Counterclockwise | Yoonmin

By sadqueenx

133K 12.1K 11K

Bir kum saatinin içindeki kum aksa da tükenmez, tükenmediği gibi size geri döner. - Yoonmin x Omegaverse 19.0... More

Counterclockwise
OMEGAVERSE
1|Green grapes and sweet almonds
2|Submissive kitty
3|Bound with ring
4|Our birthmarks
5|Olly olly oxen free
6|Scent
7|Do you want me to stop?
8|Don't...
9| Can i sleep next to you?
10|More than love
11|Dragon blood and cinnamon
12| Round table wolf
13| Our scars 1/2
14| Our scars 2/2
16| 'Yi ri san qie'
17| Liar's candle
18| Last favor
19| Goodbye, dear friend
20| End of everything
21|'Shuushi'
22| 'Unmei no akai ito' 1/2
23| 'Unmei no akai ito' 2/2
24| God hates lovers
25| Sands & Clocks
26| Hamlet, Romeo and other lovers
27| As before
Final
-Teşekkür-
special episode 1
special episode 2
Special episode 3
Special episode 4
Special episode 5
-başka bir evrende, en güzel halleriyle-

15| Touch

3.5K 320 379
By sadqueenx

"Yalanlardan bir duvara sıkıştırılmış bir gerçek, durgun sular gibi sakin ve huzur dolu görünebilir mi? Yaptığım şey çok mu yanlıştı? Senin aptal olmadığını biliyorum. Sadece verilen ikinci şansı daha iyi kullanmalıydım."

Mum ışığıyla aydınlatılmış odanın içine ağır ama hoş bir koku veren ejderha tütsüsü doluşurken siyah ve sarı hanboklarımın içinde, odanın ortasında duruyordum. Etraf loştu ama odada benim haricinde bir koku daha vardı, hoştu, güzeldi ve tanıdık bir hisle sarmalanmamı sağlıyordu ama yine de üzerimde hissettiğim o garip gerginliği durduramıyordum. Kötü değildi, heyecan dolu bir gerginlikti bu. Kalbimin çarpıntısına engel olamadığım bir şekilde belli ederken kendimi kurdumun heyecanlı çırpınışlarıma da şahit olmamı sağlıyordu.

Elimle masanın üzerinde duran gümüş bardağı tuttuğumda parmağımdaki yüzükler bir şangırtı çıkartmıştı. Bardağı dudaklarıma götürdüm, şaraptan içip gölgeye döndüm. Pembe ve beyazlardan oluşan hanbokları içindeydi, uzun siyah saçlarına vuran mum ışığı gölgeli gösteriyordu tutamlarını. Eşyaların arasında ayakkabılarından ses çıkartarak yürüdü sakin adımlarla ve sonunda açık bir halde duran kılıcın olduğu masaya ilerleyip durdu.

Parmağını uzun kılıcın üzerindeki yazıda gezdirdi dikkatle ve yavaşça sesi doldu kulaklarıma "Yi ri san que." Sonra parmakları yavaşça  kılıcın sivri ucuna ilerledi. Dokunmaması, ve keskin olduğu için incineceğini söylemek için hamle yapacakken parmağı kanla kaplandı. Bir tıslama sesiyle elini tutup göğsüne bastırdı ve o anda her şey birbirime karıştı. Gökgürültüsü sesiyle rüzgar eserek mumları söndürdüğünde etraf karanlığa bürünmüştü. Bir gürültüyle yeniden şimşek çaktı, etraf kısa süre de olsa aydınlandığında yerdeydim. Bir kan gölünün ortasında, kucağımda yüzünü göremediğim bir beden vardı.

Kimin kanıydı bu? Benim mi onun mu?

Nefes alamadım ve ihtiyaçla boğazımı tuttum. Bir öksürük takıldı boğazıma sonra, ağzımdan kanlar kontrolsüzce dökülürken boğazımı tuttuğum ellerimin arasından da kanıyordum. Yavaş yavaş, acı içinde kıvrandım. Nefeslerim öylesine yetersiz geldi ki... Ama bir gram korkmamıştım, sadece derin bir acı vardı, kalbimde, ruhumda beni deliye çeviren bir acı, o acı öylesine yoğundu ki ölümden daha çok o korkuttu beni. Pişmanlık kapladı sonra o acıların yerini. Ve bu, tam daha ne kadar acıtabilir derken hepsinden bin kat daha çok canımı yaktı.

Yataktan sıçrayarak uyandığım anda elimle boğazımı kavrayıp etkisi hala süren rüyadan dolayı nefeslerimi hissetmeye çalışır gibi soluklanıyordum. Gerçekliğini ve bana hissettirdiği duyguların tümünü sorgulamıştım, nasıl olur da bu kadar gerçek olabilirdi? En önemlisi nasıl kurdumu bu kadar rahatsız edebilirdi?

"Yoongi..." Jimin'in endişe dolu sesi bana ulaştığında onu fark etmemiştim bile. Tam dibimde, bana bakıyordu, endişeli gözleri gözlerimdeydi, boğazıma sardığım elimin bileğine sarmıştı parmaklarını sıkıca. Gerçeklik algım yavaşça yerine geldiğimde anladım neden böyle telaşlı olduğunu ve ellerimi çözüp kucağıma koydum. Çiçeklerimi sıkmamdan dolayı dolu dolu olan gözlerinden bir rahatlama dalgası geçtiğinde "İyiyim, kabus gördüm." dedim yavaşça daha da rahatlaması adına.

"Biliyorum, hissettim."

Parmaklarının ucuyla bileğimin içini okşuyordu. Bu beni biraz rahatlattı, nefeslendim, biraz geri kayıp yastığımı dikleştirmiş yatak başlığına yaslanmıştım. Jimin'se sanki yerini biliyormuş gibi kolumun altına girdiğinde artık birazdan çok daha iyi hissediyordum. Hatta daha da iyisi kokusunu yoğunlaştırmasıydı, anında rahatlatmıştı kurdumu.

"Daha iyi?"

"Hmm..." diyerek gözlerimi kapadım ve ona sarıldım. Bacakları bana dolandı hemen, uyum sağladı. Kafamdaki milyon tane şeye ve gördüğüm saçma sapan kabusa rağmen rahat hissetmemi sağlayan kollarımın arasındaki omeganın benim ruh eşim olduğu gerçeği her geçen gün daha da kafama yatıyordu. Kurdum da artık beni rahatsız etmiyordu bu nedenle.

