ANTKAYZON

De Pride352

45.7K 1.5K 1.3K

Şimdiye kadar Tuğrul Atalay için hiçbir görev bu kadar zor olmamıştı. Tarihi eser kaçakçılarının peşindeki bi... Mai multe

TANITIM - 1
TANITIM - 2
TANITIM - 3
TANITIM - 4
TANITIM - 5
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm

16. Bölüm

839 22 40
De Pride352


Bölüm Şarkıları;

MILCK - I Don't Belong to You

Bon Jovi - You Give Love A Bad Name




Bela rüzgarı kimseleri ayırt etmez, dört bir yana eserken, bir seni vurur bir beni.

Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus


Görünmezlik miğferini sürekli üzerinde taşımak çok zordur. O miğferi kuşanıp, tozu toprağa katarken; en dik yamaçlardan, koca bir ormanı baskısı altına alan büyük yangınlardan, dikenlerinin her yanının keskin bir kılıca dönüştüğü ölümcül çalıların arasından, bazen bir tek çiziğe bile sahip olmadan geçip gitme şansımız vardır. En zalim düşmanımıza saldırmak için belki yılları, ayları, günleri geride bırakıp, uygun zamanı kollayıp, onu tek hamlede kan revan içinde bırakacağımız anı ve şah damarını kesme fırsatını yakalamışızdır sonunda. Sonuca ulaşmaya ramak kalmıştır ve bizi hiçbir gücün o hedeften alıkoyamayacağına inancımız tamdır.

Fakat hayat her zaman yapılan planların muntazam şekilde yürüdüğü durgun bir denizden ibaret değildir. O miğferi kuşanıp aştığımız zorlu yolların sonunda vardığımız limanda, bizi son aşamaya geçirecek bir gemi olsa da bazen o gemiye adım attığımız anda değişir her şey. Hareket ederken durgun olan o uçsuz bucaksız deniz, an gelir devasa dalgalarını bir mızrak gibi üzerimize fırlatır. Dalgaların fırlattığı mızraklardan kurtulmanın tek yolu bazen o miğferi başımızdan çıkarıp, kısa süreliğine de olsa bir kenara bırakmaktır. Onu çıkardığımız anda açılır bazen gökyüzü, durulur deniz... Görünmezlik silahımızdan arındığımız o birkaç dakika bizi öldürmez bazen, daha da güçlendirir.

Düşmanı yenmenin kaçınılmaz olduğunu bildiğimiz bir anda, dalgaların yarattığı onlarca mızrağın arasından; miğferimizi indirerek gemimize alacağımız şey, bir türlü ulaşamadığımız ama kaybetmekten de çok korktuğumuz bir ganimettir aslında. Bu yüzden; birkaç dakikalığına da olsa sıkı sıkıya sarınmış olduğu o görünmezlik miğferini başından çıkartıp, yapması gereken bir konuşma olduğunu düşündü Tuğrul. Doğan'a savurduğu küfürler sonrasında, bölümdekilerin olduğu masaya ilerlediği sırada, anlık bir kararla durarak, yeniden Doğan'la iletişim kurdu.

"Birkaç dakika." dedi Zeynep'in Dr. Lang, Profesör Fischer ve Murat Hoca'nın olduğu tarafa geçişini izlerken.

"Birkaç dakikalığına bağlantıyı kesiyorum Doğan, tetikte ol." Onun cevap vermesine izin vermeden kolundaki saate dokunarak bağlantıyı kapattı.

"Hassiktir!" diye söylendi onun arkasından Doğan. 

Tuğrul'la olan ses bağlantısı bir anda gitmişti. Biraz önce verdiği gazdan hızla pişman olmaya başlamıştı. Zeynep'in yanına mı yoksa Fischer'in yanına mı gidecekti? Her iki durumda da Tuğrul'un birkaç dakikayla kalacağını sanmıyordu.

 "Kaç birkaç dakika bu amına koyayım, işin sonunda giren çıkan bana olacak." Tuğrul'un gözlüğünden kendisine yansıyan görüntü şimdilik yoktu ama diğer masaları önceden yerleştirilmiş olan böcekler sayesinde dinleyebiliyordu. Şakaklarını ovuşturarak dikkatini masaları kontrol etmeye verdi.

Tuğrul onlara doğru hızlı adımlarla yürüdü. Duygu ve Fatih'in kendisinin de biraz önce bakmış olduğu manzaraya bakarak kendi aralarında konuştuklarını gördü. Sessiz adımlarla ilerleyerek ikisine oldukça yaklaşmışken aralarında geçen diyaloglar daha fazla sinirlenmesine neden olmuştu. Fischer'in Zeynep'e karşı hareketlerinin diğerlerinden ne kadar farklı olduğunu o ikisinin ağzından da duymak onu iyice germişti.

 Fatih'in söylediği son cümleden sonra bu konuşmanın geri kalanını duymak istemediği için, Duygu'nun "Bence..." diye başlayan cümlesini yüksek perdeden çıkan sesiyle böldü.

