Jeon

By saintkookmin

206K 24K 35.4K

Jimin'in son zamanlardaki tek derdi yeni taşındıkları kasabada kendisine bir arkadaş bulmaktır. Seme!jk jeon... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm

22. Bölüm

6.3K 816 3.5K
By saintkookmin

Ay uyumadınız dimi 😫 öslxöslxöslxösl

Aslında beklediğimden de çok yorum geliyo ama yine de söylemek istiyorum. En sevdiğim şey gelen yorumları okumak, bu yüzden bol bol yorum yaparsanız çoook mutlu olurum 🥰😽😽

Bu arada şarkının bölümle bi alakası yok. Yeni keşfettim ve çok beğendim. Umarım siz de beğenirsiniz 💘

İyi okumalar 💕

~~~

Tonio, Jimin'in peşinden salondan çıkmıştı. Ortalıkta hiç kimse görünmüyordu. Aceleyle yürümeye devam etti, danışma bölümünde de kimse yoktu. Sesli bir of çekip sağ elini saçlarından geçirdi. Bir yere saklanmış olduğunu biliyordu, bu soğukta eve kadar koşacak değildi ya? Görevli orada olmadığından vestiyerden kabanını aldı. Dışarıyı kontrol etmek için tam kapıdan çıkacakken tanıdık olan sesle durmuştu.

Gözlerini devirip sesin geldiği yöne doğru döndü. Sahte bir gülümseme yerleştirmişti yüzüne.

"Adam..?"

Adam, karşısındaki genci baştan aşağı süzdü. Kaşları çatılmıştı. Onu bu hâlde görünce bir anlığına söyleyeceği şeyi unutmuştu.

"Nereye gidiyorsun?" Tonio, sorusuna bir cevap veremeyince anlamıştı nereye gittiğini. "Jimin'i mi arıyorsun?"

Tonio usulca kafasını salladı.

"Nerede olduğunu biliyor musun?"

Adam eliyle arkasında kalan bir yeri işaret etti. "Tuvalete giderken gördüm onu. Bir şey mi oldu?"

"Hayır." diye kestirip attı Tonio. Tuvaletlerin olduğu bölüme doğru yürümeye başlamıştı.

"Ben de inandım." Adam onu takip ederken söylendi. Tonio pek umursamamıştı sözlerini.

Tuvalete girdiğinde tüm kabinleri tek tek kontrol etti. Jimin hiçbirinde yoktu. Sinirini bastırmak adına derin derin nefesler aldı ve verdi. Adam'a doğru dönmüştü. "Nerede hani?"

"Az önce buradaydı. Şu kabinin içinde." Tonio ona şüpheci yüz ifadesiyle bakmaya devam ettiğinden kendini kötü hissetmişti. Yalan söylemiyordu. Jimin birkaç dakika önce buradaydı. "Kapıyı açmasını söyledim kaç kez! Yalan söylemiyorum. Hem neden yalan söyleyeyim ki?"

"Belki başka biriydi..?" Gözlerini devirip hızla yanından geçip gitti.

Adam arkasından bağırıyordu: "Jimin'di! Onu gördüm." Tonio'yu kolundan yakalayıp durmasını sağladı. "Ağladığından da eminim. Ne oldu onu söyle sen."

Tonio kolunu ondan kurtardı. Adam onu daha önce bu kadar sinirli ve gergin gördüğünü hatırlamıyordu. Bu yüzden biraz şaşkındı.

"Sana hesap mı vereceğim? Eğer Jimin sana ne olduğunu anlatmak isteseydi kapıyı açar anlatırdı değil mi? Git, işine bak. Bir de seninle uğraşamayacağım."

Adam, Tonio'nun bu ani çıkışını beklemediğinden küçük çaplı bir şok geçirmişti. Ağzı açık bir şekilde yanından uzaklaşan gence doğru bakarak gözden kayboluşunu seyretmişti sessizce. Ayrıca, Jimin hakkında söyledikleri de canını acıtmıştı.

Tonio soğuk havayı içine çekti. Ciğerlerini yakmıştı sanki soğuk. Ardından neden burada olduğunu kendine hatırlattı ve etrafta gezinmeye başladı. Otel çok büyük değildi. Gidebileceği her yeri kontrol etti ama Jimin'i bulamamıştı.

Tanrı'dan sabır dileyerek yeşil gözlerini gökyüzüne dikti. Hava açıktı, şaşırtıcı bir şekilde. Geçen seneyi dün gibi hatırlıyordu, bütün gün ve gece kar yağmıştı. Gökyüzüne bakarken otelin çatısında takılı kaldı gözleri. Bütün vücudu korkudan gerilmişti. Koşarak otele girdi. Asansörün tuşuna basıp duruyordu. Sanki daha hızlı inecekmiş gibi. Saniyeler geçtikçe içinde  büyümeye devam eden o korkuydu onu bu kadar çaresiz hâle getiren.

Asansör geldiğinde hemen yedinci kata bastı. Kat sayısına bakarken dudaklarını kemiriyordu. Kanattığının farkında bile değildi. Asansörden iner inmez çatı katına doğru koştu. Jimin hâlâ daha oradaydı, öylece duruyordu.

Tonio iyice yanına yaklaştığında "Jimin." dedi, oldukça endişeli çıkan sesiyle. "Ne yapıyorsun orada? İn hadi."

Jimin arkadaşının sesini duyduğunda kafasını ona doğru çevirdi. Birden gülümsemişti. Tonio önce afalladı, sonrasında o da gülmüş "Hadi gel." diye tekrarlamıştı yeniden.

"Merak etme atlamayacağım."

"Atlamayacağını biliyorum." dedi Tonio bu sefer. Kendinden emin bir şekilde söylemek istemişti bu sözleri ancak Jimin orada korumasız bir şekilde öylece dururken hissettiği tek şey korkuydu. "Hadi in, eve götüreyim seni. Hem üşümedin mi sen? Hasta olacaksın..."

"Üşüdüm." diye onayladı Jimin. Kendinde değilmiş gibi konuşuyordu. Tamamen Tonio'ya doğru döndü ve elleriyle kollarını ovuşturmaya başladı.

Tonio bir adım daha yaklaştı arkadaşına. Elini tutması için uzattığında Jimin birkaç saniye boyunca eline bakmıştı. Aklından ne geçtiğini deli gibi merak ediyordu Tonio.

"Tut elimi, gidelim buradan. İstemiyorsan kalmak zorunda değilsin. Ben bir şeyler uydururum."

Tonio konuşurken Jimin koca ellere bakmaya devam etti. Genç, sabırla bir şey söylemesini bekliyordu ama Jimin donmuş gibiydi. Sonunda ağzından çıkan kelimeler şunlar olmuştu: "Sen de gördün değil mi?" Küçük gözlerini yeşil gözlere çevirdiğinde ağlamamak için dudaklarını birbirine bastırmıştı. "Herkes gördü."

Tonio sessiz kaldı. Kafasını eğmiş, omuz silkmişti. Arkadaşının böylesine çaresiz olması onu mahvediyordu.

Öyle dalmıştı ki Jimin'in yanına gelip koluna dokunana kadar onu fark etmedi.

"Beni eve götürür müsün?"

Tonio kafasını salladı. Aynı zamanda güzel bir gülümseme yeşermişti dudaklarında. Geri çekilip eliyle yolu işaret etti. Jimin'in önden gitmesini istemişti, gözünün önünde olmasını istiyordu.

Vestiyerden kabanını aldıktan sonra dışarı çıktılar. Jimin artık ağlamıyordu ama dokunsan ağlayacakmış gibi bir ifade vardı yüzünde. Kemerini zar zor bağlamıştı.

Tonio arabayı çalıştırdığında otelden koşarak birinin çıktığını gördü. Kim olduğunu anlaması pek zamanını almamıştı. Jimin'i kontrol etti hemen. Yorgun bakışları yoldaydı. Jeon'u görmemişti.

Tonio hiçbir şey söylemeden arabayı çalıştırdı.

Eve vardıklarında Jimin, Tonio'ya partiye geri dönmesini söylemişti ancak Tonio bu sözleri duymamış gibi peşine takılmıştı.

Jimin odasına girer girmez yatağına uzandı. Tonio da kapıyı sessizce kapatmış, önünde bekliyordu. Anlaşılan Jimin konuşmak istemiyordu ama orada öylece dikilmek de içine sinmiyordu. Bir şeyler yapmalıydı.

Jimin yeniden "İstersen gidebilirsin." dedi. Sesi oldukça sakin çıkmıştı ve bu Tonio'yu en çok korkutan şeydi.

Pencerenin yanındaki tekli koltuğa yerleşti. "Gitmek istemiyorum." demişti bacak bacak üstüne atmadan önce. "Benim için de parti bitti sayılır."

Jimin istemsizce güldü. "Neden? Sen de Robin'i bir başkasıyla öpüşürken mi gördün?"

Jimin'in sesinde dalgacı bir hava vardı. Tonio ise söylediği şeye hiçbir tepki vermemişti. Hatta bir nevi rahatsız etmişti onu. Jimin bunu fark etmiş olacak ki birkaç saniye sonrasında "Özür dilerim." dedi.

"Sorun değil."

Jimin göz ucuyla arkadaşına baktı. Ardından kafasını sallamıştı. Sessizce geçen birkaç dakikanın ardından "Lütfen git." dedi ve doğrulup yatağın başlığına yasladı sırtını. "Senin de gecen mahvolsun istemiyorum. Hem kimseye bir şey söylemeden geldik, merak ederler."

"Şu, yılbaşına nasıl girersen öyle geçer saçmalığını dert etmiyorsun değil mi?" Her zamanki alaycı tavrını takınmıştı. "Bak bir keresinde, sanırım ortaokuldaydım, tam yeni yıla gireceğimiz zaman koşup matematik kitabımı almış ve asla anlamadığım formülleri okuyarak yeni yıla girmiştim ama sonuç ne oldu? Hiçbir şey. Hâlâ daha bir şey anlamıyorum... Babam benimle birkaç yıl boyunca dalga geçmişti bunun için. Bana inanmıyorsan ona sorarsın! Tabi bir gün tanışırsanız..."

Tonio, arkadaşının anlattığı hikayeye gülmediğini gördüğünde gülmeyi kesti. Sahteden öksürmüştü. Jimin onun bu hâline tebessüm etmişti.

"Komikmiş." dedi sonrasında. "Ben de birkaç sene dalga geçerim herhalde."

Tonio "Geç." dedi keyifle. "Hiçbir şey demeyeceğim, söz veriyorum."

Jimin'in gülümsemesi iyice genişledi. Yine bir sessizlik hakim olmuştu ortama. Jimin yorganına bakıyordu, Tonio ise ona. "Gerçekten gitmemi mi istiyorsun?" diye sordu dayanamayarak. Eğer istediği gerçekten buysa gidecekti.

Jimin kafasını kaldırmadan onayladı sözlerini. "İyiyim ben." demişti. "Alıştım sanırım. Ağlayamıyorum artık baksana."

"Ağlama zaten."

Jimin kafasını kaldırdı. Yeni bir gülümseme hakim olmuştu yüzüne. Tonio onu gülerken gördüğünde kendini daha da iyi hissetti. Sonunda dizlerine vurup ayağa kalkmıştı. "Peki madem. Gitmemi istiyorsan giderim."

"Teşekkür ederim."

Tonio kapıyı kapatmadan önce ona doğru döndü. Hafifçe dizlerini bükerek eğilmiş, sonra odadan çıkmıştı. Jimin'i neşelendirmek için takındığı neşeli ifade ise odasından çıkar çıkmaz solup gitmişti yüzünden.

Otele döndüğünde her yerde Jeon'u aramaya başladı. Genç adamı bir köşede elindeki kadehiyle otururken gördüğünde hızla yanına gitmişti. Kendisine seslenen sevgilisine cevap bile vermeden.

"Konuşabilir miyiz?"

Jeon, bakışlarını tam dibinde dikilen gence çıkardı ağırca. Kafasını sallamıştı usulca ve kadehindeki kalan şarabı tek dikişte içmişti.

Tonio yürümeye başladı. Burada konuşamazlardı. Robin'in bir köşede sinirli sinirli kendisine baktığını fark ettiğinde Jeon'a doğru döndü ve bir dakikalığına izin istedi. Robin ellerini göğsünde birleştirmiş bir şekilde Tonio'nun bir anda ortadan kaybolmasını ve onu görmezden gelmesini açıklamasını bekliyordu.

"Her şeyi anlatacağım."

"Dinliyorum." diye karşılık verdi genç kız.

Tonio mahcup bir edayla ensesini kaşıdı. Bu hareketi, hoşuna gitmeyecek bir şey söyleyeceğini hissettirmişti Robin'e.

"Ama sonra..."

"Sonra mı?" Tonio kendini savunmaya geçecekken Robin sözünü kesti: "Biliyor musun umurumda değil. Ne istiyorsan onu yap."

Tonio, Robin'in peşinden gitmeye karar verdiğinde Jeon kolunu tutup onu durdurdu. "Sonra devam edersiniz konuşmanıza." demişti, umursamaz bir tavırla.

Tonio kolunu sertçe çekti. Robin'in okuldan birkaç kişiyle konuştuğunu gördüğünde sesli bir nefes alıp vermiş, ardından Jeon ile birlikte salondan çıkmıştı. Erkekler tuvaletine girdiklerinde içerideki iki kişinin çıkmasını beklediler. Tonio yalnız kaldıklarında başka kimse içeri giremesin diye kapıyı kilitledi. Jeon bir köşede duruyordu.

Tonio genç adamın karşısına geçmeyi beklemeden "Sen ne yapıyorsun ya?" diye sormuştu. Jeon'un soğuk bir duvarı andıran yüz ifadesi iyice sinirlerini bozmuştu. "Jimin'den hoşlanmıyorsun ama onu yanında tutmaya devam ediyorsun. Ona umut veriyorsun. Kalbini kırıyorsun. Eğer ondan hoşlanmıyorsan ne yapıp edip onu kendinden uzak tutacaksın anladın mı beni? Jimin'e gerçekten değer veriyorsan yaparsın bunu. Belki günlerce ağlar, çok üzülür ama sonunda geçer gider. Bu saçmalığa bir son ver artık, çünkü o yapamıyor."

"Bu da bir tehdit mi?"

Tonio, duyduğu şey yüzünden afallamıştı. Sinirli yüzü yavaş yavaş gevşerken Jeon'dan bir adım uzaklaştı ve gözlerini etrafta gezdirdi.

"Söylediklerimi ciddiye almayı düşünüyor musun?"

Jeon kafasını olumsuz manada salladı. "Hayır. Hiç düşünmedim."

"Sen de biliyorsun ki sözlerimde haklıyım. Bu yüzden böyle davranıyorsun değil mi? Haklı olmam seni sinir ediyor." Jeon sessiz kaldığında konuşmaya devam etti: "Neden beni ciddiye almıyorsun? Ah, dur ben cevap vereyim. Çünkü işine gelmiyor."

"Bitti mi?"

"Hayır."

"Bak, senin ya da bir başkasının ne düşündüğü umurumda bile değil tamam mı? Ben Jimin'i üzecek bir şey yapmadım. Yapmam da."

Tonio sahte bir kahkaha attı. Sesi tuvaletin her bir köşesini inletmişti. Jeon sabırla susmasını bekliyordu.

"Komik mi?"

"Çok." dedi Tonio, gülümsemesinin arasından.

"Benden uzak dur Tonio. Aklını kendine sakla tamam mı?"

"Yoksa..?" Jeon gözlerini yeşil gözlere dikti. Yine bir şey söylememişti. "Yoksa söyler misin herkese? Çok korktum."

"O zaman korkmuştun ama." Jeon sırıttı. Tonio'nun asılan suratı hoşuna gitmişti.

"Gördüğün kadardı." dedi Tonio kendini toparlamayı başarabildiğinde. İkisi de biliyordu hâlâ korktuğunu. "Bir şey olmadı yani, anlıyor musun? Seokjin ile aramda bir şey yok. Aptal bir hataydı sadece."

"Eğleniyor gibi görünüyordun."

"Hafızan da çok iyiymiş, hâlâ hatırlıyorsun."

Jeon umursamazca kafasını salladı. Kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Tonio bu kez onu durdurmaya çalışmadı.

"Doğruyu söylüyorum. Sadece gördüğün kadarı, fazlası yok."

Jeon sesli bir nefes verdi. Tonio'ya dönmeden konuşmuştu: "Umurumda değil."

Tonio'nun bir şey söylemesine fırsat vermeden alelacele çıktı. Seokjin'i bir köşede beklerken gördüğünde herhangi bir tepki vermeden yanından yürüyüp gitmişti.

"Ne oluyor?"

Tonio kafasını kaldırıp aynadan birkaç adım arkasında duran adama baktı. Çenesinden akan su damlacıkları yeri ıslatıyordu. Seokjin'in görebileceği şekilde gözlerini devirdikten sonra ellerini lavabodan çekerek ona doğru döndü.

"Hiç." demişti, basitçe. Seokjin ile uğraşmak istemiyordu.

Seokjin kafasını salladı. Kapıyı kapatmış, sırtını kapıya yaslamıştı. "Jimin, Jeon'dan hoşlanıyor değil mi?"

"H-Hayır."

"Yüzün her şeyi ele veriyor. Sana ayna karşısında yalan söyleme pratiği yapmanı söylediğimde her zamanki gibi benimle dalga geçmiştin."

"Tanrı aşkına Seokjin. Seninle uğraşamayacağım, çekil kapının önünden."

Tonio kapının kulbunu kocaman eliyle sardı ancak Seokjin hâlâ kapının önündeydi. Ayrıca bakışları Tonio'nun yüzünde geziniyordu. Tonio kendini tutamayıp "Ne?" diye sordu, agresif bir tavırla.

Seokjin yüzünü yüzüne doğru yaklaştırdığında hemen geri çekilmişti. Birisi kapıyı açmaya çalıştı bu olayın üzerine. Tonio fırsatı kaçırmayarak hızla kaçmıştı oradan. Seokjin ise yabancı adama gülümsedikten sonra partiye geri dönmüştü.

