REENKARNASYON

By alper_kaya

19.6K 180 25

Babasının ani ölümü üzerine üvey annesi tarafından Ankara'da bir yatılı liseye gönderilen gencin hem babasını... More

1. Bölüm | "SİRENLER ÇALARKEN"
2. Bölüm | "TELEKULAK"
3. Bölüm | "PLAKAYI KODLA"
5. Bölüm | "TAM ON İKİDEN"
6. Bölüm | "ONLINE"
7. Bölüm | "YENİ BİR TEMAS"
8. Bölüm | "SADECE BİR DELİ"
9. Bölüm | "EN İYİ KARŞILAMA"

4. Bölüm | "KIZIL AY"

1.4K 18 4
By alper_kaya

4. Bölüm | "Kızıl Ay"

Yatağımda titreyerek uyanmış, alnımda biriken soğuk terleri elimin tersiyle siliyordum. 'Yeni bir yerdeki ilk gecede görülen rüyanın gerçek çıkma ihtimali yüksek olur' denilirdi; eğer doğruysa, beni çok zor günler bekliyordu!

Akşam Yavuz tarafından yurda bırakıldıktan sonra ışık hızıyla kayıt işlemlerimi tamamlayıp odama yerleşmiştim. Bir yıllığı peşin ödenmiş, iki kişilik yurt odası. Görevlinin ağzından kaçırdığı şey doğruysa, nedendir bilinmez, üvey annem iki kişilik ödeme yapmıştı! Yani bir yıl boyunca odada tek başıma kalacaktım.

Gece o yorgunlukla göz atıp keşfettiğim koridorun sonundaki lavaboya geçtim. Dizlerimde hala derman yok gibiydi, adeta kendimi sürüklüyordum! Yürüyen bir ölüden farksız olmuştum...  Yolculuğun yorgunluğu ve babamın vefatından sonra yaşadığım psikolojik çöküntü birleşmiş, bir anda yüzeye çıkmış olmalıydı. Lavaboda yüzüme su çarparken aynadaki aksime baktığımda yanılmadığımı anladım. Gözlerim kan çanağına dönmüş, yüzüm bembeyaz bir renge bürünmüştü. Her zaman canlı bir renk tonunda olan kahverengi, hafif uzun saçlarım bile solmuştu adeta!

Bütün bu paspallığıma rağmen odamdaki duşa girecek kadar enerjik hissetmedim kendimi ve apar topar üstümü değiştirip sırt çantamı aldığım odadan bir çırpıda çıktım. 

İlerideki trafik levhasına göre Kızılay çok yakında olmalıydı. Yürüyerek gitme fikri bir an aklımda belirse de hala dizlerimde derman bulamamış durumdaydım. Bir sonraki gün, pazartesi günü, açılacak olan okula şöyle bir bakarken yolun ilerisinden bir tekerlek sesi belirdi.  Gelenin, önünde Kızılay yazan bir dolmuş oluşu benim son dönemlerde en çok sevindiğim gelişme olmuştu. El edip, duran dolmuşa atlayıverdim.

Beş dakika sonra, sadece bir dizide gördüğüm Kızılay'a ilk kez ayak basmıştım. Benim için büyük, Ankara için küçücük bir adım... İlk izlenimim şu olmuştu: İstanbul'un İstiklal'i neyse, Ankara'nın Kızılay'ı da oydu. 

Biraz yürüdükten sonra karnımın gereğinden fazla aç olduğunu hissederek ilk gördüğüm kafeye girmiş, dışarıdaki asılı kocaman kahvaltı tabağı ilanının da etkisiyle bir kahvaltı tabağı siparişi vermiştim. Önden gelen çayımı yudumlarken çantamdan dizüstü bilgisayaırmı çıkarıp e-postalarımı kontrol etmeye başladım.

Kızkardeşim Sena, kafasına estikçe içini döktüğü e-postalar yollardı bana. Gözlerim, gönderici bölümünde adını aramıştı ancak hiçbir şey yoktu. Sadece üyesi olduğum online alışveriş sitelerinin rutin bültenleri doldurmuştu e-posta kutumu... Onları silerken, küçük ölçekli bir hüzün duygusuna kapıldım: Bu sitelerdeki tüm adreslerimi değiştirmem gerekecekti. Neden Ankara'da bir yatılı okula gönderildiğimi tekrardan sorgulamaya başlamıştım ki, aklımı dağıtabileceğim yegane unsur masamda belirdi: Sıcacık bir simitle süslenmiş, görüntüsü bile yeterince doyurucu olan kahvaltı tabağım!

Tabaktaki yiyecekleri tırtıklarken internette gezinmeme rağmen İstanbul'daki arkadaşlarımın neler yaptığını görmemek için Facebook'tan bilhassa uzak duruyordum. En sonunda dayanamayıp Facebook'a girdim ve İstanbul'daki en samimi arkadaşım olan Orçun'a bir mesaj yolladım. Orçun ile ilkokuldan bu yana hep birlikte okumuş, lisede farklı alanları seçtiğimiz için yollarımızı ayırmıştık. Ancak hemen hemen her hafta sonunu birlikte geçiriyorduk zira ikimiz de lisenin basketbol takımındaydık. Birkaç dakika bekledikten sonra Orçun'a attığım "Nasılsın, ben Ankara'ya vardım ve yurda yerleştim. Her şey gerçekten de düşündüğüm kadar rezil" mesajıma cevap gelmeyince Facebook'tan çıktım. Tam çıkış yaptığım anda ana sayfama düşen paylaşımda korktuğum oldu ve İstanbul'dayken gerçekten çok hoşlandığım Itır'ın bir fotoğrafı belirdi. Tam anlamıyla görememişken, 'Çıkış Yapıldı' bildirimi ekranda belirdi ve ben içimden söverek pencereyi kapattım.

Yavuz'un arabasına bindiğimden beri aklımda olan, Arsen Ticaret'in Ankara'da bir şubesi olup olmadığını araştırma düşüncesi ise kahvaltı tabağımdan son lokmaları alırken bilgisayarı kapattığım an tekrar belirdi. Yeniden açmaya üşendiğim için bir yandan kendime kızdım, bir yandan da hesabı ödeyip kafeden çıktım. Ne yapacağımı bilemez bir halde, Kızılay'da aşağıya doğru yürüyordum ki metro durağının hemen çaprazında kocaman bir kitapçı tabelası gördüm. 

Oldum olası kitapçılarda gezmeyi, yeni çıkmış kitapları inceleyip en çok ilgimi çekeni almayı sevmişimdir. Bu dürtüyle hiç düşünmeden kitapçıya yöneldim ve içine girdim. Pazar gününün sabah saatleri olmasına rağmen kitapçının nispeten kalabalık oluşu beni şaşırtsa da sebebi kısa sürede anladım: Bir yazarın imza günü vardı.

İmza gününü pas geçip raflarda gezinmeye başladım. Yeni çıkanlar rafında bol sayıda olan kişisel gelişim kitaplarına dudak bükerek yerli yazarların kitaplarını incelemeye koyuldum. Bir yazarın kitaplarının en öne konulmuş oluşu dikkatimi çekti ve sebebinin, aynı yazarın imza gününün oluşu olduğunu fark ettim. Merak dürtüsüyle kitapları incelemeye koyuldum. İlk iki kitap hiç ilgimi çekmese de üçüncü romanı dikkatimi çekti  ve uzanıp almak için hamle yaptım.

Bu hamlem başarısız oldu zira başka bir el, benden önce uzanıp kitabı kapıverdi! İşin kötü tarafı, aynı kitaptan başka yoktu! İtiraz etmek için çarprazımda yer alan kişiye dönmüştüm ki; olduğum yerde kalakaldım... İlk dikkatimi çeken şey, kıpkırmızı saçlarıydı. Ani dönüşüm, onu ürkütmüş olmalıydı ki elindeki kitabı daha sıkı tutmaya başladı. Gözleri, burnu, dudakları ve hatta burnunun kenarlarında belli belirsiz yer alan çilleri bile aynıydı! Sanki Itır'ın bir kopyasıyla karşı karşıyaydım... 

Öyle ki, birkaç dakika önce Facebook'a koyduğu fotoğrafı görmesem karşımda olanın Itır olduğunu düşünebilirdim!

Ben bu düşüncelere dalmışken karşımdaki kız da elindeki kitabı bana uzatarak konuşmuştu:

- Siz mi alacaktınız, çok pardon...

Avuç içimi kitaba doğrultarak başımı olumsuz anlamda salladım.

- Yok, lütfen; siz alın. Hem, aramızda kalsın, ben daha bu yazarı hiç tanımıyorum bile!

Bu sözüm üzerine gülmeye başlamıştı. İnanılmazdı, gülüşü bile büyüleyici bir güzellikteydi! Öylece kalakalmıştım... Bana teşekkür edip giderken sadece olduğum yerde durmakla yetindim. İnsanların çift yaratılma sebebi bu muydu acaba; birisini değerlendirememişsek, ikinci bir şans mı veriyordu bize Yaradan?