Kendisine iyi akşamlar dileyip, arakasından anlamsız bir cümle geveleyen Duygu'yu es geçip donuk bakışlarını Fatih'e çevirdi. Zeynep'in yakın arkadaşı olması, biraz önce kurduğu cümleyi ona unutturacak değildi. Fatih'e eliyle yaptığı hafif (!) fiziksel baskıdan sonra bilerek tam önlerine geçecek şekilde durdu. İkisinin şaşkın bakışlarının kendisinden sıyrılıp tam arkasında kalan Zeynep'e gideceğini ve Zeynep'in de kendi ayaklarıyla yanına geleceğini biliyordu. Bu yüzden Duygu'nun ne ifade ettiği belli olmayan karışık yüzüne bakarak onu cevapladı.

"Devam edin." dediğinde Duygu'nun artık kendisine değil de kaşı gözüyle dikkatini çekmeye çalıştığı Zeynep'e baktığını gördü. Saniyeler sonra, arkasındaki hareketliliği fark ettiğinde biraz sonra istediği şeye ulaşacak olmanın verdiği haz damarlarına coşkuyla yayılmıştı. Tam arkasında 

"Hocam?" diyen sesi duyduğunda, hafifçe gülümseyerek arkasına döndü. Zeynep'in sesindeki gerginliği fark etmişti. Duygu ve Fatih'in yanında olmalarına aldırmadan ona yaklaşarak aralarındaki mesafeyi kapattı ve kolundan tutarak bulundukları masanın dışına çıkmalarını sağlayan bir hamle yaptı. 

"Konuşacaklarımız var."

Fatih ve Duygu'yla tek kelime edemeden Tuğrul'un elinin baskıcı tutuşuyla masaların arasından biraz uzaklaştıklarında, dikkat çekmemek için müdahale edemeyip ona uyum sağlayan Zeynep, onun tarafından kuytu bir köşeye çekildiğinde, kolunu kurtararak sinirli bir ifadeyle başını yukarı kaldırdı. "Evet?" dedi ters bir şekilde. "Neden geldik buraya? Bir açıklaması var mı?"

Sinirli bir gülüş fırlattı Tuğrul. "İçine düştüğün çukuru idrak edemeyecek saflıkta olduğun için..."

"Ne demek bu?" dedi Zeynep etrafına bakarken. Neyse ki tüm grup birbiriyle konuşmaya dalmıştı ve ikisinin ağız ağıza yaptığı bu konuşmayı fark edecek kimse yoktu. Duygu ve Fatih dışında... Neler olup bittiğini anlamaya çalışsalar da tahminine göre onların da durumu daha karışık hale getirmemek için kendilerinden tarafa baktıkları yoktu.

"Nereye düşmüşüm?" dedi yeniden gözlerini Tuğrul'a çevirerek. "Ayrıca..." dedi soluk alarak. "Duygu ve Fatih'le ne alıp veremediğiniz var Hocam?"

On dakika önce Fischer'in kolunda gülücükler dağıtıp, Dr. Lang'in yanında cıvıldayan kız, kendisine gelince surat ekşitip, sizli bizli konuşuyor, yanlarında kimse olmadığı halde ona Hocam diye hitap ediyordu.

Sakin olmaya çalıştı. Başparmağının tersini kısa bir süre dudaklarına sürtüp elini aşağı indirdikten sonra konuştu. "Burada hocam demene gerek yok Zeynep." O geri çekildiği için kendisi bir adım üzerine gitti. "Etrafta kibarlık yapmanı gerektirecek kimse görmüyorum. Fakültede de değiliz."

"Öyle mi?" dedi Zeynep kollarını göğsünde kavuşturarak. Sanki bunu yapınca Tuğrul'a karşı yeni bir savunma alanı yaratmış olacak ve o ne yaparsa yapsın ne söylerse söylesin bundan olumsuz etkilenmeyecekti. "Daha geçen hafta hitaplar konusunda uyarıldığımı çok net hatırlıyorum ama."

"Yanlış hatırlıyorsun." dedi Tuğrul. "O uyarı fakülte için geçerliydi." Fischer'e baktıktan sonra ekledi. "Her zamanki halinle işine geldiği gibi davranıyorsun."

Gözleri şaşkınlıkla açılan Zeynep alaylı bir şekilde cevapladı onu. "Siz en iyisi benim elime bir liste verin, Tuğrul Hocam." dedi tane tane. "Ben o listedeki maddelere göre hareket edeyim ne yapıp ne yapmayacağım konusunda..."

Hala siz diye hitap edip inatla alttan almamasının yanında, Fischer'e olan tavrı ve konuşma tarzının ne kadar farklı olduğu aklına geldikçe şu anda zaten az olan sabrı, taşmaya giderek yaklaşıyordu. 

"O listenin başına, yakın arkadaşlarının sağda solda yaptığı sikimsonik konuşmalara son vermeleri için, ne yapman gerektiğini yaz o zaman." dedi Tuğrul sesini yükselterek.