~~~

"Bir dakika konuşabilir miyiz?"

Jeon arabasının kapısını sertçe kapatıp arkasındaki kadına doğru döndü. Konuşmasına izin vermemişti yine.

"Konuşmak istemiyorum. Bunu anlamak bu kadar zor mu?"

"En azından özür dilememe izin ver."

"Özür dilemen hiçbir şeyi değiştirmeyecek." diye çıkıştı Jeon. Kendini tutmaya çalışıyordu fakat Heather sınırlarını zorlamaya yeminli gibiydi. "Bak, sana karşı olan tavrımı yanlış anlaman beni suçlu yapmaz. Ben sana umut verecek hiçbir harekette bulunmadım. Kaç yaşındasın? Birinin seninle gerçekten ilgilenip ilgilenmediğini anlayabilirsin değil mi?" Heather konuşmak için ağzını aralamıştı ki Jeon kafasını olumsuz manada salladı ve onu engelledi. "Lütfen bir şey söyleme. Bir daha da asla böyle bir şeye cüret etme tamam mı?"

Jeon sözlerinin sonlarına doğru o kadar ciddileşmişti ki Heather bu defa onu durdurmaya çalışmadı bile. Arabadan birkaç adım uzaklaşıp Jeon'un gözden kayboluşunu sessizce izlemişti.

Jeon'un aklında tek bir şey vardı şimdi. Jimin zamanında Heather için kibarlığına farklı anlamlar yüklüyor diye uyarmıştı onu ama Jeon küçüğünün sözlerini belki de ilk defa dikkate almamıştı. Heather ile onun adına konuşmasını hâlâ doğru bulmuyordu ancak kibarlığı konusunda söylediği şey doğruydu, kabul ediyordu. Ne yazık ki Heather'ın bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemişti. Jeon'un onunla hiç özel bir ânı olmamıştı. Nasıl ona karşı bir şeyler hissettiğini düşünmüştü anlamıyordu. Sadece kibarlıklarından böyle bir sonuca varmakta deli saçmasıydı.

Jimin'in evinin önünden geçerken durdu. Evin tüm ışıkları kapalıydı. Jimin'in odası yan tarafta kaldığı için biraz daha ilerledi. Odasının ışığı da kapalıydı. Sesli bir of çekti. Gözlerini kapatmış, ellerini direksiyona dayayıp kafasını yaslamıştı. Her şey çok güzel giderken yine kendini çözülmesi zor olan bir durumun içinde bulmuştu.

Daha fazla orada boşuna beklemedi ve yoluna devam etti. Eve gelir gelmez közlerin üzerine birkaç tane daha odun atmış, ardından duş almaya yukarı çıkmıştı. Odasındaki takvimi gördüğünde kafasını olumsuz manada sallayıp gözlerini devirdi. "Harika bir yıl olacağı kesin." diye söylenmişti.

Küveti hazırladıktan sonra üzerindeki bornozu asıp sıcak suyun içine bıraktı bedenini. Lavanta yağı ve sıcak suyun etkisiyle iyice rahatlamıştı. Yine de aklından çıkmıyordu o an. Jimin'i görmüştü. Yüzündeki hayal kırıklığını, üzüntüyü kendi gözleriyle görmüştü fakat ona yetişememişti. Bir anda ortadan kaybolmuştu küçüğü. Sadece Tonio ile arabaya binerken görmüştü onu. Peşlerinden koşarak dışarı çıksa da yetişememişti.

Su soğumaya başladığında hızla köpüklenip durulandı. Pijama takımını giyinip aşağı inmişti. Şömine gayet iyi yanıyordu. Jeon, ateşin cızırtısını sakinleştirici bulduğundan kendisine bir kahve yaptı ve şöminenin yanındaki berjere oturdu. Bir işe yaramayacağını bilse de durmadan olanları düşünüp duruyordu. Kendine engel olamıyordu ki! Yaşananlar bir türlü aklından çıkmıyordu.

Saatin üçe yaklaştığını fark ettiğinde odasına gitmek için ayaklandı. Yatağına girmesinin üzerinden çok geçmeden çalan zil onu korkutmuştu. Ardından kırmak istiyormuşçasına yumruklanan kapısı genç adamı daha da germişti. Yatak odasının penceresinden baktı. Birini görmüştü ama kafasındaki şapka yüzünden kim olduğunu anlayamamıştı.

Aşağı inip sokak kapısının önünde durdu. Birkaç saniye bekledikten sonra "Kim o?" diye sormuştu.

"Benim, Jimin."

Jeon'un gözleri şaşkınlıktan kocaman aralanmıştı. Hemen kapıyı açtı. Küçüğü, buz gibi surat ifadesiyle karşısındaydı. Tam gözlerinin içine bakıyordu. Jeon, pijamasının üzerine sadece yağmurluk giydiğini gördüğünde kenara doğru çekildi. "İçeri gel." demişti, oldukça endişeli çıkan sesiyle.

Jimin içeri girdi. Jeon kapıyı kapattıktan sonra sırtını ahşap kapıya dayamış, bakışlarını yere indirmişti. Soğuktan kıpkırmızı olan parmaklarıyla uğraşıyordu. Jeon birkaç adım ötesinde, sabırla konuşmasını bekliyordu. Küçüğünün aksine yüzünde küçük bir tebessüm vardı. Geldiği için çok sevinmişti.

Jimin birkaç dakikanın ardından kafasını kaldırıp yeniden Jeon'un gözlerine bakma cesaretini buldu kendinde. Sertçe yutkunmuştu. Jeon gözlerinin önüne düşen saç tutamlarının ıslak olduğunu fark ettiğinde kendini tutamayıp şapkasını açtı. Jimin utançla kafasını eğmişti. Jeon bu hareketine gülümsedi. Islak saçlara nazikçe dokunduktan sonra "Üşüteceksin." demişti. Sesi fısıldar gibiydi.

Jimin, saçlarında gezinen ellerini itti ve bir adım geriledi. Öfkeli olduğu her hâlinden belli oluyordu şimdi.

"Beni düşünüyormuşsun gibi davranmayı bırak artık!" diye çıkıştı. Yüzündeki ifade Jeon'u şoka uğratmıştı. Ondan nefret ediyormuş gibiydi.

"Ben hiçbir şey yapmadım-"

"Sen yaptın." dedi Jimin, bu sefer sesi daha sakindi. Gözleri dolmuştu. Sinirliyken bir anda gelen ağlama isteğine asla bir anlam veremiyordu. "Sana söyledim. Senden hoşlanıyor dedim, kafasında saçma sapan şeyler uyduruyor dedim!" Yeniden bağırmaya başlamıştı. "Ama sen ne yaptın? Beni dinlemedin. Gidip onunla konuştun. Bak, şimdi ne oldu? Yoksa yine onu üzmemek için bir şey demedin mi? Belki de çıkıyorsunuzdur, ha?!"

Jeon, bu Jimin'i tanıyordu. Kıskançlıktan gözü dönmüştü yine. O kadar sinirliydi ki bir şey söylemeye ürküyordu. Üstelik bu sefer kendini savunacak yüzü yoktu. Belki de bunun nedeni artık onun da küçüğünden hoşlanıyor olması yüzündendi, bilmiyordu. Tek yaptığı sessizce Jimin'in öfkesini kusmasını dinlemekti.

"Gerçi bu beni ilgilendirmez değil mi? Çünkü özel hayatına karışamam, çünkü ben sana aşığım diye sana hesap soramam, yanında başka birini gördüğümde üzülemem, sinirlenemem... Hiçbir şeye hakkım yok benim. Doğru ama şu anda evine gelip sana bağırıp hesap sorduğum için o kadar iyi hissediyorum ki anlatamam! Ne dersen de susmayacağım da!"

Oturma odasına doğru yürümeye başladı. Botlarını çıkarmamıştı. Jeon'u sinir etmek için bilerek yaptığı bir şeydi bu. Tam da tahmin ettiği gibi botunun döşemelerde ve halıda bıraktığı çamur Jeon'un dikkatinden kaçmamıştı fakat hiçbir şey söylemedi. Rahatsız olduğunu bilmek bile Jimin'in içini rahatlatmıştı.

Işıkları açtıktan sonra şöminenin önündeki berjere oturdu. Jeon ellerini göğsünde birleştirmiş, sırtını duvara yaslamış onu izliyordu. Jimin sessizce geçen bir dakikanın ardından gözlerini birkaç adım uzağındaki genç adama dikti. Konuşmaması onu daha da sinirlendiriyordu.

"Niye susuyorsun? Haddimi bildirmeyecek misin bana?"

"Jimin, Tanrı aşkına, beni tanımıyormuşsun gibi konuşma."

Jimin sahte bir kahkaha attı. Kafasını sallayıp duruyordu. Bir anda yüzünü elleriyle kapatıp ağlamaya başladı sonra. Bu seferki daha şiddetli bir ağlamaydı. Jeon kendini berbat hissediyordu.

"Tek isteğim yeni yıla seninle girmekti. Gelmen için yalvarmıştım ama ne oldu..?"

Ağladığı için sesi boğuk çıkmıştı. Jeon ağlamamak için gözlerini tavanda gezdiriyordu. Jimin bu sözlerinin üzerine başka bir şey söylemeyince "Ben kimseyi öpmedim." diye itiraf etti Jeon. Ardından gözlerini tavandan çekip küçüğüne çevirmişti. Yüzü hâlâ elleriyle kapalıydı. "Aksini düşünmedin herhalde..?"

Jimin ellerini yüzünden çekti. Jeon'a ters ters bakıyordu. Ayağa kalkıp genç adama doğru yaklaştı. Tam karşısına dikildiğinde "Ona bu cüreti veren sensin ama." demişti.

"Saçmalıyorsun şu an."

"Ah, öyle mi? O olayda Heather ile konuştuğunda ona karşı bir şey hissetmediğini söyledin mi? Yoksa sadece benim adıma özür mü diledin?" Jeon bakışlarını kaçırdığında çenesini tutup yeniden gözlerine bakmasını sağladı Jimin. "Benimle konuşmuştun ama. Hislerini açıkça söylemiştin."

Jeon, bileğini kavrayıp elini çenesinden çekti.

"Ben yanlış bir şey yapmadım."

"Yaa..?"

"Evet."

