꧁SELECTİON꧂

By PuppyBaekYeollie

7.5K 1K 676

Illea ülkesinde tüm genç erkekler doğdukları günden beri sınıf atlamanın peşinde. Paha biçilemez mücevherlere... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm (Final)

12. Bölüm

285 40 49
By PuppyBaekYeollie

"Ne kadar farklı olduğumuz önemli değil. Sadece bir geceliğine, aynı olabiliriz."

   Kameralar, odada şöyle bir döndüler ve prensi son bir kez daha çektikten sonra, kahvaltımızın tadını çıkarmamız için bize müsaade ederek, ayrıldılar.

   Ani elemeden dolayı biraz sarsılmıştım ama Chanyeol pek etkilenmiş görünmüyordu. Yemeğini umursamazca yiyordu ve onu izlerken, kendi yemeğimi soğumadan yemem gerektiğini fark ettim. Tekrarlıyorum, aşırı lezzetliydi. Portakal suyu o kadar doğaldı ki yutabilmek için ufak yudumlar almam gerekiyordu. Yumurta ve pastırma cennet gibiydi ve krepler harika bir şekilde yapılmıştı, evde yaptıklarım gibi aşırı ince değillerdi.

   Etrafımda birçok kez ufak inlemeler duyuyordum ve yiyeceklerin keyfini tek başına çıkarmadığımı biliyordum. Maşa kullanmam gerektiğini hatırlayarak, masanın ortasındaki sepetten çilekli bir tart aldım. Bunu yaparken de diğer Beşlerin yemeklerinin keyfini nasıl çıkardıklarını görmek için odanın etrafına şöyle bir baktım. O anda, geriye kalan tek Beş olduğumu fark ettim.

   Chanyeol'ün bilgisi dâhilinde olup olmadığını bilmiyordum -adlarımızı bile zar zor biliyordu- fakat hepsinin gitmiş olması garipti. O odaya atım attığımda, Chanyeol'e yabancı olsaydım, ben de dışarı tekmelenecek miydim? Çilekli tartı ısırırken, bunları kafamda ölçüp biçiyordum. Tart kadar tatlıydı ve hamuru o kadar çıtır çıtırdı ki ağzımda eriyor, lezzeti tüm hislerime üstün geliyordu. Hafifçe de olsa inlemek istememiştim ama bu hayatımda tattığım açık ara en iyi şeydi. Daha ilk lokmamı yutmadan bir ısırık daha aldım.

   ''Beyefendi Baekhyun?'' diye seslenildi.

   Odadaki diğer kafalar, Prens Chanyeol'e ait olan bu sese doğru döndü. Diğerlerinin önünde bana gayet samimi bir şekilde seslenmesi beni şaşırttı.

   Umulmadık bir anda seslenilmekten daha kötü olan, ağzımın yemekle dolu olmasıydı. Elimle ağzımı kapattım ve becerebildiğim kadar hızlıca çiğnedim. Birkaç saniyeden daha uzun sürmüş olamazdı ama bu kadar çok göz üzerimdeyken sanki sonsuzluk gibi gelmişti. Jae-hyun'un, beni izlerkenki kendini beğenmiş suratını fark ettim. Onun gözünde basitçe yok edilebilecek biri görünüyor olmalıydım.

   Ağzımdakilerin çoğunu yutar yutmaz, ''Evet Majesteleri?'' diye cevap verdim.

   ''Yiyeceklerinin keyfini çıkarıyor musun?'' Chanyeol, sanki kahkaha atmasına ramak kalmış gibi görünüyordu, bu belki suratımdaki şaşkın ifadedendi belki de ilk ve gayet gayri resmi sohbetimizle ilgili bir detayı ortaya sürdüğü içindi.

   Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. ''Muhteşem, Majesteleri. Bu çilekli tart... şey, tatlıları benden daha çok seven bir kız kardeşim var. Bence, bunun tadına baksaydı, ağlardı. Bu mükemmel.''

   Chanyeol, kahvaltısından bir lokmayı yuttu ve sandalyesine yaslandı. ''Gerçekten ağlayacağını mı düşünüyorsun?'' Bu fikir karşısında son derece keyiflenmiş gibiydi. Ağlamak üzerine garip duyguları vardı.

   Bunu kafamda tarttım. ''Evet, aslında, öyle düşünüyorum. Duyguları söz konusu olduğunda, pek seçici davranmaz.''

   ''Bunun için ortaya paranı koyar mısın?'' diye hızlıca sordu. Erkeklerin kafalarının, sanki bir tenis maçı izliyor gibi aramızda gidip geldiğini fark ettim.

   ''Bahis oynayacak param olsaydı, kesinlikle koyardım.'' Birinin mutluluk gözyaşları üzerine bahse girme fikri beni güldürdü.

   ''Neyine bahse girmek istersin? Anlaşma yapma konusunda çok iyi gibisin.'' Bu ufak oyun onu eğlendiriyordu. İyi. Ben de oynayacaktım.

   ''Eh, ne istiyorsunuz?'' diye belirttim. Akabinde, her şeyi olan birine ne sunabilirim diye merak ettim.

   ''Asıl sen ne istiyorsun?'' diye karşılık verdi.

   İşte bu şahane bir soruydu. Chanyeol'ün bana ne sunabileceğini düşünmek, neredeyse benim ona ne sunabileceğimi düşünmek kadar ilginçti. Dünya parmaklarının ucundaydı. Yani sonuç olarak ne istiyordum?

   Bir değildim ama sanki öyleymişim gibi yaşıyordum. Bitirebileceğimden daha fazla yiyeceğim ve hayal edebileceğimden daha rahat bir yatağım vardı. Sevsem de sevmesem de insanlar benim için hazırolda bekliyorlardı. Ve eğer bir şeye ihtiyacım olursa, tek yapmam gereken istemekti.

   İstediğim tek şey burasının daha az saraya benzemesiydi. Keşke ailem burada bir yerlerde dolaşıyor olsaydı ya da keşke bu kadar süslenmiş olmasaydım. Ailemin ziyaret etmesini isteyemezdim çünkü burada henüz sadece bir gün geçirmiştim.

   ''Eğer ağlarsa, bir hafta boyunca pantolon giymek istiyorum,'' diye teklifimi sundum.

   Herkes kahkaha attı ama kısık sesle, nazik bir şekilde. Kral ve kraliçe bile isteğim karşısında neşelenmiş gibiydi. Kraliçenin bana bakışı hoşuma gitti, sanki artık onun gözünde pek de yabancı biri değildim..

   Chanyeol, ''Anlaştık,'' dedi. ''Eğer ağlamazsa, bana yarın öğle vaktinde arazide bir yürüyüş borçlu olacaksın.''

   Arazide yürüyüş mü? Hepsi bu muydu? Bu bana pek de özel bir istek gibi gelmedi. Dün Chanyeol'ün ne dediğini hatırladım, tek başınaydı. Belki de bir erkeğe baş başa vakit geçirmek için basıl teklifte bulunacağını bilmiyordu. Belki de bu, kendisine çok yabancı olan bir durumu halletme çabasıydı.

   Yakınımda birisi onaylamadığını belirten bir ses çıkardı. Ah. Fark ettim ki eğer iddiayı kaybedersem, prens ile resmen bire bir vakit geçirecek olan ilk kişi ben olacaktım. Bir yanım anlaşmayı tekrar gözden geçirmeyi istiyordu ama eğer ona yardımcı olacaksam -söz verdiğim gibi- ilk buluşma çabasını savuşturamazdım.

   ''Çok sıkı pazarlık yapıyorsunuz efendim ama kabul ediyorum.''

   ''Yifan?'' Biraz önce konuştuğu uşak, öne doğru adım attı. ''Gidip bir kutu çilekli turta hazırla ve beyefendinin ailesine gönder. Kız kardeşi tadına bakana kadar birilerinin beklemesini sağla ve eğer gerçekten, ağlarsa bize haber ver. Bu konuyu son derece merak ediyorum.''