Onun bu çıkışı karşısında hayretle ağzını açan Zeynep, Duygu ve Fatih'ten bahsettiğini bildiği için "Ne yapmış yakın arkadaşlarım?" diye sordu.

"Onların yaptığını çok da sorgulamamak lazım gerçi..." dedi Tuğrul. "Senin umurunda olmayanı onlardan beklememek lazım."

Sabır diler gibi gözlerini kapatıp açtı Zeynep. Duygu ve Fatih'e baktığında ikisinin de ona kısa bir bakış atıp birbirlerine döndüğünü gördü.

"Ne olduğunu söylemeyecekseniz, gideceğim." dedi Zeynep ona.

"Neden?" diye sordu Tuğrul. Onun arkadaşlarına baktığını görmüştü. "Burada benimle görülmek rahatsız mı ediyor seni?" dedi zalimce gülümseyerek. Madem öyle..." dedi bu kez asıl konuya gelerek... "Fischer'le Hoca-öğrenci sınırının dışına taşmak da etmeli."

Bu cümleyle birlikte artık sakinliğini koruyabileceğinden emin olamadığı için Tuğrul'un bir kolunu tutup, onunla biraz daha geriye doğru hareket ederek, iyice köşeye çekilen Zeynep oldu.

"Birincisi, sizinle görülmek değil konuşmak rahatsız ediyor beni. İki aydır sürekli sizin tarafınızdan anlamsızca eleştiriliyorum çünkü. İkincisi, Profesör Fischer'in öğrencisi filan değilim, dersini asiste etmemin bununla alakası olmadığını bilmeniz gerekirdi. Üçüncüsü ben nerede nasıl davranacağımı bilecek yaşa, konuma ve zekâya sahibim." dedi makineli tüfek gibi nefes almadan konuşarak.

Öğrencisi değilim sözlerinden sonra dişlerini istemsizce birbirine sürten Tuğrul'un iki yanağında da derin çukurlar oluştu. "O yüzden mi şu an dikkat çekmekten korktuğun o masanın ikinizi magazin malzemesi yapmasını umursamıyorsun?" dedi ona. "Bunlardan ikisi senin arkadaşın."

Tuğrul'un son söylediklerine şaşırsa da adama olan kızgınlığı ve kendisine sürekli bilgisiz ve yetersiz hissettirmeye yönelik tavrı öfkesini o kadar artmıştı ki, onun kendisini bu konuda uyarması da umurunda değildi.

"Kimin ne düşündüğü umurumda değil." dedi dik bir şekilde. "En başta da sizinki!"

"Bunu bölüm baskısı yüzünden evimden gece vakti perişan halde çıkmaya çalışan kız mı söylüyor?" dedi Tuğrul iyice yükselerek. "Seni o piç kurusunun elinden aldığım gece, o çok övdüğün zekânı kullanmak aklına gelmedi." Yaralı haldeyken zarar görmemesi için onu yanında tutmaya çalışması sorundu ama Fischer'in sürekli dibinde bitmesi sorun değildi anlaşılan. Çileden çıktığını hissediyordu.

Zeynep öfkeden yüzünün kızardığını fark etti. Bu konuşmanın hiç iyi bir yere gitmediğini gördüğü için Tuğrul'un gözünün içine bakıp daha fazla konuşmak istemediğini belli eden şekilde kafasını tiksinir gibi iki yana sallayarak, çaprazına doğru bir hamle yaptığında Tuğrul aniden onun bileğini tuttu. "Kaçıyor musun?"

Hışımla yeniden Tuğrul'a döndüğünde "Zeynep!" diyen tanıdık bir ses istemeden de olsa ikisinin arasına girerek, aralıksız bir çarpışmanın ardından savaş meydanını kan revan içinde bırakan iki komutanın bir türlü veremedikleri ateşkesi sağlayacak bir hamle yapmıştı.

Bahar'dı bu...

Kendisine seslendikten hemen sonra yanlarına gelmişti. Zeynep'in şaşırmış şekilde kendisine baktığını görünce başını onun yanındaki adama çevirdi. O, Zeynep gibi şaşırmış değil daha çok ifadesiz bir şekilde bakıyordu.

"Özür dilerim böldüm sanırım." dedi sonra her ikisine de hitaben. Zeynep'in adamı tanıştırmaya niyeti olmadığı için, bu şekilde ortada kalmak da istemediği için kendisi uzattı elini. "Bahar." dedi Tuğrul'a dönerek. "Zeynep'in arkadaşıyım."

Kızın araya girmesinden rahatsız olsa da bir şey belli etmeyen, sabit bakışlarla elini uzattı o da. "Tuğrul." dedi Bahar'ın elini sıkarken.

"Geleceğinden haberim yoktu." dedi Zeynep az önce Tuğrul'a yükselttiği sesini düşürerek.

"Son anda karar değiştirdim." dedi Bahar. "Siz..." dedi Tuğrul'a dönerek "Zeynep'le nereden tanışıyorsunuz?" Zeynep'in konuşacağı yoktu ne de olsa. Tuğrul'un saçma sapan iğneleyici bir şey demesine fırsat bırakmamak için atılan Zeynep "Fakülteden." dedi Bahar'a. Bahar kaşlarını kaldırırken, uzatmaması için devam etti. "Tuğrul Hoca, bizim bölümden."

