4.0

1.8K 228 160
                                    


⚪⚫⚪

Mi Na'nın fırlattığı battaniyeyi de üzerimize örterken onların azarlamalarına maruz kalıyorduk. Daha doğrusu Mark gözlerini kapatmış duruyordu ve ben laf yiyordum.

Hava aydınlandığında çıkmaya karar vermiş ve denizden hemen çıkmıştık ama kayalıklarından aşağı inmek yerine atladığımız için kıyafetlerimizi geri bulamamıştık.

Tabii bu da denizden çıktıktan sonra çıplak bir şekilde çadıra yürümemize neden olmuştu, yalan söyleyemeyeceğim hayatımda bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyordum.

“Başım çatlıyor Yukhei.” Mark sakin bir şekilde battaniyeye daha sıkı sarınınca kafam mahcup bir şekilde yere eğilmişti ve battaniyeyi onun tarafına biraz daha ittirdim “Lütfen, siktir git.”

Göz kapaklarım kapanmak üzere gibiydi, öylesine yorgun hissediyordum ki bir cümle bile kuramamıştım.

Kollarım ve bacaklarım özellikle titriyordu ve nefes almam zorlaşmıştı.

Yukhei hiçbir şey demeden çadırdan çıktığında Mi Na hâlâ üzüntüyle bize bakıyordu “Sorun değil Mi Na.” dedim sesimin titremesi ne engel olamadığımda “Gidebilirsin, gerçekten.”

Mi Na peki der gibi başını sallayıp saçlarımı hızlıca karıştırdı, bu ufacık darbe bile sanki içeride depremler oluyormuş gibi bir etki bırakmıştı.

Çadırın fermuarını çektiği anda Mark'ın üzerine atladım “Özür dilerim, Mark!” Beklemediği kadar sıkı sarılmış  olmalıyım ki bir kaç kere öksürmüştü.

“Senin salaklığın yüzünden hasta olduk Donghyuck.” Mark çocuk gibi kollarını birbirine bağlayınca onun kollarının arasına girme isteğim suya düşmüştü “Tekrar özür dilerim sevgilim.”

Ona hep seslenmek istediğim gibi seslendiğimde Mark'ın yüzündeki ifadeyi niteleyecek kelime bulamıyordum “Ne?!”

Mark'ın birbirine sardığı kolları açıldığı anda onun kolları arasına girip başımı onun köprücük kemiğine yasladım “Ne dedin?”

“Sevgilim demiştim sadece.” Parmakları bluzumun içinde duran kolyeyi dışarı çıkardığında kolyeyle oynamayla başladı, onun verdiği bir şey üzerimde taşımamı seviyordu ama kolyeye çocuğumuzmuş gibi muamele yapmayı bıraksa fena olmazdı “Sanırım daha sık demelisin.”

“Neden?” İkimiz de artık üşüdüğümüzü aklımızdan çıkarmış gibi davranıyorduk aslında hâlâ üşüyordum ve bu bir hafta daha aynı şekilde üşüyecek gibiydim “Hoşuma gitmiş olamaz mı?”

“Olabilir.” Bu sefer ona doğru dönmüştüm ve bluzunun yakasında öylece parmaklarım dolaşıyordu “Mark sence biz ileride nasıl oluruz?”

“Ne kadar ileride?” Düşünmek için gözlerimi biraz havaya kaldırdım ama açığa çıkmış adem elmasıyla bakışmak bana iyi bir etki etmeyince hemen gözlerimi kucağımda duran parmaklarıma indirdim “Bilmem.” dedim “Mesela 10 yıl sonra.”

“Yine aynı evde olduğumuzu düşünürdüm herhalde.” Gayet sakin sesi bana ulaştığında dudaklarımın kenarı yavaşça kıvrıldı “Yani hâlâ beraber olacağımızı düşünüyorsun.”

“Tabii bebeğim.” Kollarıyla beni kendine çekip bebeğim demesine sanırım beni kucağına alır gibi göstermeye çalıştı, ne yaptığından ben bile emin olamamıştım “Senin yakanı bırakır mıyım ben hiç?”

“Hatta şey.” Bu sefer o biraz çekinir gibiydi “Koca evde iki kişi olmamız çok az olurdu herhalde.”

Kaşlarım çatılırken ne demeye çalıştığını düşündüm “Anneni mi çağıracaksın?”

Mark'ın gülümseyen yüzü düştüğünde önce gözlerini devirdi ama sonra gülüşünü saklamamıştı “Küçük şeylerden bahsediyordum Donghyuck.” Artık anlamıştım ama diyecek pek bir şeyim yoktu “Çocuklar,bebekler falan.”

Diyecek bir şeyim olmayabilirdi ama kendimi bu duruma ben düşürmüştüm “Çocuklar sevimlidir.”

Durumu kurtarma çabam onu daha da eğlendirmiş gibiydi “Sen de sevimlisin Donghyuck.”

Yüzlerimiz de bedenlerimiz gibi yakındı ve ben neredeyse anın güzelliğinden ağlamak istiyordum. Nefeslerinin nefeslerime karışması bana deli gibi bir huzur veriyordu.

“Kapayın çenenizi artık!” Yukhei'in dışarıdan gelen sesiyle irkildiğimde Yukhei çadırın fermuarına uzanmıştı “Daha amca olmak için gencim ki ben siz böyle konuşmaya devam ederseniz konuşmanın nasıl sonlanacağını da iyi biliyorum.”

“Zaten ikiniz de hastasınız bir de birbirinizin mikroplarına ihtiyacınız yok.”

Kaşlarım çatılırken hemen içeri giren Yukhei'e öylesine bir tekme savurdum “Biliyormuş.” dedim hırsla “Ne biliyorsun sanki tavırlara bak!”

Yukhei muzip bir sırıtmayla bize baktığında Mi Na olmadığı için fazla rahat ve gevşek davrandığını fark ettim, Mi Na gelse fena olmazdı.

“Valla kardeşim ikiniz beraber odadan çıktığınızda her seferinde botoks yaptırmıyorsan o dudaklarının ş-.” Kafam utançla Mark'ın boynuna gömülse de ardından sinirle ayağa kalkıp yanımdaki şişeyi ona fırlattım “Şerefsiz!”

“Ne, doğruları söylüyorum.” Ona doğru ani bir şekilde atıldığım anda ayaklarım daha fazla beni taşıyamayıp yere oturur halde düşmüştüm.

“Donghyuck iyi misin?” Başımın dönmesine engel olamadan derin nefesler almaya çalışırken Mark'ın bana uzattığı elini sıkıca tuttum hatta o kadar sıkı tutmuştum ki morarma ihtimalini bile şimdiden görebiliyordum “Değilim.”

Ağlamak istiyordum ama sanki buna bile gücüm yokmuş gibiydi, etrafın dönmesi beni daha çok yorgun düşürdüğünde benim de başım Mark'ın dizine düşmüştü gerisini de zaten hatırlayamıyordum.

⚪⚫⚪

⚫⚪⚫

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

⚫⚪⚫

how to train your donghyuck | markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin