KORKAK | Texting

By afroditmavisi

6M 413K 329K

Ege; Sana bir keresinde kalbimi hiçbir şekilde kıramayacağını, hayatımda bu kadar yerinin olmadığını söylemiş... More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.5
5.6
5.7
5.8
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.4
6.5
6.6
6.7
6.8
6.9
7.0
7.1
7.3
7.4
7.5
7.6
7.7
7.8
7.9
FİNAL
ÖZEL BÖLÜM

7.2

48.6K 3.9K 4.1K
By afroditmavisi

Bu bölümde diğer kitaplarımdan bir karakteri göreceksiniz. Kim olduğunu söylemiyorum zaten siz gelir gelmez kim olduğunu anlayacaksınızdır. Bir de o kitapla aralarındaki zaman farkını görmezden gelin lütfen.

Bölümde geçen Selin ve Furkan, Ege'nin annesiyle babası. Önceden geçmişti kitapta ama unutanlar olabilir. İsim olarak geçince kafa karışıklığı olmasın.

Ayna - Ölünce Sevemezsem Seni

***

Ambulanstan inerek kenara çekildiğimde görevliler olabildiğince hızlı bir şekilde sedyeyi indirdiler. Hastanenin acil girişine doğru sürmeye başladıklarında hemen kapının önündeki babam onları karşılamıştı. Onu görünce koşarak yanına gittim. "Hastanın durumu nedir?" Diye sordu direkt, görevliye.

"On sekiz yaşında. Yaklaşık kırk dakika önce falan araba çarpmış. Bilinci kapalı, nabız düşük ve kan kaybı çok fazla." Kalbimdeki ağrı, gözlerimden durmak bilmeyerek akan yaşlar ve titreyen ellerim eşliğinde babamı izlemeye başladım. İçimdeki büyük telaş tüm bedenimi sararak kalbimin normalden iki kat fazla hızlı atmasına sebep oluyordu.

Babam sedyede yatmakta olan Ege'yi incelerken titreyen alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. "Çatlak veya çarpmaya bağlı travma olabilir." Diye mırıldandı. "Tabii şanslıysa bu kadarıyla atlatır. Neyse ben ameliyathanelerden birini hazırlattım, size gösterirler. Oraya götürün hemen." Babamın bunu demesini bekliyorlarmış gibi hızla sedyeyi sürüklemeye başladıklarında arkalarından onları izledim.

"Baba..." Dedim zar zor çıkan sesimle. Babamın bakışları anında bana döndü. "Ne olur bir şey yap, ölmesin." Kendimi tutmasam hastanenin ortasında yere çöküp hüngür hüngür ağlayacaktım. Canım o kadar çok acıyordu ki nefes bile alamıyordum.

"Doğum günü, ölüm günü olmasın. Ne olur bir şeyler yap." Kesik kesik nefesler eşliğinde bir şeyler anlatmaya çalışırken babam yanıma yaklaştı. "Miray, sakin ol." Elleri omuzlarıma gittiğinde beni yavaşça sarsmıştı. "Böyle ağlarsan olaya duygusal yaklaşırım ve içeride hiçbir şey yapamam. Elimden gelmez."

"Ama baba... Ölmesin."

"Güçlü dur." Dedi gözlerime bakarken. "Ben elimden geleni yapacağım. Babana güvenmiyor musun sen?" Yanağımdaki yaşları temizledi. "Ama bazen senin de elinden bir şey gelmiyor." Diye mırıldandım bir çocuktan farksız çıkan ses tonumla. "Baba ne olur ona bir şey olmasın." Diye eklemiştim hıçkırıklara boğulmadan hemen önce.

Babam beni kendine çekip sıkıca sarıldığında yüzümü göğsünde sakladım. "Küçükken bana bir keresinde 'baba ben büyüyünce senin gibi doktor olmak istiyorum' demiştin hatırlıyorsun değil mi?" Hayal meyal hatırlarken kafamı salladım. "Ben sana ne demiştim onu hatırlıyor musun?" Yine başımı salladım ve cevapladım. "Senin gibi soğukkanlı olamazsam iyi bir doktor olamayacağımı, işi hep duygusala çekeceğimi söylemiştin."

"Bu dediğimi unutma." Dedi ve kollarını benden çekti. Yüzümü avucunun arasına alarak gözlerime baktı. "Şimdi bu dediğimi uygulaman gereken kısımdasın. Bu şekilde ağlamaya devam edersen hem beni hem kendini etkilersin. Güçlü dur ve aklından ölüm fikrini çıkarıp at. Tamam mı?" Dediklerini onaylamak istercesine gözlerimi açıp kapattım.

"Ama ölmesin, dayanamam." Dedim titreyen sesimle.

"Miray ben ne dedim sana?"

"Tamam, anladım dediğini."

"Güzel. Şimdi Ege'nin ailesine haber ver ve buraya gelsinler." Son sözleri bunlar oldu. Koşar adımlarla yanımdan ayrıldığında az önce söyledikleri çoktan aklımdan buhar olup uçarak gitmişti. Şu durumda nasıl soğukkanlı olabilirdim ki? Sevdiğim çocuk ölümle yaşam arasındaki o ince çizgideyken ve birkaç dakika sonrasında bile yaşıyor olup olmayacağı belli değilken, duygularımı kontrol altında tutamazdım.

Elim cebimdeki telefona gitti ama sonra ambulansta Hazal'a haber verdiğim ve onun herkesi arayacağı aklıma geldi. Tek tek herkese durumu anlatacak gücüm yoktu. Hastanenin ortasında dikilmeyi kesip koşuşturan hemşirelerden birinin yanına gittim. "Pardon, az önce bir hasta getirildi. Araba çarpmıştı. Onu götürdükleri ameliyathane tam olarak nerede?"

"Bakın şu kısımdan ilerleyin." Eliyle sol tarafta bir yeri işaret etti. "Koridor bitiminden önce sağa sonra sola dönün, karşınıza çıkar." Kadına teşekkür edip uzaklaşacağım sırada acil kapısının girişine büyük bir gürültüyle yaklaşan ambulansa kaydı bakışlarım. Ambulans durduğu gibi kapısı açılırken sedyede bir genç kızı indirmişlerdi. Hemen yanında elinde sapından sıkı sıkıya tuttuğu bir çantayla birlikte bir çocuk inmişti.

"On sekiz yaşında genç bir kız. Yine bir araba çarpma vakası. Kolunda ve bacağında kırıklar var. Çarpmaya bağlı iç organ zedelenmesi olabilir." Ambulanstan inen bir görevli hızlı hızlı durumu aktarırken kendi acımı unutmuş bir de kızın yanındaki çocuğun perişan olmuş hâline ağlamaya başlamıştım. Dışarıdan bir göz baktığında aslında benim de ondan bir farkım yoktu.

"Allah Allah bugün ne oluyor böyle ya?" Dediğini duydum biraz ötemde koltukta oturan bir kadının. "Bugün sabahtan beri dördüncü araba çarpma vakası falan galiba. Hepsi de çok genç, pırlanta gibi çocuklar. Çok yazık cidden."

"Yazık gerçekten. Ailelerine çok üzüldüm. Geçen sene bizim mahalleden bir çocuğa da çarpmıştı. Çocuk birkaç ay komada kaldı sonra öldü garibim. Yazık oldu, iyi de bir çocuktu." Dedi yanındaki kadın da.

Gözlerimi sıkıntıyla yumdum. Onları duymamak için ellerimi kulağıma kapatma isteğiyle dolup taşmıştım. Ölüm diyordu. Ben, benimle hiç alakası olmayan insanların ölmesine bile üzülürken Ege'nin ölümüne nasıl dayanırdım?

Hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Az önce hemşirenin bana tarif ettiği koridorları birer birer ardımda bıraktığımda karşıma çıkan kocaman ameliyathane kapısıyla duraksadım. Bomboş koridorda bir köşeye geçip duvara yaslanırken içimde beni yiyip bitirmekte olan hüngür hüngür ağlama isteğim açığa çıkmıştı.

***

Hiçbir bekleyiş aynı değildir lafını şu an iliklerime kadar hissediyordum. Bir havaalanı kapısı ve bir morg ya da ameliyathane kapısının önündeki bekleyiş asla aynı değildir, derlerdi de görmezden gelir geçerdim. İnsan o anı yaşadığında anlıyordu söylenmiş bütün sözleri. İçimden keşke dedim. Keşke şu an havaalanın bir köşesinde Ege'nin gidişine ağlıyor olsaydım ama burada büyük bir belirsizlik içinde ameliyathanenin kapısının önünde bekliyor olmasaydım. Keşke...