"Öyle mi?" dedi Bahar şaşırarak. "Zeynep sizden bahsetmemişti hocam." diye gülümsedi. "Ben bölümün eski mezunlarındanım." dedi Zeynep'e bakarak. "Aslında bakarsanız Zeynep'le aynı dönem... Tabi o kendini akademiye kurban etmeyi tercih etti." dediğinde Zeynep'ten sırtına uyarıcı küçük bir dokunuş gelmişti. Zeynep'in çevresiyle ilgili yeni bir bilgi edinmek Tuğrul'un ilgisini çekti. "Zeynep halinden ve olduğu yerden memnun görünüyor." dedi bunun üzerine. "Gördüğüm kadarıyla, fakültedeki herkesle arası çok iyi."

Onun neyi kastettiğini iyi bildiği için Bahar'a dönerek konuyu değiştirdi bu kez. "Sizinkiler nerede peki?"

"Ah, diğer tarafta..." dedi Bahar eliyle sağ çaprazını işaret ederken. "Ama ben konuşmanızı böldüm." dedi anlamını sadece Zeynep'in bileceği türden bir gülümsemeyle. "Sonra uğrarım yanına."

"Yoo, hayır." dedi Zeynep hızla. "Aslında ben meşgul ettim Tuğrul Hoca'yı." dedi Bahar'ın uzattığı can simidine tutunarak. "Değil mi Hocam?"

Tuğrul, onun bu kıvırışı hoşuna gittiği için tepki vermeden kendisinden kurtulma çabasını izlemeye devam etti. Bahar ise aralarındaki tuhaflığı anında anlamış, olan biteni çözmeye çalışır gibi bir Zeynep'e bir Tuğrul'a bakmakla meşguldü.

"Müsaadenizle Hocam." dedi Zeynep. Ondan herhangi tepki gelmeyince. Ayrılmak için acele ediyordu.

"Ben pek öyle hatırlamıyorum ama..." dedi Tuğrul sonunda yarım bir gülüşle. Onun tırnaklarını çantasına parçalar gibi geçirişini görünce fazla üstelemedi. "Dediğin gibi olsun." Bahar'a dönerek "İyi eğlenceler Bahar." dedi gülümseyerek. "Seni tanıdığıma memnun oldum."

"Bende Hocam..." dedi Bahar da aynı şekilde. "Görüşmek üzere..." dediğinde Zeynep koluna girip onu çekiştirmeye başlamıştı bile.

Tuğrul'u arkalarında bıraktıklarında, "Ne oluyor ne bu halin?" dedi Bahar. Onun sorusu üzerine elini kolundan ayıran, adımlarını da uzaklaştıkları için yavaşlatan Zeynep "Görüşmek üzere ne Bahar ya?" dedi ona. "Nerede görüşeceksin Allah aşkına?"

"Aaa ne oluyor sana?" dedi bu kez gülerek. "Ne olmuş dedimse?" Arkasına baktığında Tuğrul'un orada olmadığını gördü. "Acayip hoş adam."

"Ne zamandan beri akademisyenlerle ilgileniyorsun?" dedi Zeynep. "Sen değil miydin babanın zoruyla başladığın yüksek lisansı ben bu ortamı çekemem diye yarıda bırakan?"

"Canım o iş başka bu iş başka..." dediğinde Zeynep aniden durmuştu. "İki dakika konuştuğum adamdan hoşlandım deme bana..." dedi Bahar'a inanamazmışçasına bakarak. "Hem o nasıl biri sen bilmiyorsun."

"Tamam canım, amma mesele yaptın." dedi Bahar. "Bir şey demedim, Allah sahibine bağışlasın." dedi gözlerinde muzip pırıltılarla. "Yani sana..." dediğinde Zeynep'in gözleri kocaman açıldı.

"Saçmalama Bahar." dedi etrafına bakarak. Sağda solda kendilerinden birinin olup olmadığını kontrol etti.

"Sizi gördüm." dedi Bahar ona. "El ele göz gözeydiniz, benden mi saklıyorsun yani?" dedi göz kırparak.

Tuğrul'un bileğinden tuttuğunu görmediğini düşünmüştü. "Sen yanlış anlamışsın." dedi Zeynep pürüzlü bir sesle. "Biz sadece konuşuyorduk." Dediğine kendisi de inanmadı. Çünkü onlar Tuğrul'la hiçbir zaman sadece konuşmuyorlardı. Sadece tartışıyorlardı.

"Konuşmak için biraz fazla yakın değil miydiniz sence?" dedi Bahar kaşlarını kaldırarak. "Gerçi konuşmaktan çok kavga ediyor gibiydiniz, ne geçti aranızda doğru söyle..."

"Ne geçebilir Bahar ya?" dedi Zeynep. "Dedim ya sana bizim bölümden diye."