Jimin, bacaklarını bana yavaştan yavaştan sürterken parmak uçları bileğimin içinden yukarıya, boğazımdaki çiçeklere yöneldi. Hafifçe, tüy gibi oyalandı orada ama asla tam anlamıyla dokunmadı, ama dokunsaydı daha az etkilenirdim yaptığı şeyden. Kalbim anlık çarpmış, ağzım kurumuştu. Hızla bileğinden yakaladım devam etmesin diye, dudakları arasından minik bir kıkırtı kaçmış. Siktir, bu, bu zamana kadar ondan duyduğum en şirin sesti ve ani koku değişimime engel olamamıştım. O da başını kaldırıp bana gözleri kocaman olmuş şekilde bakarak "Bundan etkilenmiş olamazsın." dedi gülüp hayretle. Başımı geriye attım gözlerimi kapatıp ve kaldırdığı başını omzuna bastırıp agresifçe söylendim "Uyumaya devam et."

Ama o, bunun yerine omzumda dinlendirdiği başını yukarı çevirip dudaklarını kulağımın altına doğru getirdi. Dikkat dağıtıcıydı ama sesi, sıcak nefesiyle birlikte daha çok dikkat dağıtıcı olmaya başlamıştı "Dün gece sabah için söz almıştım."

Ne yalan söyleyeyim, aklımdan kesinlikle olumsuz bir düşünce geçmiyordu, zaten o da benim düşünmeme fırsat vermeden bacaklarımın arasındaki bacağını çoktan benimkine sürtmeye başlamıştı. O zamana kadar zorlandığımı hissetmem çok sürmedi, sabah ereksiyonu olduğumda genelde kendim hallederdim ama şimdi onun sürtünmeleri yüzünde hararetli bir sevişmenin başlangıcındaymış gibiydik. Çok sürmedi ellerinin beni kavraması, o küçük elleriyle avuçlayıp bastırmasına karşılık belindeki elim sıkılaştı ama o kollarım arasından kayarak aşağıya indi.

Üzerimdeki gömlek dar gelmeye başlamıştı o parmaklarını kumaş pantolonun kemer yerinde gezdirmeye başladığında. Yaptığı her hareket yavaşça ve özenliydi, tıpkı bir sanatçı gibi. O ellerdeki yeteneği biliyordum, çizdiği resimleri görmüştüm ve tıpkı onları yapankenki gibi dokunuyordu bana.

Gözleri dolandı üzerimde. Önce yutkundu, siktiğimin adem elmasının aşağı yukarı hareket edişiyle resmen sızlamıştı tam orası, sonra dudaklarını dili üzerinde gezdirerek pantolonumun kemerini çözmesi baksırımı öyle bir zorladı ki... Ama soracak olunursa en çok ne zorladı diye, baksırımı indirip beni kavradığında henüz sızdırmadığım için beni kayganlaştırması cevabını verirdim. Şaka gibiydi, sıcaklığı üzerimde baştan aşağı dolanırken göz temasını bile kesmemişti, utanması asla yoktu. Hırlayarak inlemiş, elimle saçlarını kavramıştım. Acıması da yoktu, sabahın köründe büyük bir açlıkta gibiydi hareketleri, nasıl idare edeceğimi bilmiyordum

Büyük bir inleme daha kaçtığında ağzımdan bana vakit bile tanımadan beni ağzıyla kavuşturmuş, en derin hislerle baş başa bırakmıştı beni. Acıması yoktu ya hani, gerçekten de bundan emin olmuştum yutkunmasıyla, bu hareketiyle öyle bir kasılmıştım ki ilki bitmeden ikinci inlememdeydim. Ellerimin sıkılığını kontrol edemeyerek çekiştirdim saçlarını. Yanaklarını içeri çökerek emdi beni. Yemin ederim bilincimi kaybettiğimi hissettim bunu gördüğümde.

"Jimin..." diye inlerken nefes almak ister gibi farkında olmadan elimle boğazımı kavramıştım. İstek gibiydi, farkında olmadan yaptığım ama bize has vereceğinden emin olmak istediğim bir istekti. Bir ateşle sarıldı dört bir yanım, yaptığım şeyin onu etkileyeceğini böyle düşünmemiştim. Bacağımı sıkmış, dolulukla inlemeye çalışmıştı.

Bunu duymamla kendimde onu yönlendirme gücü bulamadım zaten gerek de yoktu çünkü Jimin bana ne yapması gerektiğini bilen tek kişiydi. Kendimi onun ellerine bıraktım. Odada benim inlemelerimle, onun çıkardığı nefes sesleriyle şapırtıları yükselirken çok yakındım. Dayanamıyordum, öyle sıcak, öyle bitiriciydi ki...

Kurdum birden hırladı ve ben kontrolsüz bir güçle Jimin'in sıcaklığından ayrılmadaa onu döndürüp üzerine çıktım. Dizlerim başının iki yanındaydı, bunu hızla yaptığım için dişlerinin sürtünmesi yüzünden ağzımdan bir tıslama çıkmıştı.  Böyle çok daha zordu, kalçalarım yüzündeydi, sıkılığı içi gibi öldürücü diyebilirdim.

Kendimi ittiğimde ses keyif dolu bir ses çıkardı. İhtiyaçla kalçalarım kavranmıştı elleriyle ama pek de geri çekildiği söylenemezdi, aksine daha çok bastırmıştı kendine. Ona beni çekerken bakmadığımı fark ettim ama şimdi ben yüzüne oturduğumdaki görüntüsü öyle iştah açıcıydı ki küfür etmeden duramadım "Siktir."

Ağzının dolu oluşu, burnundan nefes aldığı için kasıklarıma çarpan nefesi ve her şeyden öte beni sarmalayan kıpkırmızı dudaklarının ağzında beklerken aldığı şekli. Hayatımda böyle güzel bir görüntü görmemiştim ben, baş parmağımı üst dudağında gezdirdim büyülenmiş gibi ve sonra çiçeklerine dokundum. O güzel çiçeklerine dokunmam son nokta olmuştu. İnleyerek daha şiddetle sarmaladı beni ve ben de elimle yataktan destek alıp kendimi daha çok ittim defalarca. Sonra Jimin, yine o şeyi yaptı.

O küçücük parmaklarından bir tanesi yavaşça kaydı içime, geçen sefer yaptığı gibi. Bastırdığı noktayla birlikte kendimi kaldırarak gelirken ona alan yarattım. Öylesine hızlı geldim ki ilkinden daha yoğundu, gerçekten de zar zor durmuştum öyle ki Jimin'in dudaklarının iki yanından akmaya başlamıştı sıvım.

Daha rahat nefeslenmesi için çekildiğimde, göğsüm hızla inip kalkıyordu kendimi yana atarken. Onun da durumu aynıydı, gözlerini kapatmış dudakları aralıkça nefes nefese kendini düzene sokmaya çalışıyordu, pek başarılı olduğunu söylenemezdi. Benimle uğraştığı için rahatlayamadığında eli çamaşırının içinde, kasıklarında ihtiyaçla hareket halindeydi. Düzensizdi ve çabucak hallefebilmek için hızlı hareket etmeye çalışıyordu. Bu güzel görüntüyü, kendime dokunmasını izlemek istiyordum ama kötü durumda olduğu beliydi, kurdunun yardım dolu ulumasını inlemelerinin ardından bir yankı gibi duyuyordum resmen. Yanına kaydım, ben devraldım ellerinin görevini. Uyum sağladı hemen kıvranarak yan döndüğü gibi belinden kavramıştım kendime yaslayıp. Sırılsıklamdı, her hareketimle daha da ıslanıyordu.

