Sinem bir iki adım atarken şaşkın ama alaylı sesiyle, "Sen kimsin ve benim toplantı odalarının korkulu rüyası koskoca şirketin CEO'su olan arkadaşıma ne yaptın?" diye sordu.

Bade ona gözlerini devirirken, "Geliyor musun, yoksa tek başıma başlayayım mı Sinem?" diye uyararak sordu. Sinem gülerken, "Ay, tamam, tamam sinirlenme! Geldim.. Of Bade, neler yapmışsın, odama kadar geldi kokusu!" Oturmadan önce yeni demlenen çaydanlıktan çayları boşalttı ve birini arkadaşına uzatıp, afiyetle kahvaltılarını etmeye başladılar.

Sinem sonunda bir inleme sesi çıkarıp sırtını arkaya yasladı ve elini göbeğinde dolaştırdı, "Off! O kadar yedim ki, kapılardan geçemeyeceğim yakında.." diyerek abarttı, sonra sırıtıp, kendisiyle dalga geçerek, "İyi tarafı, İstanbul'a döndüğümde kimse beni tanımaz ve kimseye hesap vermek zorunda kalmam."

Bade ona alayla bakarken çayından bir yudum aldı. O Sinem'in aksine çok fazla bir şey yememişti. "Hiç boşuna heveslenme. Yüz nakli olsan da o akbabalar İstanbul'a girdiğin an kokunu alırlar senin." diyerek dalga geçti arkadaşıyla. Sinem suratını astı, "Hatırlatmasan olmaz.." diye mırıldandı dudaklarının arasında. Kahvaltının ardından Sinem, Bade'ye oturmasını emrederek masayı kendisi hızlıca topladı ve Bade'yi süzdü, "Ee Bade Hanım, bugün bu kadar dinç uyanıp bize mükellef bir sofra hazırlamanızın sebebi ne?" diye sordu, ima kokan sesiyle. "Atabey'in ziyareti mi?"

Bade çevik bir hareketle masadan kalktı, "Çok yedim, eritmek için biraz yüzmem lazım.. Denize gideceğim, bak hava da çok güzel, geliyor musun?" dedi hızlı hızlı. Sinem, ona kötü kötü bakıp, "Kızım kaçmadan soruma cevap versene!" diye seslendi.

Bade ise o sırada mutfaktan çıkmıştı bile, Sinem'e, "Seni duyamıyorum Sinem!" diye bağırarak merdivenlerden yukarıya, odasına çıktı. Dünkü konuşmaları ve Atabey'in bu yumuşak hali, kendini affettirme çabalarıyla ilgili kafası ve kalbi bu kadar karışıkken, bir de Sinem'in gerçek aşk zırvalarını çekmek istemiyordu.

Atabey'in sözlerine inanmak istemiyordu, adamın yalan söylediğini, onu kandırmak, gönlünü almak için uğraştığını düşünmek istiyordu fakat aynı zamanda Atabey'i tanıyordu da. Adamın yalan söylemeyeceğini, tüm duygularında samimi olduğunu biliyordu. Eskisi gibi ondan nefret etmek için uğraşıyor, sürekli aklına Atabey'in ona söylediği çirkin sözleri getiriyordu ama açıkçası bu sadece kendi kalbini kırmaya yarıyordu. Mantıklı yanı Atabey'e yumuşadığı her anda Bade'ye hakaretler yağdırıp, ona ne kadar aptal olduğunu hatırlatsa da gerizekalı kalbi adamın her çapkın gülümsemesinde, parlak mavi gözleri ona her değdiğinde tekliyor, Atabey'e atılmak için çığlıklar savuruyordu.

Ona hala çok aşıktı. Aradan geçen on sene, onca olay, onca acı bile silememişti Atabey'e olan aşkını.. Ama artık küçük bir kız değildi. Aşkın kırılan gururunu tamir edemeyeceğini bilecek kadar büyümüştü.

İpli, kırmızı bikinisinin üzerine transparan, beyaz plaj elbisesini giydi ve hasır çantasının içine eşyalarını yerleştirip, büyük şapkasını başına geçirdi ve aşağı indi. Sinem regl döneminde olduğu için bu kadar sıcağa dayanamayacağını söylemiş ve evde pineklemeyi tercih etmişti, Bade taşlı yolda içinde saçma bir huzurla yürürken arkasından gelen "Günaydın." sözü bir an irkilerek başını arkaya çevirmesini sağladı, karşısında Atabey'i gördüğünde derin bir nefes aldı.

Kaşlarını çatıp, "Beni her defasında korkutmak hoşuna mı gidiyor Atabey?" diye söylendi kızgınca. Adama burada ne işin var diye sormaya tenezzül etmedi bile, onu rahat bırakmayacağını elbette biliyordu.

YAKALA BENİ (devam edecek)Where stories live. Discover now