· onuncu bölüm ·

539 33 0
                                    

İçimde koca bir savaş başlamıştı. Bir şeyleri değiştirmem mümkündü, en azından şimdi, ama ileride böyle bir şansım kesinlikle olmayacaktı. Böyle bir şansın ayaklarımın altına serilemeyeceği son derece açıktı. 

Volturilerin yaşadığı sarayı önümde duran not defterine karaladım. Belki onların yanında gidemez, olacaklar hakkında uyaramazdım ama en azından mektup yazabilirdim. Ne kadar ciddiye alınacağımı bilmiyordum, belki umursamazlardı bile. 

Ama düğüne 2 hafta vardı ve bir an önce bir şeyler yapmam gerekiyordu. O bebek dünyaya gelmemeliydi. Jacob sürüden ayrılacaktı, bunu biliyordum, ama sırf mühürleneceği için herkesi kendisiyle birlikte ateşe atmasına izin veremezdim. Geleceğim olan adam bir oda ötemdeydi işte, onun ölümü benim de ölümüm demekti. 

Mektuba nasıl başlayacağımı ve ne diyeceğimi bilmiyordum. Ama bir şekilde dökülmeye başladı parmaklarımdan kelimeler. 

"Sevgili Aro Volturi.."

İlk kağıt çöpe gitmişti işte. Gerçekten Aro'ya yazmam doğru muydu? Düşünceleri ve alacağı kararlar Alice tarafından görülebilirdi. Jane'i düşündüm. Aro'ya aşkla ve delicesine bağlı olan küçük cadıyı.

Kalemi hırsla masanın üzerine fırlattım. Ciddiye alınmayacağım çok açıktı, ne yapıyordum ben böyle?

Embry odaya girdiğinde önümde duran kağıtları saklamak istercesine ayağa kalktım. Kasabaya gitmeyi teklif ediyordu, Bella'yı görmemizi. 

"Neden ki?" diye fısıldadım "Bir şey mi olmuş?"

"Hayır ama.." hala Jacob'u düşündüğünü görebiliyordum gözlerinde "Belki Jacob hakkında bir şeyler biliyordur."

"Ya da bilmesini istiyorsun?"

Embry elimi tuttu ve tüm parmaklarımın ucundan tek tek öptü. Bir şeyin değişmeyeceğini biliyordum, ama yine de karşı koymadım. Her an, her dakika onun yanındaydım. Her saniye.

**

Kasabaya yarım saat içinde ulaştık. Bella'nın evinin önünde durduğumuzda buraya ilk gelişimi anımsadım. Kaç ay geçmişti üzerinden? Sanki dün gibiydi her şey. Edward ve Bella burada duruyorlardı işte, birbirlerine sarmaş dolaşlardı. Şimdi aynı manzara yoktu önümde, ama kapının önünde hararetle bir şey konuşuyorlardı. Bella sakin kalmaya çalışıyor gibi görünse de ne kadar sinirli olduğu mimiklerinden belliydi.

Bizi gördüğünde mimikleri yumuşadı. Sanırım Jacob'tan iyi bir haber geldiğini zannediyordu. Aptal. Herkesin peşinde pervane olduğu şımarık. 

Edward'ı arkasından bırakarak yürüdü ve -Alice'den kaptığı bir alışkanlıkla- yanaklarımı öptü. Kesinlikle can yakınlığını Alice'ten almaya başlamıştı, zira benim okuduğum Bella böyle biri değildi. Beceriksizce gülümsemeye çalıştım."

"Hoşgeldiniz.." dedi ilgiyle "Biz de Jacob'tan konuşuyorduk." Edward elini Bella'nın beline sarmıştı ve ağzımızdan çıkacak her kelimeyi zihnimizde önceden okuyor görünüyordu.

Embry'e baktım ama suskun görünüyordu. Sanki ben buraya getirmiştim onu. "Bildiğiniz bir şey var mı, merak ettik." dedim kendimden emin bir şekilde.