"Biliyor musun, aslında konuşmayı ertelemesen bunların hiçbiri yaşanmazdı. Ben de seni öptüm, evet, ama sen ben seni öpene kadar senden hoşlandığımı anlamamıştım. Fakat Heather'ın senden hoşlandığını bu geceki öpücüğünden önce de biliyordun. Onunla konuşmadın." İyice yaklaştı Jeon'a. Gözleri dolmaya başlamıştı yeniden, bu yüzden doğru düzgün göremiyordu. "Eğer ondan gerçekten hoşlanıyorsan söyle bana Jeon. Bana acıyıp eninde sonunda gerçeğini öğreneceğim yalanlar söyleme. Eğer sen de ondan hoşlanıyorsan sana söz veriyorum buradan çıkıp giderim ve bir daha ikinizi de rahatsız etmem. İyi olmak için de elimden geleni yaparım, vicdanın rahat olsun."

Jeon duydukları karşısında ne diyeceğini bilemedi. Heather'dan hoşlandığı falan yoktu! Sadece o konuşmayı yapmak istemediği için kaçıp durmuştu. Küçüğü haklıydı, kendisinden hoşlandığını anladığı ilk an Heather ile konuşup bu işi bitirmeliydi. Onu görmezden gelmesi bir işe yaramayacaktı çünkü. Yaramamıştı da.

İçinden bir ses Heather'dan hoşlandığını söyleyip böylelikle Jimin'i kendinden uzaklaştırmayı söylese de yapamadı. İhtimali bile küçüğünü perişan etmişti. Ona bunu yapamazdı.

Gözlerinin içine bakarken "Heather'dan hoşlanmıyorum." dedi ve ekledi: "Kimseden hoşlanmıyorum."

Jimin usulca kafasını salladı. Jeon'dan birkaç adım uzaklaşmış, gözyaşlarından ıslanan yanaklarını silmişti. Sevincinin ne kadar anlamsız olduğunu anladığında kendinde acımadan edemedi. Burnunu sesli bir şekilde çekip salona doğru bir adım attı fakat Jeon kolunu yakalayıp küçük bedenini kolaylıkla kendine doğru çekmişti.

"Nereye?"

Jimin sorusuna şaşırdı. "E-Eve." demişti beceriksizce.

"Hasta olacaksın. Zaten bu karanlıkta nasıl gelebildin buraya? Korkmadın mı?"

Jimin buraya gelirken o kadar sinirliydi ki korkusu onu durduramamıştı. Gizlice Jeon'a gelmeseydi bu gece gözüne uyku girmezdi. Şimdi ise ormanlık ve ıssız yolda, bu saatte yaklaşık yirmi dakika boyunca yürüyecek olması onu çok tedirgin etmişti.

"Hayır."

Jeon bir an bile tereddüt etmeden "Burada kal." dedi. "Lütfen."

Jimin bakışlarını ondan kaçırdı. Gitmek istiyordu ama yol onu korkutuyordu. Ayrıca bir yanı da gitmek değil kalmak istiyordu. Şu anda Jeon'a karşı kırgın olsa da tek isteği biraz daha yanında kalmaktı. Kendine hakim olamamasından nefret ediyordu.

Herhangi bir şey söylemeyince Jeon cevabını evet olarak kabul etti. Eli yeniden saçlarına doğru çıkmış, Jimin'in gözlerinin içine bakarken ıslak tutamları nazikçe okşamıştı. Sonrasında genci kendine yaklaştırmış, kafasını göğsüne doğru bastırıp küçük bedenini kollarıyla sarmıştı. Jimin böyle bir şey yapmasını beklemediğinden şaşkındı ama anın tadını çıkarmak için düşünmemeye çalıştı.

Canının böylesine yanmasına neden olan adam ile ona huzuru veren adam aynıydı.

Galiba Jimin yavaş yavaş aşkı çözmeye başlıyordu.

Yine de kendini kaptırmamaya çalıştı. Jeon'un kibarlığını Heather gibi yanlış yorumlamak istemiyordu kafasında. Çünkü sonunda üzülen o olurdu, bunu biliyordu. En başından beri biliyordu hem de.

Ancak bilmediği bir şey vardı ki Jeon ona kibarlıktan sarılmamıştı. Genç adam, küçüğünü üzdüğü için kötü hissettiğinden ve ona sarılmanın kendisine de huzur vermesinden dolayı yapmıştı bunu.

Ayrıldıklarında ikisi de utançtan birbirine bakamıyordu. Sonunda Jeon yürümeye başladı. Jimin de hemen arkasından onu takip ediyordu. Üst kata çıkmadan önce Jeon'un küçük bir bakışı yüzünden botlarını çıkarıp merdivenin kenarına koymuştu.

Odasına girdiklerinde Jeon küçüğü için bir tişört ve pijama altı çıkardı dolabından. Jimin üzerini giyinirken arkası ona dönük olacak şekilde yatağa oturmuştu.

"Giyindim." Jimin kendi kıyafetlerini komodinin yanına bırakırken konuştu. Jeon kafasını ona doğru çevirmiş, "Saçını kurut istersen." demişti.

Jimin birkaç saniye düşündü. Ardından kafasını sallayıp odadan çıkmıştı. Jeon da aşağıdan küçük ısıtıcısını çıkarmış, Jimin'in yattığı tarafa koymuştu. Hava buz gibiydi. Zaten ıslak saçlarıyla bu soğukta buraya kadar gelmişti. Üstelik üzerinde de ince bir yağmurluk vardı sadece. Kesin hasta olacaktı.

Jimin geri döndüğünde Jeon çoktan yatağa girmişti. Küçük olan kapıyı olabildiğince sessiz bir şekilde kapattı. Odayı turuncu rengiyle sarmış olan ısıtıcıya bakıp yeniden Jeon'a çevirmişti küçük gözlerini.

Saçlarını eliyle geriye doğru attı. Küçük adımlarla yatağa yürümüş, ardından Jeon gibi sırtını başlığa yaslayıp öylece karşısındaki duvara bakmaya başlamıştı. Isıtıcı yorganı sıcacık yapmıştı ve yüzünün sağ tarafına tatlı bir sıcaklık vuruyordu. Geldiğinden beri anca ısınabilmişti.

"Peşinizden koştum, görmedin mi?"

Jeon bir anda konuşmaya başladığında Jimin kafasını ona doğru çevirdi. Yüz ifadesinden bahsettiği şeyle alakalı hiçbir fikri olmadığını anlamıştı büyük olan.

"Görmedin demek... Seni Tonio ile giderken gördüm. Peşinizden koştum ama yakalayamadım."

"Neden peki?"

Şaşırma sırası Jeon'daydı. Böyle bir soru beklemediğinden afallamıştı. Ne demesi gerekiyordu şu an? Peşinden gitmesi tuhaf mıydı ki?

"Bizi gördüğünü gördüm... O yüzden."

"Bana açıklama yapmak için mi peşimden geldin yani..?"

"Evet." dedi Jeon, gerginliğini gizlemek adına gülümsemişti. "Gelmemeli miydim?"

Jimin omuz silkti. Bakışlarını yeniden karşısındaki duvara çevirmişti. "Bilmem. Buraya gelirken ne söyleyeceğini tahmin etmeye çalıştım biraz. Büyük ihtimalle bana kızarsın diye düşünmüştüm. Sırf senden hoşlanıyorum diye sana hesap soramam değil mi? Böyle şeyler söyleyeceğini düşündüm işte."

"Orası öyle." dedi Jeon, kafasını sallarken. Jimin istemsizce gülmüştü.

"Niye güldün?" Jeon merakla sordu. Ortamın yumuşaması hoşuna gitmemiş değildi.

"Hiç." Kafasını Jeon'a çevirdi yeniden. Birkaç saniye boyunca gözlerinin içine bakmıştı. Sonrasında gözleri ince dudaklarına inmiş, o an aklına geldiğinde sertçe yutkunmuştu. Ağlamak üzereydi. Yorganın altındaki eliyle bacağını çimdikliyordu ağlamamak için.

"İyi geceler." dedi sonunda. Arkasını dönüp yatağın en uç köşesine gitmişti.