Üzerinden tatlı tatlı kokular yükselirken kurdunun benimkine yanaşmasını ve ense açıklığının davetini fark ettim. Tıpkı bu evde ilk birbirimizi bitirmek için çabaladığımız zamanki gibi hissettirdi, kurdum bana şeytanice gülümsüyordu, bayılıyordu beni zor durumda bırakmaya.

Isır onu. Kokusu kokun olsun.

İlk seferinde hiçbir şeydik ama şimdi biriz.

Yoongi, bizi birleştir. Mühürle.

"Isır, alfa. Mühürle beni."

Kurdumun sesine Jimin'in ihtiyaçla kıvrandığı ses karıştığında mühür yerini dudaklarıma dayanmıştı. Açıkçası biraz şaşkındım, böyle bir isteği olacağını beklememekle birlikte kızgınlıkta bile değildi. Bilinci yerinde değilken bu söylediğine mantıklı bulabilirdim ama şimdi bunu onun ağzından duymak nasıl desem,  gerçek dışıydı.

Dur, yapma!

Bir tuhaflık var Yoongi, omeganın hissettikleri doğru değil.

Dişlerim tam o noktaya sürtündüğünde Jimin yapabildiği en yüksek inlemeyle boşalmaya başlamıştı. Bense kendimi dişlerimi geçirmemek için zor durdurmuştum kurdumun son anda tam tersi şeyler söylemesine.

İçimde bir romantik olmasa da biz ruh eşiydik, sıradan bir boşalma sırasında onun mühürlemek bence kurduna haksızlık ve bencillik olurdu. Çünkü kurduna değer veriyordu, bu durumda da benim pnu değersizleştirmem pek doğru olmazdı. Kaldı ki Jimin korunmadaydı, hiçbir şeyi bildirmesek de mühür her şeyden daha önemliydi. Kurdum, aslında doğru seçimi fark etmişti. Fakat tereddütünü bana yansıtması başka şeyleri daha hissettiğini fark ettirdi bana.

"Neden..." dedi nefeslerinin arasından "Neden mühürlemedin?"

Bu, her şeyden daha çok şaşırttı beni çünkü gerçekten kendindeyken bunu söylediğine emin olmuştum. Ne diyeceğimi bilemeden dirseğimin üzerinde doğrularak yüzüne bakma ihtiyacı hissettim ve gözlerine odaklandım sanki zihnini okuyabilirmişim gibi. Birkaç kez kırpıştırıp kaçırdı gözlerini, rahatsız olduğu hissiyle sarmalandım.

İstiyor ama istemiyor da.

Gergin ve biraz da korkuyor.

"Çünkü istemiyorsun." dedim gözlerimi kısarak ama o ısrarla "İstiyorum." dediğinde çenesinden tutup başparmağımla dudak kenarlarındaki beyaz kalıntıları sildim. Bunu yaparken gözlerini artık kaçırmayı bırakmıştı, doğrudan bana bakıyordu "Jimin, hissettiğimi biliyorsun. Neden yalan söylüyorsun?"

"Yalan söylemiyorum. O an öyle istemiştim, yapmayınca da kurdum sinirlendi ben de rahatsız oldum."

"Eğer şimdi yapsaydım, başımız daha kötü belaya girecekti. Ama eğer istiyorsan bunu yaparım."

Gözleri ışıldayarak bana baktığında dudağına bir öpücük kondurup sırt üstü pozisyonuma geri döndüm. Toparlanmış olmalı ki yatakta doğrulup bana dönerek sormuştu "Gerçekten yapar mısın?"

"Eğer gerçekten kurtlarımızın bunun için hazır olduğunu anladığımda, evet, yapacağım. Ama bugün değil, tamam mı?"

Başını salladı "Tamam." Parmaklarını bileğindeki çok hafifçe solmuş tülün kestiği izlerde dolaştırıp devam etti "Doktor raporunu kabul ettiler değil mi, sorun yok?"

"Yok, zaten Areum Seokjin'in imzasını görünce direkt sahte olamaz dedi. Geçerli sayıldı. Sözcülerin ona körü körüne inanacağı aklıma gelmezdi."

"Seokjin hala devlet için çalışıyor. Cinayet olayında korunmadaki omegalar tahliye edildikten sonra sağlık kontrollerini tek başına yaptı, bu konuda ona güvenmeleri normal."

Onun bu konudaki gücünü hafife almamam gerekiyordu o halde, çünkü bize ettiği yardım gerçekten geleceğimizi, alacağım cezayı ve Jimin'in çekeceği acıyı tamamen ortadan kaldırmıştı. Onun yüzünden derin bir rahatlamayla ellerimi başımın altına koyarak rahat nefesler alıyor ve omegamla birlikte uyuyabiliyordum. Önemli olan tek nokta buydu bence ama merak etmiyor değildim nereden ve nasıl tanıştıklarını, ya da Seokjin'in onun için neden sahne bir rapor düzenlediğini.

"Onunla nereden tanışıyorsun? Sana rapor düzenleyecek kadar yakın olduğunuza göre bir bağınız olmalı."

Önce bakışlarını ellerine indirdi kokusu garip bir şekilde değişmeye yaklaştığında aniden bana bakarak dudaklarını iki yana kıvırıp tatlı tatlı feromon salgılamaya başlamıştı. Gülüşündeki cilve bütün kokusuna dağıldı birden ve üzerime eğildi "Ne o kıskandın mı?"

Elimle başından doğru yatağa devirecek bir güçle onu ittirip üzerimden savarak yataktan kalktım. Bu sırada incecik kahkahası dudaklarından dökülmeye başlamıştı, sinirle "Emin ol kıskandaydım bilirdin." dedim

"Doğru, bilirdim." parmakları bilekleri ve boynundaki izlerde dolandı "Beni kıskanmana bayılıyorum ama sana bunu söyledim. Bir daha beni kısıtlarsan gerçekten aklının almayacağı şeyler yaparım. Haberin olsun."

Bana her diklendiğinde sonucu hep altımda kıvranırken ve yalvarış dolu inlemelerle bitiyordu. İnadına yapıyordu bunu, bana sataşmak doğasının kanunu gibiydi. Beni aynı anda hem öfkelendirip hem de cinsel açıdan uyaran tek kişi Park Jimin'di ve onun bunu bildiğinden adım kadar emindim artık. Fakat bu sefer, bunu görmezden gelecektim çünkü cidden, bir yerde durmamız gerekiyordu Jungkook'un dediği gibi.

"Duşa giriyorum." dedim göz devirerek

"Ben de geleceğim."

"Jimin, duşa birlikte girersek ertesi gün çıkarız. Ve bugün Jungkook'la buluşmam gerekiyor. Sabaha karşı mesaj atmış, ona gideceğim, gelecek misin?"

"Saçma sapan sorular sorma, geleceğim tabii ki." derken onu geçiştirerek banyoya yürüdüm ve arkamdan bağırışları yükseldi "Çabuk ol, ben de gireceğim!"

Buz gibi bir duşla rahatlamak için ve bir de temizlenmek için girmiştim ama içerideki omega tam bir çocuk gibiydi. Sürekli kapımı tıklamış, çabuk olmam için sürekli mızmızlanmıştı, üstelik daha 5 dakika bile olmamışken. Ve sonunda da dayanamayıp soyunarak yanıma girmişti. Ne elleri durmuştu ne dudakları, beni çok zorlamıştı, özellikle de mühür yerini sürekli dudaklarıma sürtmesi. Şimdi bunu yapmamam tamamen kurdumdan kaynaklıydı, bir anda üzerine vahşice atlamamı tüm benliğiyle isteyen, mühürlemem için beni delirten kurdum şimdi sakince izliyordu eşini. Başka zaman olsa gerçekten asla acımaz ıslak fayansa dayayarak ona istediğini misliyle verebilirdim. Ama o hisse engel olamıyordum. Kurdum onu deli gibi istese de, kendini canı acısa dahi geri çekiyordu.

Oradan ona çok fazla dokunmadan sağ sağlim çıkarak üzerimi giyinmeyi başardığımda o da peşimden beni takip ederek yerde ıslak izler bırakmıştı. O izleri özleyeli daha birkaç gün olmuşken asla söylenmemiştim.

Evden çıkmayı başardığımızda saat sabah on bire geliyordu, hızla sürmüştüm Taehyung'ın kaldığı rezidansa ve parkla uğraşmayıp valesine anahtarı yürürken fırlatmayı seçmiştim. Bu sırada da Jimin'in elleri benimkilerin arasına kaydı ve aramızda boşluk kalmayacak şekilde bana yanaştı. Kokusundaki ani değişim yüzünden dönüp ona bakma ihtiyacı duyarken o, benden önce davranarak kulağıma çoktan yükselmiş ve benim duyabileceğim bir fısıltıyla "Anahtarı fırlatırken nasıl bu kadar çekici gelebilirsin gözüme?" demişti

"Kızgınlığın mı yaklaşıyor senin?"

"Senin yaklaşmıyor mu sanki?"

Şöyle bir durdum ve düşündüm, siktir, gerçekten benimki de yaklaşıyordu. Kokusundaki en ufak bir değimi hissetmem bu yüzdendi sanırım. Zaten ikimizinki arasında birkaç gün ya da 1 hafta falan oynuyordu, ruh eşi olduğumuz için de muhtemelen ikimizden birinin kızgınlığa girmesi diğerinin erken olmasını tetikleyebilirdi. Ve eğer günler aksamazsa benimki yine dolunaya denk gelecekti.

"Evet, seninki dolunaya geliyor ben de öyle hesapladım. Beni mühürlemek için güzel bir zaman bence, alfa." dedi yine aynı tondaki fısıltısıyla. Ama adım yerine doğrudan kurduma seslenmesi gerçekten de daha çok etkilenmemi sağlamıştı. Cidden beni nasıl etkileyeceğini biliyordu.

"Jimin, durmak nedir bilmez misin?"

"Bilmediğimi en iyi sen biliyorsun. Mühürleyecek misin?"

Asansöre bindiğimizde yirminci kata basarak birkaç insandan uzağa, arkaya çektim onu ve kimse duymasın diye kulağına fısıldadım onun gibi "Bu, senin beni ne kadar eğlendireceğine bağlı." Gözleri öyle bir büyüdü ve ışıldadı ki hafifçe sesli gülmeden duramadım.

"Seni uçuracağımdan emin olacağım."

"Göreceğiz."

Yeniden gülmüştüm açılan kapıdan onunla birlikte yürüyüp Taehyung'un kapısına varırken. Önce yavaşça tıklatmıştım, bir süre bekledim ama açan olmadı. Göz devirip tıpkı Jungkook'un bana yaptığı gibi açana kadar vurmayı kesmedim. Önceden kalma gülümsememi yaramaz bir sırıtışla değiştirdim bu sefer çünkü biliyordum ki uyumuyorlardı, uykusu çok hafifti Jungkook'un ve en ufak tıkırtıya uyanırdı.

Kapı aralandı hızla ve ben kollarımı göğsümde kavuşturup eşiğe yaslanarak saçları sırılsıklam yüzüne yapışmış Taehyung'ı süzdüm. Üzerindeki kırmızı sabahlık gevşek ve özensizce bağlanmıştı, dudakları şişti ve de kıpkırmızı. Sol gözünün altındaki capcanlı mavi çiçekler bile terden ıpıslaktı. Baktığım zaman ne yaptıklarını anlıyordum ve zaten biliyordum da. Evin içi Taehyung'ın keskin çam ağacıyla sarmalanmış yağmur kokusunun yanında inceden gelen Jungkook'un nilüfer çiçeğiyle sarmalanmış kokusuyla nasıl olur da aksini düşünebilirdim.

"5 dakika." dedi Taehyung susuz kalmış gibi dudaklarını yalayarak "5 dakika bekleyin."

"Yetecek mi?"

Taehyung kapıyı kapatmadan bir an için içeri dalıp salonda beklemeyi düşünmüştüm ama Jimin varken pek sağlıklı olmazdı, zaten kızgınlığı yaklaşırken başka bir alfanın kokusunun bunu hızlandırmasını istemiyordum. Feromon yarışına da girecek halim yoktu ayrıca da cidden 5 dakika falan sürmüştü çünkü Taehyung'ın gitmesiyle gelip kapıyı açması arasındaki zaman dediği gibiydi. İçeri geçtiğim gibi kokunun dağılması için pencereleri açıp salondaki koltuğa yayıldım ve ona sırıtarak bakınıp "Ne var?" dedim "Hep sevgilin mi basacak evimi."

Taehyung dolaptan bir şişe alarak kafasına dikerken kapıdan Jungkook girdi. Saçları darmadağınıktı, yanakları pembe pembe. Üzerinde de belinden düşmek üzere olan kısa, bol bir şortla beyaz bir tshirtün üstüne giydiği kırmızı, uzun hırka vardı. İkisi, birbirlerine bir an olsun göz temasını kesmeden bakarlarken Jungkook'un gözlerinin su içerken Taehyung'ın hareket eden adem elmasında olduğuna yemin edebilirdim.

