16."GÜL TABUTUNDA KANLI DİKEN."

1.2K 112 96
                                    

Senden gittiğimde, ayaklarım bileklerinden kırıldı.
Ve ben bir daha yürüyemeyeceğime değil, sana gelemeyeceğime ağladım.

Bu bölüm arkasında milyonlarca yıkım bırakan virane insanlara itaf edilmiştir.

🌙

Gül..

Dikeniyle aynı dalda olmasına rağmen bir türlü ona kavuşamayan, yaprakları yararlarına prangalanmış ölü gül.

Yaprakları acılarının ibresini gösterdiği yönde, ölüme ölüm kala firak ağrısının kesik damarından akan kan ile kirlenen kimsesiz gül.

Yeşil dalının üzerinde Tanrının yaşamını hüküm kıldığı, acının usta elleriyle şekillenmiş, dikenine asla dokunamayan, dokunduğu anda yapraklarını parçalayan yaralı gül.

Gül, Poyraz'ın ta kendisiydi.

Lara ise, gül tabutundaki kanlı dikeni.

Birbirine kelepçelediği parmaklarının arasından, pürüzlü yüzeye dalından sökülen dikeninin kanı akarken, buğulu bir pencereye benzeyen mavileri mutluluktan çok uzak, buruk bir tebessümle seyrediyordu Tanrının sanatını kirleten yaralarını. Elindeki jileti öyle sıkı kavramıştı ki, resmen avuçlarının arasında kıvranıyordu keskin alet. Avucundaki derin kesiğe baktı. Tıbbi açıdan derinliği damarlarını parçalayabilecek nitelikte olan yara, Poyraz'ın kalbindeki kesikle kıyaslansa çok minik bir ayrıntı gibi kalırdı gözler önünde. Çünkü kalbinde dibi görünmeyen bir meyt kuyusu taşıyordu genç adam. Kuyusunun en dibinde mezar taşlarının bulunduğu bir mabet vardı. Bir mezar taşının üzerinde Umut yazıyordu. Diğer mezar taşının üzerinde ise Unut. Poyraz ne umudu kalbine aşılayacak bir enjektöre denk gelmişti bu zamana kadar, ne de sevdasını unutabilecek kadar alzheimer olabilmişti kalbi.

Gözlerinin perdesini mavinin gökyüzü tonu olan gözlerine örtüp, bakışlarındaki buruk tebessümü karanlığın acımasız gözlerinden sakındı. Tebessümünün emaresi gözlerinin kuytusunda bekleyen gözyaşlarına sindi, çehresine doğru silahlar ile kuşatılmış askerler gibi akmaya başladı.

Derin bir nefes aldı. Nefes aldığını günler sonra ilk defa hissetmedi. Ciğerleri ağaçların olmadığı kurak bir toprak gibiydi. Alınacak nefes yoktu, toprağını renklendiren çiçekler yoktu. Simsiyah bir gökyüzü ve kurak bir toprakla kalakalmıştı ciğerleri ortada.

Ciğerleri bile genç kadının kokusunu sayıklıyordu.

Dizinin üzerine bıraktığı kazağı misafir etti yaralı avuçlarında. Dikeninin kanattığı avuçları, kazağın ilmeklerine kara bir leke sürünürken, hasretin prangalar vurduğu gözyaşları kazağın ilmeklerinin üzerine dökülüp kara lekeyi beyazla temizledi.

Burnunu ihtiyaçla kazağın kumaşına sürtüp, derin bir nefesi ciğerlerine kazıdı. Burnuna ezberindeki kokunun silik izleri çarptığında dudaklarının arasından gür bir hıçkırık kaçtı.

Heybetli bedenine güzellik katabilecek güçlü omuzları firağın balyozunun sert darbesi ile paramparça olup hasretin avuçlarına döküldü. Hasret elindeki benzini takvim yapraklarının üzerine döktü, anıları kanlı yaşları eşliğinde yaktı.

MAVİMİN ESİRİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin