· birinci bölüm ·

1.7K 58 13
                                    

Titrek ışık gözlerimde can verirken kaybettim bilincimi. Okuduğum kitap parmaklarımın arasından kayarken sarhoş bir gülümseme vardı dudaklarımda.

**

Hiç bilmediğim, tanımadığım sokaklara açtım gözlerimi. Gözlerim simsiyah gökyüzüne alışırken hatırladım ismimi. Damla. Kendim hakkımda emin olduğum tek şeyle gülümsedim. Aptalca bir güven duygusu vermişti bu, kollarımı göğüslerimin önünde kavuşturdum.

Soğuk rüzgarın bedenimi delip geçmesini umursamadan yürümeye devam ettim. Neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Tabeleda bana yabancı ve aynı zamanda tanıdın gelen o kelimeyle irkildim. Forks!.

Gülümseyişim yüzüme çivilenmişti. Verecek bir tepkim yoktu. Rüya olması muhtemeldi. Gerçek olabileceği kadar.

Anılarım yavaş yavaş zihnime üşüşürken adımlarım hızlandı kendiliğinden. Bir süre sonra koşuyordum. Kaçıyordum gerçek olabilecek hayal dünyamdan. Gerçek olamazdı, değil mi? Hayır, rüya görüyordum. Emindim bundan.

Gözlerim iki silueti seçti puslu havada. Uzun boylu bir erkek, bembeyaz porselen gibi bir cildi vardı. Kollarının arasında kahverengi mi siyah mı olduğu anlaşılmayan uzun saçlı bir kız duruyordu. Uzun boylu erkek dudaklarını kızın saçlarına götürdü. Yüzü gerilmişti.

Adımlarım yavaşladı, kalbimse öyle hızlı atıyordu ki porselenden yapılmış gibi duran adam gözlerini bana çevirdi. Olduğum yere çivilendim. Aramızda metreler vardı ama birbirimizi her ayrıntısıyla görebiliyorduk.

Hayır, dedim fısıltıyla. Bu gerçek olamaz.

Yorgun düşmüştüm. Bacaklarımın üzerine düştüm aniden. Elim boğazıma gitmişti. Nefesimi hissediyordum. Boğazımda.

Orada duruyorlardı işte. Şimdi ikisi de bana bakıyordu.

Edward Cullen, seninle birbirimizi ne kadar iyi tanıdığımızı bilsen eminim çok şaşırırdın.

Düşüncelerimi okuyabiliyordu. Belki de okuyamıyordu. Dillerini bildiğimden emin değildim.

Bella Edward'ın kollarından kurtuldu. Endişeli görünüyordu.

Gerçeğin acı yüzüyle göz göze gelmiştim...

Delirdiğimi düşünüyordum. Öleceğimi. Ya da zaten ölmüş olabileceğimi.

Gecemi gündüzümü verdiğim, uğruna uykularımdan olduğum kitabın içindeydim.

Elimi boynuma götürdüm, Edward Cullen ve Bella Swan karşımdaydı. Kalbim atıyordu. Ayaklarımı zorla sürükledim uzağa, arkama bakmadan koşarken tek düşündüğüm bu dünyayı sonsuza dek terk etmekti.

*

Yorgun, yaşlı bir ağacın altındaydım. En az onun kadar yorgun olduğumu düşünüyordum. Ve açtım. Çok aç.

Fakat açlıkla mücadele edebilirdim. Mücadele edemeyeceğim şey buydu. Yaşadığım hayat. Kollarımı kendime sardım. Buz gibiydi burası. Donarak ölecektim. Boynuma bir vampirin dişlerini geçirmesinden daha iyi bir sondu.

Ne yapacaktım burada? Hiçbir şey bilmezken. Yalnızca insanları tanıyordum. Belki tanımıyordum bile. Rüya olabileceği ihtimali git gide azalıyordu üstelik. Bu hayatı gerçek edinemezdim kendime.

Kendimi öldürmeliydim belki de. Burası için o kadar güçlü değildim. Ailem yanımda değildi. Dillerini bilmiyordum bile. En iyi ihtimal ölmekti. Ölümü hiçbir zaman çıkar yol olarak görmemiştim. Ama bu kez ölümdü çıkar yol. Ötesi yoktu. Varsa da düşünecek halde değildim.

Sırtımın ve başımın kesici ağrısını düşünmemeye çalışarak uykuya daldım. Gün doğduğunda belki donarak ölmüş olurdum. Olmazsa da nasılsa kendimi öldürecektim zaten.

*

Bulutların arasından firar eden güneş yüzümü yakıyordu. Kuşların cıvıltısı yerine güneşin yakıcı sıcağıyla uyandım güne. Zorlukla kalktım ayağa. Karnım gurulduyordu. Çevreme baktım. Yiyecek bir şey... Yoktu. Sanırım burada yenilecek tek şey bendim. İşe yaramaz bedenim.

Yürümeye başladım soğuk toprağın üzerinde. Bir elimle de ağaçlara tutunuyordum düşmemek için. Gözlerim sürekli kararıyordu.

Ağaçlar seyrelirken önümde uzanan boşluğa baktım. Ayaklarımın altına serilmiş denize. Ölüme.

Toprağın üzerine bıraktım yorgun bedenimi. Dizlerimin üzerinde sürünerek gittim uçurumun kıyısına. Üzerimdeki hırka paçavrasını çıkarıp attım kenara. Gözlerimden firar ederek toprağa dökülen gözyaşlarıma baktım acıyla. Ayakkabılarımı da zorlukla çıkardıktan sonra kıvırcık saçlarımı burnuma götürdüm. Lülelerini son kez öptüğümü düşünerek kalktım ayağa.

Güneşe son kez baktım. Son kez.

Belki de uyanırdım kendimi uçurumdan aşağı bıraktığımda. Zaten rüyalarda da öyle olmaz mıydı? Tam yüksek bir yerden düşerken uyanırdık. Tam yere çakılacakken.

Bacaklarımın üzerinde zar zor duruyordum. Uçurumun tam ucundaydım. Tek bir adım. Ve bu hayattan kurtulacaktım. Bilinmezliği sonsuza dek terk edecektim.

Fakat bir şey oldu. Bir ses. Sert bir erkek sesi.

Başımı çevirdiğimde onları gördüm. En önlerinde Sam Uley duruyordu. Bakışları yakıyordu. Gücünü kilometrelerce öteden hissedebilirdiniz.

Gözlerim son kez karardı ve ölüme bıraktım kendimi. Uçsuz bucaksız denize. 

Twilight | Büyülü KızWhere stories live. Discover now