   Yifan kafasını sallayıp gitti.

   ''Birlikte göndermek için bir not yazmalı ve ailene güvende olduğunu söylemelisin. İşin aslı, hepiniz yapmalısınız. Kahvaltıdan sonra, ailelerinize mektup yazın ve biz de bugün ellerine geçmelerini sağlayalım.''

   Herkes gülümsedi ve iç çekti, sonunda bu olaya bir şekilde dâhil olmaktan mutluydular. Kahvaltımızın geri kalan kısmını bitirdik ve mektuplarımızı yazmaya gittik. Linchen, bana kırtasiye malzemeleri buldu ve ben de aileme kısa bir mektup yazdım. İşler daha en başından garip bir hale bürünse de istediğim en son şey onları endişelendirmekti. Mektupta, rahat olduğuma inandırmak istedim.

   Sevgili Anne, Baba, Heize ve Xiumin,

   Şimdiden hepinizi çok özledim! Prens, ailelerimize yazarak güvende ve iyi olduğumuzu bildirmemizi istedi. Öyleyim. Uçak yolculuğu biraz korkutucuydu ama bir yandan da eğlenceliydi. O kadar yüksekteyken dünya çok küçük görünüyor!

   Bana muhteşem kıyafetler ve ıvır zıvır verdiler; giyinmeme, yıkanmama yardım eden ve nereye gitmem gerektiğini  söyleyen üç tatlı hizmetçim var. Yani, kafam tamamen karışsa bile daima nerede olmam gerektiğini biliyor ve vaktinde oraya gitmeme yardım ediyorlar.

   Diğer erkekler genellikle soğuk ama sanırım bir arkadaşım var. Kentli Yohan'ı hatırlıyor musunuz? Onunla, Angeles'a gelirken tanıştım. Çok zeki ve arkadaş canlısı biri. Eğer kısa zaman içinde eve dönmem gerekirse, onunla arkadaşlığımın sonsuza kadar devam etmesini umuyorum.

   Prens ile tanıştım. Kral ve kraliçe ile de. Yakından, normalde olduklarından daha asiller. Onlarla henüz konuşmadım ama Prens Chanyeol ile konuştum. Şaşırtıcı derecede cömert bir insan... Sanırım.

   Şimdilik mektubuma son veriyorum ama sizi seviyorum ve özlüyorum; fırsatım olduğunda tekrar yazacağım.

                                                                                                            Sevgiler, Baekhyun

   Ortada şaşırtıcı bir durum olmadığını düşündüm ama yanılıyor da olabilirdim. Heize'nin mektubu tekrar tekrar okuyarak, satır aralarında hayatımla ilgili gizli detaylar arayacağını hayal edebiliyordum. Hamur işlerini yemeden önce bunu okur mu diye merak ettim.

   Not: Heize, bu çilekli turtalar sende ağlama isteği uyandırmıyor mu?

     İşte. Yapabileceğimin en iyisi buydu.

   Görünen o ki yeteri kadar iyi değildi. O akşam uşaklardan biri, elinde ailemin gönderdiği mektuplarla, gelişmeleri söylemek için kapımı çaldı.

   ''Ağlamadı, beyefendi. Çok güzel olduklarını, bu nedenle ağlayabileceğini -sizin de öne sürdüğünüz gibi- söyledi ama gerçekten ağlamadı. Majesteleri yarın saat beş civarında gelip, sizi odanızdan alacak. Lütfen hazır olun.''

   Kaybettiğim için gerilmemiştim ama gerçekten pantolonların keyfini sürsem hiç fena olmazdı. En azından, pantolonlarım olmasa da mektuplarım vardı. İlk defa ailemden birkaç saatten fazla bir süreliğine ayrı kaldığımı fark ettim. Yolculuklar yapacak kadar varlıklı değildik ve büyüme çağında hiç arkadaşım olmadığı için bir geceyi bile ailemden ayrı geçirmemiştim. Keşke her gün mektuplaşmanın bir yolu olsaydı. Yapılabilir olduğunu sanıyordum ama çok pahalıya patlardı.

   Önce babamın mektubunu okudum. Televizyonda ne kadar güzel göründüğümü ve benimle gurur duyduğunu uzun uzun anlatmıştı. Üç kutu turta göndermemem gerektiğini söylemişti, çünkü Heize bu durumda şımaracaktı. Üç kutu! Tanrı aşkına! 

   Jongin'in evimizde, bazı evrak işlerinde yardımcı olduğunu ve kutulardan tekini evine götürdüğünü de yazmıştı. Bu konuda ne hissedeceğimi bilemedim. Bir yandan, bu kadar lüks bir şey yediklerine memnundum. Diğer yandan, yeni erkek arkadaşıyla bir kısmını paylaştığını hayal ettim. Şımartabileceği biriyle. Chanyeol'ün hediyesi karşısında kıskançlık mı duyduğunu yoksa benim ilgimden kurtulduğu için memnun mu olduğunu merak ettim.

   Bu konuları, istediğimden daha fazla düşündüm.

   Babam, arkadaş edindiğime sevindiğini belirterek mektubunu bitirmişti. Bu konuda hep geç kaldığımı yazmıştı. Mektubu katladım ve parmağımı dış yüzeyindeki imzasında gezdirdim. Daha önce adını bu kadar komik yazdığını fark etmemiştim.

   Xiumin'in mektubu kısa ve özdü. Beni özlemişti, seviyordu ve daha fazla yiyecek göndermemi rica etmişti. Bu sonuncusuna kahkahayla karşılık verdim.

   Annem patronluk taslıyordu. Yazılı bile olsa ses tonunu duyabiliyordum, şimdiden prensin ilgisini kazandığım için ukalaca tebrik ediyordu -evine hediye gönderilen ilk kişi olduğum kendisine bildirilmişti- ve bana, her ne yapıyorsam devam etmemi sert bir şekilde söylüyordu.

   Evet, anne, prense benimle hiç şansının olmadığını söyleyip, elimden geldiğinde hakaret edeceğim. Harika plan.

   Heize'ninkini en sona sakladığıma memnundum.

   Mektubu kesinlikle heyecan yüklüydü. Sürekli böyle şeyler yememi ne kadar kıskandığını belirtmişti. Annemin, ona daha fazla patronluk tasladığından şikâyet etmişti. Bunun nasıl hissettirdiğini biliyordum. Geri kalanı ise soru yağmuruydu. Chanyeol, yakından da televizyonda göründüğü kadar tatlı mıydı? Şu anda ne giyiyordum? Gelip sarayı ziyaret edebilir miydi? Chanyeol'ün, onunla bir gün evlenmek isteyecek, herkesten gizlediği bir erkek kardeşi var mıydı?

   Kıkırdadım ve mektup koleksiyonumu kucakladım. Kısa zaman içinde tekrar yazmak için çaba göstermeliydim. Buralarda bir yerlerde bir telefon olmalıydı fakat şu ana kadar kimse bize bunu bildirmemişti. Eğer odamda bir telefonum olsaydı bile, her gün evi aramak abartılı olurdu. Ayrıca, bu mektupları biriktirmek eğlenceli olacaktı. Tüm bu yer anılarda kaldığında, burada gerçekten bulunduğumun ispatı olacaklardı.

   Yatağa uzandığımda, ailemin iyi olduğunu öğrenmenin verdiği rahatlık ve sıcaklık beni rahat bir uykuya götürdü, bu uyku sadece Chanyeol ile tekrar baş başa kalacak olmamın verdiği huzursuzlukla gölgeleniyordu. Sebebini tam olarak çıkaramıyordum ama tüm kaygımın boş yere olduğunu ümit ediyordum.

   ''Görüntüyü bozmamak adına, lütfen koluma girer misin?'' diye sordu Chanyeol, bir sonraki gün beni odamdan çıkarırken.

   Biraz tereddüt ettim ama koluna girdim.

