Counterclockwise | Yoonmin

By sadqueenx

140K 12.7K 11.6K

Bir kum saatinin içindeki kum aksa da tükenmez, tükenmediği gibi size geri döner. - Yoonmin x Omegaverse 19.0... More

Counterclockwise
OMEGAVERSE
1|Green grapes and sweet almonds
2|Submissive kitty
3|Bound with ring
4|Our birthmarks
5|Olly olly oxen free
6|Scent
7|Do you want me to stop?
8|Don't...
10|More than love
11|Dragon blood and cinnamon
12| Round table wolf
13| Our scars 1/2
14| Our scars 2/2
15| Touch
16| 'Yi ri san qie'
17| Liar's candle
18| Last favor
19| Goodbye, dear friend
20| End of everything
21|'Shuushi'
22| 'Unmei no akai ito' 1/2
23| 'Unmei no akai ito' 2/2
24| God hates lovers
25| Sands & Clocks
26| Hamlet, Romeo and other lovers
27| As before
Final
-Teşekkür-
special episode 1
special episode 2
Special episode 3
Special episode 4
Special episode 5
-başka bir evrende, en güzel halleriyle-

9| Can i sleep next to you?

3.9K 395 329
By sadqueenx

"Sevgilim, ruhumun seninki için acı çektiğini biliyorsun. Doğduğundan beri bu boşluğu dolduruyorsun. Çünkü sen benim kadere inanma sebebimsin, cennetimsin. Ve senin aşkın ya da kurbanın olmak için her şeyi yaparım."

Hayatımın son altı yılını korunmadaki bir omega olarak geçirmenin gerçek olduğundan bile şüpheliydim, asla tetikte değildim ama içten içe biliyordum ki bir yerden patlak verecekti. Çünkü ne olursa olsun kırılmış bir testiyi yapıştırsanız bile içine koyduğunuz su, bir delik bulup dışarı çıkmasını bilirdi. Benim hayatımınsa kırılıp yapıştırılmış bir testiden farkı yoktu ve ben o testiye asla su doldurmamıştım. Şimdiyse o testi doluydu hem de ağzına kadar ve isteyerek yapmamıştım. Yoongi... Onun yüzünden dolmuştu ve ben sadece izlemiştim, suyun sızmasını bile bile izin vermiştim. Bilemezdim ve bilemedim bunların olacağını, ona çekileceğimi, kurdumun delireceğini ve babamın bunu bir fırsata çevireceğini. Neden o olmak zorundaydı ki...

Başımı öne eğip dokunuşlarının bende yarattığı yıkımdan kurtulmak için çabalasam da kokusu o kadar baskındı ki ödüm kopuyordu, ödüm kopuyordu ve buna engel olamamaktan nefret ediyordum. Ama sonunda beni bundan kurtarıp sadece iğrenç gülüşüne maruz bıraktı. Benden istediği şey onu öylesine şenlendirmişti ki çocuk gibiydi karşımda.

"Bu bir kader Jiminie. O çocuk benim son şansım ve seninse tek kurtuluşun."

Yutkundum o ise yeniden gülerek ellerini yana açtı ve etrafında tam tur döndü.

"Şimdi anladın mı neden bu kadar süre beklediğimi?"

"Sen hastasın. Ruhun hasta, kurdun delirmiş." dedim bir cesaretle ama bu çok uzun sürmedi, gözlerinin öfkeden yeşile dönüşünü görmemle bana doğru atılmasını geri geri giderek karşıladım fakat çenemi sıkıca tutup bana engel oldu. Gözlerim ıslanarak görümü kaybettiğimde dokunuşu canımı değil de ruhumu yaktı.

