19."ÖLÜ ÇİÇEKLERİN KABURGA SAKSILARI."

1.3K 80 209
                                    

Ölüyorum..
Ölüyorum..
Ölüyorum..
Sana ölüyorum ve bundan daha güzel bir son tanımıyorum.

Bu bölüm mezarını içine kazıyan ceset insanlara itaf edilmiştir.

🌙

15.01.2008, RENGİN

Zamanın yarası, anılardı.

Akrep zamanın göğüsüne battığında, zamanın kalbinden dökülen kan yalnızca anılardan ibaret olurdu. Zamanın kaburga saksılarından koparılan anıların ölü çiçekleri kalbin alzheimer olan zihnine can yakacak anı düğümleri bırakıyordu.

Afitâb, gök kubbenin rahmine ışığını düşürmüş, gökyüzünün koluna damar yolu açarak damarlarında akan mavi kana karışmıştı. Sabah saatleriydi, saatin erken olmasından mütevellit etraf fazlasıyla sessizdi. Delikanlı okulun sıvası dökülmüş duvarına yaslanmış, en az kendisi kadar zehir dolu sigaranın dumanıyla ciğerlerinde yaşamaya çalışan sağlıklı nefesleri öldürüyordu.

İçtiği sigaranın zehrinin urganını ciğerlerinin boynuna değil, bizzat kalbine bağlayıp kalbini öldürüyordu.

Bilmiyordu.

Sigarasının küllüğü olan ciğerlerinde yana yana kül olmuş kaç umut sönmüştü? Saymayı bırakmıştı.

Umutların nabzı olur muydu?

Umudunun nabzını hissetmiyordu.

Öldürdüğü yeni umutları gömebilmek için umutları, kaburgalarının mezarlığında toprağı örtülmemiş bir şekilde açık duruyordu.

Parmakları arasındaki sigaranın külünü yere silkelerken, sigaranın ölü parçası olan kül raks ederek yere döküldü. Fazla ehemmiyetsiz olan bu ayrıntıyı, boş gözlerle izledikten sonra zehri bir kez daha meftunu olan dudaklarıyla buluşturdu.

O sırada rüzgarın esintisi sert ezgilerle saçlarına çalındı, notalarını saçlarına dökerek gece karası saç tellerinin her birini bir yöne dağıttı. Saçları dağılmaya alışıktı, zira toparlanmayı asla tadamamışlardı.

Aynı kendisi gibi.

Kemikli ve kudretli elini saçları hizasında kaldırıp saçlarını daha fazla dağıttı. Bu bir alışkanlık gibiydi, saçlarının toplu olmasına katlanamıyordu. Ardından sigarasından son bir nefes alıp bedenini bir paçavra gibi yere fırlattı.

Sigaranın yere düşüp dizlerini yaralaması bir hiçmiş gibi postalının ucuyla mağlubiyet elbisesini giymiş sigarasının bedenini ezdi.

Mavi hareleri acımasızdı.

Acıya acıya, acımamayı öğrenmişti.

Bu, onun acısına karşı yarasına giydirdiği yara bandıydı.

Bileğine taktığı siyah kayışlı saatine baktığında zilin çalmasına sadece iki dakika kaldığını gördü. Kırk dakikanın bir kum saatinin içinde akıp, geriye iki dakikasını bıraktığını düşününce bunun makul bir zamanlama olduğunu var saydı. Zira düşüncelerinin batağına batıp, çamurunu zihnine bulaştırdığında dış dünyaya algılarını kapatıyor, somut bir şekilde yaşadığı konuma gelmesi uzun sürüyordu.

Mavi hareleri yağmurun ıslattığı kaldırımlarda dolaştı. Okula gelmeden önce gökyüzünün çatlak kaburgasından bulutlarının gözyaşları yeryüzüne süzülmüş, Rengin'in kuru sokaklarını gözyaşlarıyla yıkamıştı.

MAVİMİN ESİRİ Where stories live. Discover now