BANA BAKMA

5.3K 274 193
                                    

GECE'DEN...

Gözümü yarım yamalak açtığımda gün yeni ağarmıştı. Belimde hissettiğim inanılmaz ağrıyla yüzümü buruşturup doğrulmaya çalıştım. Aşırı uykum vardı ama uyuyamıyordum. Tüm gece toplasan bir saat anca uyumuşumdur. Ruhumda korkunç bir sancı hissediyordum. Hiç dinmeyen bir sancı.
Onu kaybetmiştim. Her ne kadar yaşadığına inansam da ben bu canavarların elinden sağ çıkamayacaktım. Artık anlamıştım: onu bir daha göremeyecektim...

Bu düşüncelerle boğulurken nefes alamamanın verdiği telaşla kendimi aniden koltuktan attım, pencereye yürüdüm ve camı açtım. Deli gibi ağlıyordum. Bir an hıçkırıklarımda boğulacağımı sandım. -daha doğrusu umdum- Güneş'in doğuşunun verdiği huzurla kalbimdeki acı birbirini nötrlemişti ve ben hiçbir şey hissetmiyordum. Şu an, tam da şu an tamamen hissizleşmiştim. Ama bakın ne diyorum: TAMAMEN!

Etrafıma bakındım ve birden aklıma dün geceki çocuk düştü. Ruh hastası... Bunların hepsi ruh hastası. Loş odanın ortasına doğru yürüyüp ağır ağır merdivenlere yöneldim. Ne yapıyorsun Gece? Neden çıkıp gitmiyorsun? Ani bir dönüşle dış kapıya koşar adım yürüdüğümde aklımdaki tek şey öleceksem de bunların elinden olmasını istemediğim oldu. Kapının kulpuna elim gittiğinde birkaç saniye duraksadım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sakin ol kızım... Sadece aç ve koş. Sadece aç ve koş...
Kapıyı hızla açıp kapatmaya bile uğraşmadan koşmaya başladım. Nereye olduğunu inanın ben de bilmiyordum. Tek istediğim buradan gitmekti. Biraz olsun burdan uzaklaşırsam en yakın eve sığınıp polisi arayabilirdim. Bu düşünceyle bir hedef belirlemeden gelişigüzel koşmaya başladım, ayaklarım beni nereye götürüyorsa oraya gidiyordum. O kadar hızlı koşuyordum ki; sık sık bir yerlere çarpıp yere düşüyor, kalkıp tekrar koşuyordum. Panik insana neler yaptırmaz ki? Derken kendimi bir ormanda buldum. Uzun ağaçlarla çevrili ormanda birden başım döndü ve bir ağaca tutunup nefes almaya çalıştım. Ormanlardan hep korkardım. Her zaman korkardım. Sakinleşmeye çalışırken ilerde sağda bir barakanın gözüme ilişmesiyle dikkat kesildim. Oraya gitmem doğru olur muydu? Açıkçası ıssız bir ormanın ortasındaki bir barakaya girmem pek mantıklı değildi ama mantık kimin umrundaydı? En kötü ne olabilirdi? Birkaç manyağın elinde işkencelerle öldürülmekten daha kötü ne olabilirdi? Koşmayı bırakıp barakaya doğru yürümeye başladım. Hırkam omzumdan düşmüştü ama umursamıyordum. Korkuyor muydum? Evet! Hem de deli gibi korkuyordum. Ama bu saatten sonra kaybedecek bir şey yoktu. Ya da var mıydı? Ya Berkcan ölmediyse...

Barakaya gidene kadar kafamdan milyonlarca düşünce geçti. Barakanın kapısı açılırken gıcırdaması istemsizce yüzümü buruşturdu. Kapı tamamen açıldığında ilk gözüme çarpan yerde yanan ateş oldu. Kafamı hafifçe kaldırdığımda ateşin başında bana bakan kirli bir yüz gördüm. Orta yaşın üstünde bir adamdı. Üstü başı yırtık pırtıktı ve yüzü oldukça kirliydi. Ayağında eski bir postal vardı. Saçları kısa ama oldukça dağınıktı. Yorgun gözlerini bana dikti:

-Merhaba?

Zoraki gülümsedim.

-Merhabalar. Iııı şey ben.. ben kayboldum.. Yani kayboldum evet. Burayı görünce yardım edecek birileri vardır diye umdum. Rahatsız ettiysem...

-Yok güzel kızım olur mu öyle şey? Rahatsız etmedin. Söyle bakalım nasıl kayboldun?

Bir anda yüzümdeki zoraki gülümseme istemsizce ağlamaya dönüştü. Yaşlı gözlerimi havaya kaldırıp kırpıştırdım. Hadi ama Gece...

ÇETE SAVAŞLARIWhere stories live. Discover now