"Bazen sadece baban değil bir delta olduğumu unutuyorsan bunu sana bunu yine laboratuvarda anlatabilirim, ister misin? Korunmada olmanın beni engellediğini düşünüyorsan yanılıyorsun, Jiminie." diğer elini kalçama doğru götürdüğünde sanki yeniden, defalarca oradaki kesiğe kanül takılmış gibi hissederek onu ittirdim ve kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Bana yaptıkları dün gibiydi, annemin o laboratuvarda kanlar içinde can verişi dün gibiydi ve onun öldüğü sedyede benim defalarca ölüme yakın olduğum durumlar... Bağlı olduğum dönemler... Hala dün gibiydi. Ne bir eksik ne bir fazla hiçbir şey geçip gitmemişti her şey tam kafamda, tam bedenimde tam da kurdumun yara almış ruhundaydı.

Ben öylece korkuyla yere çömelmiş yüzümü diz kapaklarıma saklamış vaziyette ağlarken devam etmişti konuşmasına "İşte böyle, hatırlamak karar vermene yardımcı olacaktır."

Dudaklarım titreyerek hıçkırdım. Kötü bir insandı o ama en kötüsü muhtaç olduğu omegalardı, işte bu yüzdendi tüm hırsı, öfkesi bağımlılığı... Ama benim elimde de koz vardı, sadece ben kullanmak için en azından ona karşı kullanmak için fazla zayıftım çünkü ölesiye korkuyordum ondan. Yine de denedim, bilsin diye, sadece bilsin diye ağlak ses tonumla "Bana yaptığın her şeyin sağlık raporları elimde." diye fısıldadım

"Yani? Ne olmuş? Bende de Hoseok var?"

Aptal kafam. Düşünemiyordum işte. O kadar salaktım ki mantık adına tek bir kırıntı yoktu bende. Ona karşı yaptığım tek mantıklı hareket 15'imin sonlarında o laboratuvardan kaçabilme cesaretiydi.

"Sen yalnız kalamazsın Jiminie, çünkü o laboratuvarda kurdunla o kadar yalnızdın ki... Bu yüzden..." durdu ve üzerime eğilerek gülümsedi "Aklını kullan, bedenin ve kurdun güçlü olabilir ama seni sen yapan insanları kaybedersen tüm bunların önemi kalmaz."

Beni nereden vuracağını o kadar iyi biliyordu ki...

"Yakında, çok yakında başlayacağım. Ve başladığımda anlayacaksın, işte o zaman üzerine düşeni yerine getireceksin. O zamana kadar tadını çıkart." Arkasını dönüp gitmeye başladığında yerde adeta sürünerek o çok korktuğum bedenin sahibinin, babamın bileklerinden yakaladım "Dur, dur lütfen. Yapamam. Yapamam, anlamıyorsun." diye yalvardım. Çünkü olmazdı, benden istediği şeyi yapamazdım.

"Hoseok'a yazık olacak, o halde." dedi elini benden kurtarırken. Delirdiğimi hissettim, aklım çalışmıyordu adeta. Kaybetme hissiyle sarsılıyordum, olmazdı, Hoseok'u kaybedemezdim.

"Ona zarar verme."

"O halde," sözünü kestim acı dolu bir şekilde, güçsüzce "Tamam. Tamam yapacağım ama ne ona ne de Yoongi'ye zarar vereceksin." dedim.

"Güzel. Sana arada Hoseok'un fotoğraflarını atarım motivasyon için falan." 

Ardından da ormanın içine yürüyerek kaybolup gitti. Beni de öylece, kusurlarıma kusur eklemiş iğrenç bir insan olarak gözyaşları içinde bıraktı.

&&

Sarı ve siyah hanboklarımın içinde, sakura çiçekleri kaplı nehrin kenarında durmuştum, gece karanlığındaki etrafı aydınlatan tek şey aydan yansıyan ışıktı. Bir ses... Tam arkamdan gelen suyun akış sesine karışan incecik bir ağlama... Dönüp baktım ve bir siluet gördüm, mavi ve beyazlar içindeydi, uzun siyah saçları vardı ve ağlarken omuzları sarsılıyordu. Elimi uzatsam dokunabilecek mesafedeydim, kalbimin acıdığını hissetmem normal miydi bilmiyorum ama o kadar yoğun bir histi ki boğulduğumu düşünmüştüm. Yine de kendimi zorladım ve kolumu kaldırıp ona uzanmak için davrandığımda siluet buharlaşır gibi havaya karıştı, ardında bir iz bırakmadan yok oldu. Sonra bir hırlama sesiyle sırtıma darbe alarak yere yığıldım. Parmaklarım çamura saplandı ve eklem yerleri sızladı. Uzun, sarı saçlarımın uçları çamura bulandı. Ardından bir acı... Göğsüme saplanan acıyla bir elimi oraya götürüp hırlamaya benzer bir ses çıkardım.