Edward başını iki yana salladı "Maalesef. Belki Alice görür diye umuyoruz..."

"Ama imkansız." dedim kendime engel olamayarak. Edward'ın bakışları her zamankinden daha şüpheci bir hal aldı "Kurtların geleceğini göremiyor, değil mi?" 

Bella başını onaylarcasına salladı, ama Edward hala yüzüme 'kimsin sen?' bakışı atıyordu.

Embry Bella'ya döndü "Damla düğüne geleceğini düşünüyor." elimi daha da sıktı -mümkünmüş gibi- 

Bella'nın bakışları ikiye bölündü. Bir bana bakıyordu bir Embry'e. Ve kesinlikle Edwardınkiyle aynı anlamdaydı bakışları. Ama bozuntuya vermedi "Çok sevinirim, onu gerçekten özledim."

Sinirlerime hakim olamayarak gülmeye başladım. Diğer yandan da delirmemeyi umuyordum, ama sanırım burada mümkün değildi.

Bella yüzüme daha bir sert bakar oldu. Sanırım tatlı yüzünü daha fazla sergilemeye gerek duymuyordu. "Seninle bir gün kahve içmeliyiz, ne dersin?"

"Bunun için söz veremem." diye fısıldadım "Ama istersen yürüyebiliriz biraz.. hem beyleri de yalnız bırakmış oluruz?"

Embry ve Edward'ın arasında bir şey yaşanmamıştı. Yalnızca efsanelerden doğan bir soğukluk vardı birbirlerine karşı duydukları. Embry de kahve fikrini hoş bulmamış olacak ki Edward'a 'konuşalım' bakışı attı. 

Bella'yla dümdüz yolda yürümeye başladığımızda ne diyeceğini, ne konuşacağını tahmin edemiyordum. Ne diyebilirdi ki? En başından belli etmemiş miydim ondan hoşlanmadığımı... bunu daha fazla sorgulayamazdı herhalde. 

"Senin benimle sorunun ne?" dedi düz bir şekilde. Açık konuşması, lafı dolandırmaması hoşuma gitti.

"Sürekli arkanı toplamamız gereken işlere bulaşıyorsun Bella, ne sorunum olabilir ki?"

"Sen toplamıyorsun arkamı, kurtadaml.." daha fazla konuşmasına izin vermeyerek cümlesini böldüm.

"Ben bir kurt olduğumu iddia etmiyorum zaten... ama farkındaysan Embry ve ben..." 

Bu kez cümlesi bölünen ben oldum "Seni anlıyorum ama benim ne suçum var tüm olanlarda? Sevdiğim adamla evlenirken izin mi almam gerekiyor?"

"Bir şey soracağım sana, ama dürüst olacaksın." 

Bella'nın bakışları bir anlığına gölgelense de "tabii" demekten geri kalmadı. 

"Ailenin hayatını tehlikeye atacak bir şeyin farkında olsan, bunu engellemekten geri durur muydun?"

Ailem Sam ve Embry'di. Emily ve diğerleri de ailemin güzel parçaları. Onları korumak istiyordum, ama bunu vicdanımla bir savaşa girmeden yapmalıydım. Bella'nın en doğru cevabı vereceğini umut ediyordum. Hangi yola sapacağıma o kadar verecekti.

"Durmazdım." bakışlarını yere indirdi. 

"O halde bana kızmazsın değil mi? Sırf kendi ailemi korumak için yapacağım şeyler konusunda?"

Bella'nın bakışları yeniden gözlerimi buldu. "Doğru olduğuna inanıyorsan, seni bundan kim geri tutabilir?"

Edward ve Embry yanımıza gelmişlerdi. Edward iyi ki Jane'in özelliğine sahip değildi, yoksa kül olmuş olurdum. Ama yine de giderken "Kendi aileni koruyacağım derken benim ailemi ateşe atma." dedi. 

Dudakları oynamıyordu, ama sesini beynimin içinde hissediyordum. Adeta çınlıyordu kafamın içinde. 


Twilight | Büyülü KızWhere stories live. Discover now