"5 dakika yetmez demiştim." desin gülerek ve Jungkook dikkati dağılmış gibi ayırdı gözlerini ondan. Derince bir iç çekişle koltuğa oturduğunda ayaklarına toparlayıp küçücük oldu bir anda. Onu böyle gördüğüm nadir anlardan biriydi, her zaman canlı ve neşeli görüntüsü yerindeydi ama şu anki halini tarif etseydim kesinlikle uysal derdim onun için.

"Ne bu halin, bebek gibi?"

Taehyung arkadan güldü "Yatakta tam bir narin beyefendi olduğuna inanamazsın." Kaşlarımı kaldırıp çenesini dizlerine dayamış yorgunca bakan gözlerine bakındım. Omuz silkti "Ne? Elimde olan bir şey mi sanıyorsun? Hem niye bu saatte geldin ki, başka zaman sabah gel dediğimde akşama geliyordun bu günü mü seçtin cidden?"

"Ben de bu saatte ne işin var evimde sorusunu yıllardır soruyorum sana ve bir cevap alamıyorum. Bu yüzden vereceğim cevabı hak etmiyorsun."

"Siktir git. Söylemeyeceğim işte araştırmalarımı, öyle yerinde sayıp durursun."

"Söyleyeceğini biliyorum. Yoksa içinde kalır, çatlarsın."

Birkaç saniye bekledi ve oflayarak hırkasını çekiştirdi "Senden nefret ediyorum." yerinden kalktığında  mutfak tezgahının yanında, yer duran postacı çantasını alarak yanıma geldi "Aslında pek bir şey bulamadım. Teyzemin evine gidip gizlice arşivi karıştırmak zor olsa da eski belgelerden devlet için çalışmayı bıraktıktan sonra yerleştiği yerin adresini bulmayı başardım." elime birkaç kağıt tutuşturdu "Gimpo'daki ormanlık bölgede yaşıyormuş ailesiyle. Irk olarak özel olduğundan her sene yer bildirisi yapmış ama 2015'den sonra yaşadığı yer sürekli değişmiş."

"Ailesi? Onların ismi geçiyor mu?"

"Gizlilik hakkını kullanmış. Doğal olarak onaylamışlar. Bahisleri hiç açılmamış ya da evraklarda ismi geçmiyor. Ama bak, bu belgede..." durdu ve kağıtların arasından başka bir kağıt sıyırıp "Yurt dışı bildirisi yapılmış 2015'te. Karısının ve oğlunun yurt dışına çıkış işlemleri var ama isimleri geçmiyor."

"İletişim bilgileri var mı?"

"Hiçbir şey yok, haklarında tek bir bilgi yok Yoongi. Sadece oğlunun 21 yaşlarında olduğunu tahmin ediyorum ondan da emin değilim."

Elimle çenemi ovuştururken Jimin'in elimin altındaki elini buz gibi kesilmesi ona dönük bakmamı sağladı. Siyah pantolonunun sardığı ince bacaklarını üst üste atmıştı, bir eli elimin altındaydı ama diğer eli giydiği beyaz bol gömleğinin ucunu sıkıyordu.

Rahatsız hissediyor.

Kurdumun hissettiklerimi dilimden soru şeklinde döktüm "İyi misin? Buz gibi oldun." Başını hafifçe sallayıp elimin altındaki elini çekti ve üşümüş gibi kendine sardı "Üşüdüm biraz." Bunu demesinin ardından da Taehyung sandalyenin üzerindeki asılı şalı çoktan Jimin'in omuzlarına bırakıp Jungkook'un oturduğu tekli koltuğa geçmişti. Onu bir bebek gibi yana ittirip oturduğunda Jungkook çoktan Taehyung'un kucağına yerleşip kolları arasındaki yerini almıştı.

"Jimin," demişti kollarını Jungkook'ın beline sararken "Herkesin bu konuda fikri var ama korunmada olanlardan biri olarak senin düşüncelerini merak ediyorum."

Bunu sormak daha önce aklıma neden gelmemişti bilmiyorum. Onun bu konu hakkındaki fikrini net bir şekilde bilmiyordum, hatta bana şu anda bir fikir vermişti Taehyung'ın sorusu.

Ona döndüm ve sordum "Gerçekten, sen ne düşünüyorsun bu konuda? Belki kurulla korunmadaki omegaların fikrini dinlemek kararımızı yardımcı olur. Sonuçta sizin geleceğinizi etkileyecek bir karar bu."

Hepimiz Jimin'e dönmüş vereceği cevabı beklerken o, yerinde kıpırdanıp üzerindeki pembe şala biraz daha sarınarak dudaklarını aralamıştı "Ben..." demişti önce "Daha özgürce birlikte olmak isterdim."

"Kaldırılması destekler misin yani? Bunda ciddi misin?" Junkook hayretle sorarken ben pek şaşırmamıştık. Bazen tüm bunların onu bunalttığını hissediyordum ama şimdilerde daha çok içinde garip bir rahatsızlık hissi olduğuna değinmem gerekiyordu.

"Risk almayı seviyorum ama bunu yapmaya cesaret edemeyen omegalar var. Kızgınlıklarımızın nasıl geçtiğini bilmiyorsunuz. Her zaman bir alfayla geçiremiyoruz." kelimeleri yavaşça ve tereddütle dökülürken onu onaylamak ister gibi başımı salladım ve ekleme yaptım "Park Jae'nin anlatmak istediği de buna yakın bir şeydi. Omegaların kurtlarının strese girdiğini bu yüzden de doğum oranlarının düştüğü... Bakıldığında mantıksız değil. Diğer yönlerden de fazla tehlikeli, yasak olan her zaman tehlikelidir, alfalar diğer omegalar yerine korunmadakileri daha cazip bulmaya başlıyorlar."

Taehyung, eliyle Jungkook'un kolunu hafif hafif okşarken birden durdu ve önce Jimin'e sonra bana baktı. Kendini anlamak için zorluyor gibiydi ve biraz da temkinle konuşuyor gibi hissettiriyordu "Yasak olan çekici diye bütün yasaklar kalksaydı düzen sağlanamazdı, Yoongi."

"Taehyung doğru söylüyor, haberlere baktın mı hiç? Başbakanın yaptığı açıklama bile tatmin etmedi kimseyi. Bazı alfalar ve diğer omegalar korunmadaki omegalara karşı fazla öfkeli yaklaşımlar sergiliyor. Bu durum sakinleştirilmeden korunma kaldırılırsa daha kötü olur. Toplumda ötekileştirilmeye kadar gider."

"Bilmiyorum, Jungkook... Daha babamın ölümü bile çözülemedi. Bir şeyler yanlış gidiyor ama ben o yanlışı göremiyorum." derince bir iç çektim cümlemin üzerine. Üzerine düşünülmesi gereken birçok şey vardı ve ben hala tam anlamıyla bir karara varamamıştım. Yakında olacak oylama için pek iyi değildi.