Sürünerek nehrin kıyısına ulaştım. Acı içinde sudaki yansımama bakma gereksinimi duymuştum sanki tek ilacım oymuş gibi ama bu canımı daha çok yaktı. Yansımamın olması gereken yerde yüzüm yerine bir kurt vardı. Bembeyazdı ve mavi gözleriyle bana bakıyordu. Acı içindeydi, gözlerinin parlaklığı... Bir damla yaş karıştı beyaz kürkünün arasına. Ve sonra o gözlerde kendi yansımamı gördüm. Ona dokunmak için elimi uzattım ama gözümden ne zaman aktığını bilmediğim bir damla yaş düşerek görüntüyü bulandırıp yok etti.

Hayır.

Refleksle dokunmak için parmak ucumu suya değdirdim ve o anda bir şey, bir güç beni içine çekerek nehrin soğukluğuyla buluşturdu. Hiç çırpınmadım, çünkü bir güven hissettim, arkamdan beni saran elleri, benimle birlikte aşağıya çekilen bedeni asla yadırgamadım, sıkıca tutunup acımın hafiflemesini, soluklarımın kesilmesini dudaklarımdaki bir gülümsemeyle karşıladım.

Yataktan çalan telefonumun yüzünden ter içinde fırladığımda elimle boğazımı tutup nefeslenmeye çalıştım. Rüya görmeyeli uzun zaman oluyordu, gerçi rüya değil de biraz olsun kabusu andırıyordu, yine de benim için ikisinin de bir farkı yoktu ama neyse...

Telefonu elime alıp Jungkook'un aramasını açarak sessizce bekledim konuşması için. Bir süre sessizlik oluştu ve sonunda dayanamayarak bitkince "Jungkook, konuşacak mısın?" diye sordum.

"Pardon ama heyecanlandım. En son aramalarımı ne zaman açtığını hatırlamıyorum bile."

"Muhtemelen bir daha da açmayacağım. Kapatıyorum." telefonumu kulağımdan çekip kapatacakken hattın ucundan cıvıldayan sesi yükselmesiyle sıkıntıyla oflayarak geri kulağıma koydum "Acil konuşmamız gereken şeyler var. Okula gel."

"Konu ne?" üzerimdeki örtüyü itiştirip dolabıma yönelip yeşil bir tshirtle bir onun bir ton koyu yeşili ceketi çıkartarak kot pantolonla birlikte hepsini yatağın üzerine atmıştım. Onu yaklaşık dört gündür görmüyordum, bana kızgınlığını Taehyung'la birlikte geçirdiğini yazdığı yarım yamalak bir mesaj atmıştı ve ben de aralarını düzelttiklerinden emin olduğumdan bir şey söyleme gereği duymamıştım.

"Görmen gerek."

Gülüşündeki sinsilikten cidden onun için keyif verici bir şeyler olduğunu anlamıştım çoktan bu yüzden kısaca onaylayıp duşa girerek hazırlandım. En sonda da birkaç gün önce mullet kesim yaptırıp enselerimi de pembeye boyattığım saçlarımı hafifçe dağıttığım gibi kapıya yöneldim fakat dört gün öncesinden kalma yerdeki siyah çantayı görmek beni duraksatmıştı.