"Ben fakülteye en son geçen dönemin başı geldiğim için kaçırmışım bunu." dedi Bahar gülerek.

"Evet, yüksek lisansı bırakman da kötü oldu." dedi Zeynep homurdanarak. "Devam etseydin derslerinden birine hödüğün teki girecekti."

"Ne kadar ayıp." dedi Bahar kahkaha atarak. "Senin ilk defa bölümden bir hocanın arkasından böyle konuştuğunu görüyorum. Böyle birine üstelik..." dedi Bahar. "Yunan Tanrısı gibi adam..."

"Doğru..." dedi Zeynep. "En az onlar kadar kendini beğenmiş, istediği herkesin hayatını yönetebileceğini düşünen bir megaloman çünkü kendisi. Hatta çirkin yer altı dünyasının Hades'inden hallice."

"Hades'in adı ağza alınmaktan korkulan bir addır ama..." dedi Bahar. "Korkutucu olduğu için de öfkesini üzerine çekmekten çekinilir. Onun yeraltından gönderdiği bir rüya, fildişi kapıdan çıktıysa hele ki... Uğruna kurbanlar kesilir, dualar edilir." Zeynep'e baktı.

 "Benim gördüğüm manzaradaysa korkmak yerine; karanlığın ve ölümün temsili üzerine yürüyen bir Persephone vardı."

Bahar'ın söyledikleri kafasını meşgul etse de anne ve babasının yanına yaklaştıkları için onu cevaplamadı. Zeynep'in geldiğini gören Salih Dinçer ve eşi Türkan Hanım ikisine gülümserken Zeynep önce Salih Dinçer'e sarılıp öptü, arkasından da Türkan Hanım'ı...

"Nasılsın Salih Amca?" dediğinde "Yüzüne hasret kaldık Zeynep Hanım, uğradığınız yok." diye takılmıştı ona. "Biliyorum, ayıp ettim." dedi Zeynep gülerek, ama telafi edeceğim Salih Amca, söz." Türkan Hanım'a dönerek "Çok şıksınız Türkan Teyze." dedi Salih Dinçer'in koluna girmiş olan 50'li yaşların ortasındaki kısa boylu, kumral kadına.

"Ah, sağ ol canım..." dedi Türkan Zeynep'in koluna samimiyetle dokunarak. "Salih'in geç kalıyoruz sıkıştırmalarıyla olduğu kadar artık." dedi kocasına göz kırparak.

"Hiçbir şey yapmasa da buradaki en güzel kadın olacağını biliyorum." dedi Salih onun eline ufak bir öpücük bırakarak. "Vakit kaybetmeye gerek var mı?" dediğinde Zeynep ve Duygu'dan övgü dolu tepkiler geldi.

"Baba nasıl biliyorsun annemin gönlünü fethetmeyi ama..." dedi Bahar.

"Salih Amca çıtayı çok yukarı taşıyor." dedi Zeynep de Bahar'a katılarak. "Bahar'ın işi de zor."

"Babam kadar romantiğini bulduğum gün, hiç beklemeden basacağım nikâhı." dediğinde masada bulunan herkes gülmüştü. O sırada kendilerine yaklaşan Tekin de bu konuşmaya şahit olmuş ve o tok sesiyle "İyi akşamlar." demişti.

İlk olarak Salih Dinçer'in elini sıkan Tekin "Hoş geldiniz." dedikten sonra Türkan Hanım'a dönerek kendisini tanıttı. "Tekin Demirkan."

"Sizi tanıyoruz Tekin Bey." dedi Türkan Hanım gülümseyerek. "Tebrik ederim, çok hoş bir organizasyon."

Ona teşekkür ettikten sonra yanlarında bulunan iki kıza baktı. Salih Dinçer araya girerek Bahar'ın omzuna koydu elini. "Kızım..." dedi Tekin'e. "Babam sizden bahsetmişti." dedi Bahar canlı bir şekilde gülümseyerek. Kendini tanıttı. "Bahar." Tekin Demirkan'ı birkaç defa müzeye gittiğinde babasının ofisinden çıkarken görmüş ama adamla hiç diyaloğa girmemişti. Bu yüzden onun kendisini hatırladığına dair hiçbir tepki vermemesi şaşırtıcı değildi.

"Ve bu da çok sevdiğim yakın bir arkadaşımın kızı, Zeynep." dedi Salih Dinçer sıcak yaklaşımıyla. "Antkayzon'un şöhreti üzerinde onun da emeği var desek, yalan olmaz." dedi Zeynep'e bakarak. "Klasik Arkeoloji bölümünde araştırma görevlisi, Antkayzon'la ilgili birkaç basın toplantısında da çevirmen olarak bulundu."

"Estağfurullah Salih Amca..." dedi Zeynep mahcup şekilde. Sonra Tekin'e döndü. "Kazı ekibindeki hocalarımız ve Salih Amca'nın çalışmalarının yanında, onlara biraz olsun yardımcı olabildiysem ne mutlu."

"İsminizi duydum." dedi Tekin gülümseyerek. "Gelmenize sevindim."