İncecik bir havlama sesiyle irkilip Taehyung'ın kucağındaki Jungkook'a bağıran Yeontan'a bakındım. Hiç susmadan, bütün evi inletirken Taehyung'un onu susturmaya çalışını bile umursamıyordu. En sonunda bunu Jungkook devraldı ve ayağını uzatıp havadan havadan gitmesi için uğraştı. O da yetmeyince ayağa kalkmaya yeltenmesine Tae'nin eli engel olmuştu. Tek çaresi dişlerini gösterip hırlamak, "Isıracağım şimdi seni o olacak. Git artık git!" demekle bitmişti.

Yeontan'ın kıskanç bir köpek olduğunu biliyordum. Özellikle Taehyung'u Jungkook'dan deli gibi kıskanıyordu.

"Jungkook, o bir köpek. Rahat bırak hayvanı."

"Yani? Teorik olarak ben de bir köpek değil miyim, Taehyung?"

"Tamam ama-" Jungkook, parmağıyla dudaklarının üzerine bastırıp konuşmasını böldüğünde "Bu konuyu konuştuk. Beni bu zamana kadar mühürlemediğin için üzerinde benim kokumu duyması onu delirtiyor. Yap işte neyi bekliyorsan..."

"Değil mi ama, neyi bekliyorlarsa..." Jimin yüksek bir canlılıkla kendi ırkını desteklediğinde göz devirdim ve bir şey söylememe gerek olmadan Taehyung benim yerime gereken cevabı en güzel şekilde verdi "Jungkook, biz zaten birbirimize aitiz. Bunu mühür gibi saçma bir şeyle kutsamak çok saçma. Hayatın boyunca elini kolunu bağlamak istemiyorum. Özgürken bile benimle olmanı düşündüğümde kalbimin teklemesine neden oluyorsun."

Ben de hemen hemen bu şekilde düşünüyordum. Zaten birbirlerine ait olan ruhlar neden ikinci bir kez daha mühürlenme gereği duyuyorlardı ki. Zaten ben onun o da benimken bence buna gerek yoktu. Yine bunun tek başına alınacak bir karar olmadığı aşikardı. Jimin'in de bunu anladığından emin olmak için dönecekken çalan telefonum beni durdurdu ve ekranımda yazan Areum'un ismiyle hemen açıp kulağıma götürdüm. Daha cevap veremeden o atladı "Kurul toplacak, acil. Bir omega daha öldürüldü."

İki cümle yeterliydi açıklama için, telefonu kapattım, ayaklanarak onlara durumu anlattım ve Jimin'e akşama doğru Seokjin'deki imzalayamadığımız evraklar için orada buluşacağımızı söyleyerek koşturarak yola çıktım. Aklımda binlerce şey vardı ve bunların arasına yeni bir tane eklenmesi iyice ortalığı karıştırmıştı. Şimdi her şey daha da içinden çıkılmaz bir hal almıştı.

&&

Jimin:

Dar boğazlı kazağımı biraz daha yukarı çekerken soğumaya başlayan Kore'nin havası ciğerlerime keskince doluyordu. Ellerim cebimdeydi ve canım hiç olmadığı kadar acıyordu, kalbimin derinliklerinde Yoongi'den gizlemeye çalıştığım her şey gün geçtikçe her açıdan beni etkilemeye başlamıştı. Çok zordu, öylesine zordu ki... Özellikle çiçeklerimiz açtıktan sonra hepten zor olmuştu. Duygu değişimlerimi öyle kolay fark ediyordu ki saklamak zorunda kalmak içten içe kurdumu tüketmeye başlamıştı. Ondan uzak durabilirim sanmam hataydı, arada Seokjin olmasa bile bunu yapamazdım. Biz çıraydık, yanmak için tek bir kıvılcım bile yeterdi. Biz ruh eşiydik, ruhlarımız evrenin ilk oluşumunda bedenlerime dağılmadan sözleşmişler buluşmak için, önüne kimse geçemezdi, kimse engel olamazdı buna, biz bile olamazdık. Kendimi bildim bileli çizdiğim gelincik çiçeklerinden bile belliydi.

Yutkundum ve sol gözümün altından şakağıma kadar uzanan gün doğumu rengindeki gelincik çiçeklerimin ağırlığı altında ezilmemeye çalıştım. Göğsümde gizlediğim o ağrı yüzünde onunla ruh eşi olmama bile adam akıllı sevinememiştim. Ve en kötüsü Yoongi, çiçeklerimizin gerçek olduğunu ilk fark ettiğimde kaçıp saklanma isteğimi hissetmişti. Elimde olmadan kırıyordum onu, her şey öylesine boka sarmıştı onu kaybedeceğimden deli gibi korkuyordum.

En başından, babam demekten nefret ettiğim o adam karşıma çıkmadan ona çekildiğimi, ona deli olduğumu, bayıldığımı söylemiştim ama tüm bunların anlamı artık yoktu. Yoongi öğrendiği anda bir toz bulutuna dönecekti ve benim tek planım Jungkook'un sadece bir hikaye olduğuna inanmak istemediğim o hikayeydi. Çünkü onu kaybetmememin tek yolu bizi birbirimize bağlamaktı. Eğer gerçekten mühürlendiğimizde bana zarar veremeyecekse ve Yoongi'nin de benden ayrılma şansı olmayacaksa sonsuza kadar ona bağlanmaya razıydım ben. Geriye kalan tek şey, Hoseok'tu.

Evden yürüyüp kampüse girdiğimde birkaç işimi halletmiş, Seokjin'in yanına doğru yürürken kestirme yolu kullanarak sadece sabahları öğrencilerin bulunduğu binanın açık alt kısmından yürüyordum, sonra adımlarıma bir başka adım sesi karıştı.

Koş.

Jimin koşman gerek.

Adım sesleri benimle durduğunda koşma fırsatı bile bulamadan kokusu burnuma dolarak ciğerlerimi yaktı. Denizin en acı kokusuydu benim için, kurdum da ben de iğreniyordum her duyduğumuzda.

Elini ensemde hissettiğimde buz kestim ve cebimde yumruk yaptığım elimdeki üçlü sarmal yüzüğüm parmağıma dar gelmeye başladı. 6 yıldır beni koruyan yüzüğün artık hiçbir değeri kalmamıştı, siktiğimin devleti bile koruyamazdı beni artık. Bataklığın ortasında tutunduğum tek dal Yoongi'ydi ama o kadar ince bir daldı ki koptuğu anda boğulup yok olacaktım.

"Jiminie," dedi önüme geçerek, bana tepeden bakıyordu, yüzündeki her bir kırışıklığı, saçlarının her telindeki beyazlığı görebiliyordum. Gözleri, yüzümün her detayında en çok da çiçeklerimde oyalandı. İşte bu sırf Yoongi hissetmesin diye koruduğum soğukkanlılığımın bitişi oldu.

