3*Adımızı bile unutsunlar

302 52 42
                                    

Yoongi'yi ardımda bırakmamın üzerinden tam olarak bir hafta geçmişti. Çevremdeki insanlar sürekli onu soruyor, aramızın neden bozuk olduğunu sorguluyorlardı. Onlara herhangi bir açıklamada bulunmuyordum, bulunmayacaktım da. Zira böyle bir zorunluluğum da yoktu.

Tartışmanın ardından ilk iki gün evden çıkmamıştım. Biraz gitar çalmış, canımı yakacak şarkılar dinlemiştim bolca. Yalnız kalmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlamıştım en çokta. Yoongi'yi kendi ellerimle bıraktığım için kızmıştım da kendime. Öte yandan doğru olanın bu olduğuna ikna etmiştim kendimi. Belki de yalan söylüyordum, bilmiyorum, hiçbir şeyden emin değildim. Onu çok özlüyordum ve gitmemesi için her gece Tanrı'ya dua eden ben; onu kendim bırakmıştım. Üçüncü günde duvarlar üzerime üzerime gelmeye başladığında okula gitmiştim ancak bu sefer de oradaki insanlar üzerime gelmişlerdi. Sorularıyla bunaltmışlardı beni. Onlara katlanamayıp derslerin hiçbirine girmemiş, bütün gün bahçenin bir köşesine kurulmuş sigaramı içmiştim. Yaktığım her sigarada elim telefonuma gidiyordu ve ben onu aramamak adına kendime etmediğim hakaretleri ediyordum. Diğer günler de tıpkı bu üç gün gibiydi, tek farkı sigaranın yanına alkolü eklemek olmuştu. Beynimin uyuşması adına alkolü abartıyordum fakat diğer her şey bulanık bir hale gelse bile Yoongi hala en net düşüncem olarak kalıyordu. Hatta sarhoşluğun etkisiyle gördüğüm düşleri beni sayamadığım kez ağlama krizlerine sürüklemişti. Geçmiyordu.

Yapamıyordum onsuz.

Eksik hissediyordum.

Şimdi de arabamda oturmuş, apartmanının önünde bekliyordum gecenin köründe. Dairesinin ışıkları yanıyordu. Evde tek miydi, bilmiyordum. Kafam hafif güzeldi. Suratımda aptal bir ifade vardı. En azından dizik aynama baktığımda bunu görüyordum. Belki de bana öyle geliyordu. Yanına gitmek, karşısına dikilip bağırmak istiyordum ona. Seni ne kadar sevdiğimi bilmiyor musun, diye bağırırken ağlamak istiyordum. Belki... Belki daha sonra dizlerine koyardım başımı ve o da güzel elleriyle okşardı saçımı. Parmaklarına dolanırdı saç tutamlarım, o ince parmaklarına. Ah, ne kadar da zordu ondan uzak kalmak. Neden sürekli onu istiyordum? Belki şu an başka bir adamlaydı evinde. Belki de umursamamıştı bile ayrılığımızı. Bu kadar bilinmezliğin içinde kalmak boğazım yırtılırcasına çığlık atma isteğimi körüklüyordu. 

Daha fazla dayanamayıp telefonumu alıp onu aramıştım. Çalıyordu, çalıyordu ancak açmıyordu. Açmamakta da haklıydı. Beni tercih etmesi için bir sebebi yok-

"Alo," boğuk ses kulaklarıma iliştiğinde küçük bir an göğsüm sıkışmıştı ve nefes alamamıştım.

"Jungkook? Orada mısın," konuşmam gerektiğini farkındaydım ancak bir kelime dahi edemiyordum. Dudaklarımı araladığım an kaçan hıçkırık yüzünden gözlerimi kapattım sıkıca. Aptaldım! Kocaman bir aptaldım! İflah falan olmazdım ben. Tanrı'm, kendimden nefret ediyordum gerçekten.

"Ağlama."

"Yoongi," titrek bir nefes verdim adını söylememden hemen sonra. Ağlama isteğimin önüne geçemiyordum artık.

"Neden arabandan inip yanıma gelmiyorsun? Gözyaşlarını sileyim."

"Öpecek misin peki?"

"Gözyaşlarının değdiği her noktayı öpeceğim. Hadi gel," cümlesi biter bitmez aramayı sonlandırmış, arabadan inmiştim. Apartmana doğru koşuyordum. Ezbere bildiğim şifreyi girdikten sonra asansörü beklemekle vakit kaybetmemek adına merdivenleri kullanmayı tercih etmiştim.Dördüncü kata ulaştığımda sevgilim çoktan kapıyı açmıştı. Dağılmış saçlarını gördüğümde biraz daha ağlamak istemiştim. Gerçekten uzun bir süre içki içmemeliydim, bu kadar ağlayan bir adam bile değildim ben.

Broken Pieces°YoonKookWhere stories live. Discover now