Counterclockwise | Yoonmin

By sadqueenx

133K 12.1K 11K

Bir kum saatinin içindeki kum aksa da tükenmez, tükenmediği gibi size geri döner. - Yoonmin x Omegaverse 19.0... More

Counterclockwise
OMEGAVERSE
1|Green grapes and sweet almonds
2|Submissive kitty
3|Bound with ring
4|Our birthmarks
5|Olly olly oxen free
7|Do you want me to stop?
8|Don't...
9| Can i sleep next to you?
10|More than love
11|Dragon blood and cinnamon
12| Round table wolf
13| Our scars 1/2
14| Our scars 2/2
15| Touch
16| 'Yi ri san qie'
17| Liar's candle
18| Last favor
19| Goodbye, dear friend
20| End of everything
21|'Shuushi'
22| 'Unmei no akai ito' 1/2
23| 'Unmei no akai ito' 2/2
24| God hates lovers
25| Sands & Clocks
26| Hamlet, Romeo and other lovers
27| As before
Final
-Teşekkür-
special episode 1
special episode 2
Special episode 3
Special episode 4
Special episode 5
-başka bir evrende, en güzel halleriyle-

6|Scent

4.1K 411 294
By sadqueenx

"Yeniden inşa etmek için hala çok geç değil, çünkü milyonda bir şans... Hala bir şans... Ve ben o oranı kabul edeceğim."

...

"Kokun yüzünden... Kokun için."

Beklenmedik diğer şeyler arasına yenileri eklenirken ve ben hala daha burada ne sikim aradığını anlayıp atlatamamışken kafamı daha da karıştırmaktan başka bir halt yapmıyordu.

"Bunun bir oyun olmadığını söylemiştin." gözlerimi kısmış ona bakmaya devam ediyordum "Oynamak istiyorsan-" fakat dışarı bakan gözlerini bana döndürdüğünde istemsizce sesimi kesmek zorunda kalmıştım. Örtüye sarınışını sıkılaştırıp gecenin tüm yıldızlarını içinde barındıran parlak gözleri aşağıdan bana bakarken konuşmak pek kolay değildi. Kokusu dikkat dağıtıcı derece kızgınlık kokmasının yanında hissettiği karışık duyguları da aynı şekilde bana yansıtıyordu.

Öp onu.

Kurdumu geri itmeye çalıştım. Geceden beri tüm kontrolü bana bırakması artık canına tak etmişti ama bu önemli bir konuşmaydı. En azından yaşadığımız şu durumu göz önüne alırsak kurduma ciddi anlamda karşı çıkmam gerekiyordu hem de oldukça kuvvetle.

Yarım kalan konuşmamı tamamlamak için devam edecekken benden önce davranıp gözlerimin tam içine, en içine bakarak "Şaşırtıcı, değil mi?" dedi ve dikkatle ayağa kalktı. Şimdi ona yukarıdan değil de karşıdan bakıyordum "Bundan nefret ediyorum, bütün benliğimle ama kurdum yüzünden, kontrol edemiyorum. Sen ve senin siktiğimin kokun..." Sarındığı çarşaftan elini çıkartıp beni göğsümden ittirdi "Siktiğimin kurdu. Siktiğimin kızgınlığı ve siktiğimin kokusu!" Ağlamıyordu, aksine öfkeyle tepki veriyordu. Ağlayan tek şey, kokusuydu. Teninden yükselen feromonlarını kontrolsüzce etrafına saçarken kızgınlığı haricindeki en yoğun kokusu gözlerinden akmayan yaşların hissiydi.

Daha önce hiç birinin feromonlarıyla ağladığını görmemiştim... Eğer gerçekten böyle bir şey varsa, etkileyiciydi. Arkasına saklandığı o duvarların aniden saydamlaştığını görmüştüm. Karşımda açık bir kitaptan farkı yoktu.

"Tatmin oldun mu şimdi? O çok değer verdiğin kurdun, eminim postunu sana sürtüyordur keyifle. Sikik herif."