   Hizmetçilerim bir gece takım elbisesi giydirmişlerdi: belden aşağısı salaş, kemerle tutturulmuş bir ceket ve içine yakamı açıkta bırakacak siyah çizgili, kırmızı bir gömlek. Boynumu ise bir kolyeyle taçlandırmışlardı. Bir şeyler beni rahatsız ediyordu sanki. Fark etmiş olmalı ki dikkatimi dağıtmaya çalıştı.

   ''Ağlamadığı için üzgünüm,'' dedi.

   ''Hayır, değilsin.'' Şaka yapar gibi bir tonla söylediğim için kaybettiğime üzülmediğim ortadaydı.

   ''Daha önce hiç kumar oynamamıştım. Kazanmak güzelmiş.'' Ses tonu biraz özür diler gibiydi.

   ''Acemi şansı.''

   Gülümsedi. ''Belki. Bir dahaki sefere onu güldürmeye çalışırız.''

   Anında, aklımdan senaryolar geçirmeye başladım. Saraydan ne gönderilse Heize kahkahadan çatlardı acaba? 

   Chanyeol, bu konuyu düşündüğümü anlamıştı. ''Ailen nasıldı?''

   ''Ne demek istiyorsun?''

   ''Ne duyduysan onu. Ailen benimkisinden çok farklı olmalı.''

   ''Aynen öyle.'' Kahkaha attım. ''Bir kere kimse kahvaltıda taç takmaz.''

   Chanyeol gülümsedi. ''Byunlarda daha çok akşam yemeklerinde mi takılır?''

   ''Tabii ki.''

   Kısık sesle kıkırdadı. Chanyeol'ün, belki de şüphelendiğim gibi burnu havada biri olmadığını düşünmeye başladım.

   ''Eh, ben beş çocuklu bir ailede ortancayım.''

   ''Beş!''

   'Evet, beş. Oradaki ailelerin çoğunun dolu çocuğu vardır. Ben de çok çocuk sahibi olmak isterdim.''

   ''Ah, cidden mi?'' Chanyeol'ün kaşları kalkmıştı.

   ''Evet,'' diye cevapladım. Sesim kısıktı. Nedenini anlayamıyordum ama bu hayatımla iligli mahrem bir bilgi gibi gelmişti. Sadece biri daha bunu biliyordu.

   Üzgünlük dalgasının geldiğini hissettim ama hemen kendimden uzaklaştırdım.

   ''Neyse, en büyük abim, Chen bir Dört ile evlendi. Şimdi bir fabrikada çalışıyor. Annem, en azından bir Dört ile evlenmemi istiyor ama ben şarkı söylemeyi bırakmak istemiyorum. Şarkı söylemeyi çok seviyorum. Fakat sanırım artık bir Üçüm. Bu gerçekten tuhaf. Eğer başarabilirsem, müzikle uğraşmak istiyorum.

   Lay diğer kardeşim. Ressamdır. Bu günlerde onu pek görmüyoruz. Beni uğurlamaya geldi ama hepsi bu.

   Sıralamaya göre, daha sonra da ben varım.''

   Chanyeol rahatça gülümsedi. ''Byun Baekhyun,'' diye ilan etti, ''benim en yakın arkadaşım.''

   ''Bu doğru.'' Gözlerimi devirdim. Onun en yakın arkadaşı olmamın yolu yoktu. En azından şimdilik. Fakat itiraf etmeliyim, ailem ya da âşık olduğum kişi hariç, içimi döktüğüm tek kişiydi. Eh, belki Yohan da öyleydi. Chanyeol de aynısını düşünüyor olabilir miydi?

   Yavaşça koridordan geçerek, merdivenlere yürüdük. Acele eder gibi bir hali yoktu.

   ''Benden sonra Heize geliyor. Beni satıp, ağlamayan. Dürüst olmak gerekirse, şok oldum, ağlamadığına inanamıyorum! Fakat evet, o da bir ressam. Ben... ona tapıyorum.''

   Chanyeol yüzümü inceledi. Heize'den bahsetmek tavrımı biraz yumuşattı. Chanyeol'den yeterince hoşlanıyordum ama ona ne kadar açılmak istediğimden emin değildim.

