan boğumlarım bembeyaz kesilmişti. Yoongi'yle gözlerimizin içine bakarak birbirimizi çekiyor olmak müthiş bir duyguyla kaplamıştı içimi ama çok zordu. Hele parmağını üçleyip ellerimin ve kendi elimin hızını arttırdığında mermeri tutan boştaki elimle uzamış siyah saçlarına tutunmak yok sürmedi. Onları öyle sıkı çektim ki yüzüme karşı hırlayarak parmaklarını daha derine ittirdi.

Dayanamayacak kıvamdaydım, elleri hiç durmaksızın hareketlerine devam ediyor, beni çıkmaza sürüklüyordu. Boşalmam gerekiyordu ama bunu sağlayacak o noktayı bilmesine rağmen bilerek dokunmuyordu.

"Dayanamıyorum, Yoongi, lütfen." dedim yalvaran gözlerle. En öldürücü gülüşünü kondurup dudaklarına,  avucuyla sıkıştırdı beni. Düzensizce inip kalkan göğsümdeki nefesle yeniden konuştum "Çok ihtiyacım var. Lütfen, lütfen alfa."

"Bu mu, bunu mu istiyorsun?" Çok istediğim noktaya parmakları defalarca değerken defalarca kez evet diye bağırıp kendimden geçmiştim. Titreyerek sona ulaşmak üzereyken Yoongi ona eşlik etmem için beni iyice sıkarak parmağıyla ucunu kapatıp geri açtı. Gözlerim saniyelik kaysa da ikimiz de göz göze geldik ama ben sonrasında dayanamayarak yüzümü boynuna gömüp sakinleşmeye çalıştım.

"Çok gıcıksın." dedim elleriyle sırtımı yavaşça ovalarken "Bir daha beni yalvartırsan cinsel hayatın elinden ibaret olur."

"Seni yalvartabildiğim tek an buyken bana suç atamazsın."

"Hamileyim ben, hamile birini yalvartmaya utanmıyor musun?"

"Hamile omegamla biraz önce gözlerimizin içine bakarak boşalmasaydık şu dediğini bir kez düşünebilirdim." derkenki gülüşüne ben de eşlik etmiştim. Sonra Yoongi beni güzelce yıkadı, havluyla kurulayıp güzelce vücudumu kremleyerek giydirerek ben kucağında dinlenirken şarabını içmeye devam etti. Günün yorgunluğunu kolları arasında, mis gibi kokusuyla mışıl mışıl uyuyacağımı düşünerek gözlerimi kapatsam da pek öyle olmadı.

Sabaha karşı dörtte Yuna'nın deli gibi hareketliliğinden dolayı belimin ve kasıklarımın ağrısına uyanmıştım. Yoongi de anında kalkmıştı benimle ve hastaneye gitmeyi teklif etmişti ama endişe edecek bir şey yoktu. Doktor Jonghyung, doğum ağrısının diğer ağrılar gibi olmadığını ancak o anı yaşadığımda bilebileceğimi söylemişti. Şimdiki ağrılarım her zamankiler gibiydi.

Evin içinde dört dönüyordum, yürümek bazen iyi gelse de bu kez pek öyle olmamıştı. Neyseki demlediğim armut çayı bir nebze iyi gelmiş televizyon karşısında uyuyup uyandığımda saatin neredeyse öğlen bir olduğunu görmüştüm.

"Günaydın," dedi Yoongi elindeki tepsiyi cam sehpa üzerine koyarken. Üzerinde siyah takım elbisesi, yakasında sözcülerin taktiği broş vardı.

"Günaydın, nereye?" diye sordum en sevdiğim baget ekmeğe yapılmış sandviçi ısırırken. Yoongi sıkıntıyla yanıma oturup önce benim başımı sonra da Yuna'yı öperek cevapladı "İmza için Yangju'ya gitmem gerek."

"Uzun mu sürecek?"

"Birkaç saat."

Omuz silkim tamam dedim. Bütün ömrüm onunla geçecekti birkaç saate katlanabilirdim, zaten sırf huysuzluk yapıyorum diye bütün işlerini evden yürütüyordu, ben de bu süreçte biraz evle ilgilenir resim çizer biraz da Yuna'nın odasına çekidüzen verirdim.

Tamam dememi biraz garip karşılamıştı ancak sorun olmadığını da bildiği için gönül rahatlığıyla evden ayrıldı. Ben de dediğim gibi kendime vakit ayırdım. Bir şarkı açtım, akşam için uskumruları marine ederek dolaba koydum, Yuna'nın doğum çantasını yeniden gözden geçirip kapının yanına bıraktım ve biraz da resim çizdim. Eğer Yuna büyürken halledebilirsem bir sergi açmak istiyordum, onun taslaklarına şimdiden başlamıştım.

Birkaç saat sonra evdeki sessizlik beni garip bir şekilde boğmuştu. İçime garip bir his yerleşti ve gidip su içmek istedim. Dolabı açtım, soğuk ve dışarıdaki ılık suyu karıştırıp kafama diktim. Yuna da bu sırada hareketlenerek içimdeki garip hisse ortak oldu.

"Ne?" dedim elimle karnımı okşayarak "Sessizlik garip değil mi, babayı özledik sanırım. Arayalım mı? Ne zaman gelecekmiş öğreniriz hem?"

Bardağı bırakıp telefonumu almak için mutfak adasına uzandığımda doktor Jonghyung'un bahsettiği, pek de normal olmayan bir ağzı bütün karnımı ve kasıklarımı kaplamakla beraber belime de vurarak tökezlememi sağlamıştı.

Yutkunup görmezden gelmeye çalıştım ama gerçekten normal değildi. Doğum planlanmıştı, Yuna'nın iki hafta sonra gelmesi gerekiyordu, bu tamamen plan dışıydı.

Telefonda Yoongi'nin adını gördüğümde kafamda hızlıca düşünmem gerekiyordu ve bunu sakin bir şekilde yapmam. Nerede ve ne kadar sürede geleceğini bilmiyordum, geldiğinde ne halde olacağımı da. Ama ambulansı ararsam beni belli bir süde alıp direkt hastaneye götürürlerdi, ambulansı aradıktan sonra Yoongi'yi arayabilirdim. Evet, en mantıklısı buydu, o da direkt hastaneye giderdi ve orada buluşurduk, vakit kaybetmeye gerek yoktu, kaybedecek vaktim yoktu.

Yoongi'nin çağrısını reddedip hemen acil çağrı merkezini aradım ve gerekli bilgilerimi vererek tutuna tutuna kapıya ilerleyip açtım, çantanın yanına oturduğum gibi Yoongi'yi aradım.

"Jimin, ne oluyor? Neden açmıyorsun siktiğimin telefonunu?"

"Yuna... Ambulansı aradım, direkt hastaneye gel." dedim yüzümü buruşturarak. Karnımın altına doğru, kesesinden çıkmak için baskı yaparak patlayacakmışım gibi hissettiriyordu. Korkunç bir ağrıydı ama şu an iyiydim.

"Sikeyim, bana bunun doğum sancısı olduğunu söyleme!" acıyla bağırırken bağımız sayesinde onun da hissettiğini anlamıştım "Acıtıyor!"

"Bağırma! Benim içimden çıkmaya çalışıyor, sana ne oluyor?"

"Acıyor! Bu normal mi?"

"Sikeyim canım acıyor Yoongi. Ağlayacaksan kapatacağım!"

"Kapatma!"

"Sen de bağırma!" elimi karnımın altına bastırıp düzenli bir şekilde nefesler alıp vermeye çalışırken bedenimi de gevşetmek için çabalıyordum ve Yoongi'nin acıyla inleyip durmasına katlanamadığım için sinirle "Yoongi, hiç yardımcı olmuyorsun. Kapatıyorum." deyip yüzüne kapatmıştım. Beş dakika sonra da asansörün geldiği sesini duyarak gelen sağlık çalışanlarıma seslendim. Beni dikkatle aşağıya indirip ambulansa yerleştirerek hasteneye vardık. Tanrıya şükür ki doktor Jonghyung'un herhangi bir ameliyatı yoktu ve bu beni inanılmaz rahatlatmıştı.

Beni özel bir odaya aldılar önce, Yuna keseden çıkmaya çalışırken karnımın içindeki çeperin yırtılmasını bekleyecektik ve bu birkaç saat kadar sürecekti. Hemşirelerden biri sancılarımı ölçmesi için toco ve Yuna'nın kalp atışlarını ölçmesi için de fka probu bağlayıp elimin üzerine damar yolu açtığı sırada içeriye Yoongi girdi. Bir kavgadan çıkmış gibi sendelerken ona garip garip baktım çünkü saçı başı dağılmış, üzerindeki kravat gevşetilerek gömleğinin iki düğmesi açılmıştı.

"Ağrı kesici!" diye inledi yanıma ulaşıp nefes nefese elini tuttuğunda "Tanrım neden ağrı kesicilerle rahatça atlatacağın bir doğumu seçmedin?"

Kafamı sikeyim demek istesem de bu haldeyken bile karakterimden ödün vermeden "Bu halini görmek için değerdi."diyerek gülmeye çalıştım ama sancı girdiğinde yarım kaldı "Ah!"

"Ahh!" Dedi o da ve kasıklarını tutarak kıvranmaya başladı. Bir saat içinde kocaman, bana istese diz çöktürecek olan bir alfanın ayılıp bayılmalarına hatta neredeyse gözlerinin dolup ağlayacağına şahit oldum.

"Bir daha asla! Çocuk falan yok, bitti, asla! Siktir, ölüyorum." diyerek yaklaşık bir saattir yuvarlandığı ve başını gömdüğü koltuktan acıyla bağırmıştı.

Ağrım olmasa ona kahkahalarla gülebilirdim fakat çeperin yırtıldığını haber veren o inanılmaz sancıyla alet artık doğumun gerçekleşmesi gerektiği sinyalini verdiğinde hemşireler, beni ameliyathaneye götürmek için gelmişlerdi. Yoongi'nin de benimle gelmesi gerekiyordu ama hala acıyla yuvarlanmaya devam ederken seslenişime azarlama dolu bir yanıt vermişti "Tanrım, nasıl gelmemi bekliyorsun, kasıklarım parçalanacak şimdi. Git, tanrı aşkına gelebilirsem geleceğim!"

Hemşireler beni kapıdan çıkartırken ona hak versem de beni duyacağı şekilde doğuma girmeden öfkeyle bağırdım ona "Sen alfaların yüz karasısın Min Yoongi! Evli olsaydık seni boşardım!"

ÖZLEMİŞİM 😭

Bir bölüm daha gelecek özel bölüm olarak 🫡

Continue Reading

You'll Also Like

12.2M 590K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
234K 19K 32
taehyung yorgun, jeongguk ise bencildi. • • bts #1 '22.08.21' • semekook #1 '20.08.21' • hayrankurgu #3 '20.08.21' • bangtan #1 '24.08.21' • texting...
498K 57.4K 33
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
33.1K 2.7K 24
Senin gibiler verdiği aşkı geri isterler. Ve benim gibiler 'değiştim' dediğin zaman inanmak isterler. Beni avucunun içine aldın, Şimdi dağıttığın par...