Herkes buradaydı. Haberi alan herkes kendini hastanede bulmuştu. Hatta Baran bile gelmişti. Nasıl haberi olmuştu, kimden duymuştu bilmiyordum fakat o da buradaydı. Sadece Ege'nin annesiyle babası burada değildi. Furkan abi Selin ablaya pat diye söylemek istemediği için haberi olmadan buraya getirmeye çalışıyordu. Tabii ne kadar başarılı olurdu bilemiyordum.

"Miray ne olur gidip bi' elini yüzünü yıkayalım. Çok kötü görünüyorsun, kendine gelirsin biraz. Hem elinde hâlâ kanlı." Hazal'ın konuşmasıyla bakışlarım Ege'nin kanıyla yeni bir renk kazanmış olan sağ elime kaydı. Avucumun içinde, elimin üstünde ve bileğimin bazı kısımlarında kurumuş kanın lekeleri vardı.

"İstemiyorum." Ameliyathanenin kapısına kısa bir bakış atıp önüme döndüm. Ege'yi ameliyata almalarının üzerinden neredeyse bir saat geçmişti. Elin kolun bağlı beklemek o kadar zordu ki bana daha uzun bir süreymiş gibi gelmişti bu bir saat.

"Nasıl... Nasıl oldu bu?" Deniz'in konuşmasıyla birlikte bakışlarımı yerden ayırarak ona çevirdim. Hemen yanındaki Enes'in elini sıkıca tutmuştu ve yaşlı gözleriyle, benimkilere bakıyordu. Geldiğinden beri yaşadığı şoktan dolayı pek konuşamamıştı, o yüzden bunu şimdi sormasını garipsememiştim.

"Bilmiyorum." Dedim. Sesim boğuk çıktığı için boğazımı temizleyerek devam ettim. "Arabanın çarptığı anı görmedim, başka bir tarafa dönüktüm." Yanağımdaki yaşları temizleyip titreyen sesimle konuştum. "Önce ani bir fren, sonra çarpma sesi duydum. Arkamı döndüğümde Ege yerdeydi. Nasıl oldu bilmiyorum, sadece araba çok hızlıydı onu biliyorum."

Anlattıklarımın üzerine Deniz'in ağlayışı şiddetlenirken başını Enes'in omzuna yasladı. Enes onu kollarının arasına aldığında önüme döndüm yavaşça. Duvara yaslanmıştım ve dakikalardır yaptığım tek şey yere bakarak Ege'nin söylediği son sözlerin tekrar tekrar zihnimde oynamasına izin vermekti. Beynimin içinde bir kazan misali her telden ayrı bir saz çalıyordu.

Bakışlarımı zaman geçirmek istercesine herkesin üzerinde gezdirdim. Bizden ayrı bir köşede omzunu duvara yaslayıp ameliyathanenin kapısını izleyen Baran'da, dolu dolu olan gözlerine rağmen Deniz'e destek olmak için çabalayan Enes'te, koltukların birinde çöküp kalmış Asya'da, tam karşımda boş bakışlarla etrafı izleyen Cafer'de, iki yanımda dikilerek bana destek vermeye çalışan Hazal ve Kuzey'de, tek tek hepsinde gezdirdim.

Herkesin gözlerinde bir doluluk vardı. Burada olan herkes için çok değerli bir insandı Ege. Ona bir şey olursa hiçbirimizin kolay kolay atlatabileceğini sanmıyordum. Ailesinden sonra en çok darbe alacak kişilerden birisi de bendim. Evet tüm arkadaşları üzülecekti fakat bir yerden sonra hayatlarına devam edecek ve Ege onların zihninde puslu anılar arasına karışıp gidecekti.

Ben atlatamayacaktım. Ege onu unutacağıma inandırmıştı kendisini oysa ben hafızam silinse yine onu unutamazdım. O kadar kolay değildi.

"Furkan neden beni buraya getirdin? Hani Ege'ye pasta almaya gidecektik o gitmeden önce doğum gününü kutlamak için? Neden buraya geldik? Bir şey oldu da benden mi saklıyorsun? Furkan ne oldu, bir şey söyle artık!" Koridorun başından yükselen sesle birlikte herkesin kafası o yöne çevrilmişti. Furkan abi, Selin ablayı belinden tutarak bu tarafa doğru yönlendirdi. Yüzünde sıkıntılı ve bir o kadar da telaşlı bir ifade vardı ve bu elbette ki Selin ablanın gözünden kaçmamıştı.

Selin ablanın bakışları bize döndüğünde hepimize şaşkınlıkla baktı. "Neden hepiniz buradasınız?" Tekrardan Furkan abiye baktığında bir şeylerin ters gittiğini anladığından gözleri şimdiden dolmaya başlamıştı. "Niye kimse bana ne olduğunu anlatmıyor?"

Furkan abinin suskunluğu devam ederken Selin abla tekrardan bize döndü. Herkese sıra sıra baktıktan sonra Deniz'de durdurdu bakışlarını. "Ege nerede?" Diye sordu telaşla. "Hepiniz buradasınız Ege neden yok? Sen neden ağlıyorsun?" Selin abla Furkan abinin kollarının arasından çıkarak Deniz'in yanına gitti. Gözleri kısa bir anlığına ameliyathanenin kapısına çevrilmişti ama sanki bu gerçekten kaçmak istercesine hızla önüne dönmüştü tekrardan.

Olayı çoktan kavramıştı aslında ama inanmamak için direniyordu.

Deniz, Enes'ten ayrılarak ayağa kalktı ve Selin ablanın koluna girdi. Onu kendisiyle birlikte başka bir koltuğa yönlendirirken "Geç otur şöyle." demişti. "Sakin ol öncelikle." Selin ablayı koltuklardan birine oturttuktan sonra önünde diz çökerek ellerini annesinin dizini yasladı. "Ege neden orada? Ne oldu benim oğluma?"

"Araba..." Dedi Deniz güçlükle. "Araba çarpmış." Hızla ekledi. "Ama korkulacak bir şey yok. Ege'ye hiçbir şey olmayacak." Bunu söylerken ki ses tonundan belliydi ki kendisi de bir tereddüt içerisindeydi.

Selin ablanın ağlaması artarken dayanamayıp kafamı önüme eğdim yavaşça. Hazal'ın bir eli koluma giderken destek olurcasına sıvazlamıştı. Tam o sırada ameliyathanenin kapısı açıldı. Hızla duvarla olan temasımı kesip birkaç adım öne çıktığımda diğerleri de ayaklanmıştı. "Çok acil B Rh pozitif kana ihtiyacımız var. Herhangi birinizin uyuşuyor mu kan grubu? Uyan yoksa hastanede anons yaptıracağım."

Benim kan grubum uymadığı için kendimi hemen elerken diğerlerine baktım. Herkes bir umut birbirine bakıyordu. Kimseden ses çıkmayınca Selin abla elini kalbine götürüp koltuklardan birine çöktü. "Daha bir kan bile bulunamıyor." Dedi bitik bir sesle.

"Selin yapma böyle." Diyerek Furkan abi de yanına oturduğunda Selin ablaya sarıldı.

Hepimiz birbirimizden umudumuzu kesmişken hiç beklemediğimiz birisinden yükseldi bir ses. "Benim kan grubum uyuyor." Baran yanımıza yaklaşıp hemşirenin karşısında dikildi.

"Pozitif misin negatif mi?"

"Pozitif." Hemşire kafasını sallarken koridorun başlangıcını gösterdi eliyle. "Benimle şöyle gelin lütfen." Hemşire ve Baran hızlı adımlarla kan almak için giderlerken bir süre arkalarından baktım.

Az önce sırtımı yasladığım duvara tekrardan yaslanıp yere çöktüm. Bacaklarımın artık beni taşımaya gücü kalmamıştı. Hazal ve Kuzey de benimle birlikte çöktüler. Dakikalar önce kuruyan yanaklarım yeni akmaya başlayan yaşlarla ıslanmaya başladığında elimin tersiyle sildim.

"O elindeki oğlumun kanı mı?" Selin ablanın konuşmasıyla gözlerim elime kayarken usulca başımı salladım. Diğerlerinin bakışlarını üzerimde hissediyordum. "Çok canı yandı mı?"

Aklımda Ege'nin gözlerini kapatmadan öncesi canlanırken karşımdaki duvara diktim bakışlarımı. Kazanın ilk dakikalarında kafasındaki ağrı çok fazla olduğu için dokundurtmamıştı bile. Sonrasında acıyı hissedemediğini söylemişti. O an yaşadığım korkuyu tekrar ve tekrar tüm iliklerime kadar hissederken bir elimi alnıma götürdüm. "Ensesi..." Diye mırıldandım. "Ensesi çok acıyordu ve çok fazla kan akıyordu. Ama sonra hissedemediğini söyledi."