   ''Ve daha sonra da Xiumin. Ailemizin bebeği; yedi yaşında. Henüz resme mi müziğe mi yöneleceğini keşfedemedi. Çoğunlukla top oynuyor ve böcekleri inceliyor, sorun yok ama bu şekilde geçimini sağlayamaz. Daha fazla deney yapabilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Neyse, işte herkes böyle.''

   ''Peki ya ebeveynlerin?'' diye ısrar etti.

   ''Peki ya ebeveynlerin?'' diye cevapladım.

   ''Ebeveynlerimi biliyorsun.''

   ''Hayır bilmiyorum. Halk önündeki imajlarını biliyorum. Gerçekte nasıllar?'' Koluna asıldım ki bu gerçekten büyük bir başarıydı. Chanyeol'ün kolları kocamandı. Takım elbisesinin katmanlarının üstünden bile güçlü, sıkı kaslarını hissedebiliyordum. Chanyeol iç çekti ama onu yoranın ne olduğunu bilmiyordum. Kendisine sataşılmasından hoşlanıyor gibiydi. Burada, kardeşsiz büyümek üzücü olmalıydı.

   Bahçeye adım attığımızda, ne diyeceğini düşünmeye başlamıştı. Biz geçerken, tüm muhafızların suratında sinsi bir gülümseme vardı. Onların hemen ilerisinde kamera ekibi bekliyordu. Tabii ki prensin ilk buluşmasında orada olmak istemişlerdi. Chanyeol onlara doğru bakarak, kafasını sağa sola salladı ve hemen içeri koşuşturdular. Birinin küfür ettiğini duydum. Kameralar tarafından takip edilmeyi ummuyordum ama onları uzaklaştırmak da tuhaf geldi.

   Chanyeol, ''İyi misin? Gergin görünüyorsun,'' dedi.

   Omzumu silkerek, ''Senin erkekler ağladığında kafan karışıyor, benimse prenslerle yürüyüşe çıktığımda,'' dedim.

   Chanyeol kısık sesle kahkaha attı ama bir şey söylemedi. Batıya doğru ilerlediğimiz sırada, güneş devasa orman tarafından bloke edilmişti ama hâlâ akşamın erken saatlerindeydik. Etrafımız gölgelenmişti, karanlıkla örtülmüş gibiydik. Geçen gece yalnız kalmak istediğimde olmak istediğim yer burasıydı. Şu anda gerçekten baş başa kalmış gibiydik. Yürümeye devam ettik, saraydan ve muhafızların işitebileceği mesafeden uzaklaştık.

   ''Benim neyim karıştırıcı?''

   Tereddüt etsem de içimden gelenleri söyledim. ''Karakterin. Niyetin. Bu küçük gezintiden ne bekleyeceğimi bilemiyorum.''

   ''Ah.'' Yürümeyi kesip karşıma geçti. Birbirimize çok yakındık ve ılık yaz havasına rağmen vücudumdan bir ürperti geçti. ''Sanırım şimdiye kadar benim lafı dolandıran bir adam olmadığımı anlamışsındır. Senden ne istediğimi açıkça söyleyeceğim.''

   Chanyeol bir adım daha yaklaştı.

   Nefesim kesildi. En korktuğum duruma düşmüştüm. Muhafız yoktu, kamera yoktu, istediğini yapmasına mani olacak hiç kimse yoktu.

   Diz tekmesi. Cidden. Majestelerinin uyluğuna dizimi geçirmiştim. Tüm gücümle.

   Chanyeol çığlığı basıp, eğildi ve ben ondan uzaklaşırken kendisini korumaya çalıştı. ''Bunu neden yaptın?''

   ''Bana parmağını dahi sürersen daha beterini yaparım!''' dedim.

   ''Ne?''

   ''Dedim ki, eğer...''

   ''Hayır, hayır, seni ruh hastası, ilk defa söylediğinde duydum.'' Chanyeol sırıttı. ''Fakat neden böyle söyledin ki?''

   Vücudumun yandığını hissettim. Olacak en kötü sonucu düşünerek, kendimi ortada lmayan bir şey için kavga edecek duruma sokmuştum.