Elinden kurtulup kendimi geri çektim ve korunmak ister gibi çiçeklerime dokunmadan elimle onlara bir bariyer yaptım. Çok çok aptaldım. Siktiğimin elleri mi koruyacaktı beni? Karşımda bir delta vardı, tek bir bağırışıyla bana diz çöktürüp boyun eğdirebilirdi.

"Jiminie..." dedi keyifle bütün dişlerini sergiledi. Dudaklarımın ve ağzımın onun gibi olmasından nefret ettim.

"Jiminie..." dedi yeniden "Bakıyorum fazla rahatsın. Ben de seni ortalıklarda göremeyince alfanı ikna ediyorsun sanıyordum."

Ona biraz daha zaman gerektiğini söylemek için dudaklarımı araladığımda güçlü elleri beni kolumdan sıkıca yakaladı ve boş binanın duvarına tutuşundan daha sert çarptı beni. Sarsıntıyla gözlerim gözlerimi yumup acı dolu bir 'ah' sesi kaçtı ağzımdan.

"Çocukça bir oyun oynamıyoruz Jiminie, bunu ne zaman aklına kazıyacaksın? Bunu aklına kazıman için birilerinin ölmesi mi gerek?"

Güçsüz olmaktan nefret ettim yeniden. Omega olmaktan, onun babam olmasından, adımın Jimin olmasından beni ben yapan her detaydan nefret ettim. Ama en çok gözyaşlarımdan nefret ettim, çünkü ağlamamı sadece ben değil o da hissediyordu.

"Bırak, hissediyor, anlayacak. O zaman planın asla işlemez."

Güldü ve sesi boş binada yankılandı "Çok aptalsın miniğim. Sence ben yedek planım olmadan bu ateşten yolda yürür müyüm sanıyorsun? Sana ihtiyacım kalmadı ikna konusunda."

Konuşmasında sinsiliği fark etmekle birlikte bir şeylerim ters gittiğinden emindim artık. Bugün öldürülmüş olan omega, bahsettiği yedek plan... Bana ihtiyacının olmaması. Hepsi birbirini tamamladı bir puzzle gibi.

Onu ittirdim ama fayda etmedi, tekme bile attım oralı olmadı. Gözleri alev gibi parlıyordu, kurdunun hakimiyetindeydi, eskiden olduğu gibi bakıyordu. Delilik ruhuna işlemişken çırpınışlarım asla fayda etmeyecekti.

"Bırak, lütfen bırak." Ağlayarak başımı iki yana salladım. Ne yapacağını kestiremediğimden yalvarma ihtiyacı içindeydim. Kurdum acı içinde inliyordu, eşine bağırıyordu.

"Plan B, Jiminie." dedikten hemen sonra parmakları çiçeklerime değdi. İçime bir sızı yerleşti, kurdum yabancı birinin dokunuşunu reddederek göğsümü yırtmak istercesine pençelerini savurdu. Alfasını istedi, bulamadığı için ruhumu parçaladı.

Üzerimden çekildiğinde dokunduğu çiçeklerimden izini silmek ister gibi, kanayan bir yarayı durdurmak ister gibi elimle kapattım orayı. Dizlerim tutmadı, yere çöktüm güçsüzce ve beni korkutan o ses cebimdeki telefondan yankılandı. Aradığını biliyordum, endişesi endişemdi. Korkum korkusu ve kurdum eşiydi.

"Kurula çağrılacağın zaman detayları sana anlatırım, Jiminie. O zamana kadar toparlanmış olursun. Kelimelerini dümdüz, hiçbir duygu olmadan savurup topuklarını vura vura gözden kayboldu. Gözlerimi kapatıp nefeslerimi düzenlemeye çalışarak telefonumu cebimden çıkartmayı başardığımda sadece ekrana bakmakla yetinmiştim. İsmi gözümün önündeydi, hisleri çiçeklerimden tenime yayılıyordu ama açamazdım. Hıçkırığımı ağzımı kaparak engellemeye çalıştığımda tutunduğum dalın kırılmaya başladığını hissediyordum.

Telefonum susup hiç ara vermeden çalmaya yeniden başladığında gözlerimi sildim ve ayağa kalktım. O dala tutunacaktım ben, o bataklığa gömülmemeye çalışarak sonuna kadar mücadele edecektim. Sadece Seokjin'e gitmeliydim, o çözecekti, o çözerdi. Zamanında kayıtlardan soyağacımı silip beni kimsesiz yapmıştı, testler yapıldığında genlerim korunmaya uygun çıkmasaydı belgeleri sahte bile düzenleyecekti ama çıkmıştım, buna gerek kalmamıştı. Sonra... Sonra benim için hep kızgınlıklarımı görmezden gelip sahte belgeler düzenlemişti, Yoongi'yi kurtarmıştı.

Çantamı omzuma asıp telefonumu kapatmıştım, hızla boş binadan çıktım ve sağlık binasına koşturmaya başladım. Kampüsteki insanların arasında koştururken karşıdan geldiğini fark etmediğim bir el beni kolumdan tutup sendelememi sağladı.

"Jimin, iyi misin, bir şey mi oldu?"

Jungkook telaşla sorduğunda içimden siktir çektim. Koca kampüs içinde, siktiğimin zamanında onunla karşılaşmamam gerekiyordu.

"Şey, Seokjin birkaç belge istemişti onları bıraktım. Şarjım da bittiği için arayamadım Yoongi'yi, buraya gelmeden eve gidip onu arayacaktım kampüse gelmesin diye." nefeslendim bir çırpıda ve gülümseyerek sordum "Sen ne nereye gidiyorsun?"

"Arşivden dönüyorum, Taehyung'la buluşacağım. Sen Seokjin'e belge mi bıraktım dedin?" Göz devirip sorusuna baş salladım "Of sorma. Çiçeklerimiz çıktığı için ekstra bir belge istedi onu çıkartıp bıraktım. Kontrol falan da yaptı. Çiçeklerime dokunduğu için kötü hissettim Yoongi'yi de arayamadım. Onu arayıp söyler misin, eve gidiyormuş gelirken udon istedi diye?"

Eliyle burnunu kaşıdığında duraksadı ve kaşlarını çatarak bekledi ve sonra tam bir şey söylecekken telefonu çalmaya başladı "Yoongi arıyor." Açmadan önce elini tutup gergin olduğumu belli etmeden gülümsedim "Ona söylersin, tamam mı?"

Başını salladığında telefonu kulağına götürdü ve ben de el sallayıp yanında ayrıldım. Defalarca küfür ettim, üzerim kokuyorsa kokusunu almış olabilirdi. E kokuyu aldıysa sıçardım. Gerçekten her şey batardı elimde söyleyebileceğim tek bir yalanım dahi olmazdı.

Onu gözden kaybedene kadar yürüdükten hemen sonra deli gibi koşturup sağlık binasına girip Seokjin'in odasına daldım. İçeride başka bir omeganın olması zerre umurumda değildi, zaten halimi görünce Seokjin kendisi kızı çıkartmak durumunda kalmıştı.