Kaşlarımı çattım ve yol boyu giderken düşüncelere daldım. Jimin, bana aklımı uçuracak o cümleyi söyleyip evimden bir hışımla çıkıp gittiğinde belli bir süre idrak edememiştim hiçbir şeyi. Çünkü dediğim gibi aklım uçmuştu, bir şeyleri idrak edemeyecek kadar gidiktim ve eğer olmasaydım televizyondaki haberi algılar algılamaz onunla birlikte giderdim. Fakat onunla olmasa da gitmiştim, haberde gördükleri muhtemelen ona arkadaşının öldüğünü düşündürse de birkaç dakika sonra öldürülenin ismi ve fotoğrafı ekrana düşmüştü. Ama ben yine de o lojmana gidip Jimin'e bakmak istemiştim. Üstelik bunu kurdumun beni baskılamasına gerek kalmadan yapmıştım. Orada olmasa bile kampüsteki sağlık bölümünün başkan yardımcısı Seokjin'nin orada olması sayesinde transfer edilecekleri yere gittiğini öğrenmiştim. Fakat sonra onu ne görmüş ne de iletişime geçmiştim. Çünkü cidden aptalca ama numaralarımız yoktu.

İlk gün kurdumun çırpınışları yüzünden kendimi içki ve sigaraya vurup gelmesini beklemiş ve kendime deli gibi kızmıştım. Çünkü kafam o kadar karışık kurdum o kadar açtı ki bu konuyu deşmek için, durdukça delirmemek elde değildi haliyle bu da beni öfkeden deliye döndürmüştü. Diğer günler kendimi dizginlemiş Jimin'i zor da olsa arka plana atmayı başarmıştım ama tam anlamıyla değil. Tıpkı çantayı görmem gibi evin içindeki bazı yerler bana hep onu hatırlattığından pek kolay olmamıştı. O çantadan yükselen tatlı badem ve yeşil üzüm kokusunun zamanla kendi kokumun sinmesi ise daha fazla sinirimi bozmuştu.

Taksiye parayı uzatıp Jungkook'la sözleştiğimiz yere geçip beklemeye başladım. Kampüsteki kafeleri pek sevmesem de mecburiyet denilen şeye ayak uyduruyordum bazen onun için.

Birkaç dakika içinde Jungkook kapıdan girdi ve gördüklerim karşısında gözlerimi kocaman açtım. Neredeyse kahvemi içerken boğuluyordum. İlk başta anlamadım ama sonra... Siktir, çiçekleri çıkmıştı. Alt dudağının ortasından çenesine kadar uzanan minik çiçek motifleri soluk pembe olmalarına rağmen uzaktan bile ben buradayım der gibi belli oluyorlardı.

Beni gördüğünde ağzı kulaklarına varana kadar gülümseyip güneş gözlüğünü her zaman havalı olduğunu düşündüğüm tek bir hareketiyle çıkartıp  yırtık tshirtünün önüne tutturdu.

"Aklın uçtu değil mi? Sen bir de beni düşün." dedi çantasını masaya atıp tam yanıma oturduğunda sandalyesine keyifle yerleşmişti.

"Bu nasıl oldu?" diye sordum çiçeklerinden gözümü ayırmadan ve o da heyecanla sırıtarak cevapladı beni "Çok fazla hatırlamıyorum ama yemin ederim o kadar farklıydı ki Yoongi. Sadece gözündeki bene bayıldığım için boşalırken dudaklarımı değdirdim ve bum! Evrenin her yerine dağıldığımı hissettim, kendi süpernovamızdaydık resmen. Çiçeklerinin dudaklarımda canlandığını hissettim! Delirmiş gibiydik! Ve biliyor musun, Taehyung'ın her bir hücresini hissettim, kanının akışını, kalbinin hızla çarpışını..." Bir çırpıda anlattığı için durdu ve birkaç saniye nefeslenip devam etti "Jimin'e bunun için teşekkür etmem gerek. Numarasını versene."

Ellerimi göğsümde bağlayıp arkama yaslandım. Demek çiçeklerinin çıkmasının Jimin'in kulağına söylediği şeyle ilgili vardı. Bu daha fazla meraklanmamı sağladı ama ben sadece ikinci cümlesine bir cevap vermekle yetindim "Yok ki."

"Ciddi olamazsın."

