Bölüm 9&10 / Zor Durumdaki Kadın

1K 46 23
                                    

-9-

"Benim gibi yerel halktan bir adam bile evlilik yeminlerinin önemini biliyorken, senin gibi asil bir kadının bunu rahatça görmezden gelebildiğine inanamıyorum, ayrıca." Kendi kafa karışıklığında kısa bir an kaybolup giden Max'i hızla yeniden ateş altına almıştı şövalye.

"G-görmezden gelmekle neyi ka-kast ediyorsun?"

"Adını ne koyarsan koy, ne anlarsan anla. Benimle evlenmiş olmana rağmen bütün sorumluluklarını görmezden geldin ve gelecekte de aynı tavır içerisinde olursan bunu yeniden alttan alacağımı düşünme sakın."

Max'in ağzı girdiği şokla açık kaldı; daha evliliklerinin hemen ertesi gününde tek kelime etmeden kendisini bırakıp gitmiş bir koca olarak bunu nasıl rahatça söyleyebiliyordu? "İ-iyi de b-ben bilmiyordum! Ba-bana ne ya-yapacağımı söylemedin ki?!" Savunmasının onu etkilememiş göründüğünü fark edince ekledi. "U-umursamaz değild-dim. Seni be-bekledim.."

"Benimle eğlenmeyi kes! Bayan Calypse olmana rağmen bu son üç senede babanın lüks şatosunda kalmayı tercih ettin; düğünden hemen sonra mülkümü terk etmem gerektiğini bildiğim halde hem de." Yüksek sesle konuşmayı bırakıp, yüksek sesle homurdanmayı seçmiş gibi duruyordu ve cümlelerine böyle devam etti." Seni de anlıyorum tabii, sonuçta dünya üzerindeki hiç bir aristokrat kadın yüksek mevkisinden vazgeçip de bir ceset olarak geri dönebilecek kocasının mülkünü çekip çevirmek istemez."

Max'in kelimenin tam anlamıyla cevap vermek için gücü tükenmişti. Gerçekten utançtan yerin dibine girmişti onun bu konuşması yüzünden ama suçlamasındaki tek bir kelimeyi bile nasıl çürüteceğini asla bilmiyordu çünkü bu adam onun anlamadığı ve bilmediği bir şeyden bahsediyordu şu anda.

Ancak bu konunun böylece kapanıp gitmesine müsaade edemezdi ve evliliklerini kurtarmakta da sonuna kadar niyetliydi. "S-senin... Senin bir mülkün olduğunu bile bilmiyordum?! Bana gitmeden önce hiç bir şey söylemedin ki!"

"Hah! Kes masumu oynamayı. Orduya katılıp sefere çıkmadan önce benim arazime gelebilmen için elimden gelen her şeyi yaptım çünkü eğer ölürsem, yönettiğim mülkü miras alman gerekiyordu! Dük'ün kızı benimle ilgilenmiyor olabilir ancak benim yönetimimdeki o yer önemliydi ve sen tamamen gözetimsiz bıraktın." Yüzü öfkeyle kasılmış haldeyken ağzından dökülen bu sözler yalan gibi gelmiyordu...Hoş, zaten ona bu konuda yalan söylemek için bir nedeni de yoktu.

Max sadece, gergince yutkunabildi. "A-ah.. E-e-en ufak bir fikrim yoktu... Bir şey bilmiyordum be-ben."

"Gönderdiğim adam, senin malikaneni terk etmeyi reddettiğini söyledi." Adam, kızın başını utançla öne eğmesine neden olacak acı bir tonla konuştu. "Aniden üzgün gibi davranmak için zahmet etmene gerek yok, hakkımda gerçekten ne düşündüğünü son üç senedir biliyorum zaten."

Riftan, her zaman insanların kendi bulunduğu statüyü nasıl da küçümsediğinin farkındaydı. Üstlerinin merhametine kalmış bir şövalye...

Ve Maximilian'ın da aynı safta olduğuna ikna olmuştu çoktan.

"Ah.. Kahretsin. Neden aniden konuşmaya başladın ki, yapmazsan seni döveceğimi filan mı düşündün?"

"B-bak... Özür dilerim... G-gerçekten, gerçekten b-bilmiyordum. Birlikte geç-geçirdiğimiz geceden sonra uyandığımda, senden bir kel-kelime bile duyamadan, ço-çoktan gitmiştin."

Riftan gözlerini kısarak, gerçekten doğruyu söyleyip söylemediğini kızın gözlerinin derinliklerinde ayırt etmek ister gibi gibi uzunca Max'in irislerine baktı. Milian sanki kesilmek üzere olan bir koyun gibi kalbi hızla çarparken şövalyenin sonraki sözlerini bekledi.

Under The Oak TreeWhere stories live. Discover now