Dediğim gibi, bana kafa tutan insanlara kafa tutmaya bayılıyordum ve Park Jimin beni en çok zorlayan insanlardan biriydi. Ağzından çıkanlarla feromonlarındakiler bir olmasa da ben yine bana kafa tutan tarafına odaklanıyordum. Bu da ona olan hareketlerimin fevri ve öfke dolu olmasını sağlıyordu. Yani yine, onun hareketlerine göre hareket ediyordum.

"Park Jimin." dedim sesini bastırmak için yüksek sesle ve feromonlarımı kullanarak da kokumu baskınlaştırdım. Buna karşılık gözlerinde ve kokusunda bir geri çekilişi görmüştüm, ne kadar diklense de omega oluşu bir alfa karşısında onu güçsüz kılıyordu. Tabii bu baskınlığa karşılık kızgınlığı yeniden harekete geçmişti. Kokusunu içime çekip keskince devam ettim sözlerime "Kızgınlıkta olduğunu unutup evimde bana kafa tuttuğunu hatırlatırım. Kelimelerine dikkat etmezsen, kıçında olan tek şey benim yerime koymaya çalışacağın parmakların olur." sırıttım ve onu daha fazla deli etmeye devam ettim "Eh, parmakların da kısa olduğu için pek tatmin edici olacağını sanmıyorum."

Hırladı ve hırçın bir şekilde bana baktı. Yüzüne bakmaktan kendimi çektiğimdeyse kurdumun kendinden geçmesini sağlayan sağlam bir koku salgıladı. Yemin ederim ki kendimin kızgınlıkta olduğunu sanabilirdim kokusuyla. Jimin de bunu fark etmiş olmalı ki tıpkı benim gibi, deli eder gibi sırıttı karşımda. Sarındığı örtünün altındaki elini yukarı kaldırıp parmaklarını boynuma, boğazımdaki iki çizgi şeklindeki doğum lekemin üzerinde gezdirdi. Titrediğimi hissettim, sanki en narin yerime dokunmuş gibiydi ama aynı zamanda beni delirtecek kadar iyi bir histi de.

Parmak uçları orada usulca gezindi ve bir adım atarak kulağıma yavaşça fısıldadı "Buna katlanabileceğine inanmıyorum, alfa... Beni çıldırtmak için elinden geleni yapsan da bu senin de çıldırman demek. Çünkü kokularımız bizi birbirimize çekiyor."

"Bana çekilen sensin." dedim kendimi sakin tutmaya çalışarak ama pek de başarılı olduğum söylemezdi çünkü terlemeye başlamış boynu açıkça beni davet ediyordu ve boynumu parmak uçlarıyla okşaması da pek iyi gelmemişti.

"Kabul et. Bu o barda karşılaştığımızdan beri böyle."

Siktir. Öyleydi ama bana o kadar dikleniyordu ki kabul ederek onu tatmin etmek istemiyordum. Bunu aptal bir yarışa çeviren oydu, şimdi bunu kabul etmesi ona ayak uyduracağım anlamına gelmiyordu.

"Kabul et," dedi ve yavaşça fısıldadı "Alfa..."

Seğirdiğimi hissettim ve kokusu yüzünden başım döndü ama yine de ona karşı sabit tavrımı korudum. Kokusu gerçekten tahmin ettiğimden daha güçlü, beni kendine esir edebilecek kadar tehlikeliydi. Sadece... Tanrım, çok zordu. Kontrol edebilirdim kendimi ama gerçekten çok zordu. Kontrolsüzce kızgınlıktaki kokusu beni ele geçirmeye başlamıştı.

Boynumda gezen ellerini savuşturdum, çünkü etkilenmeye başlamıştım.

"Etmiyorum, çünkü öyle bir şey yok. İstersen deneyelim ve görelim, Jimin. Kim dayanıp dayanamayacak karar vermiş olursun."

Son güç kırıntılarımı da bunu söylemek için kullandığım sırada Jimin üzerindeki çarşafı serbest bırakarak geceye çıplaklığını bıraktı. Arkasından vuran Seul ışıklarıyla bir olan görüntüsü beni gafil avladı. Öleceğim sandım, yine de direndim. Direnmeyi bırakamazdım.

"Çıldıracaksın..." diye fısıldadı elinin tersini hiçbir erotik sahnede göremeyeceğim bir seksilikle boynundaki terleri silerek aşağıya doğru ilerletti, dudakları aralandı ve minik bir inleme sesi döküldü.