"Yok işte. Birbirimize sürekli diklendiğimiz için gerek duymadık."

"Kusura bakma ama ikiniz de salaksınız. Sen sanıyorsun ki evine geldiğimde sadece kendi sorunlarıma odaklanıp gidiyorum." bilmiş bir edayla parmağını havaya kaldırıp salladı ve cıkladı "Yanılıyorsun. İkiniz de aranızdaki cinsel gerilimi farkında değilsiniz sanırım ama ben o gün fark ettim. En son gelişimde bilerek parmaklarınla oynadım ve yüzünün değiştiğini gördüm, beni evden göndermeye çalışması, senden uzaklaştırması... Sana bayılıyor Yoongi. Bunu açıkça belirtmesine gerek yok."

Güldüm "Tam olarak bunu söyledi."

"Şaka yapıyorsun!"

"Bana baktı ve sana bayılıyorum dedi. Sonra da bana bunun aşkla ilgili olmadığını daha farklı bir şey olduğunu söyledi. Sonra da gitti, 4 gündür de görmedim."

"Öylece durdun mu yani? Ruhsuz bir köpeksin, nasıl bir şey söylemezsin. Şimdi baygınlık geçireceğim."

Omuz silktim ve "Ne söylememi bekliyorsun ki. Kafam uçmuştu." dedim. Bunun üzerine ağzı şokla karışık bir gülümsemeyle açılarak yüzüme eğilmişti "Ne bu? Şu tipine bak, aşık mı oldun? Birgün pezevenkliğini bırakıp aşk meşk konuşacağımızı biliyordum."

"Siktir git Jeon!"

"Kabul et, aşık oluyorsun."

Onu omzundan ittirip kısık bir öfkeyle bağırdım "Kabul ettiğim tek şey kokularımızın birbirini çektiği, o kadar."

"Ee, aynı şey?" dediği şeye karşılık öfkeyle nefes alıp huysuzca somurtmaya başladığım sırada Jungkook kolumu sarmalayıp bana sokuldu "Of, tamam ya, çok huysuzsun. Bazen yatakta da böyle misin diye düşünmeden edemiyorum, çık aklımdan lütfen."

"Beni kışkırtmaya bayılıyorsun değil mi?"

"Ne kadar salakça bir soru bu, tabii ki bayılıyorum."

Onu bıkkınca üzerimden ittirdim ve sordum "Artık resmi olarak Gyeonngi Bölgesinin omegası olacaksın, değil mi? Evrak işler peki?"

"Evet. Sağlık bölümüne gidip birkaç test yaptıracağım gerisini onlar halledecekler. Zaten benim için pek değişen bir şey olmayacak korunmada olmadığım için pek evrak gerekmiyor, birkaç imza falan."

Bölgeler sadece kurtlarımızın bir sürüye, bölgeye aitlik hissini tatmin ediyordu, önceden olsa politika işin içine girebilirdi ama artık böyle işlemiyordu. En azından sıradan omegalar için. Korunmadakilerin bölgelere dahil olması biraz farklıydı, daha fazla evrak daha fazla bilgi vesaire vesaire...

"Benimle gelirsin değil mi? Sonra birlikte derse geçeriz?" çantasına uzanıp uzun sapını koluna geçirdiğinde onu onayladım ve birlikte kalktık. O kapıya çıktığında ben de kasaya gidip ödeme yaptım ve bir kabın içine naneli dondurma koydurup Jungkook'un yanına çıktım "Al." dedim dondurmayı uzatıp. Gözleri ışıldayıp hemen kaptı.

"Biliyor musun, çoğu zaman bok gibi davranıyorsun ama sonra bir hareket yapıyorsun, eriyip bitiyorum."

İçten içe gülsemde ona kısa bir onaylama verdiğimde dudak büküp kolumu omzuma atarak sağlık bölümüne doğru ilerledik. Bu süre boyunca da dondurmasını bitirip ensemdeki saçlarımla oynamaya başlamıştı "Saçların çok iyi olmuş. Sözleşip mi yaptırdınız." dediğinde kapıdan içeri girmiş koridorda ilerliyorduk. Anlamadığımı bir sesle belirtmem sonucu çenesiyle ileriyi işaret etti ama ben burnuma dolan kokudan çoktan kimden bahsettiğini anlamış, bakışlarım da eş zamanlı kokunun sahibine kitlenmişti.

Park Jimin, saçlarını benim ense aralarımda bulunan koyu pembelerden daha açık, toz pembeye çalan bir renkle boyamıştı. Kulağında birkaç halka küpesi, bileklerinde incecik gümüş bileklikler vardı. Üzerine ise beyaz ketenden, ona bol gelen bir pantolonla saten bir üst giymişti. Bizi daha fark etmemiş bir şekilde bölüm başkanı yardımcısı Seokjin'le konuşmasına devam ediyordu.

"Teşekkür ederim, oppa." deyip karşısındaki alfaya sarıldığında alfa bir eliyle hafifçe sırtını okşamıştı.

Oppa?

İçimdeki kurdun öfkeli hırlamasına karşı gözlerimi kıstım.

Oppa olarak oppa mıydı yoksa sadece oppa mı?

"Yoongi." dedi Jungkook omzuma attığı kolunu çekerken "Kokun beni tedirgin ediyor. Sakinleş." Elimle elini çekmesine engel olduğumda Jimin dönüp bakma zahmetinde bulunmuştu sonunda. Kokumu hissettiği için döndüğüne yemin edebilirdim yoksa çok dalgın görünüyordu.

Yürüyüp yanlarında durduğumuzda kokumu çoktan kontrol altına alsam da öfkemi yüz hatlarıma yansıtmamak çok zordu.

"Profesör Kim, ben de sizin yanınıza gelecektim." Jungkook ortamdaki gergin havayı tatlı konuşmasıyla böldüğünde Jimin'le birbirimize bakıyorduk.

"Sanırım çiçeklerin için, gel bakalım. Senin söylemek istediğin bir şey var mı Yoongi?"

"Yok."

Tek kelime.

"Anladım, fakat kokundan kızgınlığının yaklaştığı belli oluyor. Bugün derse girmeyip eve gitmen daha iyi olabilir senin için."

Bir şey söylemedim ve başımı salladım. Sonra Jungkook'la Seokjin, odaya girdiğinde koridorda birbirimize bakarak beklemeye devam ettik onunla. Acaba kim önce konuşacak savaşı mı yapıyorduk bilmiyorum ama aramızdaki anlayamadığım, ondan kaynaklanan oldukça gergin bir hava vardı. Bana bakışları bile farklıydı, fazlasıyla yorgun görünüyordu.

Uykusuz, dedi kurdum ve bu beni rahatsız etti. Ne yapmam gerektiğini kestiremedim. İçimdeki huzursuzluk bana konuşmamı söylese de parlatıcı sürdüğü için daha dolgun görünen parlak dudakları aralandığında ilk hamleyi yapmakta geç kalmıştım.

"Ben..." dedi ilk başta ve gözlerini kaçırıp başını öne eğerek devam etti "Hoseok iyiymiş. Sadece biraz sarsılmış, bir süre ailesinin yanında olacak."

"Anladım, iyi olmasına sevindim. O halde sonra görüşür-"

"Yoongi." diye atladı sözümü keserek "Bir süre sende kalabilir miyim? Ben... Tek başıma kalamıyorum. Aramızda çözülmesi gerekenler için ve..."

"Ve?"

"Kızgınlığın alfa. Bir omegaya ihtiyacın var."

Bak, yine sana çekiliyor, gördün mü?

Kurdum keyifle hırıldarken tam yine pislik yapmak, ona diklenmek için konuşacaktım ki Jungkook, Seokjin'in odasından çıkarak cıvıldadı "Benim işim bitti! Ah, Jimin-sshi!"

Jimin bakışlarını benden ayırıp Jungkook'a gülümsediğinde çiçeklerini görmesiyle o gülümsemesi daha da genişledi "Çiçeklerin... Çıkmışlar."

