Mafya [bxb] • Tamamlandı

Galing kay valentinusx

4.1M 264K 250K

Korel Demirel, karanlık bir adamdı. Ölümcül zekâsı onu son derece tehlikeli birisi yaparken, bencilliği ve a... Higit pa

Page 1
Page 2
Page 3
Page 4
Page 5
Page 6
Page 7
Page 8
Page 9
Page 10
Page 11
Page 12
Page 13
Page 14
Page 15
Page 16
Page 17
Page 18
Page 20
Page 21
Page 22
Page 23
Page 24
Page 25
Page 26
Page 27
Page 28
Page 29
Page 30
Page 31
Page 32
Page 33
Page 34
Page 35
Page 36
Page 37
Page 38
Page 39
Page 40
Page 41
Page 42
Page 43
Page 44
Page 45
Page 46
Page 47
Page 48
Page 49
Page 50
Page 51
Page 52
Page 53
Page 54
Page 55
Page 56
Page 57
Page 58
Page 59
Page 60
Page 61
Page 62
Page 63
Page 64
Page 65 • son

Page 19

71.3K 4.7K 4.3K
Galing kay valentinusx

Gözlerim tam karşımdaki siyah harelerdeyken aklım az önceki söylediklerinde, bedenim tepkisizdi. Yahu ben belayı çekiyorum derken mafya babasını kendime çekmekten bahsetmemiştim ki! Sen koskoca mafya babası ol da benim gibi bir salağa özel de, hayata bak. Acaba dalga geçiyor olabilir miydi? Gerçi Korel dalga da geçmezdi ki. Yoksa geçer miydi? Umarım geçerdi.

Dudaklarımı ıslatıp derince yutkundum ve gözlerinde bir duygu bulmaya çalıştım. Bir anda nereden çıkmıştı bu sözler anlamıyordum, rüyasında falan mı görmüştü beni? Çünkü sabah kalktığımız gibi ettiği bu sözlerin başka bir anlamı olamazdı. Ayrıca bu adam sadece bakıyordu. Ben göze bakarak duygu kırıntısı, tohumu veya dalgası gibi şeyler bulabilenlerden değildim. Göz gözdü, içindeki duyguyu nasıl görebilirdik ki?

Birbirimize öylece baktığımız kısa bir sürenin sonunda aramıza çöken sessizliği bozmak için biçimli dudaklarını ayırdı, fakat tam bu sırada yaslandığım arabanın içinden ayak sesleri geldi. Panikle Korel'i göğsünden ittiğimde çok baskı uygulayamamış olmama rağmen izin vererek birkaç adım geri çekildi, birkaç saniye geçmeden arabanın kapısı açıldı.

Tamer uykulu gözlerle ikimize bakarken tekrar yutkundum ve ona baktım. Anlamaz bir şekilde "Ne yapıyorsunuz sabah sabah burada?" diye sordu, beklemeden dudaklarımı ıslatıp "Ne mi yapıyoruz? Ne yapıyoruz? Ne yapacağız canım, öyle, havaya, suya, toprağa bakalım dedik. Bak, sen de bak. Hava ne kadar güzel değil mi? Mavi mavi. Yani hep mavi ama şu an daha güzel mavi. Ben severim bir kere maviyi. Mavi güzel bir renk, özellikle bebek mavisi ekstra güzel bir renk. Ama Korel- yani Korel abi sevmez bence maviyi. Sanmıyorum pek, sen seversin ama. Yani bunlara baktık dakikalardır. Başka hiçbir şey yok. Zaten ne olabilir ki? Ben cevaplayayım, hiçbir şey." dedim hızlıca ve şirin şirin sırıttım. Bence iyi toparlamıştım.

Bunun üzerine Korel'in bakışlarının ağırlığını üstümde hissederken Tamer sessizce bakmaya başladı, inanmadığını düşünerek biraz daha konuşmaya karar verdim. Tam ağzımı açmıştım ki bunu fark edip hızlıca "Gözünü seveyim sormadım say Yekta, yemin ederim öylesine sormuştum ben zaten." dedi yalvarır bir tonda. Korel'in dudaklarının hafifçe kıvrıldığını yandan görürken kaşlarımı çattım, kollarımı göğsümde birleştirerek "Tamam sustum." diye homurdandım. En azından uzatmamıştı, bu da bir şeydi.