Siktir.

"Yoongi..."

Siktir. Sadece parmaklarıyla zarif boynuna hafifçe sürtünmüştü ve kokusu şimdiden uzun süren bir sevişmenin son anlarında, zirveye ulaşmasına yakındı. Yapabilirdim, kendimi tutabilirdim ama o karşımdayken öylesine zordu ki bu... Parmaklarını yavaşça boynundan indirirken nefeslerinin titrediğini duyabiliyor, bacaklarını birbirine bastırdığını belli eder gibi kıvranıyordu üstelik bunu hiç çaba sarf etmeden yapıyordu. Onu odamda bırakıp içeri gittiğimde sadece sesini duymak kendimi tutmamı sağlamıştı, bana geleceğini bildiğimden yapmıştım ve şimdi farklıydı, tam karşımdaydı. Kurdumun delirdiğini hissediyordum.

Jimin dengesini kendisine dokunurken kaybedip hafifçe sendelediğinde bana doğru sürtünmüştü ve ben tam o zaman kendimi kaybederken bulmuştum. Kabullenemediğim gerçek tam önümdeydi, dediği gibi kokusu beni, bizi çekiyordu. Ve ben bundan emin olmaktan, onun haklı çıkmasından nefret etmiştim. Kaybetmekten nefret ederdim ve ona karşı kaybetmiştim. Haklıydı, çıldırmıştım, dayamamıştım.

Öfkeli bir hırsla işaret ve baş parmağımla yüzünün iki yanından sertçe kavrayıp sıkıştırarak dudaklarının büzüşmesini sağladım. Gözlerindeki yanıp sönen ateşiyle kurdunun memnun bakışlarını görmüştüm. Bu, daha çok öfkelendirdi beni. Onu geriye itiştirmekle karşılık verdim ve o da belini kıvırıp kasıklarını bana sürttü.

"Sana söylemiştim, kabul et." dedi tırnaklarımı sırtıma sürterken.

"Çok konuşuyorsun. Ağzın başka şeyler için çalışsın omega." dudaklarına sağlam bir öpücük bırakıp omuzlarından bastırdım ve çömelmesini sağladım. Elleri anında baksırımın lastiğine giderek aşağıya indirdi. Küçük elleri ve sıcak nefesinin beni alev alev yakmasına karşılık bile veremedim. Nefesimi kesiyordu, ciğerlerim isyan ediyordu onun sıcaklığına karşılık. Elimle sarı saçlarını kavrayarak nefeslerimi düzenlemeye çalışsam da her hareketiyle biraz daha oksijensiz kalıyordum. Tehlikeliydi, yaptığı her hareket tehlikeliydi, onun elleri ve ağzı arasında sıkışıp kalmıştım.  Güneş ışıkları altında ne kadar peri gibi dursa da gecenin ışığında küçük bir şeytandı o. Emindim, hem de en tehlikelisinden.

Tehlikeyi seviyorsun, Yoongi.

Siktir, dudakları o kadar güzeldi ki aklım falan kalmamıştı. Bir anda evrenin her yerindeydim ve sonra bir anda yer yüzünde sonra yine evrende. Çok değildi sona ulaşmam, hepimiz hayatımızın bir noktasında şeytana uyum sağlardık, onun bizi yönetmesine izin verirdik. Ben de tüm iplerimi onun eline kısa süreli verdiğimde hızla dağıldım. Sızlanmaya çalıştı ve uyluklarımdan tutup beni ittirdiğinde sesli bir şekilde ağzının kenarlarını temizledi. Onu fazla mı zorladım diye bir ihtimalin aklımdan geçmesine bile gerek yoku çünkü Park Jimin'ın bilmediğim çok geniş sınırları vardı, daha ulaşamadığım.

Ben daha boşalmanın verdiği yorgun rahatlamayı atlatamamışken o vakit bile kaybetmeden üzerime atlamış ve beni yatağa itekleyip üzerime tırmanmıştı. Ellerim otomatik olarak kalçalarını sardı. Yattığım yerden onda bakındım, üzerimde kendini bana sürtüp incecik belini kıvırmış ve eğilerek boynumdan çeneme kadar dilini tenimde gezdirmişti.

"Siktir." diye inledim, bana daha ne yapabilirdi bilmiyordum.

Onun için daha ne  kadar güzel diyebilirdim bilmiyorum ama her seferinde güzelliği bir üst seviyeye ulaştığından sanırım bundan asla vazgeçemeyecektim... Dudakları aralık, beli gergin ve terlediği için saçları yüzünün her yerindeydi. Arada sırada boynunu geriye atarak kastığında damarlarının belli olmasına çıldırmıştım. Kokusu haricinden çıldırdığım bir diğer şey zevk alırken yüzünün aldığı ifadeydi.

Doğruldum ve kucağımdayken dişlerimi o güzel, uzun boynuna geçirerek orada bir iz bıraktım hem de çok uzun bir süre geçmeyecek bir iz. İnledi, yakın olduğunu hissettim ve ben de yakın olduğumdan hareketlerimi arttırdım. Yetmedi, tanrım, yetmiyordu işte, Park Jimin'in sınırlarına bir türlü ulaşamıyordum. Çıldıracak gibiydim. İnlemeleri, tırnaklarının tenimi çizişi bazen ısırmaları hepsi yetmezmiş gibi her şeyin başı olan tatlı badem ve yeşil üzüm kokusu...

Onu altıma aldım ve yüz üstü döndürüp kulağına eğildim ve ikimizi de sona ulaştırmadan önce bitikçe fısıldadım "Kabul. Sen kazandın."

Yenilgiyi kabullenen bendim ama kurdum bundan tatmin olmuştu çünkü kokusu her şeydi. Ona sahip olmak için her şeyi yapardı, beni bile alaşağı etmişti. İşin en kötüsü yenilgiyi kabullenmek değil de kokusuna sadece kurdumun değil benim de çekiliyor olmamdı.

&&

Güne sessiz ve sakin uyanmak rutin alışkanlıklarından biriydi ama yanımda mırıltılarla burnunu boynuma sürten bir adet Park Jimin'le uyanmak pek tahmin edilebilir değildi benim için. Özellikle dün geceden sonra hiç değildi. Neyi farklıydı ya da ne değişmişti bilmiyordum ama kokularımızın birbirini çektiğini kabullenmek üzerimdeki o baskın öfke dolu sıkıntıyı silmişti. Hala benliğimden bir şey kaybetmemiştim, sadece o his artık yok gibiydi.

Komodindeki saate baktım, öğlen birdi, neyseki bugün hafta sonuydu ve endişe edebileceğim bir ders derdim yoktu. Kendimi Jimin'den kurtarıp ayaklandım ve banyoya ilerleyip soğuk bir duş aldım. Soğuk su kemiklerime iyi gelmişti, çıktığımda bile rahatlamayı bütün vücudumda hissetmiştim.

Dolabımdan altıma bir baksırla Jimin dolabımda yattığı için onun gibi kokan bir tshirt geçirip havluma saçlarımı kuruladım. O sırada yataktan güzel bir mırıltı yükseldi.

Yorganın içinde kendini kasıp gerinirken canı yanmış olmalı ki yüzünü buruşturup küfür ederek elleri üzerinde sarsakça doğruldu ve sonunda benimle göz göze geldi. Yeni uyanmış olduğu için gözlerimi şişmiş dudaklarında alamamıştım.

"Normalde olsa bana böyle bakışına güzel bir cevap verirdim ama çok yorgunum. Bu yüzden bana bakarak kızgınlığımı yeniden hareketlendirme."

Evet, bu sabah da diğer sabahlar gibi havasındaydı.

Başımı iki yana sallayıp öfkelenmemek için odadan çıktım. Ağır bir kahveye ihtiyacım vardı, hem de hemen.

Mutfakta en sertinden bir kahve ayarlarken Jimin de üzerime benim bir sabahlığımı geçirmiş bir halde ayaklarını fayansa sürüyerek gelmiş, tek hamlede ortadaki ada üzerine oturmuştu. Ardından tezgahın ortasında duran geniş cam kasedeki yeşil elmalardan kaparak büyük bir ısırık almıştı.

Kıyafetlerinin omzundan düşmesi gibi tezgahıma bu şekilde oturması da yasaklanmalıydı. Çünkü... Uzun bacaklarının çıplak pürüzsüzlüğü bir sanat gibi, tarihi bir tablo gibi mutfak tezgahımın üzerinde uzanıyordu. Saçları dağınık, dudakları şişti ve boynunda geceden bıraktığım oldukça büyük bir morluk vardı. Park Jimin dünya üzerindeki en kaliteli sanatçıdan çıkmış tablolara benziyordu. Tam da evimin ortasındaydı bu güzel, pahalı tablo.

Bu anı, çalan kapı zili sikip attığında eş zamanlı kahve makinemden de ses gelmesi iyice sinirlerimi bozdu. Önce kahveyi kapattım sonra kapıyı açtım.

Jungkook, mavi yırtık jeani, beline bağladığı gömleği ve üzerine göbeğini biraz açıkta bırakmış beyaz yırtık crop tshirtüyle kolunda spordan çıktığını belli eden çantasını çekiştirip beni ittirdi ve içeriye daldı. Her zamanki gibi.

Göz devirdim ve o da bana dönerek geri geri yürürken bir yandan da konuşmaya başlamıştı "Telefonunu sikeceğim artık neden açmıyorsun!" Geri geri salona girerken durdu ve havayı kokladı "Bu koku da ne? Sen ayda kaç kez kızgınlığa giriyorsun böyle? Ya da bir anda neden bu kadar sevişken oldun?"

"Jungkook-"

"Ne var ne? Sinirliyim, içim içimi yiyiyor, Taehyung'un ağzına sıçmak istiyorum. Bir plan yaptım, oturup konuşmalıyız."

Heyecanla ellerini kollarını sallayarak anlatışını bir elmanın kütürtüyle ısırılıp çiğnenmesi böldüğünde bana gözlerini büyüterek baktı ve arkasını dönüp hemen sol tarafta tezgahın üzerinde dirseklerine yaslanmış elma yiyen Jimin'i gördü. Çenesini dikleştirip gözlerini kıstığındaysa kolundaki çantasını omzundan çıkartıp bana uzatarak "Sen tut bakayım şunu." dedi.

İşte, yine başlamıştı. Jungkook artık bana karşı aşk anlamında bir şey hissetmese de yanımdaki tek omega olmak ona kendini özel hissettiriyordu. Beni paylaşması gereken durumlardaysa hep yüzündeki bu ifadeye bürünüp duruyordu. Umarım kavga etmezlerdi çünkü öyle bir şey olursa ayırma girişiminde asla bulunmayacaktım. Uzun zamandır, Taehyung'a sahip olduğundan beri, Jungkook'un birini yolduğunu görmemiştim, eğlenceli olabilirdi.

Adımlarını Jimin'e yönlendirip üzerinden koku almak için burnunu kırıştırdı ve derince içine çekti "Hmm..." diye mırıldandı "Kokun dediği kadar da etkileyici değil gibi. Bilemedim."

"Öyle bir şey söylemedim ben!" diye çıkışıma bana bakmadan elini kaldırıp susturmakla cevapladığında kaşlarımı çatıp ona uydum. Görüntüleri birbirlerine ters ters bakarak tüylerini kaldırmış kedilere benziyordu. İçlerinden birisi ya saldıracaktı ya da öylece son bulup yollarına bakacaktı. Tercihim elbette ilkiydi, cidden, bunu kaçırmak istemezdim.

Jungkook Jimin'i bir kez daha koklayıp elindeki elmayı aldığında bir ısırık alarak tezgaha sertçe bıraktı. Üzerine eğilip kendi önüne düşmüş saçının bir tutamını geriye atmıştı "Ayrıca, bu sefer bu evden yazılı imza vermeden çıkamazsın. Duydun mu beni? Direnirsen kan çıkar."

Kelimelerini sertçe tek tek vurgu yaparak dökmüş ve oldukça ciddi bir ifadeyle yapmıştı bunu. Beni bu kadar çok koruyor oluşuna her zaman şaşırırdım çünkü bazen ona, bana davrandığı gibi sevgiyle yaklaşmadığımı düşünürdüm. Ama o bunu elbette umursamıyordu çünkü birbirimize sevgi sözcükleri söylemeden de arkadaşlığımızın daimi olduğunu biliyorduk.

Jimin ondan beklediğim gibi hiç umursamadan işaret ve baş parmağıyla Jungkook'un çenesini sıkıştırıp yapmacık bir gülümseme kondurdu dudaklarına "Biz bu konuları aşalı çok oldu, hayatım." dedi ve elmasını geri alarak yemeye devam etti. Zerre siklememişti ve Jungkook'u çok fena sinir etmişti bu olay.

"Seni çok kötü ısırırım." diye hırladı, kurdunun beni sahiplendiğini hissettim ve içime hafif bir gurur tohumu ekildi. O gerçekten bir alfanın cinsellikten uzak sahip olabileceği arkadaştı, altın omegaydı.

"Of, kafamı siktin." eliyle Jungkook'u itiştirip tezgahtan atlayan Jimin salondan ayrılıp içeriye gitti ve beni öfkeden deli gibi bakıp duran arkadaşımla yalnız bıraktı. Koltuklardan tekli olan oturup saçlarını sinirle karıştırırken onu takip ederek büyük olana oturdum ben de.

"Olmaz. Onaylamıyorum bu ilişkiyi. Asla, asla olmaz. Hayır, Yoongi. Duydun mu hayır, ha-yır."

"Abartıyorsun. Drama kraliçesi olmayı bıraksan mı?"

Onu böyle baştan savmam şaşırtmış olmalıydı, çünkü genelde ya cevap vermez ya da susması için mantıklı şeyler söylerdim. Ama ben bile kendime mantıklı açıklamalar yapamazken onun için bir şeyle uyduramazdım. O da zaten tam bu yüzden ağzı beş karış açılarak bana bakmıştı "Cidden ilişkiniz mi var? Ciddi ciddi? Yani... Ciddi ciddi?"

"Hayır. Saçmalama. Sadece kokularımız yüzünden birbirimize çekiliyoruz o kadar. Bu yani."

"Woaa..." hayret dolu bir sesle küçük ağzını şaşkınca açtı "Siz bitmişsiniz Min Yoongi."

"Bir şey söyleyeyim mi?" sıkıntıyla üflemekten kendimi alamadım "Bu Jimin'in haklı olduğunu ikinci kabullenişim ama cidden, kafamı siktin Jungkook."

"Ve bu da ikinci kez ağzından duyuşum, alfa. Gözlerim yaşarıyor." salondan içeri giren Jimin'le göz göze geldim, bana göz kırpmadan önce dudaklarını yalamış ve güzelce gülümsemişti. Gülüşüyle bir an afalladım ve aptalca bir şekilde gözlerim onu takip etti oturduğum koltuğun diğer ucuna uzanana kadar. Ayaklarını tam sırtımın arkasına sokuşturduğundaysa rahatsızca kıpırdanışıma ayak parmaklarının ucunu sokuşturmakta kararlı olduğunu gösterir gibi kıçıma bastırmıştı. Tüm dikkatim dağılarak Jungkook'un ağzında bir şeyler gevelemesinin ardından da Taehyung için kurduğu planı anlatmasından bir bok anlamamıştım. Hala daha anlatmaya devam ediyordu, tek düşündüğüm sırtımda, kalçalarımın olduğu yerde bana değen ayaklarıydı. Tenimin karıncalanmasını sağlıyorlardı. Muhtemelen bana en ağır hakaretleri bile etse şuan duyamazdım, o kadar dağınıktım.

Jimin'in ince kahkahası ortaya atıldığında Jungkook'un sözü bölünmüş ve ikimiz de dudak bükerek bize bakan surata dönmüştük. Bıkkın ve alaycı görünüşü yüzünden Jungkook'un ona aşırısı sinir olduğunu, korktuğunu anladım o an çünkü bana çok benziyordu. Umursamazlığı, kafa tutuşu, karşıdaki insanı çıldırtışı... Tek fark ben arkadaşıymış ama o değildi.

"Pardon ama, komik olan nedir?" diye sordu Jungkook sinirle.

"Sevgilinin sana gelmesi için böyle basit bir plana yapman."

"Orijinal bir fikrin varsa söyle de bilelim. Gülüp sinirlerime bozma."

Jimin koltukta dirsekleri üzerinde doğrularak tekli koltukta oturan Jungkook'u yanına çağırdı "Yaklaş, kulağına söyleyeceğim. Kimseye söyleme." dedikten sonra sessizce onları izledim. Eliyle dudaklarını gizleyerek eğildi ve uzunca bir süre fısıldadı ona. Her geçen saniyede Jungkook'un gözleri büyüdü ve daha önce hiç görmediğim bir şekilde ışıldadı sonunda da dudaklarından hayret dolu bir küfür çıktı "Siktir oradan, ciddi misin?"

"Evet, eğer dediğimi yaparsan kafayı yer."

Jungkook geri çekilip onu şöyle boydan boya süzdü ve çantasını kaptığı gibi tek bir kelime bile etmeden ağzındaki kocaman gülüşle apar topar evi terk etti. Arkasından öylece bakmıştım, neler döndüğü hakkında gram fikrim yoktu. Ona her ne dediyse kafasını uçuracak bir fikir olduğu kesindi ve muhtemelen Taehyung için üzülmüştüm çünkü Jimin bence küçük bir şeytanlık tohumu fitillemişti, Jungkook da onu sulayacak kişiydi.

Sonra ona döndüm ve dudaklarındaki alaycı gülüşün göz göze gelince daha da genişlemesini sağladım. Omuz silkip kendini geriye bıraktı ve yatar pozisyona geçti. Keyifliydi, hatta haddinden fazla. Sanırım kızgınlığının en ağır kısmını atlatmıştı ki böyle rahattı. Gerçi, dün geceden sonra ben olsam ben de keyiflenirdim, resmen bana kafayı yedirtmişti ve kendi çapımızda oluşturduğumuz saçma yarışı kazandığını ilan etmiştim.

"Ona ne söyledin?" diye sordum merakla ama o omuz silkip "Bunu asla bilemeyeceksin." dedi kahkahayla.

"Sen öyle san, Jungkook bana her şeyini söyler."

"Bunu söylemeyecek."

Bak işte, yine dikleniyordu bana yine kafa tutmaya başlamıştı ve iddialaşıyordu. Beni delirtmek için elinden geleni yapıyordu ve sonra da kendimizi işin içinden çıkılmaz durumlarda buluyorduk. Buna bir son vermesi gerekiyordu, hem de hemen yoksa ya birbirimizi öfkeden öldürecek ya da sevişmekten nefesimiz kesilip ölecektik. Ve sanırım ikinci seçenek yakın gibi duruyordu çünkü dinginleşmiş kızgınlığı feromonlarına yansımaya başlamıştı bile.

Tam ona bir cevap verecekken her zamanki gibi yine bir şeyler araya girdi ama bu sefer diğerlerinden farklı olan bir şeydi bu. Kapımın şifresi girilip açılıyordu ve şifreyi bilen sadece 3 kişi vardı. Ben, öpüşürken aklında kalan Jimin ve...

Bir ayakkabının fayansta çıkardığı ritmik ve tok sesler yaklaştığında derince bir nefesle gelen kişiyi görmek için başımı çevirdim. Kim olduğunu az çok biliyordum, zaten bilmemem aptallık olurdu.

Han-wi, üzerinden asla çıkartmadığı fiyakalı pahalı takım elbisesi ve bir kere bile kirli görmediğim deri, siyah kunduralarıyla içeri girmiş, elinde bir kuru temizleme askısı tutuyordu. Son gördüğümden beri yüzündeki kırışıklarla saçlarındaki beyazlıklar artmıştı.

"Bay Min, babanız sizi bekliyor." dedi her zamanki sakin ses tonuyla. Ona göz devirdim, klasik bir istekti, şaşırmamıştım. Babam yine sağ kolu olan betasını ayak işleri için göndermişti.

"Niye? Kendi gelemiyor muymuş?"

"Bay Min-"

"Sen git, kendim gelirim."

Asla gitmeyecektim, bunu o da bildiğinden yüzüne sıkıntılı bir gülümseme yerleştirip elindeki askıyı bana uzatarak ısrarla "Bay Min, babanız sizi kendisine götürmemi emretti."

