Counterclockwise | Yoonmin

By sadqueenx

133K 12.1K 11K

Bir kum saatinin içindeki kum aksa da tükenmez, tükenmediği gibi size geri döner. - Yoonmin x Omegaverse 19.0... More

Counterclockwise
OMEGAVERSE
1|Green grapes and sweet almonds
2|Submissive kitty
3|Bound with ring
4|Our birthmarks
5|Olly olly oxen free
6|Scent
7|Do you want me to stop?
8|Don't...
9| Can i sleep next to you?
10|More than love
11|Dragon blood and cinnamon
12| Round table wolf
13| Our scars 1/2
14| Our scars 2/2
15| Touch
16| 'Yi ri san qie'
17| Liar's candle
18| Last favor
19| Goodbye, dear friend
20| End of everything
21|'Shuushi'
22| 'Unmei no akai ito' 1/2
23| 'Unmei no akai ito' 2/2
24| God hates lovers
25| Sands & Clocks
26| Hamlet, Romeo and other lovers
Final
-Teşekkür-
special episode 1
special episode 2
Special episode 3
Special episode 4
Special episode 5
-başka bir evrende, en güzel halleriyle-

27| As before

3.5K 287 238
By sadqueenx

"Fazla kişiseldi, bir şeylerin karşılığıymış gibi... ve fazla kalıcı, birbirimizin ne olduğumuzu ve olmadığımızı sürekli hatırlatacak kadar kalıcı."

Önümüzde geçirdiğimiz bir dolu koca haftanın benim için önemi kelimelere sığdıramayacağım kadar fazlaydı. Jimin'i daha önce hiç bu kadar... Vahşi mi demeliydim aşırı aktif mi demeliydim bilmiyorum ama gerçekten normale dönmüş gibiydik. En azından birbirimizi sevme bakımından çünkü sevişmelerimiz tüketme odaklı değildi. Daha çok hissettmeye dayalıydı. Çiçeklerimizin neredeyse eskisi kadar renklenmesi daha çok onu hayata döndüren bir şeydi çünkü Jimin'in içinde sakladığı tüm benliği artık bana karşı çok açıktı. Bir nevi eski hali gibiydi. Kokusunu saymıyorum çünkü beni gerçekten delirtiyordu, hele bir de beni mühürlemesinden sonra o koku asla ama asla gitmez olmuştu burnumdan.

Jimin'in belinden tutup kucağımdan hafifçe kaydırdığımda sızlanarak bana yeniden sürtünmeye, dudaklarımı daha şiddetle öpmeye başlamıştı. Bilmem kaç dakikadır öpüşüyorduk, beni kıyafetlerimiz üzerimizdeyken de boşaltabileceğini tüm şiddetiyle anladığımda çok geçti.

Bir elimle sardım belini diğeriyle de siyah saçlarının arasına geçirerek bizi ayırdım "Nefes almama izin ver Jimin-ah." dedim ama huysuzca dudaklarımı geri almak yerine bu sefer boynumdaki çiçeklere kapandı. Pekala, onu anlayabiliyordum, uzun süredir kurdu ortalıkta yoktu ve cinsel açıdan tamamen pasifti bir hafta öncesine kadar. Böyle bir patlama yaşaması oldukça normaldi, doktor da aynı fikirdeydi. Utangaçlığıysa yerini edepsiz bir tatlılığa bırakmıştı. Bir kurt için kurt ruhumuz çok önemliydi, eğer o olmazsa kaybolmuş olurduk ve o uzun süredir kaybolmuştu. Yani fiziksel bir sorunu yoktu hiçbir zaman, sadece kurdunun olmayışının bedenine etkileri vardı ve artık kurdunun geri gelmiş olması bir yana beni mühürlediği için de benim kurdumdan da güç alıyordu. Enerjisi buradan geliyordu. Bundan asla şikayet ediyor değildim, son bir hafta içinde gerçekten sevişmediğimiz tüm o zamanları telafi etmiştik. Duşta, salonda, aynalı komodinin üzerinde ve tanrım, mutfaktaki adanın üzerinde defalarca... Hiçbir sorun yoktu fakat onun kurdunda hissettiğim bir yanlışlık vardı benimkine dokunan. Ötelediği çok belliydi ve çaktırmamaya çalışıyordu. Önemli bir şey olmadığını bilsem bile yine de oradaydı ya, korkutuyordu çok fazla.

Çiçeklerime attığı dil darbesiyle inleyip onu kendime bastırdığımda buna bir dur demenin zamanının geldiğini anlamıştım. Bitmek bilmeyen enerjisini anlıyordum ama hayatımıza sadece sevişerek devam edemezdik. Ve her şeyden ayrı olarak bir şeylerin bu şekilde yanlış olabileceği düşüncesi oralarda bir yerlerdeyken buna devam edemezdim.

Onunla yerlerimizi değiştirip üzerine çıktığım ilk anda bacaklarını belime dolamış beni kendime bastırmıştı. Yine zar zor uzaklaştırdım kendimi ondan ve nefes nefese aralık dudaklarına bakınmadan gözlerine odaklandım "Dur artık."

Kaşlarını çattı ve ellerini boynuma dolayarak belini kıvırıp bana sürtündü "Yoongi..." dedi yavaşça ve devam etti "Kurdum uzun süredir yoktu ve onu bastırıyordum. Uzun süre kurdun yoksa ne olur biliyor musun?"

"Ne olur?" diye sordum ama keşke sormasaydım çünkü omegamın dudakları öyle şeytanice gülümseyip gözleri öyle ışık dolu parladı ki... Ve yavaşça yükselip dudaklarını kulağıma yaklaştırıp fısıldadı ki...

"Çok fena azarsın"

Nasıl yutkunduğumu bilemiyordum ama kendimi tebrik edecek güçlükle omegamın üzerinden sıyrılıp uzaklaştım. Yormak istemediğimden kendini aşırıya kaçmamak için tutuyordum ama o bana yattığı yerden nefes nefese ters bakışlar atıyor, bütün duygularını kokusuna işliyordu. İnanılmaz sinirlenmişti "Eskisi gibi ilgili değilsin alfa."

Öfkeli haline ve öpüşmekten şişmiş dudaklarından çıkan sözcüklere hayretler içinde kalarak bakındım. Bana bunu söylüyor olamazdı, değil mi? Çünkü tam tersiydi, bunu nasıl görmezdi? Hayatımın tüm odağı onun üzerindeydi ve açıkçası bu beni biraz kırmıştı.

Bir şey söylemeyerek doğrudan bakıyordum gözlerinin içine anlaması için. Elbette anlamıştı, gözlerindeki bakış anında yatışmış yerine daha yumuşak bir ifade gelmişti artık. Ardından ondan bana yayılan ve bende de uzun zamandır olan hisler sanki uzun zamandır orada bir yerlerdeymiş gibi çarptı bana yine.

"Yoongi-"

"Yemek hazırlayacağım." diyerek kalktım hemen ve  mutfağa ilerledim. Konuşmaktan kaçtığını fark etmiştim mutfakta yemek için bir şeyler çıkartırken. Uzunca düşünmedim ama, öyleydi bence. İlk başta mühür yüzünden olabileceğini hissetmiştim sonra mührün rahatsızlık vermediğini anlamıştım. Gerçekten Jimin'in söylemediği ve içinde çığ gibi büyüyen düşünceler vardı.

Mutfağa girişini önce feromonlarından sonra da ayak seslerinden anladım. Tezgaha çıkışını bekledim fakat o beni yanılttı, bunun yerine elleriyle belimi sararak dudaklarını hafifçe sızlamakta olan mühür yerine bastırıp nazikçe öptü sonra da fısıldadı "Özür dilerim."

Dudaklarının dokunuşuyla ellerinin altında titrememe ve kendimi geri çekme isteğime rağmen bunu yapmadan "Ne için özür dilediğini bilmek istiyorum. Çünkü bir şey olduğunu biliyorum Jimin." dedim

"Seni kaybetmekten korkuyorum." diye yanıtladı hemen. Belimdeki kollarını kendimden sıyırıp onları bırakmadan döndüm ona şaşkınca. Başını öne eğmişti, bakmaktan çekiniyordu.

"Seni bırakmayacağını defalarca söylemiştim."

"Uzun zamandır kokum olmadığı için ne kadar acı çektiğini biliyordum. Ben sandım ki... Kokumu ne kadar çok solursan o kadar çok telafi ederim."

"Zeki bir omegayla birlikteyim sanıyordum. Meğer aptalmışsın."

Dudaklarını bükerek derin bir nefes aldığında çenesini yavaşça tutarak bana bakmasını sağladım. Kahve, minik gözleri ilk önce kaçtı benimkilerden ama sonra yakaladım onları ve hiç kaçamadılar. Sessizce bana baktı, gözlerimin içine, en derinlere hapsettim iyice kavraması için. Ona olan hislerimi anlaması ne yapmam gerekiyordu daha bilmiyordum, kendimi bile mühürletmiştim. Onu sadece kokusu yüzünden sevemezdim ki, biz bağlıydık iplerimiz ne kadar dolanırsa dolansın yine de bulurduk birbirimizi. Eksik olan neydi şu anda?

"Değiştin ve bu beni korkutuyor."

"Değiştim çünkü sana olan hislerim büyüdü, sen değişmedin mi?"

Saatlerdir öpüşmekten şişmiş kiraz kırmızısı dudakları aralandı sorumla fakat geri kapanıp başını eğmeye çalıştı yine kaçınarak. Bundan hoşlanmıyordum işte, güzel yüzünü benden sakınmamalıydı hiçbir zaman. Gözleri hangi duyguyu barındırırsa barındırsın bende kalmalıydı. Bu yüzden de çenesinden tuttuğum için kaşlarımı kaldırmış, yapmaması için engellemiştim onu. Küçük parmaklarını bileğime sarıp çenesinden ayırarak parmak uçlarımdan öptü beni "Değiştim, ama sevgi ve hisler nasıl büyür bilmiyorum. Kafam çok karışık, toparlamak istiyorum ama olmuyor."

Ona öfkelenmek, kızmak istiyordum ama yapamıyordum çünkü düşüncelerinin karışması normaldi. Doktor da bu şekilde söylemişti, henüz yeni iyileşiyordu, hemen düzelmesini beklemek hataydı ama düşünmeden duramıyordum işte. Düşününce de istemsiz bir şekilde öfkeleniyor alınıyordum. Ama yine o bakışlara, o dudakların titreyişine karşı koyamayarak onu kendime çekip sıkıca sardım. Ellerini karşılıkla belime sardı hafifçe sıkarak ve derince bir iç çekti "Çok kızdın mı? Çok üzüyorum seni değil mi böyle şeylerle?"

Aniden aklıma gelen şeyle gülmeden edemedim "Jungkook dediğinde asla ihtimal vermemiştim." bir kolumla onu sıkıca sarıp diğer elimi de başının tepesine götürüp, saç diplerini hafifçe okşadım "Gerçekten de 'bir gün senin ağzından daha beter aşk sözcükleri çıkacak, görürsün' derken yanılmıyormuş. Sana binlerce şey söylemek istiyorum ve bunu eski Yoongi asla yapmazdı."

Kalbimdeki ani sızıyla bir burukluk sardı dört bir yanımı ve bunu Jimin de hissetmiş olmalı ki başı göğsümden ayrılıp bana bakma gereği duydu. Jungkook'u anmam pek iyi hissettirmemişti, onu da hissettirmemiş olmalıydı. Belki de hala kendini suçluyordu ve ben bunu hatırlatarak içindeki acıyı pekiştirmiştim ki ben de çok iyi hissetmiyordum bu konu hakkında. Jungkook'un acısı hala derinlerindeydi, hissediyordum, asla hafiflemiyordu açık bir yara gibi orada duruyordu.

"Yoongi-"

"Şimdi değil, tamam mı? Acıktım. Yardım et de çabuk hazırlayalım." Onu bölerek konuyu değiştirdiğimde üstelememesine sevinmiştim. Bir haftadır iyi gidiyorken ikimizi de kötü hissettirecek şeylerden bahsederek duygularımızı mahvetmek istemiyordum doğrusu. Belki de yanlış bir düşünceydi ama gerçekten Jimin'in moralinin bozulmaması için her şeyi yapabilirdim. Onun da benim için yapacağını biliyordum.

Çenesini göğsüme dayayarak aşağıdan yukarıya baktığında hafifçe renklenmiş çiçeklerinden öptüm. Boynumdan enseme, oradan da mühür yerime doğru bir titreme geçti, belime sardığı kolları eş zamanlı sıkılaşmıştı bununla birlikte. Onları her öpüşümde bana ve ona etkisine bayılıyordum ve artık beni mühürlediği için yanımda olmasa bile kokusu bir an olsun gitmiyordu burnumdan. Onu her daim yanımda hissediyor, bana en yakın olduğu anlarda iki kişi değil de tek bir vücut oluyorduk. Bu öptüğüm de öyleydi, devamı da gelecek gibiydi, eğer o da benimkileri öpse muhtemelen bir fitili ateşlerdik ama yapmadı, yapmadı çünkü henüz fark edemese de o da değişmişti. Bana olan sevgisi büyümüştü ve artık düşüncelerimize daha çok değer veriyorduk.

Ona verdiğim şeyleri birer birer masaya koyarak çabucak hazırladık. Basite kaçmıştım yine, bir ramen yapmış üzerine de yumurta kırarak yeşil soğanları salçada kavurmuştum. Sanırım öfkeli olduğum değil de düşünceli olduğum zamanlar ramen yapıyordum.

Jimin'le masaya oturduğumuzda ikimiz de tabaklarımıza ortadaki tencereden ramen aldık. Eskiden sevişmek haricinde günlük yaşantılarımızda nasıl olacağımızı pek umursamadan geçip gidiyordu günler fakat şimdi bir sonraki gün onun hangi huyuna şahit olacağımı bilmeden, heyecanla ertesi günü bekliyordum. Bir ara sona kalan yumurtayı kim alacak diye çubuklarla kavgaya bile tutuştuğumuzda bugünün ilk huyuna şahit olmuşum. En son ben onu ittirip yumurtanın hepsini ağzıma attığımdaysa öfkeyle masadan kalkmıştı. Hayatımızın normal akışına dönmesine mutluydum yani. Sinirlenmesi, öfkelenmesi, sevmesi, öpüşü, bakışı... Her şeyine şahit oluyordum böylece.

Masadan kalkarak koltuklara geçtiğinde surat asarak kollarını göğsünde birleştirip bana kötü kötü baktı. Demek yemeklerin son lokmasının yenmesinden hoşlanmıyordu, eh, eğer bu şekilde somurtacaksa üzgünüm ama bu suratı görmek pahasına son lokmalar için daha çok kavga edecektik.

Gülerek bakışlarımı ondan çekerek masanın altından onu kucağıma almam için ayağıma vuran Yeontan'ı alıp biraz sevdim ve sıkıca sarıldım. Bu sıralar bana fazla düşkündü, sanırım alışmaya başlamıştı. Artık daha keyifliydi, yemeklerini düzenlice yiyordu. Şimdi ise daha farklı bir sorunumuz vardı onunla ilgili çünkü Yeontan omegalardan pek hoşlanmıyordu, Jungkook'un bu konuda fazlaca çektiğini biliyordum, Jimin'in de uzun zamandır kokusu olmadığı için sorun olmasa da artık onu gördüğü her noktada kokusunu alışıyla hırlamaya başlıyordu. Şimdi yine kollarım arasındaydı fakat gözlerinin Jimin'de olduğundan emindim çünkü Jimin de tam olarak ona bakıyordu. İkisi arasındaki öfke dolu gerilimi hissediyordum, korkunç derecede komiklerdi. Üzerine bir de Jimin koltuktan kalkıp bana doğru yaklaşırken birbirlerine hırıldaşmalarını duymak daha fenaydı. Yeontan küçük olmasına rağmen Jimin'le kapışırken iyi bile dayanmıştı ama maalesef çok sürmedi ve kucağımdan yere atlayıp Jimin'e doğru havlamaya başladı. Sonra ise Yeontan'ın atladığı yere, kucağıma Jimin oturarak yerleşti, ellerim yerini biliyor gibi kalçalarını bulmuştu çoktan, yerleştiği yerden de sessizce birbirlerine bakmaya başladılar. Bazen Jungkook bana anlatırdı da inanmazdım ama gerçekten anlattığı kadar varmış, bazı köpeklerle omegalar birbirlerini gerçekten sevmiyorlardı.

"Dişine göre birini bul köpekcik." diye tısladığında en net haline şahittim bu olayın.

"Bu gerçekten yaşandı mı az önce? Bir köpekten mi kıskanıldım?"

"Tek bir şey daha söyleme."

"Jimin-"

"Sus dedim."

"Çok güzelsin." Aniden böyle bir şey söyleyişim yüzünden afalladığını görmem onu gözümde daha da güzel yaptı. Çünkü o gerçekten tüm zamanların en güzel omegasıydı, hayır hayır, Jimin tüm zamanların tek ve en güzel omegasıydı. Bembeyaz, yumuşacık teni, simsiyah saçları, minicik burnu ve kalbe benzeyen kiraz dudaklarıyla eşi benzeri yoktu gerçekten. Ellerimin altındaydı, ne zaman istersen dokunabileceğim ve ne zaman isterse dokunabileceği yakınlıklaydık.

Ellerimle sardığım kucağımdaki bedeni biraz daha sıkıştırıp çenesinden hafifçe öperek gülümsedim, bir önceki hayatımdan ve şimdiki hayatımdan kalma korkularım artık kalmadığından hislerimi kolayca dışarı öfkesiz vurabiliyordum. En azından sevgimi, çünkü henüz ikimiz de toparlanamamıştık tamamen, toparlandığımızda eminim eski zamanlardaki gibi birbirimizi yemeye başlayacaktık.

O da karşılıkla aynı şekilde gülümsediğinde bu çok sürmedi. Çok iyi bildiğim sıkıntılarla dolu olan o derdini feromonlarından önce çiçeklerimde hissettim. Bu hissin ne zaman geçeceğini merak ediyordum, canının hiçbir şekilde sıkılmasını istemiyordum, iyi olmalıydı.

"Bir şey söyleyeceğim ama hemen itiraz etme." dedi ellerinden birini saçlarımın arasına geçirerek diplerimi ovuştururken.

"Pazarlık yok, söyle."

"Psikologa gitmes-"

"Böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Bugün doktora gideceksin."

"Ama-"

"Jimin." dedim son kez kaşlarımı çatarak otoriter bir sesle. Her şey için taviz verebilirdim fakat doktora gitmek konusunda asla veremezdim çünkü zaten bu hafta doktora gitmemişti. Doktor da kurduna kavuşmuşken ruh eşiyle vakit geçirmesinin en doğru karar olduğunu söylemiş, bir sonraki hafta için randevulaşmıştık. O gün bugündü ve ucunda büyük bir kavga olsa bile o doktora gidecekti.

Kucağımdan hızlıca kalktı ve ben de peşinden kalkıp kirlileri toparlarken ekledim "Üzerini giyin, mutfağı toparlayınca çıkarız."

"Gitmek istemiyorum. Düzeldim işte kurdum da geldi, konuşacak bir şeyim yok."

Tencereye suyu koyarak eldiven geçirdiğim ellerimle döndüm ona ve sorar gibi baktım. Bana bunu söylerken sesinin titremesinden belliydi bazı şeyler. Konuşacak bir şeyleri o kadar fazlaydı ki ve ben sırf bu yüzden kaçmak istediğini biliyordum ama kaçamayacaktı.

Uzunca bir süre birbirimize bakındık. Öfkeli ve kontrol etmek isteyen, benimkini baskısı altına almaya çalışan feromonları burnuma, ciğerlerime doluştu. Beni mühürlediği için üzerimdeki etkisinin fazla olduğunu, kurdumun zincirlerini dürttüğünü hissettim ama o zincirleri elinden almak pek zor olmadı. Nihayetinde ben bir alfaydım ve güç kurulması durumlarında baskınlık kurmak doğamda vardı. Kokumun şiddetiyle sarsılmasına ilk kez gözlerimle şahit olmuş, yüzünündeki her mimiğin değişimini izlemişti. İki yanda yumruk olmuş elleri çözüldü önce, sonra da bir adım geri gitti.

"Of!" demişti yüzünü buruşturarak feromonlarını etrafa yaymayı bırakıp odaya topuklarını vura vura giderken. Zafer kazanmak değil de, üstünlüğü kuramamasına memnundum. Doktor konusunda bocalamak yapabileceğim bir hata olmamalıydı.

Bir on dakika içinde bulaşıkları halletmiş, bir süre Jimin'in öfkeyle etrafta dolanma seslerini dinlemiştim. Aslında daha çok sıkıntılı ve öfke dolu kokusunu da soludum denilebilirdi çünkü sürekli kendisiyle çekişme halindeydi. Sesi kesildiğindeyse artık biraz da olsa sakinleşmesi adımlarıma odama yöneltmem gerektiğine dair bir işaretti. Göreceğim şey elbette mutlu bir yüz olmadığı gibi toplu bir oda da olmamıştı. Zaten belliydi giyecek bir şeyler seçemediği, hatta giydiği koyu yeşil kazak ve siyah pantolondan da memnun olmadığına ant içebilirdim.

Kolları göğsüne bağlı suratı beş karış yatakta oturan omegamla konuşmadan üzerime beyaz bir gömlekle pantolon geçirip yan gözle onu izledim. Bağladığı kolundan ara ara kaşıyordu solmuş yaralarını, ara araydı çünkü dikkat ediyordu kaşımamaya, kaşımazsa iyileşeceğini anlamış olmalıydı.

Dolabın en sağından renkli, yünlü bir polarla uzun ve beyaz örme atkı çıkartıp Jimin'in karşısına geçerek giymesi için tuttum. İnatlaşmadan kalkıp giydirdim, önündeki fermuarı çekerek atkıyı da doladığımda iyi ve sıcak görünüyordu. Havalar pek soğuk olmasa da o şu an bir ceketle çıkamayacak kadar üşürdü, emindim.

Atkıdan dolayı kapanıp nefes alışını etkileyen yünü sinirle aşağıya indirerek gitmeye kalktı ama arkasındaki şapkasından yakaladığım gibi kendime çektim, sırtı göğsüme yaslanacak şekilde sarıldım ona. Dudaklarım hemen kulağının altındaydı, kokusu doğrudan ciğerlerime yol alarak bütün yollarıma baharı getirmişti. Kasılmış bedeni kollarım arasında gevşemeye başladığında kollarımın sıkıldığını arttırdım ve sonra onu serbest bırakarak önce evden ben çıktım. Arabaya gidene kadar pek konuşmadık, hatta arabada da konuşmadık. Garip bir hava vardı aramızda, buz gibi değildi, sıcak hiç değil. Sadece... Bir anda böyle davranması, doktora gitmesi için zorluyorum diye takındığı tavır... Bana karşı değildi, sanki kendi kendine engel koyuyordu.

Sessizce geçirdiğimiz yolculuğumuzun sonunda hastane önünde otoparkta ellerimle direksiyonu sıkıca kavrıyor, dudaklarımı birbirine bastırıyordum. O da başını öne eğmiş parmaklarıyla oynuyordu.

"Seni aradığımda telefonunu lütfen aç." dedim dümdüz karşıya bakarak. Öylece sessizce arabadan çıkıp hastaneye gideceğini düşünmüştüm ama beni yanıltarak yanaştı ve dudakları tüy kadar hafif bir şekilde yanağıma dokunarak arabadan inip gitti. Minik ama etkili dokunuşu yanağım haricinde ruhuma da temas etmişti böylece. Birbirimize kullandığımız diller bile değişmişti artık, önceden olsa belki bana küfür edecek iki tane de yapıştırıp gitmeye çalışacaktı ama şimdi öyle değildi. İyi hissettirdi bana, tüm o arada kalmışlık gitti, çiçeklerim hafif hafif ısınarak kasılmalarını kaybetti. Dudaklarımda aptal bir ifadeyle o kapıdan girene baktım sonrasında ise Yangju'ya sürdüm. Çıkacak yasa için imza atmam gerekiyordu, ah bir de şu mühür olayım vardı. Onu da halletmeliydim.

Arabadan inip yakama bronz broşu takarak içeri girdim. İlk başta direkt olarak toplandığımız odaya girecektim fakat babamın çalışma odasının kapısını aralık gördüğümde adımlarımı çevirip kapıyı araladım. Kim Reun, çalışma masasında bir elini başına dayamış dosyaları dikkatle incelerken bir eliyle de boynundaki uzun gümüş kolyenin ucuyla oynuyordu dalgınca. İçeri girdiğimde kolye parmakları arasından düşüp masada ufak bit ses çıkardı böylece ben de onun hangi kolye olduğunu anlayabildim. Melek figürü olan bir madalyonla bir zambağı temsil eden eskitme sembole sahip kolye, Jungkook'un yaklaşık bir yıl önce kaybettiği kolyeydi.

Reun masadan doğrulduğunda kolye yeniden boynundan aşağıya sarktı "Ah, geldin mi?" diye sordu hafifçe gülümseyip.

"Evet. Jungkook'un değil mi o? Uzun zaman aramıştı, sende miydi?"

Kolyeyi avucunun içine alıp hafifçe sıkarak "Başından beri bendeydi." dedi burukça, gülümsemesi de aynı burukluktaydı. Yanına adımladım ve masaya dayandım Kore'nin en az yüzdelik diliminin sahip olduğu en açık, sarıya yakın, yorgun gözlerine baktım.

"Neden geri vermedin? Çok aradı onu ama bulamadı."

"Onda da bana ait bir şey vardı. Pek adil bir alışveriş değildi."

Bazı şeyleri açıklamasına gerek yoktu, aralarındaki ayrıntılara da girmeme gerek yoktu. Kısaca onu koşulsuz seviyordu işte, Jungkook'da da ona ait olan bir şey olduğunu söylerken kast ettiği muhtemelen kalbiydi ve evet aslına baktığımızda kaybolan kolyeyi bilerek vermediği açıktı, kalbi de artık Jungkook'un küllerine karışmıştı, nereden bakarsanız bakın adil değildi ama yine de bir şekilde devam ediliyordu hayata. Gidenler gidiyor, kalanların mücadelesi bu noktada başlıyordu.

Reun'la biraz daha sohbet ederek diğer sözcüleri bekledik ve sonra hazırlanmış son taslağı gözden geçirip son imzalarımızı attık. Konu en sonunda benim mührüme geldiğinde olay çıkabileceğini düşünsem de tam tersi oldu çünkü artık bazı şeyler değişiyordu. İnsanlar korunmada olsun ya da olmasın özel ilişkilere müdahale etmemeye başlamıştı. Belki bu normal bir mühür olsa tepkileri farklı olabilirdi fakat biz zaten ruh eşiydik, ya birlikte olacaktık ya da birlikte ölecektik.

Yangju'daki işim bittiğinde Jimin'i aradım fakat ulaşamadım. Kötü bir his yoktu içimde ama ona ulaşamamak beni tedirgin ediyordu. Doktor seansında olduğunu biliyordum, ondan açmıyordu bundan emindim. Ona güvenim sonsuzdu, sadece bana bu olayın hatırlattığı şey bambaşkaydı çünkü Jungkook'un öldürüldüğü gece aramalarını yanıtlamamıştım. Ben, kimsenin telefonlarını yanıtlamazdım, sırf bu huyum yüzünden belki o akşam o telefonu yanıtlasam, olaylar daha farklı gelişebilirdi. Korkum tam olarak buydu, biliyordum fakat engel olamıyordum kötü düşünmeme.

Olabilecek en sakin şekilde sürdüm arabamı. Çiçeklerim ben sözcülerle konuşurken ara ara sıcaklamış, bazen de içime sıkıntı dolmuştu. Doktorla konuştuğu içindi tüm bunlar, konuşurlarken duygu durumunun değişimine an an şahit oluyordum, sonunda toparlanmıştı, onu hissediyordum ama neden telefonunu açmadığını anlayamıyordum.

Hastanenin önüne geldiğimde park edip indim ve içeri yürüdüm. Her adımım beni zorluyor, ensemden aşağıya soğuk terler yolluyordu. Yutkunmaksa bin beterdi, bütün bedenim kasılmıştı yukarıya doktorunun asistanına çıktığımda. Beni gördüğünde kocaman gülümseyerek ayaklandı, onun aksime benim dudaklarım fazla gergindi. Yine de ona az da olsa dudak kıpırdattım ve selamına kaşılık verip korka korka çıkardım o soruyu "Merhaba, Jimin içeride mi?"

Düşünmekten korktuğum, aklımın ucuna getirmek istemediğim ve kulaklarım duyarsa aklımı yitireceğim o cümle asistandan sanki öylesine, basit bir şekilde çıkıvermişti "Bay Park'ın seansı yirmi dakika önce bitti."

Gözlerimi kapatıp asistanın deskine tutunarak gözlerimi kapattım ve devrilmemeye çalıştım. Korkularım yavaş yavaş açığa çıkıyordu, seansı bittiyse neredeydi, neden telefonunu açmıyordu, tanrım...

"Bay Min, iyi misiniz?"

Ona elimle iyi olduğuma dair işaret yaptığımda aslında çok da iyi sayılmazdım. Sesi bile boğuk gelmişti kulağıma, hiç iyi değildim. Kalp ritmimin normalin dışında hızla artıyordu, Jimini tam çiçeklerimde, mühür yerimde hissediyordum ama yok gibiydi. Sanki bir boşlukta süzülerek etrafa çarpıyordum. Jimin'i bulmam gerekiyordu, çiçeklerimde attığını bildiğim kalbini ona sarılarak göğsümün diğer yarısında hissetmeliydim.

Ne yaptığımı bilemez bir halde hastane koridorlarında olmadığını bile bile koşturdum, her kapıyı açıp birer birer baktım. Hatta bir kişiyi o sandım ama olmadığını gördüğüm anda içimdeki kaybolmuşluk hissi daha da arttı. O an için umurumda olan tek şey Jimin'di. Odak noktam oydu ve ben delirmiş gibi koşuyordum. İnsanlara sorduğum tek soru ise 'burada siyah saçlı, yeşil üzüm kokulu bir omega gördünüz mü'ydü. Aldığım yanıtlar ise hep hayırdı. Hayatımda bu cevabın soluduğum havayı keseceğini hiç tahmin etmezdim.

Kendimi kaybetmiş bir halde hastanenin dönen kapısından nefes nefese çıktığımda nefeslerim sıklaştı. Göğüs kafesimin içinde bir şeyler oluyordu, yutkunamıyordum. Jimin... Jimin'i bulmalıyım diye her saniye tekrar edem beynime karşılık olarak çiçeklerimden, daha doğrusu ondan olduğunu düşündüğüm bir his mührümü sızlattı.

Telaşlandı, korkuyor.

Omegamız korkuyor Yoongi.

Elimle yüzümü sıvazladım. Buz gibiydim, buzdan daha soğuk nasıl olunurdu bilmiyordum ama çok çok soğuktum. O içimdeki şeylerin darmadağınlığı yüzünden, etrafımda tam tur dönüp hastanenin çevresine bakındım. Yoktu, tanrım... Yokt...

"Yoongi!"

Kendimi o kaybolmuşluğa, çaresizliğe ve telaşa öyle çok kaptırmıştım ki kokusundan önce adımı seslenişini doldu kulağıma. Arkamı döndüm, bir hayal olmamasını dileyerek, onu gördüm sonra. Elinde kahverengi bir kese kağıdıyla hastanenin biraz aşağısındaki köşeden dönmüş bana doğru koşturuyordu. Şapkası başından arkaya sıyrılmış, üzerindeki kalın polardan dolayı zar zor koştururken ayaklarım harekete geçti. Ona doğru iki küçük adımım kocaman adımlara çevrildi, kendimi bana koştuğu gibi koşarken buldum. Gözlerim sulanmıştı onu kollarım arasında alıp yakaladığımda. Ona sertçe çarpmış, bir kolumla sarıldıktan sonra başını sıkıca bastırmıştı. göğsüme. Kokusunu derin derin çektim içime. Kokladığım son şey gibi soludum, ciğerlerim onunla doldu taştı. Başının her noktasına öpücük kondurdum, rahatlamaya çalıştım onunla. Çiçeklerimse iyiydi, bedenim sıcaklığına kavuştuğu için, en çok da göğsümün diğer tarafındaki boşluğum onunkiyle dolduğu için rahatlamıştı.

"Ah omega..." dedim sarılışımı sıkılaştırarak. Sonra onu kendimden uzaklaştırıp yüzünü ellerim arasına aldım. Burnunun ucu soğuktan kızarmış tatlı bir kırmızıya bürünmüştü. Telaşıma şaşkınlıkla bakıyordu ve anlamaya çalışıyordu "Neden telefonunu açmadın? Neden aramadın beni?"

"Sessizde kalmış olmalı."

"Ah, omegam.. Jimin-ah..." deyip onu bir kez daha sardım ve bu sefer o beni geri itip rahatlamış benliğimi incelemeye çalıştı. Gözleri kocamandı ve her bir karışımı izliyordu, çözmeye çalışıyordu miniklerimden.

"Ne oldu? İyi misin? Seni beklerken taze hotteok kokusu duydum ve canım çekti. Sonra ben... Bir anda hissettim, nefessiz kaldığımı hissettim."

Kese kağıdının içinden gülümseyerek bir adet hotteok çıkartıp ısırdı. Masum bir gülümsemeyle attığı bakışlar hotteok yerken öyle yumuşaktı ki bir elimle yanağını okşadım hafifçe "Artık iyiyim. Tanrım... Jimin bir daha sakın telefonunu sessizde bırakma. Çok korkuttun beni."

"Sadece hotteok almak istemiştim." Ağzını hafifçe şapırdatarak masumca baktı bana, ne kadar da bir haberdi az önce bana yaşattığı durumdan. Üstelik bir tanesini de bana uzattığında atkısının ardından taşıyordu gülüşü. Kaybetme korkusunun sadece kendinde olduğunu sanıyordu belki ama bugün ilk kez her şeyden çok kendimde olduğunu ona ulaşamadığım kısacık dilimde anlamıştım. Kafayı yediğimi bile düşünmüştüm.

Dayanamadım ve ona yeniden sarıldım sıkıca. Kalp atışlarını göğsümde duymak kurdumu yumuşattı, içimde bir yerlerde, tüm duygularım yavaş yavaş çiçeklerimde ısındı.

"Yoongi, iyi olduğuna emin misin?"

"Kollarımın arasında olduğun her an, iyiyim ben."

Bir söylemedi ama parmaklarının sarıldığı belimde kıpırdatıp sarılışını sıkılaştırdı. Sonra ben elinden tutup son kez çiçeğinin olmadığı şakağından öptüm ve arabaya doğru yürüttüm. İkimiz de sessizdik ve bunun neden olduğunu bildiğimizden konuşmamayı tercih etmiştik. Evime giden yol boyunca direksiyonu tek elimle kavradım, dizimin üzerinde soluklandırdım çünkü elini bir an olsun bırakma fikri beni yerle bir etti.

Hotteok'un kese kağıdının sesini Jimin'in kısık sesi bastırdığında gözlerimi kısa bir an yoldan çevirip ona döndürdüm sonra yeniden yola odaklandım "Eve gitmeyelim. Doktor Dahee merak ettiğim şeyleri seninle konuşmamı istedi."

Bu konuda biraz tedirgindim, ben de dediği gibi konuşma taraftarıydım ama korkuyordum. Konuşulması gereken hala bazı konularda vardı fakat daha bugün o doktordayken çiçeklerimde hissettiğim ondan bana gelen üzüntü yüzünden yeniden aynı duygularla dolmasına pek istekli değildim. Gözlerindeki hafif kırmızılık da neredeyse ağlamaya yakın bir noktada takılı kaldığı mücadelesini belli ediyordu.

"Sonra konuşabiliriz." dedim ona. Parmaklarımın arasına geçirdiği küçük parmaklarını hafifçe gevşetip sonra sıktı ve kucağımdan kendi kucağına çekerek diğer elini de sardı ellerimize. Dediğim gibi, artık bazı şeyleri sözlü ifade etmemize gerek duymadan anlaşabiliyorduk. Elimi tutuş şekli, parmaklarının okşayış şekli şimdi diyordu. Kısacık bir an baktığım yüzünde ise huzurlu bir gülümseme vardı. Kararlı ve kendinden emin duruşunu bozmak istemedim, eğer gerçekten konuşmak için hazır hissediyorsa kendi korkularımı onun için göz ardı edebilirdim, bundan asla çekinmezdim. Olabilecek en kötü şeylere dayanmıştım ben, sağlıklı halimle omegamın en sağlıksız anlarına şahitlik etmiş, onu hayata döndürmek için çabalamıştım. Eğer konuşmamız onu iyi hissettirecekse korkularımın üzerine gitmek çok da dert değildi benim için.

Evime giden sapağa geçip üniversitenin yakınlarındaki kafelerden birine sürdüm ve arabayı park etmeden önce Jimin'i indirip sonra kendim indim. İndiğimde zıplayarak koşup yanıma geldi, boş kalmış parmaklarıma geçirdi ellerini Bunun öylesine bir tutuş olmadığını sezdim, daha çok beni rahatlatmaya yönelikti.

Birlikte içeri girip boş masalardan birine yerleşip garsona sipariş vermiştik. Ben yine sert bir kahve o ise ilk konuşmak için dışarı çıkamadığımızda içemediği sıcak çikolatadan söylemişti. Umuyordum ki o günün aynısı yaşanarak yeni kırgınlıklarla mücadele etmezdik.

"Doktor Dahee tıpkı senin gibi bugün bana değiştiğimi söyledi." diye başladı ve masanın üzerindeli elimi tutarak devam etti sözlerine "Ne demek istediğini ilk başta anlayamadım ama sonra hotteok alırken senin hissettiğin o duyguların çiçeklerimizden tüm bedenime yayılması bana çok tanıdık geldi." sesinin titrediğini fark ettiği anda bakışlarını masadaki kenetlenmiş ellerime çevirdi. Bir süre oynadı onlarla toparlanmak için. Sabırla bekledim onu, sadece izledim çünkü gözümün önünde tüm duygu değişimlerini şahit olmak değerliydi. Ne düşündüğünü, ne anlatmak istediğini ona bakarak anlamak benim için çok değerliydi.

"Seni kaybettiğimi, beni bırakacağını düşündüğüm her an o hisle doluyordu içim. Çünkü seni hissedemiyordum, hissetmeye başladığımda da senin hislerinden emin değildim. Sonra işte o his..." bakışlarının benimkileri bulmasını beklemediğim için aniden bana dönüşüyle kilitlendim. Beni sevmesinden, bana olan sevgisinden, hissettirdiklerinden asla şüphe duymamıştım. Bu kadar açık sözlü oluşunu da beklemiyordum. Güzel yüzünün mimikleri bana karşı çok sıcaktı bakarken "Bana karşı değiştiğini görebiliyorum ama bunun bana olan sevginden olup olmadığını bir türlü oturtamıyordum. Oradayken sende de o hissin olduğunu bilmek beni korkuttu. Çünkü bunun kötü olduğunu biliyorum. Ben hissetmezken bile bu hislerle mücadele ediyordun, düzelirken de bunlarla mücadele edişinden hoşlanmadım."

"Sorun değil," dedim parmaklarını sıkıp başımı iki sallamıştım "Sonunda eğer tamamen iyileşeceksen korkularım çok da dert değil."

"Hayır bu bir sorun."

"Jimin-"

"Beni artık bölme." Kaşlarını çatıp biraz da sesini yükseltince dudaklarımı hemen birbirine kenetledim. Artık konuşma sırası ondaydı anlaşılan "Bu bir sorun çünkü benim de sana olan hislerim değişerek büyüdü. Bir daha kaybetme hissiyle dolmak istemiyorum. Birbirimizi kaybetmeyelim Yoongi. Canının acıdığını hissetmek istemiyorum."

Her bir kelimesinin üzerine basa basa, dikkatle söylerken gözlerinden ayrılmadım. Eskisi gibi kararlı oluşuna hayran kaldım ve artık iyileşme aşamasının oldukça olumlu ilerleyişini gördüm. Jimin artık tamamen bana geri dönmüştü, hatta bakışları bile eski canlılığındaydı. Kokusu ise ona dair bir başka hoş şeylerden em önemlisiydi, burnuma fazlaca yoğun geliyordu.