"Teşekkürler." dedi Zeynep. "Gerçekten çok güzel bir ortam. Antkayzon için sponsor olmanıza ayrıca sevindim." Salih Dinçer'e baktı. "Salih Amca ben izninizi istesem..." Eliyle ilerideki masayı işaret etti. "Gitsem iyi olur."

Onun işaret ettiği masayı gören Tekin "İsterseniz birlikte gidelim." dedi ona. Üniversite ve kazı ekibindekileri kastederek devam etti. "Uğrama fırsatım olmadı." Zeynep onu onaylayınca elini açarak önüne geçmesi için ona yol gösterdi. Bahar'ın kulağına eğilerek "Sonra konuşuruz." dedikten sonra Tekin'le birlikte oradan ayrıldılar.

Zeynep yanından ayrılır ayrılmaz Doğan'la ses bağlantısını açan Tuğrul, ona ve ekibin geri kalanına dikkatlerini çeken bir şey olup olmadığını sormuştu.

"Birkaç dakika dediğin on beş dakika mıydı?" dedi Doğan ona. "Sen hatun kovala biz de kodaman takımının birbirlerine çektikleri yağı dinleyelim. Ulan bunları dinleyen hakikaten gaza gelip kendini evrenin efendisi sanır."

"Boş yap demedim Doğan işimize yarar bir şey duydun mu dedim." dedi Tuğrul.

"Var. Olmaz mı? 13'teki kumral hatunun 21'deki keçi sakallı, iri göbekli, şam şeytanı görünümlü herifle yattığı bilgisi aşırı işime yaradı."

"Doğan..." dedi Tuğrul dişlerinin arasından. "Devam edersen, bağlantıyı tüm ekibe açar, seni attırana kadar uğraşırım." dedikten bir süre sonra içeri sızmış olan garson kılığında dolaşan ve kapıda bugün için sayısı artırılmış valelerden biri olan diğer adamlardan yana bir hareketlilik olup olmadığına baktı. Şimdilik her şey normal görünüyordu.

İleri baktığında Zeynep'in Tekin'le birlikte kendi masalarına doğru geldiğini gördü. Onların üzerinden çekmediği bakışları sayesinde ikisini odağa alan görüntü anında Doğan'a gitti.

"Bu sefer hiçbir şey demeyeceğim." dedi Tuğrul'a "Ne bok yersen ye."

Tuğrul'sa Zeynep'in bugün karşısına çıkan her adamla –kendisinden başka her adamla- inadına samimi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Onun Tekin'i tanımadığını çok iyi biliyordu. "Öyleyse ne halt etmeye yanında bu lavukla geliyor, yeni tanıştığı herifle yol boyu konuşacak ne buluyor?" diye geçirdi içinden.

"Böyle işin içine sokayım." dedi Doğan'la konuşuyor olmanın verdiği rahatlıkla. Tekin Demirkan'ın Antalya'da ve Türkiye'de ismi bilinen bir iş adamı olduğu, eğitimini yurt dışında aldığı, Demirkan Holding'i babası Fahri Demirkan'ın ölümünden sonra da başarılı bir şekilde yürüttüğü ve ailesine çok düşkün olduğu bilgileri isteyen herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bilgilerdi. Adamın Antkayzon eserleriyle ilgilenmesi, kazıya sponsor olması ve bugün peşine düştükleri alıcının bu açılışa geleceğine yönelik bilgiler nedeniyle; yurt içi ve yurt dışı bağlantılarının tam listesi, ortağı olduğu gece kulübünde ağırladığı misafirler, ortağıyla ve en çok iş yaptığı diğer arkadaşlarıyla ilişkisine yönelik dokümanları da incelemişti Tuğrul. Şimdi 

Zeynep'le yan yana yürürken gözünde canlanan en önemli nokta ise adamın aynı zamanda çapkın puştun teki olmasıydı.

Yeniden masaya döndüğünde ortam sakinleşmiş, diğer masalarda tanıdık isimleri gören hocalardan bazıları o tarafa yönelmişti. Masada kasıtlı şekilde, adamı Fischer'e yönlendirme bahanesiyle Zeynep'le Tekin'in arasına giren Tuğrul ikisinin birbirlerinden uzak durmalarını sağlamış ve bunu ustalıkla yaptığı için Zeynep duruma uyanmamıştı. Açılış konuşmasını yapmadan önce Profesör Fischer, Dr. Lang, Murat Hoca ve Tuğrul'la konuşan Tekin bir süre sonra onların yanından ayrıldı.

Fatih'in ortada dolaşan garsonlardan birinden aldığı kadeh sonrası ona uyarıcı bir bakış atan Zeynep "O kadehi de içmeyi düşünmüyorsun değil mi Fatih, elin boş kalmasın diye aldın sanırım." dediğinde ağzına götüremeden bıraktı Fatih kadehi. "İki kıza birden kavalyelik yapmak çok külfetli bir işmiş, sizi bırakacağım için peki." dedi Fatih. 

"Buna da peki."