"İşte şimdi korktum bak. Brr..." ayaklanıp şaşkınca bizi izleyen Jimin'e dönerek "Seninleyken devletle başım belaya girmedi ama, muhtemelen şu an gitmezsem girebilir." dedim omuz silkip Yine tükürdüğümü yalamıştım, tıpış tıpış gidecektim o eve.

"Nasıl yani?"

"İşte, onu gidince göreceğim. Bir bok var ki beni çağırıyor."

Jimin ben gitmeden önce kolumu yakalayıp dudaklarını aralamış, ihtiyaçla bana bakınmıştı. Kurdum açlıkla gitmemem için bana tutundu onun gibi, Jimin'in bakışları da hiç yardımcı olmuyordu üstelik. Ben de gitmek istemiyordum fakat gitmezsem peşimde sürekli son model arabalardan inen takım elbiseli adamlar olacaktı ve ben babamın sikik adamlarını görmek dahi istemiyordum.

Elimle ince bileğini tutup kendiminkinden ayırdığımda "Bensiz idare etmen gerekiyor." deyip başka bir şey söylemeden Han-wi'nin yanına ulaştım "O boktan takım elbiseyi asla giymeyeceğim."

"Bay Min, takım elbise giymelisiniz."

"Sıkıyorsa gelsin kendisi giydirsin. Zaten ayağına kadar gidiyorum, bir de o şeyleri giymem."

Giymem demiştim ama... Hiç de öyle olmadı. Siyah mercedes jeepin arkasında takım elbiseyle ayağımı öfkeli bir şekilde sallayarak oturuyordum ve eve doğru ilerliyorduk, canım sıkkındı ve giydiğim şeyler ben gibi hissettirmiyordu. Ben gibi hissettiren tek şey, boynuma astığım daha yapılmamış kravatla iki düğmesi açık beyaz gömlekti.

Seul'den çıkıp, Yangju'nun ormanlık yoluna saptığımızda burayı hiç özlemediğimi fark ettim. Özellikle evin girişindeki demir kapının üzerinde yazan gülünç 'hoş geldiniz' yazısını görmem daha çok öfkemi arttırdı.

Ağzımdan alaycı bir gülüş kaçırdım ve başımı onaylamazca iki yana sallayarak söylenmeden duramadım "Aman ne hoş..."

Han-wi, bir uyarıyla boğazını temizlediğinde derince bir iç çekerek arabanın içeri girip labirente benzeyen ve her zaman nefret edeceğim o evin girişinde durmasını beklemiştim. Gerçekten sinir bozucuydu. Bizimle birlikte bir araba daha park halinde olmasıysa daha fazla sinir bozucu çünkü yine babam ve babamın aptal devlet adamlarından biriyle tanışacağımı hissediyordum. Yanılmadım,  babam tam da girişteki merdivenlerin tepesinde bir adamla tokalaşarak vedalaşıyordu. Normalde olsa beklerdim, beklemem de gerekirdi çünkü babam biriyle vedalaşırken araya girilmesinden asla hoşlanmazdı ve bir de tanıştıracakları haricinden birileriyle muhabbete girmemi istemezdi, hah, sanki ben çok hevesliymişim gibi. Ama bu sefer bunu umursamadan arabadan inip merdivenleri tırmandım. Ve inanılmaz bir şey oldu...Her yüzyılda bir olabilecek bir şeye denk geldim. Okyanusa benzeyen tuzlu ferah bir koku burnuma dolarak kurdumun bile şaşırmasını, irkilmesini ve ardından postunun altındaki derisinin gerildiğini hissettim. Zihnimde defalarca tekrar etti bana.

O bir delta...

Ay bu bölüm beni nedensiz yorduysa baba olaylara geldiğimde ne olacak merak ediyorum of

Continue Reading

You'll Also Like

163K 19.9K 46
Alfa türünün tükenme noktasına geldiği, üremenin durduğu kırsal topraklara şehirde yetiştirilmiş asker alfaların gönderilmesine karar verilir. Min Yo...
36.8K 3.1K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
400K 36.7K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
2.9K 438 5
❝ Omega Jimin, mavi çiçeklerinin bu kadar çabuk açmasını beklemiyordu. ❞