"Jimin, neler oluyor?"

"Anlatamam." dedim telaşla ağlamamaya çalışarak ve dibine girerek parmak ucumda yükseldim "Delta gibi kokuyor muyum?" Sorumu anlayamadığını belli eden yüz ifadesine rağmen eğilip üzerine koklamış ve geri çekilmişti "Yeşil üzüm ve tatlı badem kokuyorsun sadece. Jimin, baban seni mi-"

"Evet. Ama halledeceğim. Gerçekten kokmuyorum değil mi?"

"Hayır. Biliyorsun, delta istemediği sürece üzerine kokusunu sindiremez. Olsaydı emin ol söylerdim."

Yere çöküp ellerimle yüzümü kattığı da rahatça bir nefes almıştım. Tanrıya şükür, tanrıya şükür ki Jungkook'un koku almadığından emin olmuştum. Geriye sadece Yoongi'ye söyleyeceğim yalan kalıyordu.

"Jimin, gerçekten iyi değil gibisin."

Ayağa kalkıp çantamı düzelttim ve ona "İyiyim. Buraya geldiğimde benden kan belgelerimi istedin, çiçeklerimi kontrol ettim, hatta dokundun ve canım yandı, tamam mı?" dediğimde cevap vermesine fırsat bile tanımadan telaşla çıktım oradan. Bir taksiye atladığımda kalbimin çarpışlarını kontrol altına almak için büyük bir çaba harcıyordum ama eve yaklaştıkça neredeyse kontrol altına aldım denebilirdi.

Taksiye parayı ödeyip indiğimde vardığım için oldukça mutluydum. Her şey çok hızlıydı, hata yapmamam gerekiyordu, kusursuz olmak zorundaydı. Kaybedemezdim, hayatımın en güzel zamanlarını ruh eşimi bulmuşken yitiremezdim.

Şifreyi girip çantamı fırlattığım gibi odaya, Yoongi'nin dolabına gittim. En çok giydiği kıyafetlerinden üzerime sürdüm emin olmak için. Riske atamazdım, riske atmamalıydım.

Sonra evin içinde dört dönmeye başladım, bekledim... Bekledim ve en sonunda kapının şifresi girilmeye başladığında yemek için hazırlanıyormuş gibi göstermek için elimdeki boş tabaklarla karşıladım onu "Deli gibi açım! Nerede kaldın?" Üzerindeki ceketle elindeki kağıtları tezgahın üzerine bırakırken tabakları masaya koymuştum "Üzerini değiştirmek zorunda mısın, cidden çok açım. Ve yorgunum. Aptal Seokjin devletin sikik muayenelerinden yapmak zorunda kaldı." Beklemeden göz devirip ısıtıcının tuşuna bastığım gibi tezgahın üzerindeki ceketini elime aldım "Bunun yeri burası mı?"

Fayansın üzerine tıkırtıyla düşen bir sesle ne olduğuna bakmadan eğildim ve alarak cebine geri koymak için ceketin cebine elimi sokuyordum ki kurdum bana fısıldadı.

O bizim, bak ona.

O bizim Jimin. O hep bizimdi.

Yutkundum ve elimi ceketin cebinden çıkartıp avuç içime bakındım. Yavaşça açmıştım elimi, sözcülerde bulunan bronz renkte, ay ile güneşin üst üste bindiği tutulması tasvir edilmiş ve 4 kurt bölgesini temsil eden 4 mavi safir taşlı broş avuçlarımın içindeydi.

Hatırla.

Dudaklarım aralandığında kurdumun bana hatırlatmak istediği şeyi anlayamamıştım. Bildiğim tek şey bu broşun neredeyse aynısının sadece 2 küçük safir taşlı olanını Jungkook'la nehir kenarından konuştuktan sonra güneşin yansımasıyla parladığından otların arasında, çamura saplanmış bir şekilde bulduğumdu.

O senin. Jimin, hatırlaman gerek. Onu sen yaptın.

Başım patlayacakmış gibi hissettiğimde bakışlarımı kaldırdım ve Yoongi'nin yansımasını boydan boya olan camda, tam arkamda gördüm. Göğsüm sıkıştı önce, sonra görüntüsü bir yanılsama gibi değişti, gitti geldi. Sarı siyah hanboklar içinde, uzun sarı saçlı hali tam orada, yansımasının üzerimdeydi. Bana bakıyordu, bana bakıp kulağıma fısıldıyordu. Sesi, uzak diyarlardan gibiydi, gerçekti ama değildi, zihnimin içinde olduğundan emindim. Kesinlikle Yoongi değildi.

"Peki benim suçum ne bu broşu göğsümde taşıyorum."

Kendi sesimi duydum, karşımdaki tanıdık yüze cevap vermiştim.

"Sizin suçunuz, bana aşık olmak Komutan D."

Gözlerim doldu, dudaklarımdan bir nefes çıktı ve her şey yerine oturdu. Hatırladım, her bir detayını, her bir acımı, her bir hatamı ve kaybedişimizi... Hepsi zihnimdeydi. Biz onlardık. Biz, Jungkook'un Hwajeon-dong nehrinde bana anlattığı hikayedeki aşıklardık. Bize ikinci bir hayat bahşedilmişti, bana hatalarımı düzeltmem için ikinci bir şans verilmişti ve ben aynı hatalardan devam ederek şansımı yitirmek üzere olduğumu artık hatırladığım için biliyordum.

Bir damla yaş süzülürken Yoongi'ye döndüm ve baktım. O da hatırlıyor mu diye düşündüm ve elimi ona dokunmak için kaldırıp adımladım ama bu sefer başka bir darbe karşıladı beni, çenesini sımsıkı kasmıştı, bir an olsun bana bakmayı kesmiyordu. Bir adım gerilemişti. İşte o zaman anlamıştım tutunduğum o dalın bir çıt sesiyle, tam anlamıyla kırıldığını. Ve cümlesiyle bataklığın en dibine çökmüştüm.

"Park Jimin... Park Jae..." alaylı öfkeyle güldü "Nasıl, nasıl anlayamadım?"

Anlamadığınız nokta olursa sormaktan çekinmeyin. Isırmam.

Oy verip yorum yapmayı unutmayın ki bu kız daha hızlı bölüm atsın :)

Continue Reading

You'll Also Like

2.9K 438 5
❝ Omega Jimin, mavi çiçeklerinin bu kadar çabuk açmasını beklemiyordu. ❞
216K 32.7K 32
Omega Jeon Jungkook, yetiştirmesi gereken proje için kütüphanede çalışırken önüne düşen kitapta bir süredir saklanarak uyuyan güç aktifleşerek bedeni...
12.2M 589K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
839K 60.5K 20
O benim sürtüğümdü. Benden başka kimsenin siki için çıldırmazdı. Kimseye göz ucuyla bile bakmaz, iltifatlarına milim dudak oynatmazdı. Bana sadık, bi...