Uzaktan uzağa kızın sıraya geçişini, kısa süre sonra sıra kendisine geldiğinde yazara gülümseyerek bir şeyler söylemesini ve kitabı imzalattıktan sonra ödemesini yaparak kitabevinden çıkışını izlemiştim.

Yarım saat öncesine değin, yıldızların bile görünmediği bir gökyüzüne bakıyorken şimdi kızıl bir ay ile aydınlatılmıştı yolum. Bu aydınlığın kısa sürüp sürmeyeceğini, bir daha karşılaşıp karşılaşamayacağımızı merak ederken kitaplara bakmaya devam ettim. Bir müddet sonra, baktığım hiçbir şeye odaklanamadığımı anlayınca soluğum tıkandı ve gittikçe kalabalıklaşan kitapçıdan kendimi dışarı attım.

Bir an, her baktığım yerde onu gördüğümü düşünerek delirecekken gördüğümün gerçekten o olduğunu anladım. Kitapçının önündeki banka oturmuş; uzun nefesler çektiği sigarasının dumanını havaya savururken diğer elinde tuttuğu, biraz evvel yazarına imzalattığı kitaba göz atıyordu. Kafasını kaldırdığında beni görüp gülümsedi. Bu gülümsemeden cesaret alarak yanına doğru ilerlediğimde şaşırtıcı bir şey oldu ve yanına koyduğu çantasını toparlayıp bana yer açtı.

Buna inanamayarak yanına oturdum, şakacıktan elindeki kitaba doğru bakıp dudağımı büktüm. Şaka olduğu belli olan bir üslupla konuştum:

- Beni resmen alt ettin ve şimdi de ganimetinin tadını çıkarıyorsun!

Güldü. O gülünce, yeni beliren ve yolumu aydınlatan kızıl ayın ışığı daha da parladı. Gülümseyerek başımı öne eğdim. Kitapta kaldığı sayfanın üstünü hafifçe kıvırarak kitabı kapattı ve elini uzattı:

- Ben İnci!

Duraksadım, eli birkaç saniye havada kalmıştı. Toparlanıp elimi uzattım ve "Ben de Artun!" diyerek gülümsedim. Kavradığım eli sıcacıktı, birkaç saniye bile olsa içim ısınmıştı. Sigarasını uzattığında dudağımı büktüm. Kullanmadığımı söylediğimde tepkisi bir önceki akşam Yavuz'un verdiği tepkiyle aynı olmuştu:

- Er geç başlarsın, emin ol...

Biraz havadan sudan konuştuktan sonra tam kalkıp bir yere oturmayı teklif edecektim ki, hararetli hararetli bir şey anlatırken havada salladığı kolunda duran saatine baktı ve gözleri büyüdü. "Hiii" diye bir ses koptu dudaklarından.

- Benim acilen kalkmam lazım! Annemin yanına gidecektim... 

Yarım kalmış bir sohbetin burukluğuyla vedalaştık, tam metro istasyonuna inen merdivenlerde gözden kaybolmuştu ki daha soyadını bile bilmediğimi fark ettim. Bir daha onu görememe ihtimalim şimdiden canımı sıkmıştı!

Bankta duran sırt çantama uzanırken kurtuluş biletimi buldum: İnci, imzalattığı kitabı bankta unutmuştu. Gülümsememi bastıramayarak kitabı aldım ve ilk sayfasına baktım.

Bingo!

İsim ve soyisme göre imzalanmıştı. Gülümsemem tavan yapmışken kitabı sırt çantamın içine dikkatli bir şekilde yerleştirdim. Kızılay'da esen rüzgara kendimi kaptırıp yürürken bir yandan düşünüyordum: 

İnsan, darbe niteliğindeki değişimlere bile ne kadar çabuk ısınabiliyordu.

4. Bölümün Sonu

Continue Reading

You'll Also Like

1.1K 19 29
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...
Verus | bxb By Vapsole

Mystery / Thriller

8.1K 1K 11
Her insan şanslı doğmuyordu. Korkunç bir ailede doğmuştum. Yıllarımı, yaşamak istediğim için sokaklarda geçirmek zorunda kalmıştım. Ben insanların ho...
672K 22.1K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
Kirli Oyun By Buket poyraz

Mystery / Thriller

9.2K 1.7K 21
Annabel kendi çemberinden çıkmaya cesaret edemeyen bir kızken yılbaşında arkadaşıyla gittiği kulüpte başına geleceklerden habersiz James Archer ile...