Ona "Tamam." dedim ve masanın üzerindeki ellerimizi havaya kaldırıp dudaklarıma bastırdım. Boştaki eliyle sıcak çikolatasından birkaç yudum aldı ve üst dudağında küçük kahverengi bir halkaya sebep oldu. Eğer aramızda masa olmasa çoktan öpmüştüm temizlemek için fakat bu seferlik başparmağımla silmiştim. Geri çekmeden de o parmağa da bir buse kondurduğunda içim artık kıpır kıpırdı.

"Doktor Dahee'ya bazı şeyler sordum ama cevaplarını senin vermen gerektiğini söyledi." bir anda yerinde kıpırdanmaya başlaması asıl konuşulması gerekenlere geldiğimizi işaret ettiğinde feromonlarındaki o ufak noktaları hemen gark etmiştim "Benim için daha basit olanla başlayacağım önce... Okul ne olacak?"

"Yaşanılan şeylerin normal olmayışından bir seferlik tolerans gösterildi. Bir sene uzattık."

Baş salladı ve sıkıntıyla iç geçirdi. Beklediği gibi olmuştu muhtemelen ama atılmaktan iyiydi, en azından seneye devam edebilecektik düzgünce.

"Haberlere çok bakmadım, bakamadım... Korunma programı, bize ne olacak?"

Bunu sorması en doğal hakkıydı, kendine ve onun gibilere ne olacağını düşünüyordu, yüzündeki endişeden anlayabiliyordum bunu ama şu zamana kadar her şey o kadar iyi gidiyordu ki güzel şeyler başaracaktık.

Elimle yanaşını okşayıp gülümsedim ve o da bana karşılık vererek yanağını avucuma yasladı "Yeni yasa hazırlanıyor. Artık daha özgürsünüz ve kızgınlıklarınızı bildirmenize, denetimli çiftleşmelere gerek kalmayacak." bu haber onu oldukça memnun etti, kısıtlanmaktan hoşlanmadığı için gözlerindeki rahatlamayı güzelce okudum ama en sonunda yutkunuşu, adem elmasının güçlükle aşağı yukarı hareketi sabit soruların bittiğini ve yerine zorların kaldığını işaretini verdi.

"Sorumun cevabını almaktan çok korkuyorum." diyerek alt dudağı titrediğinde sandalyemden kalkıp yanıma oturduğum gibi ona sarıldım. Tahmin edebiliyordum, bu zamana kadar içindeki geçmeyen sıkıntılardan en önemlisiydi, asla gitmeyen o şeydi.

"Ben yanındayım, seni hep tutacağım." dedim kollarımın altındaki bedeni rahatlatmak istercesine. Ellerimi sıkı sıkıya tutuyordu, kokumla onu rahatlatmaya çalıştım. Bir süre soludu ve en sonunda cesaretini topladığında sorabildi "Hoseok... O gün oradaydı, beni kurtardı ama sonra kimse ondan bahsetmedi. Onu kaçırmışlardo ama o oradaydı, gördüm. Nasıl? Ben..."

"Oradaydı." diyerek destekledim onu ve sonra özet şeklinde anlattım. Gimpo'daki evlerini buluşum, babamın viskisine katılan ak söğüt özü ve Hoseok'un arkadaşı Yun Hee'nin bana ulaması... Her şeyi detaylı olmasa da bilmesi gereken şekilde aktardığımdan emin olduğumda yüzünü göğsüme gömüp yalvarırcasına, bir dilek diler gibi fısıldadı bana "Ona ne oldu? Yaşadığını söyle, lütfen..."

"Yaşıyor." dedim ve hafifçe ağlamaya başladı. Sırtını okşadım dinene kadar, biraz daha rahattı artık içi, bunu ona uzunca zamandır söylemek istiyordum fakat doktor henüz diğer sorunları çözülmeden bu konunun açılmamasını tembihlemişti çünkü iyileşmişti. İyileşmişti ama... Eskisi gibi değildi. Bir daha eskisi gibi nasıl olurdu doktorlar bile bilmezken geleceği kestirmek çok zordu bu konuda. Bir deltanın zorla mühürlenmesinin sonuçlarına ilk kez şahit oluyorlardı, kaldığı rehabilitasyon merkezinde onu birkaç kez ziyaret etmiştim ama onu felç olmuş gibi tekerlekli sandalyede sürekli titrerken görmek... Ne konuşabiliyor ne de yemek yiyebiliyordu.

"Gidelim. Gidelim ona gidelim. Görmem gerek."

Jimin başını göğsümden ayırıp telaşla gitmek için ayaklanınca onu kolundan yakalayarak sandalyesine geri oturttum ve yüzünü ellerim arasına alarak yaşlarını sildim "Henüz değil. Zamanı geldiğinde birlikte gideceğiz, tamam mı?"

Bir süre emin olamadı, belki de mantıklı gelmedi ama bakışlarımın yumuşaklığını, güvenini ona hissettirmeye çalıştığımdan emince ondan ayrılmadı gözlerim. Zamanla kafasında oturmuş olmalı ki derince iç çekti ve yavaşça "Tamam." dedi ve yüzündeki ellerimi kucağına aldı sonra bir diğer soruya geçti "Jungkook'la Taehyung, onlar?"

"Cenaze törenleri henüz yapılmadı. Yirmi dört nisanı bekliyoruz. Kelebek festivalinde yapılmasını ister diye düşündük."

İkimiz de sustuk. Ben biraz kötü olmuştum bu sorusuyla çünkü kendi içimde aşamadığım, türlü pişmanlıklarımın olduğu tek sorunum buydu. Belki Jimin olmasa bir sebebim kalmazdı ama onun sayesinde kendimde güç buluyordum. Varlığı benim için güç kaynağıydı.

Jimin'le o kafede biraz sarılarak içeceklerimizi içtik ve sonunda tüm sorunlarımızı konuşmuş bir halde gitmek için ayaklandık. Ödemeyi yaptım ve ona dışarının soğuk olduğunu, kasada beklemesini söyleyerek lavaboya gitmiştim ama döndüğümde yanında bir alfa görmeyi beklemiyordum. Üstelik o alfayı Jimin'e sarılıp üzerine bir de tam çenesinden öpmesini hiç beklemiyordum. Üstelik Koreliye benzemiyordu, uzun boylu sarışın, kıvır kıvır saçları vardı. Yuvarlak bir gözlükle elinde kalın bir kitap taşıyordu. Uzun zamandır damarlarımda dolaşmayan saf öfkeyi, kıskançlığı hissetmediğimde bütün bedenim kasılmıştı. Feromonlarımı duyarak bana dönmesini istedim ama sadece karşısındaki alfa bakışlarını çevirmişti, Jimin dönmeyi reddediyor gibiydi. Ona en sevdiğim gülüşünü, evet tam şu am en sevdiğim gülüşünün bu olduğuna karar vermiştim, atıyordu.

Bana bak omega. Hemen.

Kurdum süregelen sessizliğini kıskançlık dalgasıyla bozdu ve ben hemen jimin'in yanındaki yerimi aldım. Genzimi temizleyip çocuğa ters bakışlar atıyordum ama kimsenin umurunda değildim, bu beni daha çok öfkelendirdi. Bu yüzden de kendimi engel olamayacak Jimin'in beline yaslama gereği duydum elimi.

"Şansımı kaçırdığıma üzüldüm, Minie."

Senin o Minie diyen ağzını-

"Değişim programın ikinci dönem bitmeseydi her şey farklı olabilirdi Francesco. Şansına küs."

Ne?

Ne?!

Bu konuşma cidden tanıdıktı ve benimle oynadığına yemin edebilirdim. Aynı cümleyi dörtlü yemeğe çıktığımızda Jihyo'ya ben söylemiştim, intikam alıyordu. İşin aslı Jimin eskisi gibi Jimin'lik yapıyordu. Ne tepki vereceğimi gram bilemeden kurdum omegasının hala elini tutmakta olan çocuğa bilenmişti çoktan. Sadece kurdum değil, ben de gözüm dönmüşcesine ona bakıyordum. Siktiğimin edebiyat kaçkınını elindeki kitapla tokatlamadan önce buradan çıkmalıydık yoksa işler ciddileşecekti. Ve pek sakin olmayacağından emindim. Hatta hiç değildim. Neden bir anda böyle bir olay yaşanıyordu ki? Saçmalık ötesiydi.