Masadaki diğer hocalarla konuşurken, etrafı gözlemleyen ve aynı zamanda Zeynep, Fatih ve Duygu arasındaki konuşmaları da dinleyen Tuğrul'a müdahale eden Murat Hoca oldu. "Tuğrul tanışmanı istediğim biri var." dedi ona. O kişi az önce Zeynep'in Bahar'la birlikte yanına gittiği Antalya Arkeoloji Müzesi müdürü Salih Dinçer'den başkası değildi. Adamla yüz yüze tanışmış olmasa da kendisine, yaptığı işlere ve yakınlarına ait her türlü bilgiye vakıftı. Zeynep'le aralarındaki yakın ilişkiye de... Salih Dinçer'in aile dostları olduğunu biliyordu. Yaptıkları kısa sohbet sonrası yanlarından ayrılan Tuğrul, etrafı gözlemlerken Zeynep'le konuşan Duygu ile göz göze geldiğinde, onun saniyesinde gözlerini kaçırıp Zeynep'e döndüğünü gördü.

İki kızın kendi aralarında konuştuğunu gören Tuğrul yeniden Doğan'a dönerek "Bizim masayı dinle." dedi ona.

Bu sırada Zeynep'e dönmüş olan Duygu kısık sesle konuştu. "Tuğrul Hoca'nın nefretini kazanacak ne yaptık anlamıyorum ben." diye söylendi. "Fischer'in hakkında konuştuk diye mi kızdı bu kadar? Fatih'e öyle bir yüklendi ki görmeliydin, omzu çatlamış bile olabilir." dedi gözlerini kısarak. Sonra Fatih'in ileride bir yerde bir kızın ağzına düşecek gibi konuştuğunu görünce acımadı. Eliyle onu işaret ederek kafasını salladı. "Ben de kime üzülüyorum, domuz gibi." dedi Zeynep'e. Onun sabit şekilde elindeki kadehe baktığını görünce "Ohoo..." dedi. "Zeynep çoktan astral yolculuğa çıkmış, sizi buraya alalım." dedi koluna dokunarak. "Sana ne dediğini söylemeyecek misin?"

"Ne diyecek her zamanki gibi saçmalıyor." dedi Zeynep. "Profesörle bir alıp veremediği var belli ki ama nedir bilmiyorum. Gücü ona yetmediği için bana sarıyor herhalde. Sizin hakkımızda konuştuğunuzu duymuş yanlış anlamış, sanırım bölümden bir iki kişi ileri geri konuşmuş."

Gözleri kocaman açılan Duygu "Bunu şimdi mi söylüyorsun Zeynep?" diye payladı onu. "O zaman mesele başından beri biz değiliz ki..." diye fısıldadı yaşadığı aydınlanmayla. "Adam seni Fischer'den uzak tutmaya çalışıyor Zeynep, neden diye sormadın mı hiç kendine?"

Alayla ona bakan Zeynep "Onun söylediği herhangi bir şey için neden sorusu sormak daha büyük saçmalık çünkü..." dedi ona. "Kazıda yürüttüğü çalışmalar ve Murat Hoca'yla yakınlığı yüzünden bölümde hâkimiyeti eline almayı istiyor olabilir." Derin bir nefes aldı. "Ama burada hiç kimse onun direktiflerine göre çalışacak değil, gitsin o dev egosunu başka yerde tatmin etsin, o koca burnunu da benim işime sokmasın." dedi ve ekledi. 

"Hödük."

"Yoo." dedi Duygu gülerek. "Adamın burnu gayet estetik, yani bence her yeri gayet estetik." İç çekti. "Bunun kendi gibi heykel bir arkadaşı yok mudur ya? Hayır, yani varsa gelsin beni bulsun. Sana niyet bana kısmet olur."

Doğan'dan gelen onay sonrası kısa süreli bir sessizlik oluştuğunda "Hangi cehennemdesin?" diye tısladı Tuğrul. "Cevap ver."

"Masadan gözümü... Pardon kulaklarımı alamadım!" dedi Doğan sırıtarak.

"Doğan ne duyduysan söyle." dedi Tuğrul. "Uzatma."

"Hangisinden başlasam diye düşünüyordum açıkçası, seçim yapmak zor." dedi Doğan kahkahayla. "Koca burnunu kızın işine sokmaman kısmı favorim ama." dedi ona. "Kız haklı, tepesine muhafız gibi çökmemen gerektiğinin en güzel tarifi bu olabilir. Tabi bir de egoist bir hödük olman var. O bunları ayrı ayrı söyledi ama bence birlikte daha güzeller." dediğinde Tuğrul'dan yediği ağız dolusu küfürle kahkahaları daha da arttı. 

"Bunları aynı şekilde yüzüne karşı da söyleyebiliyorsa ben zevkle yengeliğe kabul ederim kendisini. Doğruları söylüyor."

"Koyayım o doğruların anasının amına." dedi Tuğrul öfkeyle.

