1*Sevdiğin biri

967 85 146
                                    

Hayatta her zaman iyi zamanlar yaşayamıyorduk. Her şey düzgün bir şekilde ilerlemiyordu ya da mükemmel olmuyordu. Çevreme baktığımda etrafımdaki birçok kişinin hayatı harika gidiyormuş gibi gözüküyordu ancak kesinlikle öyle olmadığına emindim. Hepimiz yaşadıklarımızı o kadar içselleştirmişdik ki diğer insanlara her şey yolundaymış numarası yapmakta asla zorlanmayan bir hale gelmiştik. Öte yandan acılarımızla baş başa kaldığımızda canımız hiç olmadığı kadar yanıyordu. En azından benim... Benim canım çok yanıyordu.

Başlarda en ağır ve kötü olayları tek benim yaşadığımı düşünüyordum; ki bu ergenliğe girişimin, ailemin parçalanmasının gerçekleştiği dönemdi. Kendimi oldukça kötü, değersiz ve bir hiç gibi hissediyordum. Odamdan adımımı atmıyor; bana yaklaşmaya çalışan kim varsa onu başımdan defetmek için elimden geleni ardına koymuyordum. Etrafımdaki herkesi yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştım huysuzluğumla, aksiliğimle. Aslında bundan memnun olmam gerekirdi, çünkü onları kovan bendim ve bu beni mutlu etmeliydi. Olması gereken buydu, olması gereken kesinlikle buydu ancak... Ancak gerçek bu şekilde değildi. Etrafımdaki insanları sayısı gittikçe azalmaya başladığında daha fazla kırılgan biri haline gelmiştim; aslında istediğim şeyin yalnız kalmak değil de acılarıma ortak olmaları olduğunu fark etmiştim. Farkındalığım fazlasıyla geç kaldığım bir zamanda ortaya çıktığı için yeniden bir bocalama dönemine adım atmıştım; bu seferki adımım ise oldukça hızlıydı.

Kaybettiğim herkesi geri kazanmaya çalışmak bir yana dursun; bana asla iyi gelmeyecek olan insanlarla yakınlaşmıştım. Tam bir ergen klişesiydi işte! Yaratacağım fiziksel acıların ya da beynimi uyuşturmanın ruhsal acılarımı dindireceği yanılgısına varmıştım. Elbette ki öyle bir şey olmamıştı. Bakın, ruhsal acı ne olursa olsun ne yaparsanız yapın orada kalıyordu. Onlardan kaçmak yerine yüzleşseydim eğer eminim ki her şey şimdikinden daha farklı bir halde olurdu. En azından hala kendimden nefret etmiyor olabilirdim mesela en basitinden. Bocaladığım ikinci dönemimde yanında bulunduğum insanların bana zarar verdiğini kabulenmemiştim uzunca bir süre. Beni uyarmaya çalışanlara kulaklarımı tıkamış, arkamı dönüp yürümüştüm. Yeniden. Beni artık tanıyamadıklarını söylemişti birçok kişi; onların beni tanıyamaması bir kenara dursun ben bile kendimi tanıyamıyordum. Hata üstüne hata yapıyor, insanların kalplerini kırıyordum. Bu yaptığım asla kabul edilemez bir şeydi elbette fakat o an... O an o kadar doğru geliyordu ki bu, kendimi frenleyemiyordum. Sanki, sanki kalbimi kıran insanlardan intikamımı alıyordum ve bu benim yaralarla dolu benliğimi iyileştiriyor gibiydi. Bunu düşünmek hataydı. Kim olursa olsun, bunlar kalbimi kıranlar bile olsa, kırılmayı hak etmiyordu. Bencil olmamalıydım. Nefret ettiğim o insanlara dönüşmemeliydim ancak şu an onlardan daha kötü bir insan haline gelmiştim. Geriye dönüp baktığımda kalbini kırdığım, üzdüğüm insanların vicdani yükünü atamıyordum omuzlarımdan. Attığım her adımda büyüyordu bana bıraktıkları kırıklıkları. Yoğun acı yüzünden kahroluyordum. Batmıştım bir bataklığa boğazıma kadar ve kurtulmak adına olan çırpınışlarım daha da itiyordu beni dibe. Elimi tutacak bir insan istiyordum. Beni bu bataklıktan çekip çıkaracak, beni yeniden ait olduğum özgürlüğe kavuşturacak birini istiyordum. Dürüst olursam eğer; bunun için hiçbir şey yapmıyor, içten içe gerçekleşmesini bekliyordum sadece. Hatta ve hatta dışarıya asla böyle bir ihtiyacım olmadığını vurguluyor ve gösteriyordum. Onlar da sorgulamaya meraklı olmadıklarından dolayı omuzlarını silkip yollarına devam ediyorlardı. Hepimiz sahteydik. Hepimiz birer kuklaydık. Acılarımızın ve bencilliğimizin oyuncağı olmuştuk. Nasıl kurtulabilirdim en ufak bir fikrim yoktu ama kendime vurduğum prangalardan, ya da kukla iplerimden, acilen kurtulmam gerektiğinden emindim. Hem de bunu olabilecek en az hasarla ve kısa sürede halletmeliydim.

Adım attığım diğer bir dönem ise şimdiki dönemimdi. Kabullenme. Oldukça zordu. Zaman zaman hala bir reddetmenin içine girmiyor değildim. Nasıl olmuştu tam emin değildim hala ama sanırım beni kabullenmeye iten biri vardı. Özel biri. Aynı yaralaramız vardı. Kırgındı o da çok. Öte yandan benden daha cesurdu. Ben gibi kaçmamış, aksine kucaklamıştı bütün acılarını. Gözlerine hakimiyet kurmuş hüznü daha da güzelleştiriyordu onu. Ağlamaktan kırışmış göz altları sayısız gecesinin kırgınlıkla dolu olduğunu kanıtlıyordu bana. Huysuzdu biraz ancak onun huysuzluğunda bile bir çekicilik vardı. Asla bırakmak istemezdiniz onu. Hep yara dolu olan ellerini tutmak, tutmak ve tutmak isterdiniz. Başlarda bilmiyordum nedenini ellerindeki yaraların. Elleri o kadar güzeldi ki; hele o ince parmakları... Bazen nefesimi keserdi Tanrı şahittir ki! Zamanla öğrenmiştim geçirdiği her sinir krizinde ellerine zarar verdiğini. Bu beni öyle derinden yaralamış ve rahatsız etmişti ki, o anlarda onunla olma ve ellerini tutma, sarma isteğime engel olamıyordum. O da biliyordu bu isteğimi fakat o kadar gururluydu ki! Ah! O kahrolası gurur yok muydu zaten?! Bazen elimizdeki şansları elimizin tersiyle itmemize neden olan o lanet gurur... Öylesine nefret ediyordum ki bu duygudan, kelimelerim yetersiz kalıyordu çoğu zaman nefretimi kusmama.

Broken Pieces°YoonKookWhere stories live. Discover now