Jeon asılan suratını fark etmişti. Küçüğüne doğru yanaşıp kollarını bedenine sarmak, yumuşacık saçlarına öpücükler kondurmak ve onu çok sevdiğini söylemek istese de yapmadı. Yapamadı. Arkasını dönüp hiç uykusu olmasa da gözlerini yumdu. Kalbindeki suçluluk hissi bir yerlerden tanıdık geliyordu.

~~~

Jimin uyandığında üzerindeki ağırlık yüzünden birkaç saniye kıpırdayamamıştı. Her yeri ağrıyordu, özellikle de başı. Sanki birisi kafasına çivi çakıyordu. Dün gece banyo olduktan sonra dışarı çıkmasının bir ödülüydü bu. "Geri zekalı." diye söylendi kendi kendine.

Yataktan kalktığında Jeon'un yattığı taraftaki komodinde duran saate baktı. Saat on ikiyi geçmişti! Aklına ilk gelen şey Emily olmuştu. Onu odasında bulamayınca kim bilir ne kadar endişelenmişti!

Yatağın ucundaki hırkayı gördüğünde hemen giyindi. Jeon'un kokusu onu gülümsetmişti. Yine de yaşananlar yüzünden hâlâ üzgündü. Odadan çıkıp aşağı indi. Merdivenin son basamaklarına geldiğinde duyduğu sesin kime ait olduğunu çözebilmişti. Gözleri hemen sokak kapısına doğru çevrildi. Bu onun botlarıydı.

Kalp ritimleri hızlandığı için sık sık nefes alıp veriyordu. Ayrıca gözleri dolduğundan etrafını buğulu bir şekilde görüyordu.

Heather, Jeon ile dün geceyle alakalı konuşuyordu. Daha doğrusu bir iki cümle kuruyor, ardından özür diliyordu. Galiba Jimin gibi o da arkadaş kalalım diyerek genç adamla yakın olmaya devam etmek istiyordu. Jimin, Jeon'un mahcup sözleri yüzünden iyice sinirlenmişti. Fakat Jeon daha ne yapabilirdi ki? Dün gayet sert ve net bir şekilde Heather'la konuşmuştu ama anlaşılan bir işe yaramamıştı. Jeon kabalaşmak zorunda olduğu için bile üzülmüştü fakat Heather'ın umurunda değil gibiydi. Dünkü konuşmalarının ardından yirmi dört saat bile geçmeden kapısına gelmişti.

Jimin aklına gelen fikirle oturduğu basamaktan kalktı ve odaya doğru koştu. Altındaki pijamayı çıkarmıştı. Jeon'un tişörtü ona bol geldiğinden iç çamaşırını örtüyordu. Gerçi görünmesi de Jimin'in pek umurunda olmazdı.

Aşağı indi. Heather'ın arkası ona dönüktü. Jeon ise onu görebilirdi çünkü salona doğru oturmuştu. Jimin merdivenlerden inip salonun ortasında o hâliyle dikilmeye başladı. Jeon onu gördüğünde ne yapacağını bilememişti. Resmen rengi atmıştı!

Jimin paniklemesini keyifle izledi. Heather, Jeon'un arkasında bir yere baktığını fark ettiğinde "Bir şey mi oldu?" diye sormuştu. Jimin genç kadını duyar duymaz koşarak kenara gizlenmişti. Birkaç saniye geç kalsaydı muhtemelen Heather onu o hâlde görecekti.

"Bir şey yok Heather."

Heather, Jeon'a döndü yeniden. "O zaman sıkıldın konuşmamdan."

"Yanlış anlama ama aynı şeyleri söyleyip duruyorsun. Ayrıca bu konuyu uzun uzadıya konuşmamıza gerek yok ki. Duygularının bir karşılığı yok bende, üzgünüm. Olmayacak da. Anladığım kadarıyla arkadaş kalmak istiyorsun ama bunu başarabileceğimizden emin değilim. Sen... Sen en başından beri başka bir niyetle yaklaştın bana. Arkadaş olmak için değil. Yalan mı..?"

"Değil ama lütfen beni bi' dinle..."

Heather yeniden konuşmaya başladığında Jimin saklandığı yerden çıktı. Kafasını olumsuz manada sallıyor, kapıyı işaret edip duruyordu. Heather'ın buradan gitmesini istiyordu. Jeon elini bacaklarına doğru indirip yukarı çıkmasını işaret etti Jimin'e. Heather'ı dinliyormuş gibi yapıyordu aynı zamanda.

Jimin sinirden ayağını sertçe yere vurdu. Merdivenleri hızla çıkmıştı. Tam odaya gireceği sırada kapının yanındaki dresuarın üzerinde duran vazo gözüne takıldı. Yine kıskançlıktan ve sinirden kendini kaybetmişti. Bu yüzden bir an bile düşünmeden vazoyu alıp var gücüyle yere atmıştı.

Heather bu ani ses yüzünden korkudan yerinde sıçradı. Jeon ise derin bir nefes alıp vermiş, sakin kalmaya çalışmıştı.

"Neydi o?"

"Cereyandan oldu herhalde. Açık bırakmıştım pencerelerle kapıları."

Üst kata çıkmak için ayağa kalktı. Neyse ki ayağında terlikler vardı. Odasının kapısının önü cam kırıklarıyla doluydu çünkü.

İçeri girdiğinde Jimin'i yarıçıplak bir şekilde yatağında otururken bulduğundan dikkati dağılmıştı biraz.

"Ne yapıyorsun Tanrı aşkına?"

"Asıl o burada ne yapıyor?"

"Sanki ben arayıp çağırdım!" diye çıkıştı Jeon. Sesinin yüksekliğini fark ettiğinde gözlerini yumup sakinleşmeye çalışmıştı. "Lütfen buradan çıkma. Gidecek birazdan, söz."

Jimin ayağa kalktı. "Beş dakikası var. Yoksa aşağı inerim böyle. Ne düşüneceği de zerre umurumda olmaz."

"Küçük bir çocuk gibi davranıyorsun."

"Oh, işine gelince çocuğum işine gelmeyince kocaman adamım!"

Jeon bir şey diyemedi. Sesli bir nefes verip odadan çıkmak için arkasını dönmüştü. Kapıda bir süre bekledikten sonra da çıkmıştı. Jimin'in sinirli bir şekilde söylediği son sözleri onu güldürmüştü. O an kendisini gülümsememek için zor tutmuştu. O kadar sevimli görünüyordu ki elinde değildi.

"Cereyandanmış."

"Anladım." dedi Heather.

Jeon oturmak yerine genç kadının yanında durmuştu. "Bence yeterince konuştuk."

"Ama ben-"

"Arkadaş kalmayı düşünmüyorum Heather. Bunu söylemenin daha nazik yolu yok. İkimiz de yetişkin insanlarız, beni anlarsın diye düşünüyorum. Üzgünüm."

Heather bakışlarını yere çevirdi. Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmış, usulca kafasını sallamıştı. "Peki." demişti ardından, belli belirsiz bir ses tonuyla. Ayağa kalktığında ise bir kez daha özür dilemişti.

Jeon gülümsemeye çalıştı. Ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı. Heather'a kapıya kadar eşlik etti. Genç kadın ayakkabılarını ve montunu giyinip hiçbir şey demeden gitmişti. Açıkçası biraz utanmıştı.

Jeon kapıyı kapattığında gözlerini yumdu ve derin bir of çekti. Üst kata çıkmak için merdivenlere doğru yöneldiğinde Jimin'in yukarda ona baktığını görmüştü. Odaya geri döndüğünde Jeon da peşinden gitti. Kapıyı kapatıp sırtını yaslamış, "Sakinleştin mi?" diye sormuştu.

Jimin gözlerini devirdi. "Merak etme temizlerim."

"Şu an konuşmamız gereken son şey o."

Jimin sahte bir şaşkınlıkla "Yaa..?" dedi ve yataktan kalktı. "Neymiş konuşmamız gereken?"

Jeon ona doğru bir adım attı. "Kendini kaybediyorsun, farkında değilsin."

Jimin de Jeon'a doğru bir adım atmıştı. "Senin yüzünden."

"Suçlu yine benim yani?"

"Evet sensin." dedi Jimin, kendinden emin bir şekilde. Yine öfkeden gözü kör olmuştu. Sonrasında büyük ihtimalle pişman olacağı sözler söylemek üzereydi. "Keşke seni hiç görmeseydim. Hiç peşine takılmasaydım! Hayatım daha ne kadar kötü olabilir derken senin yüzünden beterin beteri olduğunu öğrendim ben. Duydun mu? Hepsi senin yüzünden!" Birden sustu. Birkaç saniye sonrasında sözlerine devam etmişti: "Nefret ediyorum senden. Senden de, ondan da!"

"Nefret..?" Kaşları şaşkınlıktan yukarı doğru kalkmıştı. Aynı zamanda bir adım daha yaklaşmıştı küçüğüne. "Kendini kandırma."

"Kendimi kandırmıyorum. Nefret ediyorum senden anladın mı? Niye bu kadar şaşırıyorsun ki hem..?"

"Benden nefret etmiyorsun, edemezsin... Bu yolu seçmen ikimizi de daha çok üzer, aklında bulunsun."

Jimin bakışlarını kaçırdı. Yakalanmıştı. Bu, uzun zamandır aklındaydı. Madem arkadaş kalmak ona iyi gelmiyordu o zaman Jeon'u hayatımdan çıkarırım diye düşünmüştü. Dün gece Tonio onu eve bıraktığından beri bunu düşünüyordu. Jeon'a sinirli olması da bu fikre ısınmasına sebep olmuştu. Ancak şimdi, Jeon'a sinirli olsa da, bu fikrin mantıklı olmadığını anlamıştı. Ondan nasıl nefret edebilirdi ki? Yalan söylüyordu. Kendine bile yalan söylüyordu. İşte bu kadar çaresiz bir hâldeydi. Jeon da ona hiç yardımcı olmuyordu.

"Çok yoruldum." dedi, bakışlarını yeniden koyu kahverengi gözlere çevirdiğinde.

Jeon'un dudaklarına güzel bir tebessüm hakim olmuştu. Mutluluğun sebep olduğu bir tebessüm değildi bu.

"Biliyorum." dedi usulca. Ardından biraz daha yanaşmıştı Jimin'e.

Elleri belini sardığında şaşkınlıktan donakalmıştı sanki küçük olan. Jeon burnunu burnuna sürttüğünde ise yere yığılmamak için sağ eliyle genç adamın kolunu sıkıca tutmuştu. Daha Jeon'un bu kadar yakınında olmanın şokunu atlatamadan dudaklarını dudaklarında hissetmişti. Tam ona yakışır bir şekilde nazikçe yaklaşmış ve yumuşak bir öpücük bırakmıştı kalın dudaklara. Jimin birkaç saniye Jeon'a baktı. Nefesleri birbirine karışıyordu. Jeon'un dudaklarıyla arasında bir santim bile yoktu. Düşünmek bir işe yaramadığından Jeon'a doğru yanaştı iyice. Bu sefer o dudaklarını korkakça kiraz dudaklara değdirmişti.

Jeon bedenini iyice kendine doğru çekti, sadece duyduğu yoğun hazza odaklanarak Jimin'in masum öpücüğüne karşılık vermişti. Saniyeler geçtikçe öpücükleri masumluktan uzaklaşıyordu. Jimin, bunu daha çok sevmişti.

Bacağı yatağa çarptığında korkuyla geri çekildi. Hareket ettiklerinin farkında bile değildi. Jeon hâline güldü. Jimin kızardığına emindi. Bütün vücudu yanıyordu sanki. Ardından yeniden kiraz dudaklara odaklandı gözleri.

"Beni öptün..."

Jeon kafasını salladı. Jimin kollarını boynuna sarmış, Jeon'u yatağa doğru çekiştirmişti. Her şey çok hızlı gelişiyordu ancak umurunda değildi. Sadece anın tadını çıkarmak istiyordu. Bu bir rüyaysa eğer uyanmak istemiyordu! Jeon üzerine çıktığında bacaklarını bacaklarına sardı. Jeon'un ağırlığını üzerinde hissetmek bile onu mahvediyordu.

Genç adamın en ufak bir hareketinde dudaklarından uzun inlemeler boşalıyordu.

Jimin elini Jeon'un kazağının içine sokup sırtını okşamaya başladığında genç adam kendini geri çekti. Saçı dağılmış, terlemiş ve dudakları kızarmış Jimin her ne kadar harika görünse de üzerinden kalkmış, yatağın ucuna oturmuştu. Güçlü bir pişmanlık hissi tüm yüreğini kaplamıştı.

Nasıl böyle bir şey yapardı?

Jimin dizlerinin üstüne oturdu. Jeon'un tam arkasındaydı. "Ne oldu?" diye sordu utana sıkıla fakat Jeon bir cevap vermemişti. Jimin bunun üzerine yataktan kalkıp genç adamın önünde dikilmeye başladı. Jeon ısrarla kafasını kaldırmıyordu. "Pişman mı oldun?" Jimin dizleri üzerine çöktü. Böylelikle Jeon'un yüzünü görebiliyordu.

Jeon yine cevap vermedi. Sadece kafasını olumsuz manada sallamıştı ancak bu Jimin'i pek tatmin etmemişti. Bu yüzdendir ki genç adamın çenesini tutup kendisine bakmasını sağladı. Ardından iki elini de yanaklarına bastırmıştı.

"Yanlış olduğunu mu düşünüyorsun?" demişti oldukça yumuşak çıkan sesiyle. Jeon sessiz kalmaya devam etse de bakışlarından anlamıştı Jimin. "Denise yüzünden mi? Zamanında kendi ağzınla söylemiştin, o da senin mutlu olmanı-"

Jeon ellerini tutup yüzünden çektiğinde sustu Jimin. Jeon ellerini dizinin üzerine koymuş, ikisini de sıkıca sarmıştı. Kafasını olumsuz manada sallıyordu.

"N-Neden öyleyse..? Sen de benden hoşlanıyorsun işte..." Güzel bir gülümseme hakim oldu yüzüne. "Neden sakladın peki? Ne zamandan beri-"

Jeon sonunda put gibi durmayı bıraktı ve küçüğünün gözlerinin önüne gelen saçlarını işaret parmağıyla kenara doğru çekti. Jimin'in gülümsemesi daha da genişlemişti bu hareketi üzerine. Ağlıyordu ama bu seferki gözyaşları kalp kırıklığından değildi.

Jeon, elini saran küçük ellere baktığında sertçe yutkundu. Jimin parmaklarına masum bir öpücük bıraktığında ise dolan gözlerini gizlemek adına kafasını iyice eğmişti. Neyse ki uzun saçları gözlerini kapatıyordu.

"Yani sen de..." demiş, şaşkınlıktan cümlesini tamamlayamamıştı. Kafasını Jeon'un dizlerine koyup gülmeye başladı sonra. Duygularına asla karşılık bulamayacağına öyle bir inandırmıştı ki kendini az önce yaşananları aklı almıyordu bir türlü. Jeon onu öpmüştü ve tam olarak söylemiş olmasa da ondan hoşlandığını kabul etmişti. Sessizce geçen bir sürenin ardından kafasını kaldırdı. Jeon'la göz göze gelmişlerdi.

Bir sorun vardı. Jimin bunu çözmeliydi. Mutluluğa bu kadar yaklaşmışken pes edemezdi. Jeon'un dert ettiği şey her ne ise öğrenecek ve aslında hiçbir şeyin ikisinin mutluluğundan önemli olmadığını anlatacaktı ona uzun uzun.

Jimin eski günlerini özlüyordu. Artık yeniden, gerçekten mutlu olmak istiyordu.

"Ben de başta böyleydim. Kabul etmek istemedim, kendimi kandırmaya çalıştım. Kabullendiğimdeyse sana söylememek için direndim... Sorun Denise değil anladım. Sorun insanlar. Onların hakkımızda ne düşünecekleri." Sözlerini onaylaması için Jeon'un gözlerine baktı yeniden. Tahmini doğruydu, Jeon'un yüz ifadesinden kolayca anlamıştı bunu. "Kimse bilmek zorunda değil ki Jeon. Kimseye söylemeyiz. Lütfen yapma bunu bize. İkimiz de birbirimizi seviyoruz."

Eğilip bir kez daha genç adamın ellerini öptü. Sonrasında dudaklarına uzanmış, nazikçe öpmüştü kiraz dudakları. Jeon'un karşılık verdiğini hissettiğinde ise gülümsemeye başlamıştı fakat gülümsemesi pek uzun sürmemişti. Jeon geri çekildiğinde öylece kalakalmıştı.

"Anlamıyorsun."

"Neyi anlamıyorum?!" Jimin kendine engel olamadı. Mutluluğa bu kadar yaklaşmışken ellerinden kayıp gitme düşüncesi onu çok korkutuyordu.

"İkimizi de çok üzerler. Bunu anlamıyorsun."

"Kimseye söylemeyiz diyorum." Yalvarırcasına konuştu Jimin. "Lütfen Jeon..."

"Öğrenmeyeceklerini mi sanıyorsun?"

Jimin omuzlarını silkti. "Öğrensinler." demişti, umursamazca. "Ben sadece seni istiyorum."

"Anlamıyorsun. Her şey çok kolay senin için Jimin. Herkesi her şeyi harcamaya hazırsın ama sonra pişman olursun."

"Nereden biliyorsun pişman olacağımı? Ben çocuk değilim tamam mı? İnsanların nasıl tepkiler vereceğini biliyorum ve duyduğun gibi umurumda da değil."

Jeon "Ama benim umurumda!" diye çıkıştığında Jimin suskunlaştı. Omuzları hayal kırıklığıyla düşmüştü. Kafasını yere eğmiş, sessizce ağlamaya başlamıştı. Küçüğünü bu hâlde görmek onu mahvetse de konuşmaya devam etti Jeon: "Benim yüzümden üzülmen bu dünyada isteyeceğim son şey. Şimdi, duygularının ya da yaşının verdiği cesaretle böyle şeyler söylüyorsun ama ya ileride pişman olursan? En sevdiklerin karşımızda duracak belki de? O zaman ne yapacaksın? Bana karşı olan aşkın seni mutlu etmeye yetecek mi?"

Yataktan inip Jimin'in yanına oturdu. Gözyaşlarını silmeye çalıştığında Jimin kafasını yana doğru çevirmişti.

"İşte bu yüzden söylemedim."

Jimin öfkeli bakışlarını genç adama çevirdi. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu.

"Sence şimdi daha az mı üzülüyorum?" Jeon bir şey söylemeye çalıştığında onu engelledi. "Sürekli doğru olan ne diye düşünüyorsun. Sürekli! Beni öpme cesaretini bulmana şaşırdım." Ayağa kalktı. "Bir de ben kendime korkak diyordum."

"Korkmuyorsun çünkü nelerle karşılacağımız hakkında en ufak bir fikrin yok."

"Bırak Tanrı aşkına!" Jeon'un tişörtünü çıkarıp bir köşeye fırlattı. Kendi kıyafetlerini giyinmişti. "Tek bir gözyaşıma bile değmezsin." diye söyleniyordu.

"Jimin..?"

"Ne Jimin? Ne diyeceksin başka?"

"Sakinleşince beni anlayacaksın."

Jimin sahte bir kahkaha attı. Jeon'a doğru yaklaşmıştı. "Ben anladım anlayacağımı. Sen bir korkaksın ya da... Ya da benim seni sevdiğim gibi sevmiyorsun beni. Hatta bu ihtimal daha mantıklı. Çünkü seni sevdiğim gibi sevseydin beni bu konuşmayı yapmazdık bile. Bu sondu Jeon. Artık yokum ben. Çok yoruldum ve sen..." Kafasını olumsuz manada salladı. "Bu sevgiyi hak etmiyorsun. Keşke seninle hiç tanışmasaydım."

Jeon duyduklarını sindirmekle meşgul olduğundan bir şey diyemedi. Jimin de sözlerinin ardından bir saniye bile beklemeden odadan çıkmıştı. Dikkatsizce yürüdüğünden kapıdaki cam kırıklarından biri ayağına batmıştı. Jeon acıyla inlediğini duymuştu ama hâlâ bir çeşit şok yaşıyordu. Bu yüzden yanına gidemedi.

Jimin cam parçasını ayağından çıkarıp topallayarak aşağı indi. Botlarını ve yağmurluğunu giyinmiş, eve son bir kez baktıktan sonra kapıyı var gücüyle çarpıp çıkmıştı. Bir yanı Jeon'la birleşemeden ayrıldıkları için kırgındı, bir yanı ise sonunda kendisini düşündüğü için mutluydu.

Aynı gün hem Jeon'un ondan hoşlandığını öğrenmiş hem de her şeyi bitirmişti. Nasıl hissettiğini tarif etmesi imkansızdı. Arkasına dönüp Jeon'un odasının penceresine baktı. Genç adamı kendisine bakarken bulmayı beklememişti doğrusu.

Yüzündeki ifadeden onun da üzgün olduğunu anlamıştı ama yapacak bir şey yoktu.

Böyle olmasını o istemişti.