Bu dediğim Selin ablanın daha fazla ağlamaya başlamasına sebep oldu. Dakikalar geçip giderken tek yaptığım karşımdaki duvarı izlemekti. Bir kulağımdan Selin ablanın ağlayışının sesi, bir kulağımdan bana teselli vermeye çalışan Hazal'ın sesi sızıyordu beynime. Fakat bana sorulsa birkaç saniye önce Hazal'ın ne dediğini söyleyemezdim. Sesler kafamın içinde bir uğultu gibi dolaşıp duruyordu yalnızca.

"Anne!" Deniz'in bağırışıyla irkildiğimde başı Furkan abinin omzuna düşen Selin ablaya baktım. İlk başta anlam veremesem de hemen sonra kapalı gözlerinden bayıldığını anlamıştım. Furkan abi hızla onu kucağına alıp kaldırdı. Büyük adımlarla koridorun başına yürümeye başladıkları sırada elinde birkaç büyük tüp kanla gelen hemşire çıkmıştı karşılarına. Kadın korkuyla bakıp ilerideki bir yeri işaret etti ve bir şeyler söyledi ama ne dediğini duymamıştım.

"Deniz sen burada kal. Ben ilgilenirim annenle." Furkan abi ve Deniz kendi aralarında konuşmaya devam ederken aynı zamanda koşar adımlarla ameliyathaneye doğru ilerleyen hemşireden gözlerimi alamıyordum. Elindeki kan tüplerini sıkı sıkıya tutarak kapıdan içeri girdi.

"Resmen bir aile faciasının ortasındayız, farkında mısınız?" Dedi Hazal. Deniz, Enes'in yanına oturdu. Yine biz gençler olarak kalmıştık. "Eğer Ege'ye bir şey olursa tam olarak bir faciaya dönüşecek. Annesi, babası, Deniz, bizler... Daha görmediğimiz tanımadığımız akrabaları. Bir insanın hayatta olup olmaması bir sürü kişiyi etkileyecek."

"Ölmez değil mi?" Diye sordum.

"Ne ölmesinden bahsediyorsun sen?" Dedi Hazal, sanki konuyu açan o değilmiş gibi. "Daha biz onunla Mucize'nin üçüncü sezonunu izleyeceğiz. Sezonları tamamlamadan nereye gidiyor o?" Dediğinde istemsizce gülmüştüm. Geçen haftalarda sırf Adrien'ın dış görünüşü Ege'ye benziyor diye ona zorla Mucize izletmeye başlamıştı ve birlikte ilk iki sezonu izlemişlerdi.

"Daha ben kayınçomun yanında Deniz'i öpüp ondan dayağımı yemedim. Asıl bunu yapmadan nereye gidiyor?"

Yüzümdeki buruk gülümsemeyle ameliyathanenin kapısını izlemeye devam ettim. Bir an önce babamın çıkıp bize güzel haberler vermesini istiyordum. Dakikalar geçtikçe beklemek daha da zorlaşıyordu. Hem kötü bir şey olsaydı hemen bitmez miydi ameliyat?

"Daha biz Fenerbahçe, Galatasaray maçlarında çok kavga edeceğiz, aslanına laf atmama izin vermeyecek falan. Siz onun bu kadar çabuk gideceğine inanıyor musunuz?" Baran elinde vişneli meyve suyuyla birlikte yanımıza yaklaştı. Kan aldıktan sonra vermiş olmalılardı ama içmemişti.

"Hem Ege inatçı bir insandır, kolay kolay pes etmez." Dedi Hazal. Herkesin sesinde bir burukluk, bir titreme vardı. Onaylamak istercesine başımı salladım, öyleydi. "Bunca yıl Deniz gibi cadı bir kardeşe dayanmış, bir araba çarpması mı onu yerle bir edecek?" Diye ekledi alayla.

Deniz de aynı alayla cevapladı. "Cadı falan çok sağ ol ya."

"Sana bu aralar gıcığım kusura bakmazsın artık."

"Daha yaşanacak çok şey var." Dedim zorlukla. Konuşmakta güçlük çekiyordum.

"Var tabii." Ne ara geldiğini bilmediğim Akın'ın sesi kulaklarıma dolduğunda bakışlarımı ona çevirdim. "Daha bir sürü şey yaşanacak. Miray ve ben Ege'yi daha çok bezdireceğiz hayattan. Deniz ona daha çok trip atacak, Asya ona daha çok düdük diyecek. Kimse ölmüş gibi konuşup karaları bağlamasın. Son ana kadar umudunu kesmeyecek kimse."

