Kısım 1 : Altı

835 126 45
                                    

Görevli, odadan çıkıp merdivenlere yöneldi. Oradan bir üst kata çıktı ve sollarına döndüklerinde karşılarına çıkan ilk kapıdan içeri girdi.

Oda oldukça büyüktü. Duvarlar kitaplıklar yüzünden görünmüyordu. Soluk ve kapalı renkteki kırmızı, mavi ve yeşil kitaplar düzensizce koyulmuş, arkasında geniş bir pencere olan yaşlı adama ciddiyet katıyordu resmen. Beyaz sakalları kürsüsünden aşağı sarkıyordu.

Görevli arkasından gelen George ve anneye baktı. İçeri girip kapıyı kapattıklarından emin olduktan sonra önüne döndü, başını aşağı eğdi, ellerini önünde birleştirdi. "İzinsiz geldiğim için özürlerinizi istiyorum efendim ancak ipek kıyafetleri olan bir çocuk bulunmuş."

Yüzündeki bıkkınlık ifadesi gitti birden yaşlı adamın. Daha dikkatli bir şekilde dinlemeye başladı. "Krallıktan mı geliyor diyorsun?"

"Bilmiyorum efendim ancak onu bir ara sokakta bulmuşlar. Anlaşılan çocuğun hafızası gittmiş."

Yaşlı adam gözlerini kürsüsüne dikti. Önündeki kitabın sayfasını çevirdi. Biraz bekledi, tekrar onlara baktı.

"Kanını alın. Yarın mutlaka tekrar gelsinler."

George, yaşlı adamın önlerinde olmalarına rağmen kendileriyle iletişim kurmamasını kibir olarak algıladı.

Görevli onlara döndü. "Kıyafeti bana verin."

Kadın sorgusuz bir şekilde çantasından kıyafeti çıkardı ve ona uzattı.

"İsmin neydi ufaklık?" George'a bakarken yüzünde bir gülümseme vardı.

Anne atladı. "İsmi George."

Görevli sinirlendi. Anneye öyle bir bakış attı ki, anne idam edileceğini düşündü.

Görevli eğildi. George'a merhametli bir şekilde baktı. "İsmin nedir, ufaklık?"

George o an elindeki gücü fark etti. Görevlinin bakışları, buranın işlevi, kadının korkusu... Ve ipek kıyafetler..! Kendisi bir prens bile olabilirdi. Hatta daha iyisi, bir vâris! Eğer isterse, bu ipek kıyafetler sayesinde bir kaç kişinin canının alınmasın sağlayabilirdi. Ufacık bir yalan, ufacık bir yalan ile insanların ölümünü sağlayabilirdi.

Ama yapmadı. "İsmim George."

"Ne kadar güzel bir ismin varmış. Yaşlı amca söylemedi ama, istersen bugün çok daha iyi bir yerde kalabilirsin. Sana oyuncak, oyun arkadaşları ve daha iyi yiyecekler sağlayabilirim."

Oyun arkadaşları mı? Hmm.

"Hayır, fakat beni bulan kadına bir ödül verebilirsin."

"Nasıl istersen." dedi görevli. Ayağa kalktı, arka cebinden tam 200 altın çıkardı. Kadına bir kese halinde uzattı kadına doğru eğilirken. "Ona iyi bakın. Sizleri izleyen birileri olacak."

George hepsini duymuştu. Görevli gizli söylemeye çalıştığı için, hevesi kırılmasın dedi içinden ve duyduğunu belli etmedi.

Görevli ondan elini uzatmasını istedi ve George uzattı. Hiç acıtmadan, iğneden daha ince bir delik parmağında açıldı ve içinden çıkan kan saliseler içinde kayboldu.

"Emredersiniz." dedi kadın. George'un elini yavaş ve nazik bir şekilde tuttu, hiç çekiştirmeden odadan çıktı.

Kapı örtülürken, George bir lanete imza attığını düşündü.

Binadan çıkarken, danışmadaki kadının ona karşı gülümsediğini gördü. "İyi günler Bay George. Gündüzünüz güzel olsun."

İlgi, George'un hoşuna gitti. Gerçekten bir prens ise yaşayacağı hayat onu heyecanlandırdı.

Binadan çıkıp, çitleri aştıklarında orada bekleyen at arabalarından birine bindiler. Kadın 2 altın uzattı. "George Rose okuluna."

George'un ismi gerçekten de bir okula mı verilmişti? Bu harikaydı. Nedense içinde bir kibir hissediyordu. Okulun isminin öyle konulmuş olmasının tesadüf olabileceğini düşünemedi.

Bu, yükseklerdeki insanların hissettiği mi? Çünkü eğer öyleyse, en yüksekte ben olacağım.

-

Okula vardılar. At arabacısı gençti. İşe yeni başladığı belliydi. "İyi günler efendim."

Kadın ve George bir çırpıda arabadan indi. Okulun çiti yoktu. Önünde bir toplanma alanı vardı o kadar. Direkt içeri girdiler, müdürün odasına yöneldiler.

Müdür, kadını tanıyor olmalıydı. Selamladı.

Kadın, müdürün masasının önüne karşılıklı konulmuş sandalyenin birine oturdu. George da beklemeden diğerine oturdu.

"Bu günlük derslere girebilir değil mi?"

"Bu günlük mü? Ben kayıt yaptırmaya gelirsin sanmıştım."

Kadın arkasına baktı, kapının altında gölge olup olmadığına. Yoktu. Tekrar müdüre döndü ve kısık sesle konuştu. "Büyük ihtimal ile kraliyetten, buraya nasıl düşmüş bilmiyorum. İpek kıyafetleri vardı."

Müdür şaşırdı. "Madem kraliyetten olduğu düşünülüyor, onu neden buraya getirdin ki?"

Kadın, George'a baktı. "Sen sınıfına git. Kapıdan çıktığında hemen sağda."

George söyleneni aynen yaptı. Sonuçta kendisi gitmeyene kadar konuşulmayacaktı, kendisinin duymasını istemedikleri bilgi.

Kadın, George'un sınıfın kapısını açtığını gördüğünde koridordan içeri geri geldi. Konuşmaya devam etti. "Elizabeth ile olabildiğince yakın olsun istiyorum. Kim bilir belki gelin gider de bizde rahat bir yaşam süreriz!"

George sınıfın kapısını açmasına açmıştı da, içeri girmemişti. Müdürün kapısı kapalı olmasına rağmen söyleneni de duymuştu. Kulakları iyi duyuyordu. Kadına lanet okudu, aptallığına kendince küfür etti.

İçeri girdi, kapıyı örttü. Sınıfı renkli ummuştu ama binanın dışıyla aynı renkte, koyu kahverengiydi. Işıklar burayı aydınlatmaya yetmiyordu bile.

Gözleri Elizabeth'i aradı. En arkada, duvar köşesindeydi. Yanı boştu ve onunda arkasında arkadaş olduğu belli olan bir kız vardı. George bunun Elizabeth'in daha önce bahsettiği dilsiz kız olduğunu düşündü.

Üzerine ne olduğunu anlamamış gözlerle bakıldığını sonradan fark etti. Yanıtladı. "Müdürden geliyorum. Bir günlüğüne derslere katılacağım."

Öğretmen, soru soracak gibiydi ama bir günlüğüne olduğunu duyunca vaz geçti. Dersini anlatmaya devam etti.

George içeri girdikten beri kimse dersi dinlemiyordu ama.

George, simsiyah, dalgalı, uzun saçlarıyla dikkat çekiciydi. Büyük gözleri parlak sarıydı ve görünüşüne renk katıyordu. Burnu küçük ve hafif havaya kalkıktı. Beyaz teni ile de, adeta bir melekti!

Karanlığın PrensiWhere stories live. Discover now