Tamer çenesiyle arabayı göstererek "Girin siz de isterseniz, herkes uyandı kahvaltıya gideceğiz." dedi. Bu ortamdan kaçma teklifini hemen kabullenerek "Olur, kurt gibi açım zaten." dedim ve Korel ile Tamer'in yanından sıyrılarak arabanın içine girdim. Ben çıkarken herkes uyuyordu ama şimdi uyanmışlardı, buna rağmen sessiz bir ortam vardı. Bunların kendi aralarında asla anlaşamadığını söylemiştim değil mi? Yıllardır beraber olmalarına rağmen anlaşamamaları gerçekten tuhaftı ama mafya işleriydi işte.

Hepsine toplu ağızdan bir "Günaydın." dedim ve Tuncer'in yanına oturdum. Yüzünün rengi geri gelmişti, düzgün bir pozisyonda oturuyordu ve karnında bir sargı vardı. Bakışlarımız buluştuğunda gülümsedi ve "N'aber çömez?" diye sordu. Sırıtıp saçlarımı karıştırdım ve "Ölecek misin merak etmiştim, kurtuldun. Demek ki tek dokuz canlı olan ben değilmişim. Hadi yine iyisin." dedim.

Sözlerimin üstüne kendini tutamayıp güldü fakat gülüşünün yarısında eli karnına gitti ve kısık sesle inledi. Panikle "Yusuf!" diye bağırdım ve elimi onun karnındaki eline koydum. Gözlerim anında dolmaya başladığında kapattığı gözlerinden bir tanesini araladı, dudağında bir sırıtma oluşurken diğerini de açtı. Yaslanmış gözlerimi kısarak ona bakmaya başladığımda eliyle saçlarımı dağıttı ve "Çok mu korktun sen?" diye sordu alayla. Gözlerim daha da kısılırken huysuzca ittim elini, "Salak." diye homurdandım. Korkmuştum.

Gülerek kolunu omzuma attı ve "Korkma oğlum, kötüye bir şey olmaz." dedi alayla. Yaklaşık on saniye süren somurtkanlığımın yerini tekrar bir sırıtma alırken "Sen büyüdün de kötü mü oldun?" diye sordum. Yok Yekta, adam mafya ama nasıl olmuşsa iyiliğini korumuş.

İç sesimin benimle dalga geçmesine karşın o bana ayak uydurarak "Herkes kötü adamları sevmez mi zaten?" diye sordu. Ardından bana dönüp "Sen kız olsaydın eğer bu şansla kesin en kötüsünü bulurdun. Bela mıknatısı." diye homurdandı. Kaşlarım çatılırken ağzımı asla kötü bir adamı sevmeyeceğimi söylemek için açtım fakat tam bu sırada arabanın kapısının açılma sesi geldi. Gözlerim o yöne kayarken arabanın içine ilk önce Tamer'in, ardından Korel'in girdiğini gördüm.

Korel'i gördüğüm an aklıma az önce olanlar doluştuğu için saniyelik olarak gerildim. Siyah hareleri ilk önce yüzümde gezindi, kısa bir süre sonra omzuma doğru indi. Tuncer'in kolunun üstünde bir süre dolanan bakışlarının sonunda sert bir sesle "Tuncer sen şu koltuğa geç, daha rahat olur." dedi. Sessiz ortamdaki cümlesi kulağımda yankı yaparken bu ses tonu beni korkutmuştu. Bana uzun süredir böyle konuşmuyordu, şimdi bu tınıyı tekrar duymak içimi ürpertmişti. Yutkundum.

Tuncer hiçbir şey demeden ayağa kalktığında onun hemen yanında oturan Yusuf da kalktı. Elini istemeye istemeye Tuncer'in beline atarak ona destek olduğunda Tuncer'in sert bakışlarının odağı oldu, bu göz devirmemi sağladı. Dağdan gelmiş ayı, çocuk sana yardım ediyor.