"Kendine dikkat et, sonra görüşürüz." diyen Jimin bana dönüp belimdeki elimi tutmuşken çocuğa ters ters bakıp içimden evet, sonra görüşürseniz kendine gerçekten dikkat et diye söylenerek omegamın beni sürüklemesine izin verdim. Elimi tutarak durulacağımı sanıyorsa yanılıyordu, hem de çok fena yanılıyordu.

Arabayı açıp düğmesine bastım ve el frenini sertçe çekerek gazladım. Gözlerimi yoldan ayırmadım, parmaklarım direksiyonda sert bir ritim halinde ses çıkartıyordu. Ama öfkem dışarı çıksa eminim parmaklarım çıkardığım ritimden daha fazla ses çıkartırdı.

"Buram buram kıskançlık kokuyorsun." dediğinde, evet, tam olarak benden intikam aldığını bu cümleyle netleştirmiştim. Dikkatimi onun üzerine anlık çevirdim. Koltukta yan oturmuş gözlerini kırpmadan beni izliyordu, gözleri keskindi ve ağlayalı çok olmadığından biraz kızarık ama keskindi, en önemli detay buydu. Dudaklarının çok kısa kıvrılmasını bile görmüştüm ona anlık bakışımda, keyifliydi.

"Kıskandığım zaman olan şeyleri biliyorsun." Dedim ben de ona çiçeklerimizin çıktığı kokteyl günü orospu çocuğunun birinin eski günleri yad etme teklifine muallakta bir cevap verişini hatırlatarak. O anı hatırladığını görmek için gözlerimizi kesiştirdim ve amacıma ulaştım. İncecik tül ve kemerin bileğimde bıraktığı iz sanki şu an bile tam oradaydı, o da hissetmişti, gözleri bunu doğruluyordu.

"Ödeştik."

"Ben sadece Jihyo'yla kıskandırdım." Ters ters baktım Jimin'e "Seninkilerden daha kaç tane çıkacak karşıma? Defter falan da tutuyor musun?"

"Bilmem, saymadım. Matematikle aram iyi değildir. Ama bir ajandam vardı."

Kurdum dışarıya genzimden bir hırlama döktüğümde çenemi kasmış, direksiyonu daha sıkı kavramıştım. Beni nasıl delirteceğini unutmamıştı, unutmadığı gibi kafasında nasıl kodladıysa intikam alış şekli bile beli öfkenin kucağına bırakmıştı. Bu hissi ise hiç özlememiştim ama garip bir şekilde artmaya devam ediyordu, kontrol edemiyordum.

Yüksek rezidansın önüne arabayı çekip indiğimde anahtarı valeye uzattım ve Jimin'in arkasından onu takip ettim. Neyseki asansörü çok beklemedik ve çok da kalabalık değildi. Önce ben bindim, sonra o ve sonra da diğerleri. Tam önündeydi ve öfkem de benimleydi. Feromonları kontrol etmeye çalıştım rahatsız olmamaları için. Öfkem on beşinci katta bir anda bana öyle hızlı çarptı ki sarsılarak kurdumu sakinleştirmeye çalıştım ve kaşlarım çatıldı. His tanıdıktı, hem de çok. Uzun zamandır yaşadığım acıdan uzak, istek dolu bir sızıydı.

Yirmi altıncı kata geldik, herkes indi ve sadece Jimin'le ikimiz kaldık. Tam önümdeydi, o kadar geniş bir alan olmasına rağmen sırtı göğsüme değebilecek mesafedeydi. Boynuna sarılı atkısının arasından görünen teni kasıklarıma bir uyarı gönderdi. Mühür yeri öyle güzel görünüyordu ki, öyle davetkardı ki... Saçlarından yükselen şampuanımın kokusunu, teninin kokusunu, en çok da beni çılgına çeviren yeşil üzüm ve tatlı badem kokusu tam oradaydı. Ciğerlerimi tahrip ede ede varlığıyla sızlatıyordu her hücremi. Onun da nefesleri benimki gibi sıklaşmıştı, kokumu alıyordu ve bu onu etkiliyordu. Eliyle atkısını biraz gevşeterek nefes almak için kendine imkan tanısa da kulağının altında oluşmuş o küçük damla rahatlatacağa benzemiyordu onu. Ne olduğunu biliyordu, ben de biliyordum.

Jimin'in yutkunuşunu duymamla dairemin olduğu yirmi dokuzuncu kata geldiğimizi haber veren blink sesiyle metal kapı yavaş bir hareketle açıldı. O önden ben de tam arkasından gittim, iki yüz yirmi dokuz numaralı odanın önünde durduk. Elini şifreyi girmek için uzattı fakat uzun zaman önce değiştirmiş olduğum için giremediğini hatırlamış olmalı ki duraksadı.

"Gir," dedim onu teşvik etmek için çünkü onu hastaneden eve getirdiğim gün kapının şifresini eskisi gibi oluşturmuştum "Biliyorsun, gir."

Teredütsüz girdi şifreyi ve kilit sesiyle kapı aralandı, bir adım attı ben de onunla attım. Sırtı göğsümde içeri girmiştik ve o kapıyı kapatmak için döndüğünde pozisyonumuzu değiştirmeden göğsü sırtımda olacak şekilde yine onu takip etmiştim.

Jimin kapıyı ittirirken dayanacak gücü bulamadım kendimde. Ateş bedenimin her yerinde kasıp kavuruyordu beni bu yüzden onu ittirip kapıyla aramda sıkıştırarak kapanmasını sağladım kapının. Ellerim onun başının iki yanındaydı, dudaklarım neredeyse çiçeklerinin üzerindeydi, nefesimse...

"Yoongi, sen..."

"Evet, öyle." dedim ve bu son konuşmamız oldu çünkü çoktan kendini döndürüp dudaklarını dudaklarıma bastırarak saçlarımı çekiştirmeye başlamıştı. Onu hırlayarak öperken kapıyla iyice arama sıkıştırmıştım. Naziklikten oldukça uzak hareketlerim hoyratça birbirimizle didişircesine öpüşmelerimize yansıyordu. İçtiği sıcak çikolatanın tadıyla dudakları öyle güzel, öyle tatlıydı ki, sanki bir sıcak çikolatanın içine atılmış marshmellowdu dudakları. Tatlı, güzel ve benim... Delisiydim o dudakların.

Acı ve sancılarla dolu kötü geçen kızgınlıklarımdan dolayı nasıl bir his olduğunu neredeyse unuttuğum o arzunun altında kaldım, memnundum bu durumdan. Jimin de uzun süredir benden duymadığı bu yoğun feromonlar karşısında kayıtsız kalamayarak dudaklarımı adeta kopartırcasına öpüyordu. Elimle belini kavradım fakat üzerindeki polar mont onu hissetmemi engellediğinde hırsımdan dudaklarımızı ayırmadan üzerindeki fazlalıklardan bir an önce kurtulmaya çalıştım. O da benimkileri çıkartmak için çabalıyordu. Dudakları dişlediği dudaklarımdan sapıp çeneme, oradan da çiçeklerim üzerinde yol alıp dilinin pürüzsüzlüğü boydan boya ıslak bir yol çizdi. Kendimi kaybetmiş gibi yumruğumu kapıya geçirmiştim, tanrım, deliriyordum.

Üzerimizde pantolonlarımız hariç diğer şeyler yeri boylamıştı ve ellerim anında kalçalarını avuçladı. Etini sıkıştırmam hoşuna gitmiş olmalı ki dudaklarından kısık bir inleme döküldü ve saçlarımın arasından parmaklarını çekiştirerek boynumdaki dudaklarının varlığını daha çok kanıtlamaya çalıştı.

Ellerim kalçalarından uyluklarıma yöneldiğinde bedeni yerini çok iyi bildiği yere, kucağıma konumlanmak için harekete geçmişti çoktan.

Bacakları hemen sarıldı belime ve parmaklarımın sıkıştırdığı ince beli kıvrılarak bana sürtündü, önümdeki şişliğe bütün kanın pompalanmasını sağladı. Yükseliğini fırsat bilip göğsündeki iyice kırmızılaşmış küçük tepeciği dişledim, o güzel sesinin bu gece kesilmeyeceğinden emin olacaktım.