~~~

"Saçmalama istersen Jimin! Yemin ediyorum ömrümün sonuna kadar unutmam bunu!"

Jimin sesli bir of çekti ve kendini yatağa bıraktı. Tonio bu hareketine gözlerini devirip dibine kadar girmiş, işaret parmağını tehditkar bir tavırla arkadaşının suratına doğru sallamıştı.

"Döneklik yapma, gebertirim seni. Anladın mı?"

Jimin, onu korkutmaya çalışmasına gülmeden edemedi. Tonio kendisini ciddiye almadığı için bacağına vurduğunda ise acıyla bağırmıştı. İntikamını alması uzun sürmedi. Bacaklarını kaldırıp Tonio'yu itmişti.

"Acıdı be!" diye sızlanmıştı aynı zamanda

Tonio omuz silkti. Jimin'in karnını tekmelemesi o kadar canını acıtmamıştı. Sadece dengesini kaybetmişti. Odadan çıkmadan önce aynı tehditkar tavırla ekledi: "Git annen ve büyükannen ile vedalaş. Saat üçte çıkacağız."

Jimin bir şey söylemedi. Zaten Tonio da bir şey söylemesini beklemiyordu. Sonunda sert ifadesi yumuşadı. Arkadaşına gülümsedikten sonra odadan çıkmıştı.

Okulun ilk dönemi birkaç gün önce bitmişti. Okul en azından Jimin'i oyalıyordu. Tatile girince iki hafta boyunca evde ne yapacağım diye dertlenip durmuştu. Ta' ki Tonio'nun peşinden İtalya'ya gitme fikri aklına gelene kadar.

Bir anda çıkmıştı ağzından bu fikir. "Ben de seninle İtalya'ya gelsem ne olur?" diye sormuştu arkadaşına. Tonio başta ona inanmasa da ciddi olduğunu anladığında çok sevinmişti. İtalya'da buradaki gibi çok arkadaşı yoktu. Sadece iki tane çocukluk arkadaşı vardı. Ayrıca Jimin'le en küçük bir şey yüzünden kavga etseler de onu seviyordu. Birlikte eğlenebiliyorlardı. Tabi bir de onun kafasını dağıtması için iyi olur diye düşünmüştü. İki hafta önce Jeon meselesinin bittiğini, bir daha onun adını bile duymak istemediğini söylemişti. Tonio neler olduğunu sorsa da bir şey anlatmamıştı. O da sonunda pes etmişti.

Tek başına kaldığında nasıldı bilmiyordu ama onunlayken bu ayrılıkla iyi baş ettiğini söyleyebilirdi. Birkaç kez Jeon'a rast gelmişlerdi ve o hiç heyecanlanmadan, herhangi birine rastlamış gibi geçip gitmişti yanından. Tonio azmine şaşırmıştı ve bir o kadar da gururlanmıştı. Jimin'in nihayet kendisini düşünmesi onu da sevindirmişti.

Jimin şimdi biraz tereddüt ediyordu. Aniden aklına gelen bu fikri ikinci kez düşünmeden dillendirmişti. Son ana kadar da her şey yolundaydı. Fakat tek başına yabancı bir ülkeye ve tanımadığı bir eve gitmek gözünü korkutmuştu. Biliyordu, gideceği ev Tonio'nun babasının eviydi ama sonuçta o Tonio'yu tanıyordu. Ailesini değil.

Kapısı çalındığında yatağından doğruldu. "Gel." demişti oldukça yorgun çıkan sesiyle.

"Tatlım, bir arkadaşın geldi."

Jimin kaşlarını çattı. Kimseyi beklemiyordu. "Kim?"

"Benim, Adam."

Adam içeri girdiğinde Emily aradan çekilip iki genci yalnız bıraktı. Jimin şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememişti birkaç saniye.

"Hoş geldin..." Pencerenin yanındaki tekli koltuğu işaret etti. "Otursana. Eski ama sağlamdır merak etme. Büyükbabamın."

Jimin'in aşırı açıklamasına ve panik hâline güldü Adam. Tatlılığı onu deli ediyordu.

"Peki." dedikten sonra koltuğa oturdu. Jimin de yatağına geri oturmuştu.

"Bir şey içer misin?"

"Yok... Aslında ben... Ben İtalya'ya gideceğini duydum. O yüzden gelmiştim.

"Ah evet, Tonio ile gideceğim."

Adam kafasını salladı. Gergindi. Jimin'in sadece iki haftalığına gittiğini biliyordu ancak gideceğini duyar duymaz kendini burada bulmuştu. Zaten uzun zamandır ona karşı olan duygularını itiraf etmeyi planlıyordu. Galiba artık zamanı gelmişti.

Jimin'le göz göze geldiğinde gülümsedi. Jimin de gülümsemeye çalışmıştı. Genç ne diyeceğini bilemiyordu. Sonunda dayanamayıp "Ee..?" dedi.

Adam yalandan öksürdü. Derin derin nefesler alıp veriyor, heyecanını bastırmaya çalışıyordu.

"Ben aslında... Biliyorum, ne saçmalıyor bu diyorsun içinden ama söylemek çok zor. Yani, benim için öyle. Sonuçta bunu insanlar birbirine söylüyor. Söylemeliler de. Doğal olan bu. Yani söyleyip kurtulursun ayrıca. Olursa olur, olmazsa olmaz. İçinde kalmamış olur-"

"Adam ne diyorsun?" Küçük bir kahkaha attı. "Direkt söylesene. Hiçbir şey anlamıyorum."

"Söyleyeceğim." dedi Adam. "Tabi söyleyeceğim. Söylemeden olmaz ki."

"Tamam söyle hadi. Ben sana inanıyorum, başarabilirsin."

Jimin'in onunla dalga geçmesi işini pek kolaylaştırmasa da güldü. Dizlerini sallamayı kesmiş, gergin hissettiğinde yaptığı bir şeydi, ardından oturduğu yerden kalkıp Jimin'in yanına oturmuştu.

Jimin meraklı gözlerle yanındaki gence bakıyordu. Ne söyleyeceği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Ayrıca Adam'ın bu hâllerine alışık değildi.

"Sana daha öncesinde söylemek istedim ama... Ama olmadı. Uhm... Aynada pratik yaparken bu kadar zor değildi."

Jimin aklına gelen şey yüzünden kaşlarını çattı. Adam'ın suratını uzunca incelemişti. Söylediği şeyleri duymuyordu sanki. Genç ellerini tuttuğunda anca kendine gelebildi. Gözlerini birbirine kenetlenmiş ellere çevirdiğinde geri çekmesi iki saniye içerisinde olmuştu. Önüne dönmüş, şaşkınlıktan kocaman açılmış gözleriyle yerdeki döşemeleri incelemeye başlamıştı.

Adam beklediğinden de sert bir tepkiyle karşılaştığından kaskatı kesildi. Pişmanlık doluydu yüreği şimdi.

"Şey..."

Jimin, Adam'ın sesini duyduğunda doğrulup sesli bir nefes aldı ve verdi. Ona doğru dönmüş, "Şaka gibi." demişti. Niyeti Adam'ı gücendirmek değildi, gerçekten de şaka gibi olduğunu düşünüyordu.

"Neden..? Neden öyle dedin ki?"

"Öyle çünkü Adam. Sen ve ben..? İlk başlarda bana nasıl davrandığını hatırlıyor musun? Şaşırmaya hakkım vardır diye düşünüyorum."

Adam ellerini olumsuz manada salladı panikle. "Yanlış anladın. Şaşırmana bir şey demiyorum. Anlıyorum hatta."

Jimin kafasını başka bir yöne çevirdiğinde kendisini açıklamayı bıraktı. O kadar kötü hissediyordu ki buna daha fazla dayanamayacaktı.

"Biliyor musun? Unut gitsin. Hiç söylemedim farz et."

"Adam!"

Jimin'in seslenişiyle durdu. Elini kapının kolundan çekmiş, sonrasında arkasına dönmüştü. Jimin ona doğru yaklaştıkça iyice artmıştı heyecanı.

"Yaptığın şeyleri unutmuş değilim. Unutmam da pek mümkün değil. Yine de bana karşı olan davranışlarının değişmesi beni mutlu etmişti, itiraf edeyim." Adam'ın yüzünde umutlu bir gülümseme belirdiğinde omuz silkti Jimin. "Ama olmaz. Çünkü ben sana o gözle bakmadım hiç. Zaten..."

"Zaten..?"

"Hiç. Hiçbir şey."

"Zaten bir başkasından hoşlanıyorsun, değil mi?"

Jimin "Hayır." diye reddettiğinde Adam "Her neyse." diye kestirip attı. Jimin'in bir başkasından hoşlanıyor olma ihtimali onu sinirlendirmişti. "Kim olduğu umurumda değil, bu yüzden yalan söylemene de gerek yok. İyi tatiller sana."

"Adam..?" Adam kapıyı hafif vurarak çıktığında olduğu yerde kaldı Jimin. "Bu da neydi şimdi? Tanrım!" diye sızlandıktan sonra derin bir of çekmiş, yeniden yatağına uzanmıştı.