Başımı hemen yanımdaki Kuzey'in omzuna yasladım. Hızla kollarını bana sardığında ona sığınmıştım. Beni en çok etkileyen şey Ege'nin söyledikleriydi. Ölecekmiş gibi konuşmuştu. O ölüm soğukluğu bedenini sararken bunu hissetmiş gibi, son anlarını yaşıyormuş gibi davranmıştı. O bile kendini bu gerçeğe kaptırmışken biz nasıl umut edecektik?

"Biz kendimizi hep iyisine hazırlıyoruz. Hadi hiç beklemediğimiz yerden vurursa bizi? Hadi ölürse? O zaman ne yapacağız?" Dedi Deniz.

"Toparlanamayacağız." Diye cevapladım sorusunu. Kuzey bedenime sardığı kollarını sıkılaştırdı. Gözyaşlarım onun omzuna damlıyordu. "Ege hepimiz için çok değerli birisi. Kimse kolay kolay atlatamaz." Özellikle ben ilk aşkımı toprağın altına vermeye hazır değildim.

"Ben size çok sonradan katıldım." Dedi Cafer uzun bir zamandan sonra sessizliğini bozarak. "Ama ben bile sizden daha kısa bir sürede onu bir dost olarak görüp bu kadar değer verdiğime göre Ege gerçekten iyi birisi. İyi insanlar yaşamayı hak ediyor."

"Allah sevdiği kullarını yanına erkenden alırmış." Dediğinde Asya, Kuzey'den ayrılmadan "Ya sus!" diye bağırdım. "Ölmeyecek o, yok ölüm falan!"

Yok ölüm falan.

Var ölüm falan.

"Çok erken." Dedim az öncekinin aksine sakin bir sesle. "Daha Deniz'in abisiyle yaşayacak bir sürü şeyi var. Hazal'ın, Kuzey'in, Asya'nın, Cafer'in, Akın'ın, Baran'ın. Buradaki herkesin." Gözlerimi kapatırken devam ettim. "Benim var... Ben daha ona doyamadım ki. İlişkimizi adam akıllı yaşayamadık. Mesela hiç ilerisi için hayal kurmadık, hiç birlikte yıldızları izlemedik, hiç birlikte lunaparka gitmedik, hiç normal sevgililer gibi davranamadık. Birbirimizi tüketmekten bunlara vakit gelmedi çünkü. Bunların hiçbirini yaşamadan ölemez, ölmemeli. Bu kadar erken gitmemeli."

Yanağıma yapışan saçlarımı çekip titreyen sesimle son bir ekleme yaptım. "Lütfen daha fazla ölmüş ya da ölecekmiş gibi konuşmayın. Düşüncesi bile yeterince canımızı yakıyor zaten."

"Miray haklı." Dedi Enes. "Biliyorsunuz Ege bir işi yarım bırakmayı sevmez. Bu kadar şeyi yarım bırakarak da gitmez, onun doğasına aykırı."

Kafamı salladım. Ne olursa olsun hâlâ umudum vardı. Kollarımın arasında gözlerini kapattığında bile umutluydum. Sonuçta dünyada günde binlerce insana araba çarpıyordu ve bunların hepsi ölmüyordu. İnanıyordum, Ege de o yaşayan insanlardan birisi olacaktı. Bizi bu kadar kolay bırakıp gitmeyecekti.

"Vay be, burada ne kadar çok insan varmış."

Hiç tanımadığım bir ses duyduğumda başımı Kuzey'in omzundan kaldırıp sahibine baktım. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken gördüğüm görüntü karşısında kaşlarım çatılmıştı yavaşça. Bu ambulanstan inen çocuktu. Ağlamaktan gözleri ve yüzü kızarmış, saçlarıyla üstü başı darmadağınık bir görüntüsü vardı. Elindeki çantayı kulpundan sıkı sıkıya kavramıştı yine kapının önündeki gibi. Öyle çok sıkıyor olmalıydı ki eklem boğumları bembeyaz olmuştu.

"Benim Helin'imin kısmında yalnızca iki, üç kişi vardı biliyor musunuz? Bu dünyada en çok sevgiyi hak eden kişisinin öldüğünde arkasından sadece birkaç kişi ağladı." Çocuğun perişan olmuş hâli içimi sızlatırken Enes ayağa kalkarak çocuğun kolundan tuttu ve boş koltuklardan birine oturttu. "Geç kardeşim şöyle hiç iyi görünmüyorsun."

"Bir kişinin ölümü nasıl bu kadar az kişiyi etkiler?" Çocuk koltuğa çöktüğünde dirseklerini bacağına yaslayıp öne doğru eğildi ve zaten dağınık olan saçlarını iyice dağıttı. "Siz neden buradasınız?" Diye sordu. "Ne için bu kadar ağlıyorsunuz?"

"Arkadaşımıza araba çarptı." Diyerek cevapladı Hazal.

Çocuğun bakışları ameliyathaneye doğru kaydı. Yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirdi ve tekrar bize döndü. "Geçmiş olsun ama çok umutlanmayın. Biraz önce sevdiğim kızı kaybettim tam da aynı sebepten."

Gözlerim korkuyla açıldı. "Öldü mü gerçekten?"

Kafasını salladı. Hâli içler acısıydı ve bu beni bir gerçekle yüzleştirmişti. Her zaman istediğimiz gibi olmuyordu bazı şeyler. Karşımdaki çocuk, sevdiği kızı kaybetmişti kıza araba çarptığı için. Ben ise sevdiğim çocuğu kaybetmek üzereydim yine aynı sebepten. Kalbime büyük bir ağırlık çöktü bu düşünceyle.

Dayanamazdım. Ege'ye de söylediğim gibi yapamazdım. Yurt dışına gitmesine, bir daha hayatım boyunca onu görmemeye dayanabilirdim bir şekilde. En azından hâlâ bir yerlerde nefes aldığını bilir, rahatlardım. Fakat ölmesini kaldıramazdım. Daha yaşanacak onca şey varken bunların hepsini yarım bırakıp giderse gerçekten çok yıkılırdım ve toparlanmam çok zaman alırdı.

Her şey bir yana oturup anılarımızı düşündüğümde canım çok yanardı. Fotoğraflarımıza bakıp bakıp onun artık hayatta olmadığını bilmek çok acıtırdı.

"Ben ittim." Çocuk sessizliğini bozarak hırsla konuştu. "Bir geri zekâlı gibi ben ittim. Ben görüp görebileceğiniz en gereksiz insanım. Hâlâ yaşıyor oluşum bile başkaları için mutsuzluk sebebi. Onu arabanın önüne ben ittim ve cezasını onun yokluğuyla çekeceğim. Hayatım boyunca bir daha onu göremeyerek."

Kalbim acıdı. "Ben de onun gibi olur muyum?" Diye fısıldadım Kuzey'e doğru. "Ya ben de hayatım boyunca Ege'yi bir daha göremezsem?"

"Şşt." Diyerek susturdu beni Kuzey. Bir eliyle kolumu sıvazlamaya başladı. "Öyle bir şey olmayacak."

Enes ve Cafer, hâlâ ismini bilmediğimiz çocukla ilgilenip ona su falan uzatırken ben yine bakışlarımı ameliyathanenin kapısına dikmiştim. Bu kadar uzun sürmesi normal miydi? Kimse de çıkıp bize bir haber vermiyordu. En azından durumundan kısaca bahsetseydiler, biraz olsun rahatlayabilirdik.

"Neyse." Çocuk ayağa kalktı. Elindeki çantayı bir an bile bırakmamıştı. Kız çantasına benziyordu bu yüzden sevdiği kızın olabileceğini düşünüyordum. "Geçmiş olsun tekrardan. Moralinizi bozmak gibi olmasın ama çok umutlanmayın. Ne kadar umutlanırsanız yere çakılışınız o kadar kötü oluyor." Arkasını dönüp yanımızdan uzaklaştı.

Çocuğunun gidişinin ardından çöktüğüm yerden kalktım. Zaman zaten geçmiyorken bir de öylece oturduğumda hiç geçmek bilmiyordu. Koridorda bir o yana bir bu yana yürümeye başladım. Aklıma kötü ihtimalleri ve çocuğun söylediklerini getirmemeye çalışıyordum. Sonuçta herkes aynı değildi değil mi? Onun sevdiği kız öldü diye Ege de aynı sonu yaşayacak diye bir şey de yoktu ortada. Gözümdeki yaşları temizleyip ellerimi havada sallayarak yüzüme havanın çarpmasını sağladım. "Sakin ol, sakin, sakin, sakin." Diye fısıldadım kendi kendime.