"Yoongi!" diyerek inledi, çoktan yönünü iyi bildiğim odama girmiştim ve tanrıya şükür ki tökezlemek gibi bir hataya düşmemiştim.

Jimin'le kucağımda yatağa oturduğumda beni ittirdi ama göğsünü bırakmadığım için benden ayrılamadı. Ellerini yumruk yaparak üzerimde dakikalarda tıslayarak inledi, bana sürtünerek yalvardı durdu. Bıraktığımdaysa hemen aşağıya kaymış dudaklarını önce çiçeklerimde gezdirip minik öpücüklerle aşağılara, en aşağılara, tüm duvarlarımı zorlayan yere kadar inmişti. Ona bakma gafletince bulundum, feromonlarının etkisine girmiş ve kurdu yüzünden koyulaşmış gözleri kirpiklerinin arasından bana şeytani bakışlar atıyor, parmakları o şişliğin üzerine tüy gibi dokunuyordu.

"Dudakların," dedim göğsüme nefes doldurarak inlerken "Dudaklarına ihtiyacım var omega."

"Hmm..." sesiyle beni o kumaşım üzerinde öpmüş tırnaklarını pantolonun düğmesinin oradan tenime sürterek içime bir kor serpmişti ama çok beklemeden pantolonumla çamaşırım yerdeydi. Beni o muhtaç olduğum sıcak yuvaya, dudaklarının arasına davet etti, yavaşça süzülmemi sağlayarak her ilerleyişini bana hissettirdi. Sonra ise... Sonrası için ne diyebilirdim ki, ellerim saçlarını bulmuştu ve beni öyle bir çekmişti ki kimliğimi bile unutmuştum. Dudaklarının kavrayış şekli, ellerini kullanışı... Ve tanrı şahidim ki dudakları işimi görürken işaret parmağıyla açıklığımı okşayıp onu içeri gönderdiğinde dokunduğu noktayla zirveye ulaşmam konusunda tek bir yorumum olamazdı. Jimin ben onu uçlarda nasıl dolaştırıyorsam aynı şekilde bana da yapıyordu.

Ağzından süzülenleri parmaklarıyla toparladığında onu aşağıdan yukarıya çekip yatağın diğer tarafına atarak pantolonundan ve çamaşırından kurtuldum. Bacaklarını aralamış, dirseklerinin üzerinde sırt üstü dururken üzerine her emekleyerek gidişimde o da geri geri yatağın ortasına gitmişti. Fakat ben daha hızlıydım, üzerindeki yerimi çoktan almış, elimi karnına dayayarak yukarıya, dudaklarına doğru sürümüştüm.

Nefes nefese bedenlerimiz, kenetli gözlerimizle birbirimize yapışıkça dururken işaret ve orta parmağımı gönderdim dudaklarının arasından. Sanki az önce beni emmemiş gibi parmaklarımı gözlerimin içine baka baka inleyerek ısırıklarla emdi. Bir yandan da kıvranarak kendini bana sürtüyordu, bu görüntüye, kasıklarının ıslaklığının bana sürtünüşüne daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyorum ama en uç noktada olduğum kesindi.

Parmaklarım ağzından çıktığında yerini dudaklarım aldı ve parmaklarım da aşağılara, omega sıvısının deli gibi sızdırdığı aralıktan içeriye süzüldü. Bununla birlikte Jimin öpüşmeyi unutarak ağzımın içine inledi ve kendini yastığa bıraktı. Sırıtarak kıvırdım parmaklarımı, kasılırken boynunun aldığı şekli keyifle izledim ve köprücük kemiklerinin o kasılmayla daha çukurlaşmasına hayret ettim.

Bedeni, güzeldi Jimin'in, kendi gibiydi, pürüzsüz ve parlak. Solmuş yaralarına rağmen güzeldi, bütünüyle benimdi ve bunun aksini düşünmek bile beni çıldırtmak için yeterli bir sebepti.

Onu sona ulaştırmadım, çünkü önümüzde uzun bir gece vardı ve hemen tüketmek gibi bir niyetim yoktu. Durmaya da niyetim yoktu, gözlerime bakmıştı, biliyordu uzun zaman sonra açığa çıkmış kızgınlığımın nelere yol açacağını ki zaten durumdan oldukça memnundu. Onu yavaş yavaş yiyecektim.

Parmaklarımın yerine kendim geçtim ve bu hızlı bir geçiş oldu. Sabrım yoktu, sınırlar umurumda değildi. Sabah istediği gibi oluyordu, kendimi tutmuyordum ve onunla ilgileniyordum.

Jimin bana sarılarak hızıma ayak uydurmaya çalıştığında inlemeleri ufak çığlıklara dönüşecek boyuta ulaşmıştı, saçlarına asılıp çiçeklerini tıpkı bana yaptığı gibi yaladım ve ısırdım. Sızlandı ve titredi, çiçeklerimizle geçirdiğimiz ilk kızgınlığımdı. Ve mühür yerim resmen Jimin beni yeniden ısırıyormuş gibi yanıyordu. Çok iyiydi, tarif edilemeyecek kadar yoğun duygular içindeyken "Jimin..." diye inledim "Omegam, benim omegam. Sadece... Benim."

Sahiplenme hissiyle yanıp tutuşuyordum, kurdum onu mühürlemem için bana inanılmaz baskı sağlıyordu ama henüz bu konuyu Jimin'le konuşmamıştım. Ondan izin almadan yapmak doğru gelmiyordu, çiçeklenmeden önce kurdum izinsiz bir mühür için çokça çırpınmıştı ama artık eşi olduğunu bildiği omeganın onayına ihtiyacı var gibi hissediyordu. Ha nereye kadar sabrederdi bilemem...

Beni göğsümden ittirip yerlerimizi değiştirdiğinde üzerimde inip kalkarken bir elini göğsüme yasladı. Yüzünün her  karışı, saçları, teni, göğsü sırılsıklamdı terdem. Parıldıyordu, bir elmas gibiydi ve değerliydi, en değerli şeyimdi.

"Ajandam..." dedi inlemeli nefesleri arasından "Ajamda tek bir isim var-" Arabada öfke doluyken konuştuğumuz konuyu açmasıyla doğrulup ince belini kavradığım gibi onu kendime bastırmış sızlanmasını sağlayarak cümlesini yarıda kesmiştim ama bu onu durdurmadı. Alnını alnıma dayayıp "Min Yoongi. Ajandamda sadece Min Yoongi'nin adı yazıyor."

Kurdum ve ben duyduklarımızda kendimizden geçip karşımızdaki omegaya da aynı şeyleri hissettirmek için deli gibi çaba harcadık. Bütün gece aslında geçen hafta telafi ettiğimizi düşündüğümüz dokunuşlarımızın aslında şimdi tam anlamıyla telafisi olduğunu bildiğimiz şekilde devam ettik. Yetersiz geldiği hiçbir durum bile olmadı çünkü o ve ben birbirimize baktığımız sürece aksi mümkün olmayacaktı. Jimin benimdi, ben de Jimin'in. Bunun aksinin mümkün olduğu bir durumda zaten o kişiler biz olmazdık.

Kontrol etmeden attım, yazım yanlışları varsa kusura bakmayın lütfen.

Oy verip yorum yapmayı da unutmayın, unutmayanları şak diye öpüyorum.

Ve de takipte kalın Yoonmin oneshot yazıyorum her an gelebilir : )))

Continue Reading

You'll Also Like

1M 89.8K 35
Kayboldum, beni bilinmez bu yollardan, insanlardan kurtaracak tek bir kişi vardı.. ~Omegaverse~ 27.4.20
56.7K 5.2K 11
[mini fic] Boks maçlarının kralı Min Yoongi ve Müzik camiasının prensi Park Jimin, gerçekleşemeyen düğünlerinden aylar sonra bir araya gelirler.
264K 35.6K 29
Kalp hastası Jeon Jungkook arkadaşı Taehyung'a platonik aşıktı. Kim Taehyung ise Jungkook'un hislerinden habersiz sevgili yapmıştı... mini fic, bölüm...
2.9K 438 5
❝ Omega Jimin, mavi çiçeklerinin bu kadar çabuk açmasını beklemiyordu. ❞