"Evet! Senin söylediğin şeyi yaptıktan sonra oldular. Bunun olacağını tahmin etmiyordum ama baksana, delireceğim."

"Çok güzel görünüyorlar."

"Değil mi?! Ve asıl en güzel olanı Taehyung'ın çiçekleri buz mavisi, üstelik kelebek şeklindeler."

Jimin duraksadı ve şaşkınca "Mavi kelebekler... Ne kadar uyumlu..." diye fısıldadı. Nedense biraz içi burkulmuş gibiydi ama sonra hemen toparlayarak başını salladı ve devam etti "Seninle bir gün bir şeyler içelim mi? Hem çiçeklerinin hikayesini de anlatırım sana."

"Çiçeklerimin bir hikayesi olduğunu bilmiyordum ama evet, bunu çok isterim! Bana numaranı ver."

İkisi birbirine gülümserken numaralarını almalarını izledim. Numarasını istediğim en son kişi sanırım okulun öğrenci işlerinden birisiydi ve telefon da sabit hattı.

"Eh, biz gidelim artık. Hadi Yoongi." deyip kolunu omzuma attığında elim otomatik beline sarıldı ve Jimin biz gidemeden kolumdan yakaladı "Cevap vermedin? Sende kalabilir miyim?"

Omuz silktim ve "Şifreyi biliyorsun Jimin, sana hayır diyemeceğimi de." dedim kendimden beklemediğim bir açık sözlülükle. Nedense gözlerindeki yorgunluk ona diklenmemi engellemişti.

"Bazı evraklar imzalaman gerek."

Kaşlarımı çatarak Jungkook'la birlikte kendimi ona döndürdüm "Ne için?"

"Geçici bir lojmanda kaldığımızdan ve olan şeyler yüzünden ekstra dikkat ediliyor giriş çıkışlarımıza. Öylece gelip kalamam. Kısa sürecek evraklar, Seokjin oppa hemen halleder."

Yine oppa.

Öfkeyle kendimi tutamayıp küfür edecekken boşluğuma geçirilen dirsekle Jungkook benim sesimi bastırmak için bağırdı "Aaaa! İmzalayacak tabii ki!"

Beni itiştirip Jimin'le yalnız bıraktığında bıkkın bir nefesle Seokjin'in odasına girdik. Bir sürü şey zırvaladı, yok Jimin'e doğum kontrol aşısı yapılmış olsa bile korunmalıymışız, yok bağlanmalıymışım, ağızlık takmalıymışım, onu zorlamamalıymışım... Cinsel hayatıma böylesine dahil olunması sinirimi bozmuştu. Biz onları aşalı çok oldu dememek için kafayı yemiştim. Ama tüm bu süreçte fark ettiğim en önemli şey Seokjin'in Jimin için bazı şeyleri tolerans etmesi ve Jimin'in de sanki kurtarıcısıymış gibi muhtaç bir  tavır sergilemesiydi. Aralarındaki ilişkinin düşündüğüm gibi olmadığından emin olmamı sağlamıştı. Yine de, gıcık olma hissime engel olamamıştım orası ayrıydı.

Evrak işlerini hallettiğimizde birlikte dışarı çıktık. Çantasının kayışısını eliyle sıkarak başını öne eğdi ve "O zaman... Ben eşyalarımı toparlayayım."

Elimle çeneme dokunup onu onayladım ve derse girmek için oradan ayrıldım. Birkaç dersin sonunda hava kararmaya başlamıştı ve ben hala eve gitmek yerine Jungkook'la Namjoon'un barında sohbet ediyordum, sanki bilerek beni esir almıştı. Ama biraz da memnundum durumdan, evde beni bekleyen omeganın yanına dört gözle gitmeyi beklemiş gibi bir izlenim çizmek istemiyordum.

Gecenin ilerleyen saatlerinde içimdeki köpürmelere, kurdumun eve varma heyecanına dayanamamış ve ona siktir çekerek eve gitmek için yola çıkmıştım. Şifremi girip içeri adımladığımda neredeyse silinmek üzere olan kokusu artık taze bir halde bana çarpmış, kan akışımı hızlandırmıştı. Kızgınlığımın geldiğini sandım ama daha değildi, şu an sanki bir fragman yaşıyordum. Huysuzluklarım kendini belli etmeye başlamıştı.

Salona, televizyonun sesine doğru ilerledim ve onu koltukta uzanmış bir şekilde gördüm. Yatağımdan aldığını düşündüğüm yastığa sıkıca sarılmıştı, dudakları büzüşmüş bir çocuk gibi uyuyordu. Hiç ses çıkarmadan odama ilerleyip üzerime bir şeyler geçirdiğim gibi yatağa yattım. Çok değil birkaç dakika sonra içerideki kıpırdanma seslerine dikkat kesilmiş, ardında da çıplak ayaklarının fayansta çıkarttığı seslerin yaklaşmasını beklemiştim.

"Yoongi, uyudun mu?" diye bir fısıltı yükseldi. Başımı hafifçe kaldırıp kapıya baktım, camdan giren gece ışığından gördüğüm kadarıyla yastığı göğsüne bastırmış öylece bekliyordu.

"Hmmm..." dedim huysuzca

"Uyuyamıyorum."

"Yani? Ninni mi söyleyeyim? Uyu, omega."

"Yanında uyuyabilir miyim?"

Sorusuna uzunca düşündüm. Sana bayılıyorumdan sonra yanında uyuyabilir miyim sorusu da kafamı uçurmaya yetecek nitelikteydi ve ben cevap veremiyordum. Siktir. Ona bir anda öfkenleniyordum ve bir anda artık kurdumun ona karşı uysallaştığını, benimsediğini hissediyordum. Garip bir histi.

Sıkıntıyla yanımdaki boşluğun örtüsünü açtım ve Jimin konuşmama gerek kalmadan çıplak ayaklarını vura vura geldi, yatağa tırmanıp en köşesine tırmandı. Döndü, durdu yatakta. Bir derdi vardı, kıvranıyordu ve ben öfkeyle artık ağzındakini çıkartması için bekliyordum.

"Yoongi... Tshirtünün köşesini tutabilir miyim?"

Pekala, bu garip bir soruydu işte. Ama ne diyebilirdim ki, gece ilerledikçe uyuma istediğim ve uyuyamamam beni geriyordu. Evet, yanımda yutkunmasından bile tahrik olabildiğim bir adet Jimin varken bile bu böyledi.

"Hı-hımm..." dedim yarım ağız ve sonra küçük ellerinin örtünün içinden geçerek tshirtümün ucunu tutmasını ben de eş zamanlı nefesimi tutarak bekledim. Park Jimin bir büyücüydü, bir insanın sabrını sınayan, nasıl tahrik edeceğini çok iyi bilen ama aynı zamanda da tüm bunların zıttı olarak hiç bilmediğim uysal tavrıyla anında sakinleştirebilme yeteneğine sahipti. Ve bunun en güzel yani, tüm bunları görebilme şansıma sahip olmaktı çünkü... Çünkü ben de bazı şeyleri kabullenme aşamasına geçmeye başlamıştım.

Yoonkook ikisinden sevdiğim daha çok şey varsa Jikook'tur ama hepsinden çok sevdiğim diğer şey bu hikayedeki Taekook adamlardır :)

Continue Reading

You'll Also Like

21.4K 3K 28
Aşkın en güzel tanımı nedir?
667K 50K 30
"Ruhumu en özgür kılan şey kanamak. Kanatın beni Efendi Taehyung, hak ettiğimi verin bana. Çünkü kanadıkça güzelleşiyorum." Suçlu bir katil olan mazo...
1.8K 211 18
Şişenin dibini gördüm, Jeon Jeongguk. Bu gece, bir kez daha sana yenildim. - angst #180622 #021022
5.3K 390 10
Tanrı beni çağırıyor jungkook onu daha fazla bekletemem.