Bu şekilde neredeyse iki saatten fazla devirmiştik. Bir o yana bir bu yana gitmiş, neredeyse her koltuğa oturmuş, duvarın her kısmına yaslanmış, dakikada bir yerimi değiştirmiş asla yerimde durmamıştım. Bu esnada Furkan abi, Selin ablayı uyuttukları için tekrardan yanımıza gelmişti. İçimdeki endişe git gide büyürken toplamda üç saatin sonunda ameliyathanenin kapısı açıldı. Herkes ayaklanırken hızla kapının önüne yaklaştım.

İçeriden önce hemşire hemen ardından da babam çıktığında direkt yüzüne baktım. Bir şey olsaydı yüzünün ifadesinden anlardım. Babam ifadesiz bir yüzle yanımıza geldi. "Durumu nasıl?" Dedi hemen Deniz.

Babam önce Furkan abiye sonra Deniz'e en son da bize baktı. "İyi diyemem." Diye mırıldandı. "Ama kötü de diyemem."

"Yani?"

"Şöyle anlatayım, geldiğinde kafatasında lineer kırık dediğimiz kırıktan vardı." Elim dudağımın üzerine kapandı. Kim bilir ne kadar acımıştı canı Ege'nin... "Ama korkulacak boyutta değildi merak etmeyin, ufak bir çatlaktı sadece. Fakat kırığa bağlı damar yırtılmasından dolayı aşırı kan kaybı gerçekleşmiş. Hem buraya getirilirken hem de burada bayağı kan kaybetmiş."

Kısa bir an babam bana baktı ama sonra Furkan abiye tekrar döndü. "Elimizden geleni yaptık. Ameliyat zordu ama güzel geçti sayılır. Birkaç gün yoğun bakımda kalması lazım, her ihtimale karşı."

"Ne zaman uyanır peki?" Deniz'in sorusuyla birlikte babam bakışlarını kaçırdı. "Bunun için kesin bir şey söyleyemem. Siz durumunun iyi olduğunu bilin yeterli." Babamın söyledikleri beni bir türlü tatmin etmiyordu çünkü yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Diğerleri sevinirken ben hâlâ babamı izliyordum. "Seninle biraz konuşalım mı?" Diye sordu babam Furkan abiye.

"Ne konuşacaksınız?"

"Birkaç belge var imzalaması gereken, onu konuşacağız." Babam yanımızdan Furkan abiyle birlikte ayrılırken arkalarından izledim. Koridorun başına vardıklarında durmuşlar ve babam konuşmaya başlamıştı. Hararetli bir şekilde bir şeyler anlatıyordu. Boşuna şüphelenmemiştim. Bir şey vardı ama babam bizden gizleyip Furkan abiye söylüyordu.

"Miray sevinsene!" Hazal kolumdan tutarak sert bir biçimde sarstı.

"Kız şoka girdi durun biraz." Dedi Akın gülerek.

"Ege yaşıyor Miray. Baksana ameliyatı da güzel geçmiş! Sevinmen gerekiyor, kendine gel!" Hazal büyük bir sevinçle bana sarıldığında babamları izlemeye devam ederken sarılışına karşılık verdim.

Herkes sevinerek birbirine sarılırken zoraki bir şekilde gülümsedim. Hâlâ bakışlarım koridorun başındayken babam Furkan abiye son bir şeyler söylemiş ve elini omzuna götürüp destek olmak istercesine sıkmıştı. Sonrasında ise babam görüş açımdan çıkmış, Furkan abi ise koltuklardan birine oturup elleriyle yüzünü sıvazlamaya başlamıştı.

Oysaki babam Furkan abiye belge imzalatacağını söylemişti.

***

Gece Saçlı'dan spoi yiyenler için özür dilerim...

Başımın etini yediniz Ege ölmesin ölmesin diye alın size ölmedi eşdöeşdşsmdömx

Continue Reading

You'll Also Like

Ruh Yarası By gece

Teen Fiction

2.3K 393 16
Gece okulda, evde hep hakaretlere maruz kalan biridir babasının terk edişi annesin de büyük sorunlara neden açar bunu geceye vurur kilo, cilt bakımı...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

851K 41.6K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
11K 971 30
Üç Güzel Texting serisinin 3. kitabı. Elçin'in hikayesi. ___ Bir hacker ve yılların stalkerinin bilinmeyenlerle dolu hikayesi. Anonim:Çok usta bir s...
149K 809 57
Size sevdiğim kitapları önerilen umarım beğenirsiniz