Gitme vakti geldiğinde Jimin annesi ve büyükannesiyle vedalaştı. Tonio onları öyle görünce "Ben de!" diyerek yanlarına koşmuştu. Amy işte olduğundan şu anda orada değildi. Sabah vedalaşmışlardı Tonio ile.

"Güzelce eğlenin tamam mı?"

"Tabi eğleneceğiz." diye atıldı Tonio. "Yalnız Jimin'in geri döndüğünde beş on kilo fazlası olabilir. Endişelenmeyin sakın."

Emily gülerken Jimin kaşlarını çatıp arkadaşına baktı. "Ne?" diye sormuştu. Bir şey anlamamıştı çünkü.

"Hani İtalyanların yemekle arası iyidir. Büyük porsiyonlar, çeşit çeşit yemekler... Ya bana şakamı açıklattırıyorsun! Mutlu musun şimdi?!"

"Komik değildi Tonio." diye söylendi Jimin. Gözlerini devirmişti. "Ayrıca ırkçılık yapıyorsun şu an."

"Jimin ben İtalyanım zaten. Yarı olsa da."

Jimin daha fazla ciddi kalamayıp gülmeye başladığında Tonio, Emily'ye döndü. "Çok eğleneceğiz, şimdiden başladık bile."

Arabaya bindiklerinde Jimin kocaman gülümseyip el salladı annesiyle büyükannesine. Köşeyi döndükleri anda Emily dakikalardır tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. Jimin'le ilk defa bu kadar uzun bir süre ayrı kalacaklardı. Onsuzluğa alışık değildi. Bayan Day ağladığını fark ettiğinde yanına gidip sarıldı ince bedenine. Jimin'in kocaman ve aklı başında bir genç olduğunu, bu tatilin ona çok iyi geleceğini söyleyerek avutmaya çalışmıştı kızını.

Tonio radyoda çalan şarkıya eşlik etmeye başladığında Jimin tuhaf bakışlarını arkadaşına çevirdi. Birkaç saniye sonrasında radyonun sesini kısıp "Bırak da yeteneği olanlar söylesin." demişti, sırf onu sinir etmek adına.

Tonio ona aldırmayarak "O zaman mikrofon sende." demiş ve radyonun sesini açmıştı.

Jimin burnunu kıvırdı. Şarkıyı bilmiyorum diye yalan söylemişti. Tonio "O zaman bana karışma." diye söylendi. Yeni çalan şarkıya eşlik ederken Jimin kafasını cama yaslayıp yolu izlemeye başlamıştı.

Daha önce tek başına evden ayrılmamıştı. Şimdi ise tam iki hafta boyunca evden uzakta kalacaktı. Tuhaf bir his kaplamıştı bedenini. Eve gitmek istiyorum diye ağlayacak değildi fakat içi buruktu.

Tonio'nun konserinden kurtulmak için walkmani ne işe yarardı şimdi! Ancak artık bir walkmani yoktu. Jeon'un ona verdiği her şeyi bir poşete doldurup kapısına götürmüştü ve hepsini geri almasını söylemişti. Jeon almayacağım diye karşılık verince de poşeti sinirle alıp evinin yanındaki çöpe atmıştı.

Jeon'u kafasında bitirmişti ancak siniri geçince tüm hediyelerinin çöpte olduğu gerçeği onu üzmüştü biraz.

Yarım saattir yolda olduklarından sonunda dayanamayıp "Ne kadar kaldı?" diye sordu.

Tonio "Ne oldu? Şimdi de gitmek için sabırsızlanıyor musun?" demişti, alayla.

Jimin ona ters ters baktıktan sonra yeniden önüne döndü.

"Tamam tamam kızma hemen. Yolu yarıladık sayılır."

Jimin kafasını salladı. Arkasına yaslanmış, gözlerini kapatmıştı. Her an geri dönmek istiyorum diye bağırabilirdi. Bu yüzden bir an önce uçağa binmek istiyordu.

Uzun bir korna sesi duyduğunda korkuyla sıçradı. Tonio hemen aynadan kim olduğuna bakmıştı. Araba ona bir yerlerden tanıdık geliyordu.

"Jeon mu o?" diye sorduğunda Jimin alelacele arkasına döndü.

Gerçekten de Jeon'du!

Arabayı o kadar hızlı kullanıyordu ki Jimin şaşkınlıktan epey bi' süre gözlerini ondan alamamıştı.

"Durma sakın." Tonio'nun yavaşladığını hissettiğinde önüne döndü. "Duydun mu beni? Durma sakın!"

"T-Tamam ya, bana niye bağırıyorsun?"

"Hızlanır mısın biraz daha?!"

Tonio istediğini yapıp gazı kökledi ancak Jeon peşlerini bırakacakmış gibi görünmüyordu. Bu kovalamacanın boşuna olduğunu düşündüğünden yavaşladı Tonio. Arabayı yolun kenarında durdurmuştu.

"Ne yapıyorsun Tanrı aşkına? Çalıştır şu arabayı."

"Ne diyeceğini merak etmiyor musun?"

"Etmiyorum." dedi, Jimin kendinden emin bir şekilde. "Ne diyecekse zamanında diyecekti. Anlıyor musun?"

Tonio önüne döndü. Jimin'le kavga etmeyecekti. Bu yüzden "Konuşmanız en iyisi." dedi ve sustu. Jimin'in söylediği hiçbir şeye cevap vermedi.

Jeon arabanın önüne doğru yürüdü. Jimin'in arabadan inip yanına gelmesini bekliyordu. Jimin ise kollarını göğsünde birleştirmiş, bakışlarını tavana dikmişti. Birkaç dakikayı böylece geçirdiler. Jeon sonunda "Seninle konuşana kadar hiçbir yere gitmeyeceğim!" diye bağırmıştı.

Tonio Jimin'e baktı. Hiç oralı değildi.

"Uçağı kaçıracağız. Git ve konuş. Lütfen."

Uçağı kaçıracaklarını söylediğinde bakışlarını tavandan çekti Jimin. Birkaç saniye düşünmüştü. Bu tatile ihtiyacı vardı. Uçağı kaçırmak istemiyordu.

Kemerini söküp arabadan indi. Jeon'un tam karşısına dikilmiş, "Seni dinliyorum." demişti düz bir sesle.

"İtalya'ya gidiyormuşsun." Jimin herhangi bir tepki vermeyince devam etti: "Şans eseri öğrenmesem gittiğinden haberim bile olmayacaktı."

"Ee..?"

Jeon, küçüğüne doğru bir adım attı.

"Jimin ben keyfimden söylemedim o sözleri tamam mı? Seni üzecek hiçbir şey yapmak istemediğimden söyledim."

"Ve seçimini yapmış oldun. Bitti artık. Şimdi neden gelip yoluma çıkıyorsun ki? Benim üzülmemi istemiyorsan benden uzak durursun..." O da genç adama doğru bir adım attı. "Jungkook."

"Bu söylediğine sen inanıyor musun? Ne oldu? Bir anda bitti mi aşkın?"

Jimin duyduklarına o kadar sinirlenmişti ki sinirden Jeon'u yumruklamak istiyordu.

"Benimle dalga mı geçiyorsun? Ne istediğine karar ver Jungkook." diye çıkıştı. "Sözde çok olgunsun!"

"Verdim zaten."

Jimin durgunlaştı. Yüzü yavaş yavaş gevşemişti. Jeon ona doğru bir adım daha attı, böylece aralarındaki mesafeyi sıfıra indirmişti.

"Seni istiyorum." Güzel bir gülümseme hakim oldu dudaklarına. "Sen haklıydın. Gizleyebiliriz... Kimsenin bilmesine gerek yok."

Jimin donmuştu sanki! Rüyada mıydı? Belki de ama yüzünde hissettiği sıcak nefes, Jeon'un kabanının içinden yükselen en az ona aşık olduğu kadar aşık olduğu koku, ciğerlerini yakan soğuk...

Jeon, küçüğünün şaşkınlığını fark ettiğinde gülümsedi. Saçlarını nazikçe okşamıştı kendine gelmesi için ama hiçbir işe yaramamıştı. Jeon bu sefer ellerini tuttu. Jeon'un sıcak elleri küçük ellerini sıkı sıkı kavradığında Jimin'in içi bi' hoş olmuştu.

"Lütfen gitme Jimin. Burada kal, benimle."

~~~




Selaaam

7k bölüm 💅🏻 umarım sıkılmadınız maksmaksöakzk

Ay yamuldum bu arada bölümü düzeltirken. Artık olduğu kadar 😭

Evvvet jeonumuz baktı bu iş böyle olmicak it gibi geri döndü 💃

Ee şimdi sormasam olmaz. Sizce jimin kalacak mı yoksa hadi ordan kahpe diyerek basıp gidecek mi italyaya 😋

Düşünüyom düşünüyom başka diyecek bi şeyim yok. Beni merak edenler varsa ruh sağlığımın daha da iyi olduğunu söyleyebilirim. Kuzenime geldim, yurtta değilim ve bana çok iyi geldi cidden. Aslında okula yurda falan alıştım ama hala daha bi tane bestie bulamadım kendime 💅🏻✌️  bu beni arada üzüyo ama inançlıyım doğru kişiyi er ya da geç bulucam

Neysee umarım bölümü sevmişsinizdirrr

Kaçtım 💜

Continue Reading

You'll Also Like

172K 17.9K 31
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
199K 20K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
347K 13.3K 77
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
210K 8.6K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!