"Ha bu arada..." diye devam etti. "Şu Duygu denen kızı haşlama daha fazla bence, gizli hayranın o bak. Sana benzeyen bir arkadaşın varsa talipmiş, eğer ciddiyse ben de..." dediği anda devamını duymak istemeyen Tuğrul bağlantıyı kesti.


***


Tekin Demirkan'ın açılış konuşmasına başlamasına az bir zaman kalmıştı. Bu sırada kadınlı erkekli kalabalık gruptan oluşan bir masadaki adamlardan biri aldığı içkiyi yanlışlıkla ceketine döktü fakat masada peçete ya da döktüğünü silecek başka bir şey bulamadı. Sol köşede bulunan garsona eliyle masayı işaret ederek gelmesini istediğini belli etti. Garsondan istediği peçete kısa sürede geldiğinde, masada biraz önce otelin yapılışı ile ilgili sohbete istinaden adama otelin kaç yılında kurulduğunu bilip bilmediğini sorduğunda 2015 yılında kurulduğu cevabını aldı. İçkisinin kalanını tek seferde bitirdiğinde burada daha önce konaklamadığını, tesisi çok beğendiğini ve kaç odalı olduğunu sordu bu kez... 735 odalı olduğunu öğrendikten sonra teşekkür ederek masadakilere döndü ve onların konuşmalarına katılmaya devam etti.

17 numaralı masadaki adamın garsonla yaptığı sohbet Tuğrul'un dikkatini çekmiş ve o masaya odaklanmıştı. Böyle bir ortamda davetlilerin garsonla iletişime geçtiklerine pek şahit olmadığı için de ekibe bu masayı da dinlemede kalmalarını söyledi. Bu sırada diğer masalarda konuşulanlarla ilgili bilgiler de akmaya devam ediyordu. Adamın otelin kuruluşu, konaklama imkânı ve oda sayısıyla ilgili sorular sorduğunu öğrendiğinde şüpheli bir durum olmadığına karar verip etrafı taramaya devam etti.

Orkestranın konuşma öncesi çaldığı son parçayla birlikte ortamdaki kalabalık iyice artmış, davetlilerin birçoğu müze ziyaretine hazır görünüyordu. Alıcı içeride bir yerdeydi ama şimdiye kadar dinledikleri konuşmaların hiçbiri onlara yardımcı olacak bir ipucu sağlamamıştı. Bu düşüncelerle etrafa bakan Tuğrul, on beş dakika önce garsonla konuşan orta yaşlı adamın son beş dakika içinde sık sık saatine baktığını gördü. Saatine baktıktan sonra, etrafı kolaçan ettiği de gözünden kaçmamıştı. Bir alışveriş olacaksa, bunun böyle kalabalık bir ortamda herkesin içinde gerçekleşmeyeceği zaten açıktı. Alıcıya gelmesi beklenen bir telefon, ya da bir not yoktu. Şüpheli bir şekilde alanın dışına çıkan bir davetli de...

Bunları düşündüğü sırada yeniden saatine bakan adamın, garsonla olan konuşmaları zihninden tekrar canlandı. Birleştirdiği parçalarla dudakları bugün ilk defa bu kadar canlı bir şekilde yukarı doğru kıvrılmıştı.

İnsanlar değişik yaratıklardır. Sözcüklerin ve rakamların üzerinde öyle ustalıkla oynarlar ki bazen, sözcüklerin yetkisi; temelde basitçe desteklemek istedikleri ifade gücünü fersah fersah aşar, rakamlar da basit hesapların örtüsünü buruşturarak üzerinden atar. Bazen her ikisi de hiç sonu gelmeyecek hırsların önüne dayadığı, yıkılmaz sandıkları bir merdivenle, hegemonyası altına almak istedikleri bir uygarlığa hizmet edecek kölelere dönüşür. Bu yüzden; hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Birkaç saniye öncesinde varlığına dair hiçbir kanıtın olmadığı bir şey, daha önce hiç görülmemiş veya gerçek yüzünü gizleyen başka bir şeye dönüşebilir.

Gözünü kırpmadan 17 numaralı masaya odaklanan Tuğrul "Hazır olun." dedi ve o hareket ettikçe kol kaslarının hafifçe yukarıya çıkardığı gömleğinin manşetlerini, giydiği takımın siyah ceketiyle aynı seviyeye çekti.

"20:15'te 735 numaralı odada..."

.

.

.

.

.

.

Bu bölüme özel bir Tuğrul&Zeynep gifi olmasın mı? Olsun tabi...



Kitapla ilgili video editlerini ve alıntıları takip etmek için;

Instagram: @burrcukaya11

Twitter: @burrcuky

Bölüm şarkıları için hazırladığım Spotify listesine profilimden ulaşabilirsiniz. 


Continuă lectura

O să-ți placă și

256K 10.9K 34
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
175K 818 6
!!! KİTAPTA BOLCA SMUT BULUNUR !!!
1.4M 83.3K 39
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
72.9K 3.1K 23
Teğmen Asya Öztürk'ün aylardır peşinde olduğu terörist sonunda kendi kendini mahv edecek bilgileri Asya'nın eline verir . Fakat işler Asyanın istediy...