Bölüm 28- Ilık Geceler ve Issız Kalpler

33K 1.9K 313
                                    

Arkadaşlar kitapla ilgili nasıl yanlış tahminleriniz var ya, zevkle okuyorum djjdjs

Oy sınırımız 370, yorum sınırımız 200 canımlar

Bu bir hafta ayrılığımızda çok tatlı yeni okuyucularım oldu. Hepsinin yorumlarını takip ediyorum. Onları da buradan sağlı sollu öpüyorumm

Bir de, kitaplarım hakkındaki duyuları bazen profilimden yayınlıyorum. Hani takip etmeseniz bile arada girip bakarak haberdar olabilirsiniz.

Şimdi bölüme geçebilirizzz, iyi okumalar

***

İnsan en içinde taşıdığı kalpten haberi olmaması mümkün değildi. Kalp dediğin organ biraz yırtıktı. Genellikle fısıldamazdı, bağırırdı. İnce ince ısıtmazdı, alev aldı mı insanı yakıp kavururdu.

Gülse tüm bunların bilincindeyken o geceyi yine de kalbinin kuytu köşelerini yoklayarak geçirmişti. İçinde Ufuk'a karşı en ufak bir kıpırtı aramıştı. Ufuk'un adını defalarca sesli söyleyip nabzını bile saymıştı hatta. Asla olmuyordu, Ufuk nabzını milim oynatmıyordu.

Gözlerini bir an kırpamadığı yataktan doğrulduğunda seslice ofladı. Ufuk'a aşık olsa, her şey ne kadar da kolay olurdu halbuki. Hem onun kalbini onu hiç ilgilendiremeyen bir oyun yüzünden kırmamış olurdu, hem de ailesinin karşısına çıkabileceği gerçek bir ilişkisi olmuş olurdu.

Ancak bir yerlerde onu bekleyen, bu dünyada onun payına düşen aşkın Ufuk olmadığı çok belliydi.

Yine de geceyi kendisine kendisi için zehir etmişti. O bir şekilde yaşıyordu. Aşkı henüz
bulamamış olmak sinirlerini zaman zaman bozsa da bunun yoksunluğu ile kahrolmuyordu da. Çok çok babası biraz kızar, biraz kükrerdi ve Ankara'ya dönmesi için üzerinde reddedilmeyecek bir baskı kurardı. Ancak bunların hiçbiri aşılamayacak sorunlar değildi.

Hiçbiri kırılmış bir kalpten daha önemli değildi. Ufuk'un geceyi nasıl geçirdiğini tahmin bile etmek istemiyordu. Onun kalbini kırdığı ve devamında muhtemelen daha da kıracağı için kendisinden nefret ediyordu.

Ne bekliyordu ki? Genç bir kadınla genç bir erkek böyle bir oyunun içinden hasarsız kurtulamazdı. İkisi de yalnızdı ve sürekli birbirlerinin etrafındaydı. İkisinden birinin bir şeyler hissetmeye başlaması büyük bir sürpriz değildi.

Tüm bunların bilincindeyken ve kendisinden nefret üstüne nefret ederken oldukça erken bir saatte hastaneye geldi. Kanları alıp laboratuvara gönderdi, hastaları ile teker teker ilgilendi. Birilerine iyi geliyor olmak, 3 gün önce iki büklüm gelen hastasını bu sabah yürürken görmek kendisine olan nefretini biraz olsun dindirmişti.

İçindeki tüm sıkıntıların biraz olsun azalması ise sabah kahvesine kadar sürmüştü. Kendisine hayat kadar acı bir kahve yaptırıp kafeteryanın en kuytu köşesine gittiğinde bakışlarını önüne eğmişti. Aptal tavus kuşları gibi o kimseyi görmezse, kimse de onu görmez gibi geliyordu.

Bu aptal umudu ise yanında bir sandalye çekilene kadar sürdü. Ufuk yanına oturduğunda onunla beraber tüm stresler sıkıntılar da midesine oturdu. Ufuk'ın gözlerine kesinlikle bakamıyordu. Onu üzmüştü. Kalbini kırmıştı.

Hem gözlerinin dolduğunu, hem midesinin bulandığını hissediyordu. Oysa bu hissettikleri muhtemelen Ufuk'unkinin yanında bir hiçti.

Ufuk "Gülse." diye mırıldandığında dolmuş gözlerini saklamaya fırsat bulamadan onunla göz göze geldi.

Ufuk'un yüzündeki gülümseme kendisini kısa bir an şaşkınlığa uğratmışsa da ondan önce kendisi konuşmak için atıldı. "Ufuk ben, ben çok üzgünüm. Seni üzmek gerçekten istememiştim."

Yüzyılın İntikamı (Tamamlandı)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora