Üçüncü bölüm "HASTA ZİHİNLER✨"

90 32 0
                                    





Bölüm Şarkısı "Ufuk Beydemir: Ay Tenli Kadın✨"



Ben daha çocukken çiçeklerin, gökyüzünün, hatta toprağın bile gülümsediğine inanırdım. Ama yıllar geçtikçe, bazı şeyleri kavradığımda aslında öyle olmadığını bazen insanın yüzü gülse bile ruhunun gülmediğini anladım. Seneler sonra belki de ilk defa ruhum da gülümsüyordu. Beni, yani ruhumu böylesine gülümseten şey elini uzatması ya da destek olmaya çalışması değildi. Gözlerinde görmüştüm. Annemin şefkatini hisseder gibi onun şefkat kokan bakışlarını hissetmiştim. Bu adam... Bilmiyorum. Onda bana iyi gelen bişeyler var. Hemde çok iyi şeyler. Gözleri ile gülüşümü eşeledikten sonra elini indirdi aynen o da benim gibi ufak bir gülümseme sundu bana.  O an sanki bir Ay'mışım oda benim Güneş'immiş, parlamak için onun gülümsemesine ihtiyacım varmış gibi hissettim. Evet... Sanki 18 yıllık hayatımda ilk defa parlıyormuş gibi hissetmiştim. Utandım ve gözlerimi hemen üzerinden çektim. Etrafı incelemeye koyuldum. Bembeyazdı: beyaz bir masa, beyaz bir kitaplık yine Beyaz koltuklar... pencerede takılı kaldı gözlerim. Odasının penceresinde bir sardunya vardı.  O kadar hoş görünüyordu ki.  Kırmızıya çalan renkleri olan çiçekleri vardı.  Hafifçe öne doğru eğilip daha iyi görmek adına gözlerimi kısıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Dingin sesi canlandı "Yanına gidip bakabilirsin Aymira." Dedi. Sesini duyduğum an oturduğum koltuktan düşeceğim sandım. Sahiden ne ara bu kadar eğilmiştim. Mahcup bir ifade takınıp ürkek adamlarla pencereye doğru yol aldım hafifçe ona döndüm. Dikkatli bakışları üzerimdeydi. Kaşları çatıktı. Her hareketimi dikkatle izliyor, tepkilerimi ölçmeye çalışıyordu. "Diğerleri gibi değil." Dediğini duydum. Ne demek istediğini anlamadım bunu daha sonra tekrar düşüneceğim Her neyse ,ellerimle " neden Gül, leylak değil de sardunya?" Diye sordum. Önce suratında memnun olmuş bir ifade ile yüzüme baktı daha sonra usulca kalkıp yanıma geldi. Kollarını bağlayıp pencerenin pervazına dayandı. Sardunyalara baktı, baktı ve o yosun yeşili gözlerini üzerime çevirdi hafifçe gülümseyip, "Psikiyatriste genelde ona deli teşhisi konmuş ve başkalarını kendisinin deli olmadığına inandırmak için çabalayan travma yaşamış kişiler gelir. Ama  aslında deli olmayan fakat ruhları hasta insanlar gelir. Bunu argo bir kelime gibi algılama. Nasıl ki bedenimiz C,D,Ca vitaminleri olmadığında yorgun ve hasta düşüyorsa. Ruhumuzda S,M,Ş vitaminleri olmadığında hasta hissederler Yani sevgi, merhamet, şefkat yokluğunda. Senden önceki hastalarımın çoğu hatta hepsi erkekti ve bunu anlattığımda  deli göre göre delirmişsin sen doktor! Derlerdi. Ama sen kadınsın.  Daha ince ve zarif düşünen biri olduğunu tahmin ediyorum. Sence de öyle değil mi?" Sorarcasına suratıma baktı. Düşündüm, düşündüm  her zaman bir şeyler düşünürken yaptığım gibi yapıp iki elimle saçlarımı kuşağımın arkasına koydum. Sonra ona döndüm. Ellerimle " Aslında evet.  Şefkat ve sevgi yoksunluğunda ruhumuz hastalanır. Fakat bu şefkat herkesin şefkati değil. Herkes belirli kişilerden şefkat ve merhamet bekler. Bir hayvan hatta bir bitki bile." Diye yanıtladım. Kafasını salladı "aynen dediğin gibi.  Ama sardunyalar farklı. Onlar su olmadan uzun süre yaşayabilirler hatta gelişirler. Yani kimsenin onunla ilgilenmesini ve su vermesini beklemeden kendi kendisine yetip, büyürler. İşte bu yüzden Gül yada leylak değil. Hastalarıma yani ruhunu hasta olan merhamet ve sevgi eksikliğinden dolayı düzeni bozulan arkadaşlarıma sırf kendilerini böyle hissettikleri için hasta alındıklarını anlatırım. Bir süre sonra onlar da farkına varır ki kafalarının içi değil zihinlerinin içi hasta. Tabi bazen gerçekten deliye yakın hatta delirmiş hastalarında oluyor. Ama bu zamana kadar aklımı kaçırmış hiç bir hastam olmadı." Kafamı onu anladığımı belirtmek ister gibi salladım ve ağır adımlarla koltuğa gidip oturdum bir saat süren tedavinin sonunda bir ödev verdi. Ödev şuydu; hayatımdaki en özlediğim kişiye bir mektup yazacaktım. Ve bu mektup ile birlikte o kişinin bir fotoğrafını alıp bir zarfa koyacaktım. Bir sonraki tedavide yanımda gütürecektim. O okumayacak ya da fotoğrafa bakmayacaktı sadece içimden geçenleri samimi bir şekilde yazacaktım. Ve üç gün sürem vardı. Üç gün onun yanına gitmeyecek. Kafa dağıtıp samimi duygularım ile bu mektubu yazacaktım.



🌊✨
İki gün sonra...



Nemrut suratlı yengem beni sabahın dokuzunda uyandırması yetmiyormuş gibi bir oraya bir buraya gide gele akşama ne pişirsem diye beynimin etini yiyip duruyordu. Bende üzerimde avokadolu pijamam ile asla onu umursamadan kanepenin üzerinde esneye esneye pinekliyordum. Az sonra amcamın kızı Ayça da esnemekten gözleri çıkmış bir şekilde geldi ve kendini yanıma attı. Yengem bize emirler yağdırdıktan sonra üst kattaki banyo ve tuvaletleri yıkamak üzere Ayça yukarıya çıktı bende salonu ve misafir odasını düzenlemek üzere bileğimdeki yeşil pofuduk tokamı saçıma bağlayıp işe koyuldum. Tam işim bitmişti ki zil çaldı. Aynı anda makbule yengemin "Aymira kapıya baaaak!" Diye cırlaması ile irkilip kovadaki suyun birazını yere döktüm elimdeki bezi dökülen suyun üzerine koyup kapıya koştum. Kapıyı açtım, açmaz olsaydım. Karan yanında yaşlı ve tatlı bir hanımefendi ile karşımdaydılar. Karan şok olmuş gözlerle önce pijamama daha sonra tokama en son ise gözlerime bakıp gülmemek için garip sesler çıkarmaya başladı. Sonra zaten makbule beni iteleyip "Anneciğiiimmm" dedi o çatlak sesiyle ne yani annesi o tatlı kadın mıydı? Neyse arkamı dönüp tam koridora çıkacakken dökülen suya çıplak ayağımla basmamla yerle bir olmam aynı saniye içinde gerçekleşmişti. Sinirle saçlarımı çektim, bezi alıp attıktan sonra birde kovaya tekme attım Allah'tan kova düşmedi. Sonra kalktım be kovayı alıp yerdeki suyu bezle silip odama çıktım. Üzerime siyah bir dar paça pantolon ve beyaz örgü bir kazak giyindim aşağıya indiğimde Ayça'nın Karan'a ağzını yaydıra yaydıra bişeyler anlattığını gördüm ve gözümü devirip yavaşça salona girdim. Adının Rukiye olduğunu öğrendiğim, makbule yengemin annesinin elini öpüp usulca koltuklardan birine oturdum. Rukiye teyze çok cana yakın bir o kadar da otoriter bir kadındı. Gerçekten Nemrut makbule bu aileden olamazdı! Akşam yemeğimiz Rukiye teyzenin keyifli sohbetiyle birlikte geçti. Akşam yemeğini yedikten sonra Rukiye teyze benden birer kahve yapmamı ve  beraber içmeyi rica etti. Bende kahvelerimizi yapmak üzere mutfağa geçtim.


Kahveleri içtikten sonra Karan gitmek için ayaklanırken Ayça "dur Karan ben seni geçireyim" dedi. Sinirlendim hatta öfke doldum o an. Gerçekten bu kız şu anda neden bu kadar minnoş hareketler sergiliyor anlamıyordum. Fakat Karan öyle bir şey söyledi ki...o an herkes sus pus oldu... Şok olmuştum Fakat makbule ve Ayça...Renkten renge girdi bu hallerine sevinsem mi  yoksa Karan' ın böyle konuştuğuna üzülsem mi bilemedim...
🌊

__________________________

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.



__________________________



Bölüm sonu
Üçüncü bölüm
Ben geldiiimmm dostlarııımm umarım bölümü keyifle okursunuz
Allah'a Emanet🌹
19.05.20

AYA BENZERWhere stories live. Discover now