· onikinci bölüm ·

482 30 4
                                    

Günler her zamanki hızıyla akıp gidiyordu, değişen ya da gelen bir mektup yoktu. Ailemin yanımda olması artık tek tesellim haline gelmişti -Jacob'un yokluğu da yerini hissettirmiyordu artık eskisi kadar-

Önümde duran kahveyi lavaboya döktükten sonra sandalyeye geri oturdum. Beynim, ruhum, aklım ve tüm benliğim Volturilerdi. Mektubum ellerine ulaşmış mıydı, ulaştıysa da Aro'nun tepkisi neydi... Gözümde her ne kadar canlandırmaya çalışırsam çalışayım beceremiyordum bir türlü. Günler bunu düşünmekle geçiyordu diğer yandan. Önümde duran telefonda Embry'nin numarasını çevirdim.

"Neredesin?" dedim küskün bir sesle.

"Cullen'ların yanındayız."

"Sebep?"

"Bir dakika..." telefon sessize alındı birkaç dakikalığına. Huzursuzca hareketlendim yerimde "Canım, buraya gelebilir misin?"

"Ne oluyor anlamıyorum." Ne olduğunu anlamadığım doğruydu ama anladığım şey olmaması için de dua ediyordum. Hareket ederken Alice'le hiç karşılaşmamış olmamızın verdiği rahatlık vardı üzerimde. Eğer oraya gidersem hem düşüncelerim duyulacaktı hem de Alice'in zihninde kaplayacağım yerle geleceğimi görebilecekti.

"Bir.. Yemek daveti."

Önümde duran çiçekle oyalanmaya başladım "Zorunlu değilim herhalde gelmeye."

"Seth de burada."

"Seth de oradaysa gelmem mi lazım yani Embry?" istemeden kahkaha attım.

"Gelmeni istiyorum, daha fazla saçmalamama izin verme."

"Hiç kalkasım yok Embry" oraya gitmemek için kafamda beliren tüm bahaneleri sıralamaya başlayacaktım, ama izin vermedi. Sesi kendinden emin ve ısrarcı geliyordu kulağa ve onu kırmak da istemiyordum doğrusu. Kabul ederek ayağa kalktım ve hazırlanmak için odama gittim. Beni Edward'ın alacağını bilmiyordum.

***

Mavi uzun bir elbise giydim üzerime, saçlarımı da başımı ağrıtacak -ki böylelikle başka bir şey düşünmeyecektim- sıkı bağladım. Kahve bir hırka da giydikten sonra dışarıya çıktım. Bembeyaz lüks bir araba duruyordu karşımda. Önemsemeyerek kilitledim kapıyı, Emily ve Sam birkaç günlüğüne şehir dışındaydılar ve ev bana emanetti.

Arabaya doğru olmasa da birkaç adım sonrasında Edward görüş alanıma girdi. Üzerinde haki bir kazak ve kırmızı bir mont vardı, dudaklarında itici duran bir tebessüm vardı.

"Selam." dedi hipnoz eden bir sesle.

"Selam." ama yürümeye devam ettim, onunla gidecek olma aklıma gelen son ihtimal bile değildi. Cullen olduğunu bile unutmuş görünüyordum.

"Şey- sanırım ben götüreceğim seni."

Ellerimi göğsümün önünde birleştirdim "Ya.. Doğru ya, Cullen'sın sen."

Adımlarımı bu kez araba yönelttim. Bella yoktu ve yolcu koltuğuna geçtim. Elimdeki anahtarlıkla ilgileniyor görünsem de aslında düşüncelerimi kontrol etmeye çalışmaktan başka bir şey yaptığım yoktu.

Edward arabayı sert bir şekilde sürmeye başladı. Hızla akıp giden ağaçlarda kayboluyordu zihnim "Ne oluyor?" dedim doğru yolda olmadığımızın farkına vardığım an.

"Önce başka bir yere uğrayacağız."

"Ne diyorsun ya?" kapıyı açıp atlama düşüncesi ile elim kapıya gitti ama o an kilitlemişti kapıları. "Hemen durdur şu arabayı."

Twilight | Büyülü KızWhere stories live. Discover now