TUTSAK

4.5K 178 342
                                    

DERİN'DEN

Soğuk... Bedenimin her bir hücresinde hissettiğim bu soğuk ve karanlık beni ele geçirmişti. Zihnim uzun soluklu uykusundan uyanmış ancak bedenim harekete muhtaç kalmıştı. Gözlerimi aralamaya çalışsam da başaramadım. Sanki göz kapaklarımın üzerine tonlarca ağırlıkta bir fil oturmuş ve kalkmak bilmemişti. Ensem öyle çok ağrıyordu ki acısı yuvalarına yemek taşıyan karınca sürüsü gibi damarlarımda dolanıyor ince ince bana işkence ediyordu. Ellerimi enseme götürüp acıyı dindirmek, kollarımı bedenime sarıp kendimi ısıtmak ve ağrıyan her yerimi ovalamak istedim ancak ellerimi de hissetmiyordum. Sahi neredeydim ben...

Gözlerimi zar zor araladığımda hiç tanıdık olmayan bir yerde olduğumu fark ettim. Uzun süredir baygın olduğumdan her yeri bulanık görüyordum ve eminim ki gözlerim kan çanağına dönmüş makyajım darmadağın olmuştu. Kafamı doğrulttuğumda ne sağa ne sola çevirebildim. Boynumu esnetmek için biraz uğraştım ama çok da işe yaramadı. Enseme aldığım darbe başıma inanılmaz bir ağrı hediye etmişti. Tam anlamıyla kendimi bir enkaz gibi hissediyordum. En son hatırladığım şeyse müzayede binasından çıktığımdı.

Gözlerim iyice açılınca ne durumda olduğumu kontrol ettim. Hala üzerimde incecik beyaz saten elbise ve topuklu ayakkabıylaydım. Pencerelerinin olmadığını fark ettiğim bu karanlık ve kasvetli oda muhtemelen bodrum katındaydı. Odanın ortasında kapıya dönük şekilde eski bir sandalyeye ellerim arkadan bağlı şekilde oturtulmuştum. Bacaklarım da sandalyenin ön ayaklarına bağlanmış ve hafif aralık duruyordu. Hareket kabiliyetim sıfırlanmıştı. Boynumun ağrısından kafamı dik tutamadığım için geri bayıldım ve oflayarak arkamdaki boyası yapılmamış eski püskü duvarı tersten izlemeye başladım. Saçlarımsa sandalyenin arkasında dans ediyor neredeyse yerleri süpürüyordu ama şu halde düşüneceğim en son şey saçlarımın temizliğiydi.

Ne kadar zamandır burada olabileceğimi düşündüm ancak zaman kavramı anlamını yitirmişti. Müzayededen çıktığım anla buraya gelmem arasında neler yaşandı beni bu hale kim getirdi anlamıyordum. Acaba iki hafta önce barda kandırıp çok değerli saatini çaldığım gerizekalı züppe mi kaçırmıştı. Bu zengin bebelerinden her şey beklenirdi doğrusu. Hepsi iş adamı kılıklı mafya babalarıydı sonuçta.

Kapının tıkırtısını duyduğumda kafamda cevabını aradığım tüm sorular birden bir toz bulutu olup dağıldı. Zor da olsa kafamı doğrultup içeri giren iki adama baktım. Biri kısa boylu çelimsiz acemi bir çocuğa benziyordu. Diğeriyse daha iri kirli ve gür sakallı orta yaşlı tecrübeli bir köpeğe. Benim uyandığımı fark edince dağ ayısı kılıklı olan herif keyiflendi.

-"Oo uyuyan güzel uyanmış. Biz de bir an hiç kendine gelemeyeceksin sandık." dedi gevşek gevşek. Ellerini arkasından bağlamış göğsünü kabartmış başını olabildiğince dik tutuyor ve bana yukardan bakıyordu. Konuşurken ağzını nasıl yaydığından bahsetmeyeyim.

-"Neredeyim ben. Siz kimsiz lan! Ne istiyorsunuz benden?" Bu kadar yorgun ve bitkin olmama karşın sesim gür çıkmıştı. Karşımdaki adam beni iğrenç bir şekilde pis gözleriyle baştan aşağı süzerek bir iki adım attı ve odanın içine girdi. Şimdi tavandan sarkan beyaz ve yuvarlak lamba tam onun yüzünü aydınlatıyordu ancak ışık yukardan vurduğu için çirkin yüzü daha da çirkinleşmiş bu da zaten bozuk olan midemi daha da bulandırmıştı. Arkasında olan ellerini önüne aldı ve büyük boncuklu kahverengi tesbihini sallamaya başladı. Nedense dikkatim oraya kaymıştı.

-"Burada soruları biz sorarız yavru ceylan. Ne günah işledin de bizim patronun eline düştün anlat bakalım."

Kıro diye geçirdim içimden... Allah'ın kırosu. Sararmış dişleriyle gülmeye başlayıp arkasındaki çocuğa döndü sanırım ondan da kendisine katılmasını istiyordu. Ancak çocuk girdiğinden beri benimle göz teması kurmamıştı ve çok tedirgin duruyordu. "Çok da güzel lan patron gelmeden bir elden mi geçirsem."

ÇETE SAVAŞLARIWhere stories live. Discover now