   Muhafızlar koşarak geldiler, ufak tartışmamızdan dolayı paniğe kapılmışlardı. Chanyeol, garip, yarı eğilmiş pozisyonda ellerini sallayarak, onları geri yolladı.

   Bir süre sessiz kaldık ve Chanyeol acısı dinmeye başlayınca benimle yüz yüze geldi.

   ''Ne istediğimi sandın?'' diye sordu.

   Kafamı eğdim ve kızardım.

   ''Baekhyun, ne istediğimi sandın?'' Sesi gergindi. Gerginden de fazlasıydı. Kırılmıştı. Kesinlikle ne düşündüğümü tahmin etmişti ve bu hiç hoşuna gitmemişti. ''Halka açık bir yerde... düşündün ki... Tanrı aşkına. Ben bir beyefendiyim!''

   Yürüyerek uzaklaşmaya başladı ama geri döndü.

   ''Eğer beni böyle görüyorsan, neden yardım etmeyi teklif ettin?''

   Gözlerine bakamıyordum. Karşımda itin tekini bulmaya hazırlandığımı, karanlık ve gözlerden uzak bir yerde olmanın kendimi garip hissettirdiğini, hayatımda onun dışında sadece bir erkekle baş başa kaldığımı ve onunla öyle şeyler yaptığımızı nasıl açıklayacağımı bilmiyordum.

   ''Bu gece yemeğini odanda yiyeceksin. Bu konuyla yarın sabah ilgileneceğim.''

   Herkesin yemekte olduğundan emin olana deh bahçede bekledim ve daha sonra hızlıca yukarı çıkarak, koridordan geçip odama girdim. İçeride, Linchen, Dudu ve Jae kendilerinden geçmişlerdi. Kendimde tüm bu vakti prensle birlikte geçirmediğimi söyleyecek cesareti bulamadım.

   Yemeğim getirilmişti ve balkonun yanındaki masada beni bekliyorlardı. Artık kendimi küçük düşürdüğüme kafamı takmadığım için acıkmıştım. Fakat uzun süreli yokluğum, hizmetçilerimin heyecanının sebebi değildi. Yatağımın üzerinde çok büyük bir kutu vardı, açmam için yalvarıyor gibiydi.

   Dudu, ''Görebilir miyiz?'' diye sordu.

   Linchen, ''Dudu, bu çok kabaca!'' diye azarladı.

   Jae, ''Siz gider gitmez bıraktılar. O andan beri merakla bekliyoruz!'' diye açıkladı.

   Linchen, ''Jae! Edepli ol!'' diye payladı.

   ''Hayır, endişelenmeyin beyler. Sır saklamıyorum.'' Yarın beni kapı dışarı tekmelemek için geldiklerinde, hizmetçilerime sebebini söyleyecektim.

   Kutunun üzerindeki büyük, kırmızı kurdeleyi çekerken onlara doğru zayıf bir gülümseme gönderdim. İçinde üç ayrı pantolon seti vardı. Keten set, iş kıyafetine benzeyen ama dokunulduğunda yumuşak olan bir başka set ve kot kumaşından yapılmış görkemli bir çift. En üstte ise Illea amblemli bir kart duruyordu.

   Öyle basit şeyler istiyorsun ki geri çeviremiyorum. Fakat benim hatırım için sadece Pazar günleri giy, lütfen. Bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim.

                                                                                                             Arkadaşın, Chanyeol








Bölüm sonu.

Günün ikinci bölümünü yayınlıyorum. Parmaklarım koptu. Yukarıya Baekhyun'un ve Chanyeol'ün giydiklerini bırakıyorum. Hatalarım varsa affola. Sonraki bölüm görüşürüz, sağlıkla kalın.

Total: 2610 kelime.

Continue Reading

You'll Also Like

49.7K 7K 26
"Seni seviyorum Chanyeol. Deli gibi. O yüzden seni öldüreceğim için beni bağışla." Divus X Perditrix
1.1M 40.9K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
2M 73.9K 60
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...