İkisi çaprazımızda kalan, Korel'in gösterdiği koltuğa yerleştiğinde Korel de benim yanıma doğru geldi. Bu gevşemiş bedenimin tekrar kasılmasına yol açarken rahatça yanıma oturdu, çaktırmadan biraz kenara kaymaya çalıştım. Bu adamın garip tavırları gerçekten beni ürkütüyordü.

Bakışlarının ağırlığını üstümde hissederken gözlerimi kucağımdaki ellerime çevirdim ve yanımdaki adamı unutmaya çalıştım. Tabii bu sırada beynimden ilkokulda öğrettikleri ingilizce alfabe şarkısını tekrar etmek işimi fazlasıyla kolaylaştırmıştı.

••

"Hadi gel, gel ya gel! Gel de sana göstereyim dünyanın kaç bucak olduğunu! Ben ki dövüşmeyi doğudaki Hoca Asiso Masisohung'dan öğrenmiş kişiyim, ben Kara Murat'ın genç versiyonuyum be! Korkma çok acıtmayacağım, sadece birkaç kemiğin kırılabilir ama bunu ben ayarlamıyorum. Bilirsin, çok güçlü olma sorunları bunlar. Gel hadi, korkma, gel!"

Sözlerim bittiği anda çeneme gelen sert yumrukla popo üstü düştüm, dudaklarımdan acı dolu bir serzeniş çıktı. Ben gel demiştim ama az gel demiştim, bu neydi şimdi! Acıyla buruşmuş yüzümü umursamadan bir elimi acıyan çeneme nazikçe koyup alttan alttan tepemde dikilen Serdar'a baktım. Acımasız herif, böyle yumruk mu atılırdı!

Gözlerimi kısarak ona ters bakışlar atmaya başladığımda yüzünü masum bir şekle sokmaya çalışarak "Yekta valla isteyerek olmadı, yoksa bile bile canını acıtır mıyım ben senin? Elimin ayarı en az bu kadar oluyor." dedi pişmanlık dolu bir sesle. Anında gözlerim kocaman olurken "Yuh, bu en azı mıydı? Zaten bir tık fazlası beyaz ışık be Serdar." dedim çenemi oynatmamaya çalışırken. Bir eliyle saçını kaşıyıp "Hareketlerimde gücümü istemsizce kullanıyorum." dedi. Bir anda aklıma gelen şeyle gözlerim daha da büyürken "Serdar, sen evli miydin?" diye sordum korku dolu bir sesle. Eğer öyleyse Allah karısına yardım etsindi.

Düşündüğüm şeyi anladığında gözlerini büyütüp "Yuh Yekta!" dedi ayıplarcasına. Omuz silktim, beynimden ve düşüncelerinden ben sorumlu değildim ki.

Acımasız Korel bana yakın dövüş eğitimi vereceğini söylediğinde ben havalı bir şeyler beklemiştim ama gelin görün ki karşıma çıkan şey pek havalı değildi. Çünkü o düşüncesiz herif iki metreyi aşkın boylu ve iri bedenli Serdar'ı karşıma dikmiş, dayak yemeden dayak atamayacağımı söylemişti ve gitmişti. Ben ise yumruk atsam ancak karnına ulaşacak bu adamla baş başa kalmıştım. Sonuç olarak yaklaşık üç saattir yaptığım tek şey dayak yemekti. Demiştim, pek havalı değildi.

Yorgunlukla kendimi oturduğum yerde uzanır hâle getirdim. Kollarımı iki yanıma uzatırken gözlerimi de kapatıp en azından birkaç dakika dinlenmeyi hedefledim, bu sırada çenemin ağrısının da hafiflemesini bekliyordum. Bu yüzden konuşmaya karar verdim.

"Serdar, dövüşmek çok yorucu değil mi? Dayak yemek de yorucu ama dövmek daha zor. Kolunu kaldır, vur, kaldır, vur, kaldır, vur... Mesela hiç bir düşmanla karşı karşıya kaldığında 'Çok üşendim, öpüşüp barışalım.' dedin mi? Ben kesin derdim. Bundan eminim. Ama sonunda kimse kazanmıyor genelde, dayak yediğin ve yorulduğunla kalıyorsun. Çift taraflı zarar resmen." Esneyip gözlerimi iyice kapattığımda kulağıma birkaç adım sesi geldi. Merakım yorgunluğumdan üstün geldiğinde gözlerimi aralayıp etrafa baktım, gördüğüm yüzle bir anlık duraksadım. O ise hiç bana bakmadan tepemdeki adama bir baş işareti verdi, emri alan Serdar bana bir selam verip büyük salonun çıkışına doğru gitti.

Hiç pozisyonumu bozmadan tepemdeki adama bakmaya devam ettim. Havalı bir şekilde susmayı hedeflesem de bunun benim için imkânsız olduğunun bilincinde olduğum için beklemeden "Ölmüş müyüm diye bakmaya mı geldin Korel abi?" dedim imayla. Aslında abi dememin tek sebebi dikkat çekmek istemememdi, herkes abi derken benim abi dememem tuhaf oluyordu ve ben bunu yeni fark etmiştim. Kendimi alıştırmaya çalışıyordum. Fakat o böyle düşünmüyor olacak ki kaşlarını çattı ve sert bakışları daha da sertleşti. 

Bir anda elini bana doğru uzattı. Ne yapacağımı bilemeyip bir eline, bir de ona bakmaya devam ettiğim sürenin sonunda kalkmamı istediğini anlayıp elimi eline koydum. Sıcak elleri soğuk ellerimle birleştiğinde irkildim, bunu hiç umursamadan tek harekette kaldırdı bedenimi. Aslında güzel bir hareketti, ta ki benim hızımı alamayıp onun göğsüne çarpışıma kadar.

Anasını satayım taşa çarpsaydı daha az acırdı kafam, adam resmen tüm hayatını göğsüne kas yapmak için uğraşmış gibiydi. Hâlâ onun elini tutan elimi değil diğerini kaldırıp acıyan başıma koydum, bu sırada o yüzünü eğip kulağıma kadar yaklaştı.

Sıcak nefesi aynı ilk günkü gibi tenime akarken soğuk vücudumun ısınmasını sağlıyordu. Dudakları kulağımın hemen yanında olmasına rağmen nefesi boynumdan aşağı kadar iniyordu, bu sırada bir elini bel çukurumda hissettim. Bununla birlikte göğsümün inip kalkma hızı biraz daha artarken sonunda dudaklarını ayırdı, içime işleyecek kadar baskın bir tonda "Bana, abi, deme." dedi. Yutkundum.

Sözlerinin bitmiş olmasına rağmen vücudunu benden uzaklaştırmadı, bende de o cesaret yoktu. Bu yüzden sessizce beklemeye başladım. Kısa süre içerisinde yüzü kulağımın üstünden saçlarıma doğru yavaş yavaş tırmandı, tenime vuran nefesleri arasında onun da derin bir nefes aldığını hissettim. Bu titrek bir soluk vermeme sebep olurken saçlarım arasındaki burnuna bir nefes daha çektiğini duyumsadım.

Birkaç saniye daha bu pozisyonda kalmamız üzerine bir müdahale yapmaya karar verdim. Bu yüzden birbirine yapışmış dudaklarımı ayırarak aklıma gelen ilk sorunun dudaklarım arasından çıkmasına izin verdim. "Sence menemen soğanlı mı olur soğansız mı? Soğanlı menemeni gereksiz bulanlardan mısın yoksa soğansız menemene menemen demeyenlerden misin? Hangisi senin tarafın?"

Vücudumun onun vücuduna temas ettiği yerlerden bu sözlerim üstüne kısa bir an duraksadığını anlayabildim. Kısa bir sürenin sonunda geri çekildi, gözlerinde görmeyi beklediğimin aksine keyif parıltıları vardı. Başını yavaşça iki yana sallayıp "Ben seninle ne yapacağım ufaklık?" diye sordu, ama cevabı beklemeden tamamen geri çekilip "Göster bakalım, neler öğrenmişsin." dedi. Yahu madem cevabını istemiyorsun, neden soru soruyorsun?

Boynumu iki yana doğru kıtlatıp hafifçe sırıtarak az önceki anın etkisinden sıyrıldım ve "Öğrenmeden de bir sürü şey biliyordum zaten, maksat seni kırmamak." dedim. Kaşları havaya kalkarken güldü ve "Pek bir iddialısın." dedi, sırıtışım büyüdü.

"Ben hep iddialıyım."

-

"Lütfen gelme, bak ne olursun gelme. Elimi kaldıramıyorum, yetmedi mi ya? Ben hayatımda hiç bu kadar aşağılanmamıştım!"

Ağlak bir tonda söylediklerim karşımdaki adamın gülmesini sağlarken ben bir saattir neler olduğunu tekrar ve tekrar aklımdan geçirdim. Bu manyak adam ilk başta ona doğru yaptığım tüm hamleleri geçiştirmiş, ardından ona yapmaya çalıştığım hamlelerin doğrusunu bana yapmıştı. Resmen 'Senin yapamadığını ben yapıyorum.' demenin eyleme dökülmüş şekliydi ve ben dakikalardır neden daha az hamle denememiş olduğumu sorguluyordum. Acımasız herif.

Dediklerim üstüne sırıttı ve vücudu yeni bir hamleye geçeceğini belli edercesine büküldü. Tam bu sırada ben yana çekildim, fakat bunu bekliyor olacak ki bedenimin kaçmasına izin vermeden belimden tuttu. Ben ise bu kadar kolay savuşturulmanın verdiği hırsla çırpınmaya, belimi ondan çekip onu itmeye çalıştım. Hızlı nefeslerim onun boynuna vururken bu çırpınışlarım kayıtsız kalmadı, tek bir sorunla. Çünkü ben adamı devirmeyi hedefliyordum, üstüne düşmeyi değil.

Kocaman bedenin üstündeyken ilk saniyeden itibaren kalçamın hemen altında hissettiğim şeyle gözlerim kocaman oldu. Gerçekten şanssız kelimesinin en büyük temsilcisiydim. Ne bir tepki verip kalkabiliyordum ne de bir şey söyleyebiliyordum. Hızlı soluklarım onun yüzünü turlarken tepkisizce bana bakıyordu, bakışlarımı ondan çekmeye çalıştım. Boynuma kadar kızarmış olduğumu hissediyordum çünkü hadi ama, her gün birisinin şeyinin üstüne oturmuyordum!

Sessizlik içerisinde geçen birkaç saniye sonrasında aklım biraz yerine geldiğinde hâlâ kalçam aynı yerdeyken kalkmaya çalıştım fakat saatlerdir dayak yiyor olmamdan ötürü bitmiş bedenimi hareket ettirmekten öteye gidemedim. Öne arkaya ettiğim ufak hareketler yüzünden altımdaki şeyi her saniye daha fazla hissederken paniklediğim için ekstra beceriksizlik yaptığımı biliyordum.

Tam bu anda altımdaki adamdan inlemeyle karışık bir küfür çıkarken hareketlerimi anında durdurup korkuyla ona baktım. Gözlerim acaba bir yerine mi basmışım diye vücudunda gezinirken beni çok bekletmeden "Biraz daha hareket edersen, Yekta." boğuk bir sesle devam etti, "Biraz daha hareket edersen bu sefer ilki gibi seçim hakkı sunmayacağım sana. Ve inan bana, sınırdayım." dedi.

••

06.01.21 | Linda Lewis

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

131K 1.5K 15
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...
601K 28.6K 51
Burak: Ne istiyorsun? 055*: Bu kadar kaba olma ya. 055*: Alt tarafı bir soru soracaktım. Burak: O zaman sor, ders çalışmam lazım. 055*: Alıkoyduysam...
4.1M 264K 65
Korel Demirel, karanlık bir adamdı. Ölümcül zekâsı onu son derece tehlikeli birisi yaparken, bencilliği ve acımasızlığı bunu körüklüyordu. Hayatında...
1.8M 30.3K 52
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...